Uçan Süpürge Film Festivali | Kadınların haykırışı o sesi duyanlara “derin bir nefes” oldu

Türkiye’nin ilk Kadın Filmleri Festivali’ni düzenleyen Uçan Süpürge Vakfı, bu yıl 44 filmi sinemaseverlerle buluşturdu. 1996’da kurulan vakıf, sadece sinemayla değil çocuk yaştaki evlilikler ve kadınların adalete erişimi konularında da öncü çalışmalar yürütüyor. Türkiye’nin dört bir yanındaki kadın seslerini duyuran vakfın kurucusu Halime Güner, Aile Yılı ilan edilen 2025’te aile kurumunun mercek altına alınması gerektiğini vurguluyor. Adaletsizlik iklimine korku ikliminin eklendiği dönemde festival, kadın sinemasını görünür kılmaya devam ediyor.

Uçan Süpürge Film Festivali ve kadınların haykırışı

Uçan Süpürge Vakfı’nın düzenlediği Türkiye’nin ilk Kadın Filmleri Festivali’nin bu yılki teması “Benzersiz Kadınlar, Benzersiz Hikâyeler”di. 27 Mayıs – 4 Haziran tarihlerinde düzenlenen festival 28 yaşında. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesi kapsamında, toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan bir genelgenin yayınladığı iklimde, Uçan Süpürge kadın yönetmenlerin beyaz perdeye aktardığı “kadın” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” temalı filmleri sinemaseverlerle  buluşturuyor.

Bu yıl da 26’sı uzun metrajlı 44 filmin gösterime girdiği festival, sektörün kadınlarını bir araya getirdi. Ancak Uçan Süpürge adını sadece film festivali ile anmak vakfa haksızlık olur. Vakıf son 7-8 yıldır kadınların ve kız çocuklarının adalete erişimi için de yoğun bir çalışma yürütüyor. “Kader değil Karar” şiarıyla yola çıkılan bu çalışma geleceğin hukukçularını da kapsıyor. Çocuk yaştaki evlilikler deyince de akla gelen ilk STK’lardan olan Uçan Süpürge, bu alanda uzun yıllardır mücadele veren bir kuruluş. Vakfın yerel kadınlarlardan oluşan bir muhabir ağı da var ve o ağ sayesinde Türkiye’nin dört bir yanındaki kadınlar, hemcinslerinin sesini duyurabiliyor… Göksel Göksu Vakfın kurucularından Halime Güner ile Uçan Süpürge’yi konuştu. Ne zaman kuruldu neden kuruldu ve Uçan Süpürge bugün nereye geldi?

Festivalin tanıtım filminde de söylendiği gibi her kadın ayrı bir hikaye ve her kadının haykırışı o sesi duyanlara “derin bir nefes” olsun diyerek başlayalım:

“Bu filmler, bize başka bir anlatının mümkün olduğunu gösteriyor. Kadınların gözünden anlatılan savaşlar, yalnızca cephelerin değil, bedenlerin, evlerin ve sessiz sokakların da savaş alanı olduğunu hatırlatıyor. Bu filmler, yalnızca izlenmez; dinlenir, hissedilir, hatırlanır. Çünkü her biri, bir kadının hatırladığı yerden başlıyor anlatmaya. Her film, soluksuz kaldığımız ve her gün daha çok hep beraber haykırarak çığlıklarımızla karanlığı aralayabildiğimiz bu günlerde hepimize derin bir nefes olsun.

Uçan Süpürge Film Festivali ve kadınların haykırışı

Göksel Göksu: Uçan Süpürge yolculuğuna 1996 yılında başladı. Türkiye’de nasıl bir iklim vardı o yıllarda?

Halime Güner: Öncelikle o yıllar, 1980 sonrası feminist hareketin mücadelesinin başlaması sonrasına denk geliyor. 1995 Dünya Kadın Konferansı ve bu konferansın yansımaları, 1996 yılındaki Habitat… Böyle bir dönem doğal olarak iletişim etkileşimini getirdi. Biz bu yılları, kadın örgütlenmelerinin kurumsallaştıkları yıllar olarak tarif ederiz. Uçan Süpürge, bu dönemin ihtiyaçlarını okudu ve “Biz ne yapabiliriz?” diye yola çıktı.

Uçan Süpürge Film Festivali ve kadınların haykırışı
Uçan Süpürge Film Festivali ve kadınların haykırışı

Halime Güner’in öncülüğünü yaptığı bir yolculuktu bu… Kendini nasıl tanımlarsın?

Benim mücadelem çok eski yıllara dayanıyor… Başka bir zaman diliminde onu da anlatırım elbette, şimdilik şunu söylemekle yetineyim; ilkokuldan sonra İstanbul Kız Lisesi parasız yatılı okuluna gittim. Hani Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etti ya, bu konuşuluyor ya! İşte o aile kurumunu ayrıca mercek altına almak lazım. Bu çerçevede, tecrübelerimden hareketle gençlere söylediğim en önemli şey, aile kurumunun içindeyken anlaşılamayacağı. Örneğin bu yatılı okul süreci bana çok şey kattı…

Yaşamım boyunca hak mücadelesinin peşinde oldum. Hiçbir zaman herhangi bir şeyi “tek başıma yaptım” demedim, demek de istemem. Birbirimizden öğrenerek mücadelenin içinde olmanın anlamı büyük. Ben, İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) İzmir şubesinin kuruluşunun içindeydim. Hatta 1975-1979 yıllarında iki kez yönetim kurulu değişti ve ben her ikisinde de tek kadın yönetim kurulu üyesiydim. 1985 yılında Ankara’ya geldiğimde de hemen kadın gruplarıyla tanıştım. O dönem, tartışma gruplarında yer aldım. Sonrasında da 1990-1996 yılları arasında önce Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı’nda çalıştım.

Peki Uçan Süpürge nasıl kuruldu?

Çok ilginç bir kuruluş hikayesi var. Biraz kişisel bir şeye bağlanacak ama o dönem Işılay Saygın Kadın ve Aileden sorumlu devlet bakanıydı. O dönem Muğla’da bir öğrenci yurdunun müdürü, bir kız öğrenciyi erkek arkadaşıyla el ele tutuştuğu için, kaldığı yurdun müdürü bekaret kontrolüne göndermek istedi. Genç kız da “Annemle babam duyarsa beni zaten öldürür” diyerek intihar etti.

İntihar sonrası Işılay Hanım bekaret kontrolünü savunurcasına “Bizim gelenek ve göreneklerimizde bu vardır” diye açıklama yaptı. Bu açıklama kadınlardan çok tepki aldı, istifaya çağrıldı. Bütün dünyada yankısı çok büyük oldu. Ben de o tarihte danışman kimliğimle basın açıklaması yapmış bulundum. Devlet memuru olarak açıklama yapmam nedeniyle Işılay Hanım beni mahkemeye verdi. O arada Deniz Baykal’la Tansu Çiller hükümeti düştü. Geçici hükümet kuruldu vs. derken Abdülkadir Ateş sayesinde göreve geri döndüm. İşte o dönem kadın örgütleriyle kamu kurumları arasında köprü vazifesi gördüm. Bu iletişim kanalının açılması kamuda feminist kadroların yer almasının ve bu sayede üst düzey yetkililerin bakış açılarının değişmesinin önünü açtı. Sonuçlarını da Medeni Kanun tartışmaları başta olmak üzere birçok konuda görebildik.

Sonra Işılay Saygın tekrar göreve geldi ve ben “Bu bakanlıkta artık yapamayacağım” dedim. O sırada Bahattin Yücel’le karşılaştık. “Benim bakanlığa gelir misin?” diye sordu ve kabul edince de hemen Turizm Bakanlığı özel kalem müdürlüğü kadrosuna naklim yapıldı. Ama bu işi yapmadım, 24 yıllık memuriyetimin en iyi yılları olsa da kadın mücadelesi içinde olmayı seçtim. Uçan Süpürge’nin doğuşu, bu dönemin inşası ile örtüştü. Yani kurumsallaşma yılları içinde duyduğumuz ihtiyaçları bir bir görmeye başladık. Önce etrafımdaki kadınlarla konuşmaya başladım. 20 küsur kadınla tek tek konuştum; hayalimi anlattım, bakanlıktaki görevim sırasında bütün Türkiye’yi gezdiğimi ve gerek işbirliği gerek dayanışmaya çok fazla ihtiyaç olduğunu gördüğümü söyleyip “Mutlaka bir şey yapmamız lazım” diyerek görüşlerini sordum.

Tabi herkes fikir verdi. Yıldız Ecevit ve Filiz Kardan ile oturup “Birlikte yürüyebilir miyiz?” dedik. Aynı dönemde “Non profil” kampanya örnekleri bulduk. Bu örnekleri de inceledik. Sonunda Uçan Süpürge’yi şirket olarak kurmak zorunda kaldım. Şirketin sahibi, şirketin kurucusu iki kişi. Biri emekli bir matematik öğretmeni, biri de ben. Henüz bakanlıktan emekli olmadığım için o sırada 18 yaşını doldurmuş olan kızım oldu ve Uçan Süpürge 13 yıl boyunca şirket olarak varlığını sürdürdü.

Uçan Süpürge Film Festivali ve kadınların haykırışı

Kurulduğunda nasıl bir hedef koymuştunuz kendinize?

Hedef kadın örgütleri arasındaki iletişim, işbirliği ve dayanışmanın artmasıydı. Söylediğimiz şuydu: “Öyle bir yapılanalım ki, kadınları yerel kadın örgütleriyle buluşturalım. Bu örgütleri de aynı ya da farklı iş yapanlarla bir araya getirelim. Bunları genç kuşaklara aktaralım ve uluslararası bir iletişim kuralım.”

Böyle bir şey. Ben bu biçimde kurulan başka bir kadın örgütü duymadım. Çünkü esas olarak “Niçin kuruluyor?” sorusuna cevap bulundu sonra da… Hani bazen büyük tabelalar asılır ya, amacımız ne, ne yapacağız, stratejik planımız ne, adımız ne olacak? Bunların hepsi sonradan geldi.

Hiçbir şey belli değildi yani öyle mi, adı bile konulmamıştı şirket kurulduğunda?

Yok, ismi de konmamıştı. Hatta 20 isim önerisi topladık. Kimi Kibele dedi, kimi başka bir şey dedi. Uçan Süpürge önerisi Ayşe Düzkan’dan geldi. Fakat tabi o dedi diye hemen seçmedik bu ismi. Ankara’da yüz kadının katılımıyla bir 8 Mart organizasyonu yaptık. Yemekli bir organizasyondu. Orada kadınlara dedik ki, “Sevgili kadınlar, bir ihtiyaçtan yola çıkarak şöyle bir örgütlenme kurmak istiyoruz. Çok sayıda kadınla birlikte yürümek istiyoruz. İsim önerileri bunlar, amaçlar bunlar…”

Sonra da önerileri sıraladık, kadınlar büyük alkışlarla Uçan Süpürge’yi seçti. Uçan Süpürge’nin mayası böyle atıldı; feminist dünyaya, kadın hareketinde farkındalığı olan bütün yaşanmış hikayelere hakkaniyet duygusuyla bakan kadınların toplantıları sonucunda doğdu. Buradaki rolüme yalnızca katalizör denebilir o kadar.

Uçan Süpürge Film Festivali ve kadınların haykırışı

Şirket kurdunuz, isim de bulundu… Sonrasında ilk hamle ne oldu, nereden başladınız?

Kadınları kadın örgütüyle buluşturacağız diye yola çıkmıştık ya, ilk işimiz bölge toplantıları düzenlemek oldu. Aynı ildeki kadınlar bile birbirlerini tanımıyordu. Bir sinerji doğdu, iletişimin getirdiği bir güçtü bu. Sonra sırasıyla ihtiyaçları belirledik, hem yerelden hem ulusal radyo kanalları üzerinden programlar yaptık. Baktık okuyanlar da var, Uçan Haber bültenlerini başlattık. Sonra da yerel kadın muhabirlerden oluşan bir ağ kuruldu.

Uçan haber bülteni nedir?

Uzun yıllar böyle bir bülten çıkarttık. Bu bültende kadınlar bulundukları ildeki örgütlenmelerini anlatıp, tanıttı. “Biz sizi duyduk ama diğer gittiğimiz illerde aynısını anlatamazsak eksiklik olur. Siz anlatın” dedik. Bu süreçte İngilizce ve Türkçe olarak 2000 yılında bir web sayfası kurduk. Öyle haberler yayınladık ki, Diyarbakır’daki N.Ç. davasını ilk bizim yerel muhabirimiz Naşide duyurdu. O tarihte kimsenin haberi olmayan bu vaka nedeniyle yıllar sonra AİHM “tecavüze uğrayan N.Ç. adlı bir çocuğun insanlık dışı muameleye maruz bırakılması”nı gerekçe göstererek Türkiye’yi mahkum etti. O haberi biz web sayfamızda İngilizce-Türkçe olarak yayınlamıştık.

Bir gün BBC’den arayıp, haber kaynağımıza ulaşmak istediklerini söylediler. Çok etkilendik. Sayfamızın izlendiğini gördük. Aynı gün akşam saatlerinde o zaman Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni olan Ertuğrul Özkök’ün özel kalemi aradı. BBC onları da aramış, “Bu bir ana haber, neden üçüncü sayfa haberi olarak kullandınız?” diye sormuşlar. Biz de “İşte bakın, görüyor musunuz? Üçüncü sayfa haberi değiliz. Bu böyle bir haber değil. Lütfen siz de artık buna toplumsal cinsiyet eşitliği hassasiyetiyle bakın” dedik. Sonrasında Hürriyet Gazetesi yerel muhabirlerimiz için Ankara Hürriyet’te bize tam sayfa ayırdı, böylelikle de yerel muhabirlerle bağlantı kuruldu.

Uçan Süpürge Film Festivali ve kadınların haykırışı

Film festivali var mıydı o zaman?

Film festivaline 1998’de başladık. Kurulduktan 1–1,5 yıl sonra hep en hızlı iletişim aracı sinema dedik. Samimiyetle söyleyeyim, sinema bizim için araçtı, şimdi amaca dönüştü. Bunu söylemem lazım. 30. yıla giderken amaçlaştı. Bu arada bir sürü film geliyordu ama biz “Farkındalık artıracak bir şey yapmamız lazım” dedik; “Türkiye’de kadınların gündemi ne?” diye sorduk. Hayal mi, yapabilir miyiz, fon bulabilir miyiz derken sıfır bütçeyle 28. film festivalini hayata geçirdik. Hayal kurmak ve umudu kaybetmemek önemli. Yaptık, çok da iyi yaptık… Başlarken “İllere gideceğiz” dedik, “Fon yok” dediler. “Buluruz” dedim ve biri Azerbaycan’da kız çocuklarına hamile kalan kadınların mutsuzluğunu anlatan, diğeri Times’a kapak olmuş kadın başarı öyküsü anlatan bir Kırgız filmiyle yola düştük. Küçük bir arabayla, aynı filmi göstererek 81 ile gitmiş bir kadınım. Bu proje sırasında gittiğimiz illerden ikisinde bize Le Monde gazetesi muhabirleri de eşlik etti ve bize 5 sayfa ayırdılar.

İl il dolaşıp iki filmi tüm ülkeye izlettin yani. Gittiğiniz illerdeki kadınların tepkisi ne oldu?

Binlerce kadına ulaştık. Film sonrası mikrofonu kadınlara uzatıp, “Sizi bu film nerelere götürdü?” diye soruyordum. Daha çok girişimci kadınlar, mikrokredi falan isteyecekler zannettik ama öyle bir talep olmadı.

Çocuk yaştaki evlilikleri Türkiye’nin gündemine sokan da Uçan Süpürge taşıdı…

Doğru. Hiç kimse haberdar değildi. Bu işi çok büyüttü Uçan Süpürge, büyük bir farkındalık yarattı bu konuda. Nijerya’ya gittik, Bangladeş’e gittik, Hindistan’a gittik. Ben defalarca Avrupa toplantılarına gittim. Avrupa Parlamentosu’nda konuşuldu, TBMM’de konuşuldu.

TBMM’de diğer kadın örgütleriyle birlikte Uçan Süpürge de önemli çalışmaları hem müdahil oldu hem bazı yasaların şekillendirilmesinde etkin rol oynadı… Yeni proje var mı?

Evet. Feminist aktivist avukat ile avukat arasında fark var. Geleceğin hukukçuları, kız çocuklarının adalete eşitliği ile ilgili rehber kitapçıklar hazırlıyoruz. Asıl marka “Kader değil karar.” Sanat’la projemiz var. 11 üniversite ile 5 ortaklı üç yıllık projemiz. Yerel yönetimlerin film festivali ile ilgili talepleri var. Çok sayıda üniversitede gençlerle yaptığımız etkinlikler var. Festival sırasında gönüllü gençleri siz de gördünüz. Nermin Abadan hocanın dediği gibi Uçan Süpürge STK okulu gibi.

Festivale dönelim istersen…

Tabii. Hayatın her alanında yaşanan ayrımcılığa karşı koyuşumuzun sonucu diyebiliriz… Sinemada kadın emeğini görünür kılmak için yola çıktık. Bu nedenle sadece kadın yönetmenlerin çektiği filmleri gösterme kararı aldık. 2006 yılından bu yana da dünyada Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu’nun (FIPRESCI) özel jüri gönderdiği tek kadın filmleri festivaliyiz. Kaç sene oldu, görüyorsun. Her sene de soruyoruz, “Jüri gönderdiğiniz başka festival var mı?” diye. Kolektif bir destek var.

İçinden geçtiğimiz süreçte, bir STK olarak zorlandığınız oluyor mu?

Özellikle bu yıl çok zorlandık! Dünyada Trump’ın yaklaşımları, Türkiye’de yaşadıklarımız… Şöyle ifade edeyim; uzunca bir zamandır adaletsizliğin ikliminden geçiyorduk, son birkaç yıldır da buna korku iklimi eklendi. Destek vermek isteyenler azaldı, verenler ise korka korka içinde oldu… Yine de her şeye inat festivali hayata geçiriyoruz, çünkü şuna çok inanıyoruz:
“Bu filmler, kadının içine hapsedilmeye çalışıldığı sınırları aşma yollarını irdeleyerek alternatif gerçekliğe birer pencere açıyor.” Direniş için bir platform, özgürleşme için bir araç olarak, en geniş anlamıyla feminist sanatın görünür olması ve yaygınlaşması amacıyla emek verdiğimiz festivalimiz bu çerçevede en güçlü anlatım biçimi. O halde mücadeleye devam demeye devam ediyoruz. Böyle bir dönemde, bu kadar geniş kitlelere dokunan bir festival yaptık, herkese moral ve motivasyon veren bir festival oldu. Bu bize de iyi geldi. Şimdi soruyoruz: 30. yıla bizimle yürümeye var mısınız? Eşitlik için, sanat için, kendiniz için yürümeye var mısınız? Kim gelir?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.