Ruşen Çakır’ın konuğu Kemal Öztürk: CHP nasıl kazandı, ne yapabilir?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 31 Mart Yerel Seçimleri’nden birinci parti çıkmasının yankıları sürüyor.

Ruşen Çakır ve Kemal Öztürk, CHP’nin nasıl kazandığını, sonuçlardan sonra ne yapabileceğini, CHP’deki değişimin seçimlere nasıl yansıdığını, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görüşmesinde neler olacağını, AKP’nin sonuçlardan sonra nasıl bir duruş sergileyeceğini, seçimde CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti sorularını cevaplıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Gazeteci Kemal Öztürk’le CHP’yi konuşuyoruz. Kendisiyle en son, seçimden sonra AK Parti’yi konuşmuştuk. Şimdi sırada CHP var. Hoş geldin Kemal.

Kemal Öztürk: Hoş bulduk. Teşekkür ederim.

Sen AK Parti’nin neden kaybettiğini madde madde çıkartmıştın; ardından CHP ile ilgili, “Neden kazandı?” diye bir araştırma yapıyorsun. Farklı kesimlerden, insanlardan, sosyal medya üzerinden de herhalde yapıyorsun ve 17 madde çıkarmışsın. Bunlar daha çok “Nasıl kazandı?” üzerine. Nasıl kazandığını da konuşalım, ama bir de tabiî başlığa da çıkardık: Bundan sonra ne yapabilir? Daha doğrusu, kazandıktan sonra şu güne kadar ne yaptığını, bundan sonra ne yapabileceğini de konuşalım. Şimdi buraya, senin maddelere baktığım zaman, daha çok CHP’nin kazandığından ziyâde, AK kaybetti yorumları daha çok. Ben buna çok katılmıyorum. Yani şöyle: Tabiî ki AKP kaybetti, ama CHP de kazandı ya.

Kemal Öztürk: Şimdi şöyle özetleyeyim: Seninle yaptığımız yayında, AK Parti’de 16 maddelik bir gerekçe olmuştu, kaybetme gerekçesi. Hem Cumhuriyet Halk Partisi’ni tâkip eden kamuoyu araştırma şirketleri, siyâsetbilimciler, hem Cumhuriyet Halk Partili siyâsetçiler, hem kendi gözlemlerim sonucunda da Cumhuriyet Halk Partisi’nin nasıl kazandığına dâir 17 maddelik bir araştırma yayınladım. Benim izlenimim… yani şöyle diyelim: AK Parti kaybetmeyi hak etti, ama Cumhuriyet Halk Partisi kazanmayı hak edecek kadar çok iş yaptı mı? Ben o kanaatte değilim, birçok insan da o kanaatte değil. Yani şöyle düşünelim: Hangi belediye teorisi ve hangi belediye çalışması o kadar etkili oldu ki her yere yayıldı bu? Ben o kanaatte değilim. Yani belediyecilik dairesi içerisinde çok örnek olan böyle bir çalışmasını fark etmiyoruz. Ve bu nedenle aslında daha fazla, “AK Parti kaybettiği için CHP kazandı” formülü daha çok öne çıkıyor.

Şimdi, ben birtakım CHP’li belediye başkanlarıyla konuştum. Meselâ bir tânesi üç madde söyledi. Birincisi, –ki sen bunun çok olduğunu düşünmüyorsun– “Belediyelerin faaliyetleri” dedi, yani “CHP Neden kazandı?” diye sorduğumda. Kendisinin de dâhil olduğu belediye başkanlarının icraatı. İki, CHP’deki değişim. Üç, AK Parti, özellikle de enflasyon vs. dedi. Şimdi, belediyelerde çok fazla bir şey yok diyorsun; ama değişim olayı çok önemli değil mi?

Kemal Öztürk: Evet, şimdi benim maddelerimden bir tânesi… Ben şöyle hızlıca anlatayım. Şimdi birincisi: AK Parti’ye büyük bir öfke var. Ekonomik sebepler, emekliler, işte, yolsuzluğa, haksızlığa kızanlar, büyük bir tepki var.. Bu tepki büyük bir oluk olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ne aktı. Neden? AK Parti’yi yenebilecek parti olarak CHP gözüktü. Yani sağ partiye değil, ne bileyim, başka bir partiye değil; “Yenerse CHP yener AK Parti’yi” diyerek büyük bir kitle oraya aktı. Bence Cumhuriyet Halk Partisi’nin en stratejik hamlelerinden bir tânesi, Mayıs seçiminden sonra cumhurbaşkanlığını kaybeden Kılıçdaroğlu’nun yerine Özgür Özel’i seçmesidir. Ben bunun Anadolu’da bir değişim enerjisi yarattığını gördüm. “Yeni seçilmiş efendim, çok büyük bir icraatı yok” denebilir. Sâdece Kılıçdaroğlu’nun gitmesi ve yeni bir genel başkanın seçilmesi bile teşkîlâtlarda bir enerji yarattı. Bu enerjinin seçimlerde önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu gördüm bu gezdiğim illerde. Bu değişim enerjisini Özgür Özel şöyle tetikleyerek güçlendirdi: Yeni adaylar koydu, yeni yüzler koydu, yeni isimler koydu. Meselâ aday seçimlerini çoğu yerde AK Parti’den daha başarılı buldum.

Hatay istisnâsı var.

Kemal Öztürk: Hatay hâricindeki yerlerde daha başarılı buldum. O yüzden o enerjiyi körükledi, daha da artmasına sebep oldu. Katılım oranını yabana atmayalım. Yani, sanırım seçim târihinde çok az görülmüş bir şey, hem katılmayan ve hem de geçersiz oy kullananların oranı %25, bu yüksek bir rakam. Çok yüksek bir rakam. 15,5 milyon civârında oy ediyor bu. Yani %78’lik katılımda en çok sandığa gitmeyenler AK Partililer oldu.

Burada bir şey gördüm. “CHP kampanyaları AK Parti kampanyalarından daha başarılıydı” diyorsun — ki genellikle hep tersini yaşadık.

Kemal Öztürk: Evet.

Burada ne oldu? Basîreti mi bağlandı AKP’nin?

Kemal Öztürk: Şimdi, İstanbul kampanyası bana şaşırtıcı derecede başarısız geldi ve ben bunu seçimden önce de yazdım, söyledim. Hattâ kampanya yapanların bir kısmı arkadaşım olduğu için onlara da söyledim, “Kampanyanız başarısız” diye. Netîcede Cumhuriyet Halk Partisi yenile yenile bir şey öğrendi yani; bir seçim nasıl kazanılır bunu kendi içerisinde öğrendi. Meselâ şarkıları daha başarılı, seçim sloganları daha başarılı. Meselâ seçimden sonraki iletişim çalışmaları daha başarılı. Bu nedenle AK Parti’den daha başarılı gözüküyor. Şimdi, sağ siyâsetten gelen Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın yarattığı enerjiyi unutmayalım. Onun yarattığı, Anadolu’da özellikle gördüğüm bir etkisi var bu iki siyâsetçinin. Bunun da Cumhuriyet Halk Partisi’nin insanların kafasındaki o klasik, veya AK Parti’nin 20 yıldan beri insanlara anlattığı “CeHaPe zihniyeti CeHaPe zihniyetié diye, onun kırılmasına bir etki yarattı bu iki belediye başkanının çalışması. Bir şey daha oldu: Bence Altılı Masa’daki sağ ve muhâfazakâr partiler Cumhuriyet Halk Partisi ile ittifak yaparak ve ona oy isteyerek, Cumhuriyet Halk Partisi “alerjisi”ni de kırmış oldular.

Kendilerine bir hayrı olmadı ama.

Kemal Öztürk: Kendilerine hayrı 20 milletvekili oldu yani.

O ayrı. Şimdi ama…

Kemal Öztürk: Kazana kazana sen 20 milletvekili kazandın, ben de belediyeleri kazandım. Sen Anadolu’da sıfırlandın, ama ben cumhurbaşkanlığına doğru gidiyorum.

Şimdi şöyle bir şey oldu sanki: Seçime gidene kadarki süreçte Ekrem İmamoğlu daha fazla dikkat çekti, Özgür Özel daha geride kaldı gibi bir durum oldu. Ama sonra seçim sonuçları çıktığı andan îtibâren, Özgür Özel’in bayağı bir öne çıktığını görüyoruz. Yani ben görüyorum, katılıyor musun bilmiyorum. Ve şu anda, hani emânetçi gibi târif ediyorlardı biliyorsun Özgür Özel’i, şu anda böyle bir hava da pek yok.

Kemal Öztürk: Şimdi, Özgür Özel’in önceden beri benim eleştirdiğim bir özelliği var: Aktivist gibi davranıyor, siyâsetçi gibi veya bir siyâsî partinin sözcüsü gibi değil. Eylem, çatışmacı, efendim sokağa inerek, eylem yaparak; yani bu dilini ben sevmiyorum, yani doğru da bulmuyordum. Muhâfazakâr kesime yönelik eleştirilerinde o klasik Kemalist CHP dilini kullanıyor. Yani “Merdiven altında ortaçağ zihniyetli insanlar yetiştiriliyor bu Kur’an kursunda” diye açıklaması var, seçimden kısa bir süre önce. Şimdi bunlar klasik CHP’nin problemli dili, problemli bakış açısı. Fakat seçimlerden sonra, seçim gecesi konuşması, seçim teşekkürü konuşmaları, Cumhurbaşkanı’yla iletişim kurma gerekçelerini açıklamaları, tren kazasındaki açıklaması, erken seçimle ilgili açıklamaları beni şaşırttı ve son derece başarılı buluyorum kendisi açısından. Bu toplumda ne kadar inandırıcı olacak onu bilmiyoruz. Yani 3 ay önce bunu söyleyen, merdiven altında ortaçağ zihniyeti fikrini savunan birisinin muhâfazakâr kesime bu kadar sempatik mesajlar vermesi hemen kabul görür mü emin değilim ondan. Bu bir zaman gerektiriyor. Süreci tâkip etmek gerekiyor. Ama İmamoğlu’nun seçim dönemindeki yıldızının yanında bir yıldız olarak parladığı gözüküyor. Bu da belli oluyor yani.

Bugün Abdülkadir’i (Selvi) okudun mu?

Kemal Öztürk: Kısmen, evet.

Evet, bayağı bir Özgür Özel övgüsü ve açıkçası bir CHP-AK Parti, daha doğrusu CHP-Erdoğan yakınlaşması temennîsi gibi bir şey gördüm. Daha önce de böyle bir şeyler yazdığında MHP’den çok sert tepki almıştı. Bu anayasa meselesiyle ve Özgür Özel’le Erdoğan’ın buluşmasıyla birlikte bu iki partinin bir şekilde aralarındaki mesâfeyi daraltma ihtimâlini görüyor musun? Yakınlaşma, karşılıklı…

Kemal Öztürk: Şimdi Ruşen, şunu çok iyi hatırlıyorum; Ankara’dayken, MHP o zaman muhâlefetti AK Parti’ye, o zaman başbakandı Sayın Erdoğan, çok sert vuruyordu MHP’ye ve CHP’ye. Ben o zaman şöyle bir cümle kurdum kendisine; yani “Bu kadar zayıflamış muhâlefet bizim kârımıza da, genel demokrasinin de biraz zarârına” diye. Şimdi, demokrasiyi güçlendiren asıl şey muhâlefetin güçlü olmasıdır. Bir ülkede muhâlefet güçlüyse demokrasi de güçlü olur. Çünkü iktidârı kontrol eder, iktidârı yönlendirir, baskı altında tutar, yanlış yapmasını engeller. Bu nedenle muhâlefetin güçlenmesini ben demokrasimiz açısından olumlu görüyorum. AK Parti açısından da zararlı görüyorum tabiî ki. İktidar partisinden oy çekiyor, iktidardan düşürecek, elinden belediyeleri alıyor. Ama kârlı olan vatandaş. Şimdi dikkat edin belediyelerde; AK Parti’nin şatafat, lüks harcamalarıyla ilgili liste liste şeylerini yayınlıyorlar, fotoğraflarını, borçlarını yayınlıyorlar. Şimdi Cumhuriyet Halk Partili belediyeler buna hassâsiyet gösterecek. Yani, “Biz şatafata kaymayalım. Aynısını bize de yaparlar. Lüks yapmayalım.” Değil mi? Böyle oluyor. Ne oldu? Muhâlefet ülke için bir şeyi değiştirmiş oldu, bu güzel bir şey. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi ile AK Parti’nin koalisyon kurma ihtimâlini ben görmüyorum şahsen; ama bâzen işbirliği yapmak zorundalar. Öyle değil mi? Yani biz 10 sene boyunca Sayın Kılıçdaroğlu’nun döneminde, bir kere AK Parti’nin iyi bir şey yaptığına destek verdiğini ben hatırlamıyorum yani. Ama bâzen millî meselelerimiz var; deprem gibi, Akdeniz krizi gibi, Ortadoğu krizi gibi, anayasa gibi… Bunlarda muhâlefetle iktidârın berâber çalışması gerekiyor. Bu berâber çalışma, Sayın Kılıçdaroğlu’nun dün attığı tweet’teki gibi, sarayla işbirliği anlamına gelmez.

Neydi tweet? Onu söyleyelim, okumayanlar vardır: “Sarayla müzâkere edilmez, mücâdele edilir”.

Kemal Öztürk: Evet. Bu yanlış bir dil. Bu yanlış bir çatışmacı dili. Fakat enteresan olan şey şuydu, biz bu tweet’ten önce NTV‘de yorum yaparken şunu söylüyorduk: “Kılıçdaroğlu’nun hazırladığı zemin sâyesinde Cumhuriyet Halk Partisi de bir başarı kazandı. Yani, onun katkısı büyük” diye. Biz burada kendisine övgüler yağdırırken, şimdi kullandığı dil… Bakın, onu eleştiriyoruz yani. Ne demek çatışmacı dil? Çatışmak gerekir, yani mücâdele etmek gerekir demek. Bu çatışmacı dilden dolayı kaybetti zâten Sayın Kılıçdaroğlu. Bence Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Baykal’ın hatâlarını yapmamaya dikkat ederek CHP’yi bir yere getirdi. Özgür Özel de şimdi Sayın Kılıçdaroğlu’nun hatâlarını yapmamaya çalışıyor. O çatışmacı dili kullanmıyor. Devletle bir iletişim kuruyor. Siz devleti yönetmeye adaysanız devletle iletişim kuracaksınız. Devletin başında olan kişi de Cumhurbaşkanı Erdoğan.

Şimdi iktidarla muhâlefet arasında bir mesâfe varsa, bunun tek sorumlusu muhâlefet değil.

Kemal Öztürk: Değil tabiî.

İktidârın da… meselâ şu anda CHP’liler diyorlar ki: “Biz iktidardan güven artırıcı hamleler bekliyoruz”. Meselâ yine Abdülkadir’e referans verelim. Onun geçen yazısında yazdığı gibi: Gezi tutukluları meselesi, Can Atalay’ın milletvekilliği meselesi gibi birçok husus var. CHP’li belediyelerin önüne engel çıkartılmaması gibi. O konuda iktidardan bir şeyler gelmeden sadece muhâlefetin iktidâra gidip yanaşması diye bir şey herhalde olamayacak.

Kemal Öztürk: Bence AK Parti de dersini almış. Ben şöyle düşünüyorum: Siyâsetin toplamında bir erozyon var, siyâsetin toplamında bir kalite düşüklüğü var. Vatandaş bundan çok şikâyetçi ve tepkisini cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’ye gösteriyor, yerel seçimde AK Parti’ye gösteriyor. İkisini de cezâlandırdı aslında. Değişmesini istiyor yahu! Değişmesi lâzım, bu dilin değişmesi lâzım artık. Hepimiz yorulduk yani. Medyadaki bu dilin değişmesi lâzım. Bu çatışmacı, bu ideolojik, bu böyle insanı irite eden, ötekileştiren dilin başından beri değişmesi lâzım. Ben neredeyse 8 yıldır “mâkul insan” diye bir kavram kullanıyorum. Mâkul insanların konuşması gerekiyor artık. Artık militanların konuşmaması gerekiyor. Medyadaki militanların da konuşmaması gerekiyor, siyâsetçilerin de konuşmaması gerekiyor. Mâkul bir dile ihtiyâcımız var, mâkul insanlara ihtiyâcımız var,  mâkul gazetecilere ihtiyâcımız var. Yahu bir fikri insan gibi tartışamıyoruz artık yani. “Sen AKP’li misin? Sen CHP’li misin?” Bu nedir ya? Yani biz gazeteciyiz. Biz gazeteci olarak doğru düzgün bir şey tartışamıyoruz. Yıllardır ben AK Parti’ye muhâlefet ettiğimde AK Partililer kızıyor, AK Partiliyim diye CHP’liler kızıyor. Yani olacak şey değil bu. Senin durumun da aynı.

Ben durumumdan memnunum.

Kemal Öztürk: Şimdi memnunum diyorsun. Yani CHP’yi eleştirdiğin zaman sana CHP’liler kızmıyor mu?

Kızıyor canım, kızsın yani.

Kemal Öztürk: DEM’i de eleştirdiğinde… Şimdi ama kızmak başka bir şey, seni ötekine yapıştırmak başka bir şey. Yani, “iktidar yanlısı, iktidar yalakası, iktidar taraftarı”. Bu nedir yani? Şunu diyeceğim: AK Parti bence dersini almış.Yani cenâzede bile tokalaşmayan iktidar ve muhâlefet liderleri vardı ya? Olacak şey değil bu. Bu Tayyip Bey’den de kaynaklanabilir, Kılıçdaroğlu’ndan da kaynaklanabilirdi, yanlış bir şey. Şimdi, resepsiyonda yan yana oturup çay içen muhâlefet ve iktidar partisinin lideri var. Bu kötü bir şey mi? Bence iyi bir şey.

Peki, sen geçen 23 Nisan’da Meclis’teki resepsiyona gittin. Orada çok kişiyle görüştüğünü tahmin ediyorum. Nasıl bir izlenim edindin? Yani iktidar milletvekillerinde, muhâlefet milletvekillerinde, yöneticilerinde böyle bir değişim, bekleyiş vs. gördün mü? Yoksa eski tas eski hamam mı?

Kemal Öztürk: Hayır, son derece ciddî bir… –AK Parti cenâhı için söylüyorum– büyük bir değişim beklentisi var ve büyük bir özeleştiri var. Çok şiddetli, çok sert kendi içinde; fakat bir yere kadar geliyor. Hattâ seninle yaptığımız yayından sonra AK Partili çok önemli siyâsetçiler aradı, izlemiş bizi: “Haklısınız” diyor. “O maddelerin hepsi, 16 maddenin hepsi doğru” dedi. “Ne yapacaksınız?” dedim. Biz tespit ettik de sen ne yapacaksın, siz ne yapacaksınız parti olarak? Şimdi herkes Cumhurbaşkanı’nı bekliyor; “Sayın Cumhurbaşkanı ne yapacak, Sayın Cumhurbaşkanı nasıl karar verecek?”

Ama sorun burada değil mi?

Kemal Öztürk: Hah, çok güzel. Diyelim ki Bakanlar Kurulu’nun %60’ını değiştirdi, MYK’nın %100’ünü değiştirdi; sorunu çözmüş mü oluyor? Hayır. Yani şu anda AK Parti’nin en büyük hatâsı bu. O 16 maddenin 16’sına müdâhale etmedikçe, yani AK Parti’nin idealist fikirleri, hayallerinden tutun, ilkelerinden tutun; bürokrasideki yanlışlara, torpile, haksızlığa kadar gelen 16 madde –benim tespitim tabiî bu– hepsine dokunmadan ve yapısal olarak değişmeden AK Parti buradan dönemez, çeviremez bunu. İsterse 10 tâne bakanı, 20 tâne bakanı birden değiştirin. Bu, isimlerle ilgili bir sorun değil, yapısal bir sorun… Hani ekonomide diyoruz ya? Döviz meselesi değildi, yapısal bir sorundu. AK Parti’nin şu anda yapısal bir sorunu var. Daha da önemlisi, devlet bürokrasisinin yapısal sorunları oluştu artık, çok ciddî. Hele bu Ankara’ya gittiğimde daha da emin oldum. Sistem tıkanmak üzere ve durmak üzere. Şimdi, sistemin tıkanmasına dâir 15 maddelik bir araştırma yazıyorum: “Neden sistem tıkandı?” diye. Sistem bürokraside tıkandı, iç politikada, dış politikada bir karışıklık var, bir tıkanıklık var. Düşün, hatırlar mısınız, Cumhurbaşkanı Sistemi’ne geçildikten sonra uyum kanunları çıkacaktı. Her yayında bunu konuştuk, hatırlayınız. Her televizyonda neredeyse… AK Partili bütün siyâsetçiler ve MHP’li bütün siyâsetçiler, “Yakında çıkacak” dedi. Kaç yıl oldu? 7 yıl mı oldu ya? Hâlâ uyum kanunları çıkmadı. Bu şu demek yani: “Biz Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ni çıkardık, ama buna uyumlu olmayan kanunlar var. Uyumlu olmayan kanunlarla devlet yönettik” demek bu. Eksikler var, eksiklerle devlet yönetilmeye çalışıldı. Bunun tıkandığını gördüm bu gittiğimde. Buraya kadar gelmiş, yani başka gitmez buradan.

Şimdi biliyorsun, seçimden sonra hep –AK Partililer de Erdoğan’ı bekliyormuş ya– Erdoğan’a iki seçenek söyleniyor, aslında 2 buçuk diyelim: sertleşme, yumuşama, buçuk da aynen devam etme. Aynen devam etme şansı bence yok.

Kemal Öztürk: Görmüyorum ben de, evet.

Senin bu görüştüğün kişilerden edindiğin izlenimde insanlar sertleşmeyi mi bekliyorlar ve temennî ediyorlar, yumuşamayı mı?

Kemal Öztürk: Kesinlikle değişimden yanalar, yumuşamadan yanalar. Meselâ Mehmet Uçum’un açıklamasına tepki hâlâ devam ediyor AK Parti içerisinde: “Hâlâ parmak sallamak nedir? Zâten dersimizi almadık mı? Hâlâ insanları tehdit etmek nedir? Bu kibir nedir?”

Diyorlar.

Kemal Öztürk: Tabiî. Açıktan söylemeyebilirler, yani netîcede siyâsetçi o insanlar. Ama bu bir sembol hâline geldi. Mehmet Uçum’un bu tavrı bir sembol hâline geldi. Parti içerisinde, “Bizi mahveden şeylerden bir tânesi bu üslûp, bu dil, bu tutum” özeleştirisi gittikçe yaygınlaşıyor. Ha, bunu Sayın Cumhurbaşkanı’nın olduğu ortamda veya Sayın Cumhurbaşkanı’na alenî olarak ifâde edenler var mıdır bilmiyorum, hani MYK’da ya da özel görüşmelerde. Ama kendi aralarında konuşuyorlar, bizimle konuşuyorlar.

Şimdi, o zaman şöyle bir şey var: Yumuşama eğer baskınsa, yumuşamanın olmazsa olmaz şartı, özellikle bu son seçimde birinci parti çıkan CHP ile ilişkilerin de yumuşaması. Ve burada CHP meselâ –tekrar o başlığa dönelim– ne yapabilir sorusuna gelelim. CHP hem kendi siyâsî kazanımını muhâfaza ederek, yani tâviz vermeden yeni dönemde nasıl bir ilişki kurabilir iktidarla?

Kemal Öztürk: Şimdi, bizim millî sporumuz güreşte oyunlar vardır, isimleri de vardır onun: künde atmak, kravat çekmek, boyunduruk. Şimdi bizim siyâsetçilerimiz bir tâne oyun biliyorlar: Künde. Ne o? Karşıtlık üzerine siyâset yapmak. Karşıt bir şey yaratıyorsun, parti yaratıyorsun, hasım yaratıyorsun –düşman demek istemiyorum–; ona vurarak kendini konsolide ediyorsun. Tek oyun biliyorlar. Kılıçdaroğlu o yüzden dün isyan ediyor yani. Bir tâne oyun biliyor; o da karşıtlık, saraya karşıt olacaksın. AK Parti de bana göre bir tâne oyun biliyor, şu anda yani, son 10 yıl için söylüyorum: Künde, karşıtlık, CHP karşıtlığı. Bu yüzden biraz şimdi bocalama yaşanıyor. Kardeşim başka bir şey yok mu? Yani karşıtlık olmadan siyâset yapamaz mıyız? Dünya kadar yolu var, dünya kadar yöntemi var. Ve insanlar bundan yoruldu. CHP’liler, “Bunlar gerici, bunlar hırsız, bunlar arsız” diye yaptığı karşıtlık propagandasından; AK Partililerin de “Bunlar CHP’li, işte bunlar din karşıtı…” Yoruldu millet. Bir şey istiyor. Bak AK Parti’ye de uyarı veriyor, CHP’ye de uyarı veriyor, İYİ Parti’yi eritiyor, MHP’nin oylarını düşürüyor. Bir karıştırdı ortalığı, fark ediyor musun? Karıştırıyor demek; barıştırıyor. Bir yol bulun artık yani. Bu mesajı niye almıyorlar yahu siyâsetçiler?

Alacak gibi görüyor musun?

Kemal Öztürk: Ben Özgür Özel’in aldığını düşünüyorum. Bunları taktiksel görüyorum tabiî, yani Özgür Özel’in fikirsel olarak inandığı fikrinde değilim. Ama taktiksel olarak, siyâseten böyle şeyler herkes tarafından yapılıyor tabiî ki. AK Parti de yapıyor, CHP de yapıyor. Hani Özgür Özel’e bakarsak, bu mesajı biraz daha almış gibi gözüküyor. Ben AK Parti yöneticilerinin de aldığını görüyorum. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı’nın mesajlarına baktığımızda, “Mesajı aldım” diyor, “Gereğini yapacağım, değişim talebi…” Ama nasıl yapacaksınız? Özgür Özel gibi sadece retorikle; “Sayın Cumhurbaşkanı seçilmiş biridir. Tabiî ki onunla görüşeceğim” gibi altını doldurursa, sürdürürse bence kazanır. AK Parti de, “Ben değişim mesajını aldım, kesinlikle değişeceğim” deyip, sâdece isim değiştirip içeriği değiştirmezse batar.

Peki, şeyleri bekliyor musun hakîkaten, meselâ Can Atalay konusunda, Gezi tutukluları konusunda, Osman Kavala konusunda meselâ?

Kemal Öztürk: O zaman biz gerçekten barıştığımızı ve gerçekten bir normalleşme sürecine girdiğimizi görürüz. Ben Özgür Özel’in görüşme gerekçelerinin bunlar olduğunu düşünüyorum. Yani meselâ anayasa konusu için erken. Hani AK Parti’nin teklifini bekleyecektir, ne olduğunu. 50+1 meselesini şimdi konuşmanın gereği yok, seçime daha 4 sene var. Bekleyen siyâsî partiler kanunu var, seçim kanunu var, uyum yasaları var, devletin içerisinde sıkışmış bir sürü konu var. Bunlarla ilgili çok fazla görüşeceğini düşünmüyorum. Yani Can Atalay meselesi, Osman Kavala meselesi, belki Selahattin Demirtaş meselesi. Ben Demirtaş konusunda bir değişim olacağını düşünmüyorum; ama Can Atalay ve Osman Kavala meselesinde eğer gerçekten ülkede bir hani “Gerginlikten kurtulalım, bir normalleşelim, kendimize gelelim ülke olarak” diye düşünürlerse, bu iki konuda bir gelişme olabilir. Fakat ben şöyle bir şey bekliyorum, eğer yaparsa Özgür Özel’in siyâseten liderliğe doğru gittiğini de düşüneceğim: Bir DEM Parti eleştirisi bekliyorum Özgür Özel’den. DEM Parti’nin terörle olan kısmını ayırarak, bu kısmını eleştirip; Kürtlerin sosyal hak talepleri, ne bileyim, îtirazları neyse, bunlara da destek veren bir siyâsî açıklama yaparsa DEM’in içiniboşaltabilir. Ne gibi? İYİ Parti gibi. Nasıl ki sağa kayarak İYİ Parti içerisindeki sağ seçmeni çekti kendine, DEM’in de içini boşaltabilir. Bunu yaparsa devletle de barışabilir.

Evet. Bayağı bir şey konuştuk. Bir şey vardı aklımda. Meselâ dedin ya, medya vs.. Böyle bir şey yapabilir mi Erdoğan? Yani sonuçta, sen daha iyi biliyorsun, birçok medya kuruluşu bir telefonla… Değil mi yani? Bir şey söyleniyor, manşet atıyorlar, vs. yapıyorlar, şu oluyor, bu oluyor. Medyanın normalleşmesini isterler mi?

Kemal Öztürk: Şimdi Ruşen, eski isimlerle yeni devrimler yapılamaz; devrimler yeni insanlarla yapılır. Bak, Özgür Özel gibi yeni bir genel başkan ismi bile, henüz bir icraatlarını görmememize rağmen seçimde büyük bir etki yarattı. Şimdi şöyle olamaz yani; medyadaki şu andaki aktörlere, “Artık değişiyoruz, siz de değişin” demekle olamaz yani, inandırıcılığı olmaz.

Onların bâzıları var, ben çok iyi biliyorum; 28 Şubat’ta en hızlı 28 Şubatçı’ydılar, şimdi de en hızlı…

Kemal Öztürk: İşte, AK Parti’ye verdiği zarârı o yüzden görmeleri lâzım. Ben Başbakan’ın basın danışmanıyken tekzip çekip, “İftirâ attın, yalan söyledin, Başbakan’a çamur attın” dediğim insanlar milletvekili yapıldı.

Biliyorum.

Kemal Öztürk: Olacak iş mi? Şimdi bunun hiç mi insanların dikkatini çekmediğini zannediyorlar, hiç mi tepki görmediğini zannediyorlar? Ya, kısa süre önce bize etmediği hakareti bırakmayan adamın uçakta ne işi var, parlamentoda ne işi var, baş köşede ne işi var? Hani bu çelişkiyi görüyor insanlar. Gördü, gördü, gördü, doldu; şimdi büyük bir tokatla bunun cevâbını veriyor. Istakoz meselesinin yarattığı sarsıntıya bak. O arkadaşımız hep ıstakoz yerdi. Ben yadırgamıyorum ki yemesini yani. Hep böyleydi yani. Olabilir, ben yadırgamam yani. Ama senin parti, milletvekili, aktör, ekran yüzü olarak seçtiğin insanlara dikkat etmezsen, sonucu böyle oluyor yani. Bu kaçınılmaz.

Bir Rolex var, bir de senin yüzüklerin var biliyorsun.

Kemal Öztürk: Şimdi bakın, Rolex’i takan…

Bahadır Bey.

Kemal Öztürk: Bahadır Bey, “Helâl paramla kazandım” diyor, doğru. Ben beyefendinin iyi bir insan olduğunu biliyorum yani. Fakat siyâsetyapıyorsunuz. Milletin ekonomik sıkıntıdan canı çıkmış, Rolex takıyorsunuz. Taktın diyelim, yanlışlıkla fotoğrafını da yayınladın. Özür dilemesen bile şu denmez: “Takmaya devam edeceğim” denmez.

Çünkü ne dedi? “Biz milletin ta kendisiyiz” dedi önce.

Kemal Öztürk: Olmaz bu. Siyâset böyle yönetilmez. İletişim böyle yönetilmez yani. Takmasına bir şey demiyorum, gözüne de sokma yahu milletin. Taktın, taktın veya yanlış yaptın, ısrar etme yani; “Ben bunu takmaya devâm edeceğim”. Ya, denmez böyle. Millet nezâketten hoşlanır, millet alçakgönüllülükten hoşlanır, mütevâzılıktan hoşlanır, sever böyle insanları. Ama bizim arkadaşlarımız, yani bu arkadaşlar ısrarla üstüne gidiyor, yani ısrarla damarına basıyor milletin. “Takacağım, takmaya devam edeceğim.” Buyur, tak. Hâlâ seçimden ders almamışsan, devam edersin böyle yani.

Peki Kemal, şöyle bitirelim: Yumuşama mukadder mi, olacak mı? Yoksa yine gerginlik, kutuplaşmanın tırmanması, tırmandırılması ihtimâli var mı? Çünkü bir yanda MHP, özellikle Bahçeli’nin o sözü, “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmadı” sözü de duruyor ortada yani.

Kemal Öztürk: Ben Sayın Bahçeli’nin yayınladığı videonun, Sayın Kılıçdaroğlu’nun mesajının eski dönem siyâset dili olduğunu düşünüyorum. Bunun değişmesi gerektiğine inanıyorum. Toplum çok yoruldu. Gençleri kutuplaştırdık, gençleri ötekileştirdik, birbirine hasım yaptık. Ailelerin içerisinde bu ideolojik kamplaşmalar sıkıntı yarattı. Kurtulalım şundan. Bu dilden kurtulmak gerekiyor. Bu yumuşamadan şunu anlamayalım yani: Her gün berâber çay içecekler, hiç kavga etmeyecekler. Böyle değil ki siyâset, olmaz yani. Yumuşamada bence asgarî şey şu: İletişim kurabilmek. İletişim kurmak insânî bir şey. Bunu istiyor toplum: “İletişim kurun ya, bir şey olduğunda oturup konuşun”. Yani ben şunu çok yazdım da söyledim de: Sayın Cumhurbaşkanı, Irak’a operasyon yapılacak, Akdeniz’e operasyon yapılıyor, büyük işlerimiz var yani, çok büyük işler yapıyor. Ya, bir telefon açıp muhâlefetin liderine böyle bir şey söylemek ne kadar güzel bir nezâket veya Savunma Bakanı’nı göndermek, Dışişleri Bakanı’nı. Bence böyle bir şey ihtiyaç. Bu ülkeyi muhâlefet ve iktidar birlikte yönetirler çünkü. Kanunu birlikte çıkartacaklar. Ha, yapmazlarsa, 2028’de millet bunun gereğini de yapar, her ikisi için de geçerli yani. Cumhuriyet Halk Partisi de görülen bu değişimi sürdürmez, yine Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “Kavga edilir Saray’la” derse, başka aktörler çıkar. Siyâset başka aktörleri görecek zâten önümüzdeki günlerde, çıkacaktır. Saadet, Gelecek, DEVA, İYİ Parti genel başkanlarının siyâseti yürütmeleri mümkün değil. Değişecek bunlar. Yeni aktörler ne yapacak onu da göreceğiz. Bakarsınız, kuvvetli bir rüzgâr çıkartan bir lider doğabilir yani, neden olmasın?

Evet. Kemal, çok sağ ol. CHP’yi de konuştuk. Ama yine bol miktarda AK Parti de konuştuk, Erdoğan da konuştuk. Çok teşekkürler. Evet, gazeteci Kemal Öztürk’le, “CHP neden kazandı, ne yapabilir?” dedik ve Türkiye’nin yumuşayıp yumuşayamayacağını esas olarak ele aldık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.