Araştırmacı Camille Lons: “Çin kendini Ortadoğu’da Küresel Güney’in arabulucusu ve sözcüsü gibi görüyor”

Çin Başkanı 21 Kasım Salı günü Gazze’deki durum üzerine Güney Afrika’nın yönettiği sanal bir BRICS ülkeleri zirvesine katıldı. 7 Ekim’den beri Çin, İsrail ile Batılıların tutumunu kınıyor. Bu krizde Çin nasıl bir rol oynayabilir? François Bougon‘un Mediapart‘ta araştırmacı Camille Lons ile yaptığı söyleşiyi Haldun Bayrı sizler için çevirdi.

Çin, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarının başlattığı krizde ön alıcı bir rol oynamamış da olsa, her şeye rağmen kendi rolünün hakkını veriyor — yılın başında Suudî Arabistan ile İsrail arasında târihî bir anlaşmayı sağladıktan sonra, hem kendi tekliflerini öne çıkarıyor, hem de İsrail’in tutumu ile ABD’nin ona verdiği kayıtsız şartsız desteği kınıyor. Kısacası Asyalı güç, Batılıların “çifte standardı”nı kınayan bir Küresel Güney’in sözcülüğünü üstlenme iddiasını da kuvvetlendiriyor.

Çin Başkanı Şi Cinping 21 Kasım Salı günü Gazze’deki insanların durumu üzerine sanal bir BRICS zirvesinde konuşuyor. Brezilya, Hindistan, Rusya ve Güney Afrika’dan oluşan örgüte ağustos ayındaki zirve sırasında önümüzdeki Ocak’ta dâvet edilen diğer altı ülke de katılacak bu sanal zirveye: Suudî Arabistan, İran, Mısır, Etiyopya, Arjantin ve Birleşik Arap Emirlikleri.

Pazartesi günü (20 Kasım) Pekin, Suudî Dışişleri Bakanı Faysal Bin Ferhan El Suud’un önderliğindeki Arap ve Müslüman ülkelerden bir heyetin ilk uğrağı olmuştu. Salı günü (21 Kasım) Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun bu konuya ilişkin kararlarının tam olarak uygulanması ve ayrıca derhal ateşin kesilerek savaşa son verilmesinin mutlak öncelikleri” olduğunu beyan etti. Şunu da özellikle ekledi: “Filistin sorunu Ortadoğu sorununun tam merkezindedir. Filistin sorununa âdil bir çözüm bulunmadan Ortadoğu’da kalıcı bir barışa ve istikrâra ulaşmak zor olacaktır.”

Suudî Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan El Suud ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin’de, 20 Kasım 2023. © Fotoğraf: Andy Wong / AP via Sipa

Pekin’in bölgedeki politikası nedir? Çin’in hedefleri nelerdir? Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nde (ECFR) araştırmacı olan ve tam da Çin ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkileri inceleyen Camille Lons ile söyleşi: 

Mediapart: Pekin 7 Ekim’deki Hamas saldırısından beri kendini geri çekmiş görünüyordu. Acaba pazartesi günü yapılan toplantı bir dönemeç oluşturuyor mu ve Çin’in Arap ve Müslüman ülkelerini Batılılara karşı bir araya getirme dileğini mi gösteriyor?

Camille Lons: Her şeyden önce, bu heyeti Güvenlik Konseyi’ndeki dâimî üyelerin (Çin, ABD, Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya) her birine götürecek bir turnenin ilk uğrağının Pekin olduğunu hatırlatmak önemli geliyor bana. İçinde bulunduğumuz ay boyunca konseye başkanlık eden Çin’le başlıyor. Bunda muhtemelen siyâsî bir işâret görülebilir. Ama çatışmanın çözülmesinde bu Asyalı gücün büyük bir rol oynamasını da beklememek gerekir açıkçası. Hamas nezdinde hiçbir nüfûzu yok ve İsrail nezdinde gerçekten sözü geçen muhâtap ise hâlâ ABD. 

7 Ekim’den beri Çinlilerin, krizin başından beri İsrail-Filistin çatışmasında arabuluculuk teklifi getirmekle birlikte geri çekilmiş göründükleri doğru. Çin diplomasisi Mayıs 2013’te dört başlıklı bir plan göndermişti; bu plan Temmuz 2017’de gözden geçirilip Pekin’in müzâkere yoluyla iki devletli bir çözüme bağlı kaldığı da hatırlatılmıştı.

Pazartesi günü Pekin’de bu heyetin kabûlü, arabulucu rolü oynama konusundaki bu irâdenin bir parçası; fakat bu büyüklükteki bir krizi halletmek için elzem olan diplomatik ve siyâsî ağırlık da tam olarak öne sürülmüyor. Şimdilik Pekin’in büyük bir rol oynamaya hazır olduğunu gösteren hiçbir işâret yok; fakat Çin, Arap ülkelerinin yüzünü döndüğü ve akıl danıştığı îtibarlı bir aktör olarak belirmeyi diliyor.

Camille Lons. © Fotoğraf: EFCR

Bu kriz Çin diplomasisi için bir fırsat oluşturabilir mi?

Evet. Şi Cinping’in Global Security Initiative’i (Küresel Güvenlik Girişimi) çerçevesinde Çin diplomasisinin dünyada liderlik rolü oynamak için bir iki yıldır artan çabalarının bir parçası.

Suudî Arabistan ile İran’ın arasını bulma çabalarına katıldı; bu sâyede önemli bir yakınlaşma sağlandı. Başka çatışmalarda, özellikle de Ukrayna’da, hizmetlerini sundu. Bütün bu girişimler Çin’i bilhassa ABD’ye alternatif bir aktör olarak konumlandırma uğraşının bir parçası. Bu bakımdan, açıkça bu çerçevenin içindeyiz.

Çinli diplomatların 7 Ekim’den beri kendini çok gösteren ve tonu artan bir anlatıyı açığa vurmalarını da sağlıyor: Batı ile Küresel Güney arasındaki karşıtlığı. Birleşmiş Milletler’de takındıkları tavırda görülüyor bu; ama İsrail’e Amerikan desteğini Çinlilerin kınama tarzında da görülüyor. Bu bakımdan, Batılıların Ortadoğu’da ve daha genişleyerek uluslararası sahnedeki görüntüsünü soldurmaya katkıda bulunan bu çatışmanın çözülmesinde özel bir âciliyet görmüyor Çin.

Bu çatışma, Amerikalıların güvenlik garantilerini artırması karşılığında İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi için ABD ile Suudî Arabistan arasında sürdürülen görüşmeleri de rayından çıkardı. Bu anlaşma yapılmış olsaydı, Çin’in Suudî Arabistan’daki manevra alanını daraltırdı. 

Dolayısıyla, evet, Çin diplomasisi için hayli önemli bir fırsat söz konusu; onlar da, her ne kadar koydukları diplomatik ve siyâsî ağırlığı çok artırmasalar da bu fırsatı kaçırmıyorlar.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Çin’in, özellikle de ekonomi için gerekli enerji kaynakları husûsunda, bölgedeki ekonomik çıkarları ne durumda?

İşin bu veçhesi İran’la Suudî Arabistan arasında başlatılan yakınlaşmada kendini çok daha fazla hissettiriyordu; Çin’in özellikle enerji konusunda önemli ekonomik çıkarlarının olduğu iki ülke bunlar. İsrail-Filistin krizi özelinde ise, enerji de söz konusu olsa deniz güvenliği de söz konusu olsa, elbette bu daha az hissediliyor ve Çin’in çıkarları daha az doğrudan tehdit altında. Ama kuşkusuz Çin için önemli olan bir bölgedeki bir kriz bu yine de.

Çatışmanın infilâk ederek bölgeye yayılması durumunda, her türden istikrarsızlık Çin çıkarlarına zarar verebilir; özellikle de enerji fiyatları üzerinde bir etkisi olursa. Çin için, Arap ülkeleri nezdinde, daha geniş olarak da Küresel Güney nezdinde görüntüsünü kuvvetlendirme ve Suudî Arabistan ile İsrail arasındaki yakınlaşmadaki rolüyle çizdiği yolu izleme fırsatı bu; üstelik, pazartesi günü Çin başkentine giden heyetin başkanlığı Suudî Arabistan’dayken. Çin bu Filistin sorununda kendini Küresel Güney’in oyuncusu, arabulucusu ve sözcüsü gibi görüyor.

İsrail’le Çin arasındaki ilişkilerin evrimi nasıl oldu?

1992’de diplomatik ilişkilerin kurulmasından beri bağlar gelişti. Hattâ güvenlik ve savunma alanında işbirliği bile oldu; ama ABD bu ilişkilerden vazgeçilmesi için İsrail’e baskı yaptı. O zamandan beri, bu alanlarda çok sınırlı ilişkiler var.

Bununla birlikte, Pekin çift kullanımlı İsrail teknolojileriyle hâlâ çok ilgileniyor, zîra İsrail’deki tüm teknoloji ekosistemi savunma muhîtine, yani Amerikalılara ve onların teknolojilerine çok yakın. Çin İsrail’i bu teknolojilere bir giriş kapısı gibi görüyor.

Öte yandan, İsrail start-up’ları Çin’de ilgi çekici bir pazar potansiyeli görüyorlar; dolayısıyla da bu ilişkileri geliştirmek için çok çaba gösterdiler. Son olarak, tamâmen siyâsî düzlemde, Binyamin Netanyahu Washington’la sürtüşmeler yaşadığı anlarda, özellikle Obama yönetimi sırasında Çin kartını çok oynadı. Körfez ülkeleri de Amerikalılara mesaj vermek söz konusu olduğunda aynı şekilde hareket ettiler.

Hâlihazırdaki krizin Çin-İsrail ilişkileri üzerinde bir etkisi olabilir; zîra Çin’in Filistin yanlısı bir tutumu var ve Amerikalılar ile Avrupalıların aksine Hamas’ı bir terörist örgüt telakkî etmiyor. İsrail’in diplomatik çevrelerini çok incitti bu. Her şeye rağmen, ekonomik çıkarların önemini yitirmeyeceği varsayılabilir.

Arap ülkeleri Batı’daki çifte standartı kınıyorlar. Aynı suçlama onlara da yöneltilebilir: Gazze’deki soykırımı kınarken Çin’deki Müslüman azınlığın, Uygurların durumuna niye gözlerini kapadıkları sorulabilir…

Herkes kendi çıkarını savunuyor. Uygur dosyası diye bir şey yok; Arap ülkeleri tarafından, özellikle de Körfez ülkeleri tarafından başkalarının iç işlerine karışmama gerekçesiyle halı altına süpürüldü. Çin onların ülkelerindeki insan hakları sorunlarına burnunu sokmuyor, onlar da Çin’in kendi azınlıklarına nasıl muamele ettiğini sorgulamaya kalkmıyorlar.

Üstelik, Uygur sorunu Türkiye dışında Ortadoğu halklarını pek harekete geçirmiyor. Her halükârda, ahâliyi çok daha fazla etkileyen ve işe duyguları karıştıran Filistin sorunu kadar seferber etmiyor. Kaldı ki yerleşik iktidarlar da bundan fazla söz edilmemesini sağlıyorlar.