Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

TÜİK’e göre ekonomi yüzde 3,8 büyüdü | Prof. Mustafa Durmuş: “Bundan sonra resesyonu, hatta stagflasyonu konuşacağız”

TÜİK’e göre, 2023’ün ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisi yüzde 3,8 büyüdü. Büyüme verilerini Medyascope’a değerlendiren Prof. Dr. Mustafa Durmuş, ekonomik göstergelerin önümüzdeki dönemde durgunluğa işaret ettiğini söyledi. 2022 yılında 10 bin 659 dolar olduğu açıklanan kişi başına gelirin, “kişi başına düşmediğini” belirten Durmuş, gelir dağılımı adaletsizliğini vurguladı.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bugün (31 Ağustos) açıkladığı gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) verilerine göre Türkiye ekonomisi, 2023’ün ikinci çeyreğinde, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 3,8 ve 2022 yılında yüzde 5,5 büyüdü. Bu yılın ilk çeyreğinde büyüme yüzde 3,9 olarak açıklanmıştı.  GSYH’de işgücü ödemeleri payı, 2023’ün ilk çeyreğinde yüzde 37,8 iken, yüzde 34,3’e geriledi. İşgücü ödemeleri, GSYH’den 2021’in aynı döneminde yüzde 32,6 ve 2022’nin aynı döneminde yüzde 25,3 pay alıyordu. 

“Kişi başına düşen gelir değil, sanki herkese veriliyormuş gibi anlaşılıyor”

Kişi başına düşen GSYH, 2013 yılında 12 bin 614 dolar ile gördüğü en yüksek seviyenin ardından düzenli olarak azalırken, ilk kez 2021’de artmış ve 9 bin 592 dolar olarak açıklanmıştı. TÜİK’e göre kişi başına düşen hasıla 2022’de 10 bin 659 dolara yükseldi, cari fiyatlarla ise 176 bin 651 lira oldu. TÜİK’in verilerini ve güncel ekonomik göstergeleri Medyascope için değerlendiren Prof. Dr. Mustafa Durmuş, “kişi başına düşen” demenin yanlış olduğunu söyleyerek, “Sadece ‘kişi başına’ diyoruz, ‘düşen’ dediğiniz anda, bilinçaltında o gelir sanki herkese veriliyormuş gibi anlaşılıyor” dedi. 

Durmuş: “Faiz artışlarının etkisiyle ekonomik küçülme”

2022’nin ikinci yarısında yüzde 7,6 büyüme ölçülürken, yüzde 3,8’e gerilemesinin ekonominin yavaşladığının göstergesi olduğunu vurgulayan Durmuş, şöyle konuştu: 

2023’ün üçüncü ve dördüncü çeyreğinden itibaren büyüme oranlarının daha da düşeceğini bekleyebiliriz çünkü politika faiz oranlarındaki artış 2023’ün bu ikinci çeyrek verilerine henüz yansımadı. Faiz 22 Haziran’da artırılmaya başlandı, asıl etki üçüncü ve dördüncü çeyrekte görülecek. Yüzde 3,8 olan büyüme oranının çok sert bir şekilde aşağıya inmesi mümkün. Tahminim faizi yüzde 30’a kadar çıkaracakları yönünde. Bu şekilde devam ederse, Türkiye ekonomisi iki çeyrek üst üste küçülme anlamına gelen resesyona dahi girebilir. Bundan sonra Türkiye ekonomisinin yüzde 6-7 oranlarındaki büyümelerinden değil, tam tersine küçülmeye doğru gidişatına tanık olabiliriz.

“Faiz ile harcamalar arasındaki bağ koptuğu için ekonomi fazla büyümedi”

Aslında faiz oranlarının düşürülmesi, parasal bollaşma yaratarak ekonomik büyümeyi hızlandırır ama sadece faiz oranlarının düşürülmesi, yeni yatırımların yapılmasına ya da yeni tüketim harcamalarının ortaya çıkmasına yeterli olmuyor. Yatırımcının faiz oranlarında duyarsız kaldığı durum vardır, ekonomi öyle bir noktaya gelir ki geleceğe ilişkin beklentiler ve başka veriler çok kötüleştiğinde, faiz oranları ne kadar düşerse düşsün, kredi faizlerinde de düşüş olsa bile, yatırımcılar yeni yatırıma yönelmezler. Tüketiciler de aslında bu kadar düşük faizlerle, ‘Tüketici kredisi kullanalım ve tüketim yapalım’ davranışı içerisine girmezler. Tam tersine işsiz kalma, ürettiklerini satamama endişesi başlar. Dolayısıyla da bu noktada faiz ile harcamalar arasındaki bağ kopmaya başlıyor. Türkiye’de bir süredir bu bağ koptu. Faiz oranları haziran ayına kadar düşük olmasına rağmen, ekonominin çok fazla büyümemesinin nedenlerinden biri bu bağın kopması.

“Hizmetler sektörü, finans ve gayrimenkul büyümenin arkasındaki temel faktör”

GSYH büyümesi üç yöntemle hesaplanıyor, üretim, gelir ve harcama yöntemi. Üretim yönteminde, hangi sektörlerin ne kadar çok katkı verdiğine bakılır. Bu açıdan, hizmetler sektörü, finans ve gayrimenkulün, yüzde 3,8’lik büyümenin arkasındaki temel faktör olduğunu görüyoruz. Diğer hizmetler yüzde 6,6, inşaat yüzde 6,2, finans yüzde 4,9 oranlarında büyümüş. Buna rağmen tarım sektöründe sadece yüzde 1,2’lik bir artış var fakat asıl burada çarpıcı olan, sanayi sektörünün payının yüzde 2,6 azalması. Bu da geleceğe dönük olarak, ülke ekonomisi açısından önemli bir resesyon işareti. Yatırımcı kâr oranlarının düştüğünü düşünüyor, gelecekle ilgili endişeli ve frene basmış durumda. Sanayici frene bastığı zaman, diğer mekanizmaların aslında çok fazla işlemesini de beklememek lazım.”

“Finans büyümesiyle borsada küçük yatırımcının zarar görmesinin önü açıldı”

Finans, inşaat sektörüyle bir bütün olarak değerlendirilir çünkü inşaat sektörünün en önemli fonlayıcısı finanstır. Finansı kendi içinde ele aldığımızda, bankaların kârları, borsaların yüksek hacimleri büyümede önemli etki yaratıyor. Bahadır Özgür, 2023’ün ilk altı aylık döneminde borsada 2 milyar dolarlık halka arz olduğunu yazdı. Bu haber son derece önemliydi çünkü böyle bir oyunu aslında spekülasyon ve manipülasyonlarla, devletin de teşvik etmesiyle bir yandan küçük yatırımcının çok büyük zarar görmesinin önü açılmış durumda. Bir yandan da onlar üzerinden ciddi sermaye edinmeye, servet toplamaya çalışan bir yapıdan bahsediyoruz. Bu arttıkça GSYH de artıyor. Bunu da niteliksel olarak sorgulamak lazım. Bunun toplum için, Türkiye ekonomisi için, emekçiler için, toplumdan yana üretim faaliyetleri için ve gelecek için ne faydası var?

“Türkiye ekonomisinin potansiyel büyümesinin çok altında”

Harcamalar boyutuyla ele aldığımızda, özel tüketim harcamaları dediğimiz harcamaların, 2023 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 15,6 arttığını görüyoruz. Tabii enflasyon çok yüksek olduğu için insanlar mal ve hizmetlerin, özellikle dayanıklı tüketim mallarının fiyatlarının daha da artacağını düşünerek önceden alma davranışı içerisine girmiş de olabilirler. Harcamalar boyutuyla baktığımız zaman, tüketici kredisi biçimindeki kredilerle tüketicilere ve toplumun büyük bir kısmına harcama yaptırarak ekonomiyi büyütme stratejisinin ikinci yarıda da işe yaradığını görüyoruz. Ama ortaya çıkan tabloda büyümenin yüzde 5’in altında olması, Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme boyutlarının çok altında kaldığını da gösteriyor.

“Savunma ve güvenlik harcamaları, toplam harcamaların yüzde 11’i”

Devletin nihai tüketim harcamalarına da azımsanabilecek boyutta değil çünkü yüzde 5,3’lük bir katkı verdiğini görüyoruz. Mesela sabit sermaye oluşumunda yüzde 5,1’lik bir artış var, tüketim harcamalarına yakın ve yüksek gibi gözüküyor ama o sabit sermaye oluşumunun içerisinde inşaat harcamaları, TOKİ’nin yaptığı harcamalar da var. Normal koşullarda, bir barış ekonomisi içerisinde kabul görmeyecek bir savunma sanayi ya da savaş sanayine dönük olarak yapılmış yatırımlar, yine sabit sermaye oluşumu içerisinde gözükebilir. Ocak-haziran dönemi bütçe gerçekleşmeleri raporunda, uusal savunma, güvenlik ve toplum güvenliği için yapılan harcama, toplam harcamaların yüzde 11’inden fazlasını oluşturuyor. Özellikle son birkaç yıldır mevcut iktidar bloku savunma sanayi harcamalarını ön plana çıkarıyor. İHA’ları, SİHA’ları propaganda olarak da bunu kullanıyor, milliyetçi oyları arkasına topluyor ama aynı zamanda da ciddi bir yatırım ve harcama yapıyor. Bunlara ilişkin hem doğrudan yatırımlar, hem de AR-GE harcamalarına verilen destekler GSYH’yi artırıyor.

“Yüzde 3,8’lik büyümeden devlet harcamalarının çarpan etkisi”

Devletin ocak-haziran döneminde 2 trilyon 364 milyar liralık bütçe harcaması gerçekleşmiş, bu seçim harcamalarını da içeriyor. Bunun doğrudan ve çarpan etkisiyle, büyüme üzerinde etkisi var. Bir yandan savunma, güvenlik harcamaları, otoriterleşmeye yönelik harcamalar, bir yandan finans sektöründeki bankaların ve borsadaki yükselişin kârları, diğer yandan inşaat sektörüne yapılan destekler, özellikle deprem nedeniyle bölgede başlatılan inşaat faaliyeti ve en son olarak yapılan seçim harcamaları, aslında bu yüzde 3,8’lik büyümenin arkasında, devlet taraflı olarak doğrudan bir çarpan etkisi gösteren harcamalar.

“Üretim ithalata bağımlı, ithalatın artış büyümeyi olumlu etkiliyor”

İhracat ve ithalata bir sayfa açmak lazım çünkü ithalat bu süreçte yüzde 20 büyüdü, ihracat yüzde 9 azaldı. Bu da zaten dış ticaretteki sorunu, cari açıktaki yükselişi ortaya çıkaran bir şey. Türkiye ekonomisi ithalatla da büyüyen bir ekonomi. Normal koşullarda, keynesyen bir denklem içerisinde gelişmiş ekonomiler için ithalat negatif bir faktör olarak verilir çünkü onların ithalata bağımlılığı, en azından teorinin ortaya atıldığı dönemlerde çok belirgin değil. Fakat şu an bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, üretimi ithalata bağımlı bir durum söz konusu. O nedenle ithalat yapılmadan üretimin, ihracatın yapılabilmesi mümkün değil. Bu da mutlaka ithalatın artmasını gerekli kılıyor. İşte bu altı aylık dönemde de ithalattaki artış aslında büyümeyi azaltmak yerine, olumlu etkilemiş ama ihracattaki azalma büyümeyi olumsuz etkileyen bir faktör.

“İşgücü ödemelerinin payı kârlarla, sermaye gelirleriyle, vergilerle düşüyor”

Gelir yönteminde, normalde emek ve sermaye gelirlerinin aldığı pay konuşulur ama bizdeki verilere bakıldığında, vergiler vs. ile devletin aldığı payın da işin içerisine girdiğini görüyoruz. İşgücü ödemelerinin hasıladan aldığı payın, ikinci çeyrekte yüzde 34,3 ancak tahmin edilebildiği gibi, hem memur maaş zamları, hem asgari ücret zamları burada oldukça etkili oldu. Bu bizi yanıltmamalı, işçilerin refahında herhangi bir artış olmadığını biliyoruz. Bu yüzde 34 hesaplanırken yaklaşık 19 milyon işçinin katma değerden aldığı payı konuşuyoruz. Onların kişi başına hesabını yaptığımız zaman bunun çok daha düşük olduğunu söyleyebiliriz. Ücret arışlarından sonra işgücü ödemelerinin payı büyüyor ama kârlarda, sermaye gelirlerinde ya da vergilerde olan artış işçilerin aldığı payı düşürüyor. Bu kadar çok insanın emekçi olarak çalıştığı bir toplumda toplam ekmeğin sadece üçte birini alıyor olması zaten başlı başına bir garabet. İşgücü ödemelerinin, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 116 artması yorumu vurgulanıyor ancak bu, bütünüyle gerçekte yüzde 100’ün üzerinde olan enflasyonla geriye giden bir artış.

“Bundan sonra resesyonu, hatta yüksek enflasyonla beraber stagflasyonu konuşacağız”

Belki de birkaç yıldır ilk kez, hemen hemen bütün verilerin en kötü durumda olduğu bir büyüme verisiyle karşı karşıyayız. Bu ciddi bir daralma işareti. 2024’te ekonomi daha da küçülecek çünkü faiz oranlarındaki artışın net bir biçimde ekonomiyi daralttığını, resesyona, işletme iflaslarına, işsizliğin artmasına ve gelir kayıplarına neden olduğunu biliyoruz. İşsizliğin arttığı dönemlerde, zaten örgütsüz olan işçi sınıfının kendi payını yükseltebilmesi de neredeyse imkansız. Resesyon dönemlerinde işçilerin çok daha zor durumda kaldıkları da bir gerçek. Bunu uluslararası kuruluşlar da görüyor. Nitekim IMF, OECD bu yıl Türkiye’nin toplam büyümesini yüzde 3,5’in altında gösteriyor. O nedenle bundan sonra biz daha çok resesyonu, durgunluğu, hatta yüksek enflasyonla beraber stagflasyonu konuşacağız gibi geliyor.

“Yüksek büyüme olsa bile, topluma, doğaya, emeğe yararlı bir faaliyetten gelmiyor”

GSYH büyümesi bir toplumun ya da o toplumun insanlarının, özellikle emekçilerinin ezilenlerinin, kadınlarının, gençlerinin, engellilerinin iyi olma halini gösteren tek gösterge değil, hatta yanlış bir gösterge. Kişi başı gelir arttıkça, aslında bizim refahımız artmıyor çünkü gelir dağılımı son derece adaletsizse zaten oradan herhangi bir pay almıyor. Gelir dağılımının ötesinde, yüksek bir büyüme olsaydı bile topluma yararlı, emeği koruyan, doğayı koruyan bir üretim faaliyetinden gelmediğini biliyoruz. Doğa tahribatı, rant, finansal sektörün kârları gibi, nitelikli değer yaratmayan ve bunun karşılığını da bunu yaratana vermeyen doğayı tahrip eden ve iklim yıkımına neden olan faaliyetlerle, bu ekonomilerin büyüdüğünü görüyoruz. Türkiye’de,  en son Akbelen’de olduğu gibi, çok sayıda böyle faaliyet var.

“Bir ekonominin, bir toplumun iyi olma hali ekonomik büyümeye indirgenemez”

Bizim başlı başına kapitalist büyüme dediğimiz, GSYH kavramı üzerinden bir büyüme kavramını da niteliksel olarak masaya yatırmamız ve bana kalırsa da reddetmemiz lazım. Başka ölçüler bulmalıyız. Bir toplumun, bir ekonominin, bir ülkenin, bütün insanlığın iyi olma halini gösteren ölçüler sadece ekonomik büyümeye indirgenemez. Bu ekonomik büyüme de genellikle yanıltıcı olmaktadır. Emekçileri daha zor günler bekliyor. Artık mücadeleyi sadece refah artışı ve ekonomizm mücadelesine indirgemekten kaçınmak lazım. Yani gerçekten grevli, toplu sözleşmeli sendikal haklarımız için mücadele edelim ama bütün bunları da koruyacak, gerçekten de ekonomik refahımızı yukarı doğru çıkaracak tüm toplumun demokrasi, barış, eşitlik mücadelesinin arttırılması ve ekonomik mücadelenin, politik mücadeleyle birleştirilmesi lazım. Emekçi sınıflar ne zaman bunu fark ederler, o zaman ekonomik göstergelerin en azından onların lehine daha iyi yönde gelişeceğini söyleyebiliriz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.