Haftaya Bakış (275): PKK silah bıraktı

Bugün Türkiye’de tarihi bir gün. PKK silah bıraktı. Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te PKK’ya silah bırakma çağrısı yapmasının ardından başlayan süreçte artık son aşamaya gelindi, bir grup PKK’lı Casene Mağarası’nda silah bıraktı.

PKK silah bıraktı

Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun silahları imha etme töreni 11:25’te başlayıp 11:45’te bitti.

Silah bırakma töreninde 15 kadın ve 15 erkek toplam 30 PKK mensubu bulundu. Silah bırakan grupta Besê Hozat, Nedim Seven, Tekoşin Ozan ve Tekin Muş da yer aldı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, PKK’nın silah bırakmasının ardından yaptığı ilk açıklamada, “Türkiye mazisi yarım asra yaklaşan bölücü terör musibetinden kurtuluşun eşiğindedir” dedi.

PKK’nin silah bırakmasının ardından AKP’den ilk açıklama geldi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Terörsüz Türkiye hedefine ulaşılması için kritik eşik geçilmiştir” dedi ve PKK’nin feshi ve silahların yakılması/teslim edilmesi sürecinin de kısa zaman içinde tamamlanması gerektiğini kaydetti.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ‘Terörsüz Türkiye’ sürecine dair yaptığı açıklamada, “Bugün bin yıllık kardeşliğimize vurulan hançer çıkarılıyor. Milletimizi, özellikle hassasiyetleri dikkate alarak, kılı kırk yararak devam ettirilen ve tam bir koordinasyon içerisinde yürüyen bir süreç var” dedi. Bakan Tunç, CHP’li belediyelere yönelik soruşturmalara ilişkin ise “Ak koyun kara koyun yargılama sürecinde belli olacak. İddianame düzenlendiğinde, kimin hangi suçla itham edildiği, hangi delillerin olduğu ve bu deliller karşısında sanıkların savunmaları bütün kamuoyu tarafından öğrenilecek Bu duruşmalar gizli, kapalı olmayacak ki. Milletin gözü önünde olacak” ifadelerini kullandı.

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta yorumladı.

 


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız diyorum, ama Kemal sadece bugünü konuşalım. Aslında bu bir süreç. Bu arada, bölgede olayı yerinde izleyen arkadaşlarımız Göksel Göksu ve Ferit Aslan’a da hoş geldiniz diyelim. Kemal, önce hızlıca bugünkü görüntülerden sonra ne hissettiğini söyle. Arkasından Göksel ve Ferit’le devam edelim, sonra da biz devamını getirelim. 

Kemal Can: Pek fazla vakit almadan hemen geçeyim. Çünkü asıl olarak ben de onların izlenimlerini merak ediyorum ve dinlemek istiyorum. Birkaç haftadır bu konuyu konuştuk, bu sürecin böyle adım adım ve aslında kendi seyrinde pürüzsüz ve takvimine uygun biçimde ilerlemesi itibariyle çok sürprizli bir durum yoktu, ama sembolü çok fazla, göndermeleri çok fazla. Çeşitli tarafların sembollere yükledikleri anlam ve hazırladıkları semboller açısından ilginç bir şeydi. Ama tabii şimdiye kadarki diğer süreçlere kıyasla bakıldığında, en ileriye gitmiş, fiili olarak silahların yakıldığı, bırakıldığı, imha edildiği bir hadiseyi izlemek açısından, bunun, süreçlerin arasında en ileriye kadar yürüdüğünü düşündüm. Bu gelinen aşamada, ki her süreçte ‘’buradan geriye dönüş yok, artık her şey çok kolay olacak’’ denilmişti. Bu sefer daha ileri yüründü, ama bu denilen, bu sefer gerçekleşecek mi? Daha ileri gidildiği için gerçekleşecek mi? Merak, benim için asıl duygu olarak daha öndeydi. 

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi Göksel ve Ferit’e tekrar merhaba diyelim. Bugün bir ara bağlandık, ama orada bağlantı biraz sorunluydu. Anladığım kadarıyla herkes döner dönmez bağlanmaya çalıştı ve internete çok yüklenme oldu. Şimdi biraz daha rahatsınız gibi görüyorum. ‘’Başlamak yolun yarısıdır’’ diye bir laf vardır. Şimdi siz bugün, Türkiye’den yola çıkışınızdan, şu anda bulunduğunuz yere geri dönüşünüze kadar geçen süreçte, bütün boyutlarıyla bir başlangıcı gördünüz. Ama esas önemli olan, orada o grubun o silahları yakması ve Bese Hozat’ın o konuşmayı yapması. Sen tecrübeli bir gazetecisin Göksel ve bu olaya da çok aşinasın. Bu başlangıç ümit mi veriyor? ‘’Nasıl başlarsa öyle devam eder’’ derler ya, başarılı bir olayla mı karşı karşıyayız? 

Göksel Göksu: Doğrusunu istersen başarılı olduğumuz noktalar var. Aynı zamanda, ‘’temkinli iyimserlik’’ diyorduk ya bu süreç başladığında, şimdi de temkinli bir ümitten söz edebiliriz diye düşünüyorum ben. Çünkü burada yaptığım konuşmalar var. Ailelerle yaptığım konuşmalar var. En son Cihan Sincar’la yaptığım bir konuşma var. Şimdi herkes gerçekten çok duygulu. Bunu paylaşmakta yarar var. Çok duygulu, çünkü kayıpları var. ‘’O kayıplar neden öldü?’’ diye sorguluyorlar. ‘’Niye daha önce bu işe müdahale edilmedi, hayatta olsalardı daha iyi değil miydi? Bu süreç bundan 10 yıl önce, 20 yıl önce sona erdirilemez miydi?’’ diye sorguluyorlar. İyimser oldukları nokta şu: ‘’Evet, kayıplarımız var, ama bir de çocuklarımız ve torunlarımız var. Dolayısıyla onlar için, onların geleceği için de bu sürecin mutlak surette hayata geçmesi şart’’ diyorlar. Bu nedenle de bir umut içindeler. Ama neden temkinliler? Çünkü her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘’kesinlikle müzakere olmayacak, tavizsiz bir şekilde silah bırakacaklar’’ demeçleri olsa da, şimdi o silahlar bırakıldı ve Bese Hozat’ın sözleriyle, tarihi girişimin başarıya ulaşması bir şeye endekslendi. Bunu ilk dile getiren aslında o değil. Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı video konuşmasında da bunun altı çiziliyor. Keza, Figen Yüksekdağ’ın yaptığı grup konuşmasında altını çizdiği bir noktaydı. Nedir o? Hukuksal reformlar ve yasal ve anayasal düzenlemelere ciddi bir şekilde ihtiyaç olduğunun ve hayata geçirilmesinin, sürecin geleceğinin de başarıya ulaşmasının da buna endeksli olduğunun altı çiziliyor. Dolayısıyla şu anda bu, kilit öneminde bir başlangıç. O başlangıcın başarıya ulaşması için belli parametreler var, beklentiler var. Cumartesi günü de Cumhurbaşkanı Erdoğan çok önemli, Ömer Çelik’in söylediği sözlerle ‘’çok önemli’’ bir açıklama yapacak. O açıklamadan çok şey bekleniyor. 

Bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum. Tanıklığımız çok önemliydi. Evet, sembolik dozda silahlar bırakıldı, ama benim açımdan orada önemli olan başka bir şey daha vardı. Bir önceki yayında da aktarmaya çalıştık, ama kesintiler nedeniyle tam aktaramamış olabilirim. Biz DEM Parti’nin daveti üzerine gelmiş olan bir grup gazeteciydik ve oraya sadece gazeteci olarak bizler alınacağız diye biliyorduk. Ama gittiğimizde bir baktık ki iktidar kanadına yakın olan çok sayıda gazeteci de oradaydı. Bize telefonlarımızı kesinlikle yanımıza almamamız söylendi. Biz de bu talebe uyduk. Hiçbirimiz telefonlarımızı yanımıza almadık, ama gittiğimizde gördük ki onların hepsinin elinde telefonu vardı. Bütün bunlar bir kenara, benim önemsediğim şey şu: Bu sadece DEM Partinin ve Barış Anneleri’nin ya da STK’ların destek verdiği bir silah bırakma eylemi olabilirdi. Hayır, öyle olmadı. Bugün devlet de oradaydı. Medyayı bir kenara bırakalım, her şeyiyle biz Türkiye devletini de gördük. Türkiye devleti de oradaydı. Aynı şekilde DEM de oradaydı. Bu bence çok önemli. 

Ruşen Çakır: O zaman ara verelim Ferit’e bir şey soracağım, Sonra tekrar sana döneceğim. Ferit, yıllar önce biz Kandil’de Murat Karayılan’ın yaptığı geri çekilme açıklamasını beraber izledik biliyorsun. Yine çok sayıda gazeteci vardı. Ben Kandil’den canlı yayın yapmıştım. Sonra Karayılan ve bir grup PKK yöneticisiyle bir araya geldik, sohbet ettik. Sen ona da tanık oldun, buna da tanık oldun. Tabii çok şey farklı ama en temel farklar sence nedir?

Ferit Aslan: Ruşen Çakır, öncelikle şunu söyleyeyim. Kırk yedi yıl önce kurulan PKK ismi, artık bugün itibariyle tarih oldu diyebilirim. Peki, bunu niye söylüyorum? Hatırlarsanız, Öcalan’ın 27 Şubat çağrısından sonra, PKK, 5-7 Mayıs tarihleri arasında 12. Kongresini gerçekleştirmiş ve silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini, kendini feshettiğini açıklamıştı. Ama o günden sonra kamuoyu ‘’bu süreç bitene kadar bu örgütün adı ne olacak?’’ diye konuşuyordu. Bugün gelip silahlarını imha eden Bese Hozat’ın açıklamasında şöyle bir cümle geçiyor. Diyor ki: “Bundan sonra biz artık PKK isminden çok ‘Barış ve Demokratik Toplum Grubu’ olarak…’’ -ki açıklamanın altında da bu yazıyor-, Anladığım kadarıyla bu ismi daha çok duyacağız anladığım kadarıyla. Öncelikle onu söyleyeyim. 

Diğerini ifade etmek gerekirse, evet, daha önceki çözüm sürecinin de bütün ayaklarını izledik. Hem Irak’ta hem Türkiye’de, İmralı, Kandil, Ankara arasındaki görüşmeleri takip ettik. Ama bugün o aşamadan daha ileriye giden bir aşama var. Bu da nedir? Bu tür çatışmalarda, Avrupa’daki ülkelerde, bu sorunu yaşayan bütün ülkelerde bu tür çatışmalar çözülürken, barışla noktalanırken silah bırakma işi genelde işin en son aşaması hâline geliyor. Ama bu kez öyle olmadı. Bu çözüm sürecinde ön adımlardan bir tanesi, çok kısa bir sürede silah bırakma sorununa geldi ki bugün ‘’silah bırakma’’ denilmiyor, silahlarını imha ettiler. 30 kişi silahlarını imha ettiler. Bu anlamıyla da çok önemliydi. Ama dediğim gibi, artık PKK adını duymaktan çok, herhalde bugünden sonra bugün Bese Hozat’ın yaptığı açıklamada, kendilerine verdikleri ‘’Barış ve Demokratik Toplum Grubu’’ ismini daha çok konuşacağız.   

Ruşen Çakır: Göksel, buyur, bir şey mi diyecektin? 

Göksel Göksu: Evet. Benim Ferit’ten ayrıldığım bir nokta var burada. Evet, PKK kendisini feshetti. Geldi silahları yaktı, ama bana kalırsa bunun bir başlangıç olduğunu ve silahların da sembolik olarak yakıldığını hiç unutmamakta yarar var. Çünkü en başta söylediğim gibi, karşılıklı atılması gereken adımlar sürecine girildi. Dolayısıyla bana kalırsa bu süreç daha yeni başlıyor denilebilir. Ben bu yanına dikkat çekmek istiyorum. 

Ruşen Çakır: Siz sivil bir grupla gittiniz. Devlet grubu ayrı bir şekilde oraya intikal etti. Mesela şu anda görüyorum, bulunduğunuz yere girip çıkanların çoğunu tanıyorum. Celalettin Can’ı gördüm, Eyüp Burç’u gördüm, çok sayıda insan gördüm. Bu insanlar devletten ziyade Kürt hareketine daha yakın oldukları varsayılabilecek insanlar. Örgütten böyle bir adım geldi, şimdi devletten bir adım bekleniyor. Demin sen ‘’temkinli iyimserlik’’ diye bahsettin. Peki, şu soru çok konuşuluyor mu? Örgüt silahı bırakıyor ama ya devlet bir şey yapmazsa kaygısı, tedirginliği var mı? Yoksa ‘’Herhalde Öcalan her şeyi ayarlamıştır, karşılıklı olarak bu işler gidecek’’ duygusu mu var?

Göksel Göksu: Az önce aslında tam olarak bunu söylemeye çalıştım. Orada bir temkinlilik var. Çünkü evet, silahların yakılması çok önemliydi ve bununla verilmiş olan bir mesaj var. ‘’Artık silahları kullanmayacağız’’ mesajı diye yorumlanıyor burada. Aynı zamanda, teslim etmek yerine, silahların yakılmasının, bir teslimiyet hâlinin olmamasını da anlattığı şeklinde yorumlanıyor. Burada çok fazla sembollere dayalı verilmiş mesaj var. Ama söylediğim gibi, karşılıklı atılması beklenen adımlar sürecinin başlangıcı aynı zamanda bu. Tekrar ediyorum, Bese Hozat’ın söylediği çok net. Çünkü okuduğu bir metin var. O metni okuduktan sonra da kendisi spontane bir şekilde şunu söyledi: ‘’Hukuksal reformlara, yasal ve anayasal düzenlemelere ciddi ihtiyaç var. Sürecin başarıya ulaşması için bunlar gerekli.’’ Bu çok önemli. Şimdi bunu söylüyorum ama elbette bir günde de o noktaya gelinmediğinin de çok farkındayım. Perde arkasında yürütülmekte olan müzakere sürecinin olduğunun çok farkındayım, herkes de farkında. Dolayısıyla şu aşamadan sonra muhtemelen ilk yapılacak, onları rahatlatacak olan şey, Mecliste komisyonun kurulması. Bu komisyonun kurulmasına bel bağladıkları için oradan çıkacak yasalar, anayasalar. Biliyorsunuz çıkan yargı paketi Kürt kesimini çok da tatmin etmemişti. Bu da dillendirilmişti. Ancak Adalet Bakanı’nın da yeni bir yargı paketi ile ilgili söyledikleri ortada. Dolayısıyla, o yargı paketinde Kürtlerin beklentileri yönünde birtakım adımlar atılacak mı, atılmayacak mı? İşte bütün bunlara bağlı olarak, onlardan karşılıklı atılacak adımlar var. Sonra, 15’i kadın olmak üzere bugün 30 kişi silah bıraktı. 30 kişiden ibaret bir örgütten söz etmediğimize göre, kalan silahlar hangi aşamalarla nasıl teslim edilecek ya da nasıl imha edilecek? Bu süreç nasıl işleyecek? Orada silah bırakanlar Türkiye’ye nasıl entegre olacaklar? Olabilecekler mi? 

Ferit Aslan: Onların hepsinin adımını Türkiye atacak, öyle görünüyor. Bugün öyle dediler.

Göksel Göksu: Ama işte karşılıklı. Dolayısıyla o silah bırakacak. O silah bırakan, ‘’ne olacak?’’ sorusunun cevaplanmış olmasını ister istemez bekliyor olacak. Dolayısıyla hakikaten bugün kritik önemde yeni bir süreç başladı. Sen, daha önce hiç silahlar bırakılmadığını söyledin. Belki de sondan başladık bu sefer. Sondan başlayarak ilerleme sürecine gireceğiz ve biraz da böyle ilerleyecek. 

Ruşen Çakır: Ferit, kamuoyu bu olayı nasıl karşılayacak sence? İşaretler geldi mi bilmiyorum, ama tüm Türkiye için, fakat özel olarak Kürtler için çok tarihi bir olay sonuç olarak. 

Ferit Aslan: Evet. Aslında kısaca özetleyeyim. Çünkü diğer arabaların hepsi bizi bekliyor. Bir an önce yayını bitirmemiz için bizi sıkıştırıyorlar. Kürt kamuoyunda olumlu karşılanıyor ve bugün o törene katılan çok sayıda insanın duygulu anlar yaşadığına, gözyaşlarını tutamadığına tanık olduk. Saruhan Oluç’la, bu tören sonrasında yaptığımız konuşmada, “İnşallah kısa sürede bugün silah bırakanlar, yarın gelirler, ülkede bizimle beraber yaşarlar” gibi bir ifade kullandı. Az önce Göksel de söyledi. Evet, her iki tarafta karşılıklı adımlar atılıyor. Sembolik olarak bugün 30 kişi silahlarını imha etti, yaktılar. Diğer tarafta Bese Hozat’ın bir açıklaması var. Bildiğimiz kadarıyla Kürtlerin de en büyük beklentisi şu: Mecliste oluşacak olan komisyonun yapacağı anayasal ve yasal değişiklikler beklenecek. Bütün Kürtlerin gözü de Meclisin yapacağı bu değişikliklere çevrilmiş Ruşen Çakır. 

Ruşen Çakır: Çok sağ olun, Göksel Göksu, Ferit Aslan. Geçmiş olsun. Siz de bayağı yoruldunuz. Teşekkür ederim. Biz Kemal’le devam edelim. Kemal ne diyorsun? Ben bugün bayağı yayın da yaptım bakış açıları farklı birkaçı kişiyle, ama sonuçta, eninde sonunda aynı konuları konuşuyoruz. Birincisi, Bahçeli’den ziyade Erdoğan’ın ne yapacağı ve yarın o söylenen tarihi konuşmanın ne olacağı. Daha önce biliyorsun Erdoğan değişik meselelerde, ‘’önemli açıklama yapacağını, sürpriz açıklayacağını, müjde açıklayacağını vereceğini söylüyordu. Ama söylediği birçok şey boş çıktı. Şimdi bunun öyle olma ihtimali yok diyemeyeceğim, ama silah bırakmanın ardından, Kızılcahamam’da bir parti toplantısında konuşacak. Orada vereceği mesajların önemli olacağını varsayalım. Bunu birçok kişiye sordum bugün. Genel geçer ‘’terörü bitirdik. Terörsüz Türkiye, Türkiye Yüzyılı’’ gibi bir konuşma da yapabilir. Ama demin Göksel ve Ferit’in de bahsettiği, Bese Hozat’ın konuşmasında söylediği husus; ‘’Tamam, biz adımı attık, bakalım karşılığında ne gelecek?’’ meselesi ortada ve Bahçeli de topu Erdoğan’a attı biliyorsun. Yani ‘’o yükümlüdür’’ dedi. Bugünkü açıklamasında da öyle aynı şekilde. Erdoğan’ın sınırları nedir sence?

Kemal Can: Bunu bir bilgiyle söylemiyorum, tamamen varsayım. Şimdiye kadar yaşadıklarımız, bu sürecin kendi içindeki ritmi, pozisyonlar, bütün bunlara bakıp, bir de Erdoğan’ın senelerdir izlediğimiz siyaset tarzını beraber değerlendirdiğimizde, ben, önden haberi verilen yarınki önemli açıklamanın, bu konuyla bağlantılı olacağını düşünüyorum açıkçası. Yani biraz önce Göksel’in ve Ferit’in anlattığı gibi, uçak kaldırıp kendileri açısından bir PR faaliyeti gibi, devletin ve iktidarın bu konuda bir pozisyon almış olması, bu konuya devam edecekleri intibaını yaratıyor. Ama yine söylediğim nedenlerle, yani hem bu süreç içerisinde Erdoğan’ın takındığı tavır hem de onun genel siyaset tarzı itibariyle de çok net, beklendiği gibi çok somut, herkesin, “Tamam, işte bakın, beklenen adımlar geliyor” diyeceği, şu anda orada silahların yakılması netliğinde bir karşı adım da beklemiyorum. Yine biraz böyle imalar içeren, imaları birtakım koşullara bağlayan, ama bir şey de yapacağını vaat eden bir çıkış olacağı tahminim var. Dediğim gibi bir bilgiye dayalı olarak söylemiyorum; böyle bir varsayımım var. Ama zaten son günlerde yaşadığımız problemler, yani bu süreçle ilgili önümüze gelen, tartıştığımız çeşitli pozisyonları yeniden değerlendirmeyi gerektiren çalkantılar, tartışmalar, hatta gerilimler, bu süreç boyunca konuştuğumuz konuların hâlâ gündemde olduğunu gösteriyor. 

Şimdi bir yandan, hep konuşuyoruz, biraz önce de konuştuk, bu sürecin silah bırakma ya da PKK’nın feshi veya Bahçeli’nin açıkladığı takvimle yürüyen tarafı, neredeyse hiç aksamadan, neredeyse öngörülen takvime uyarak tıkır tıkır yürüdü. Neydi hadise? Bahçeli çıktı, Öcalan’a bir çağrı yaptı. Doğrudan Öcalan’a yapmıştı çağrıyı. Tabii onu Mecliste yapması gibi detayları bir kenara bırakırsak, o çağrı çok da uzun süre geçmeden yerine getirildi. Öcalan, Bahçeli’nin söylediği cümlelere neredeyse birebir uyarak çağrısını yaptı. Çağrısına hemen cevap geldi. Öngörülen zamanda, üç beş günlük bir zaman farkıyla, kongre toplandı, fesih kararı alındı. İstenildiği kadar sembolik olduğu söylensin, mizansen olduğu söylensin, ‘’30 kişinin silah bırakması nedir?’’ diye konuşulsun önemli değil, hemen yine öngörüldüğü gibi, hem Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı video kaydı hem de bugün yaşananlar, o sürecin bir aşamaya getirildiğini ve tıpkı biraz önce söylediğim gibi, işin bir hattının, önceki pek çok süreç denemesi açısından bakıldığında çok ileri bir safhada bir neticeye vardığını gösteriyor. 

Şimdi bu işin özeti benim kafamda hâlâ şöyle: Devlet Bahçeli’nin ortaya koyduğu çerçeve, pek çok yorumcunun söylediği gibi, Türkiye Devleti’nin güvenlik reflekslerini değiştiren değil, bağlamını, muhataplarını ve ilişki biçimini değiştiren yeni bir versiyon olarak ortaya konuluyor ve ilginç biçimde, Öcalan’la paylaştığı ortak bir güvenlik konseptinden bahsediyor. Yani Öcalan da bundan bahsediyor, Bahçeli de bundan bahsediyor. Ve aslında Türkiye’nin güvenlik konseptine ilginç biçimde daha önce en büyük güvenlik tehdidini katıyor, ortak ediyor. Yani Türkiye’nin güvenlik konseptine Öcalan’ı dâhil ediyor. Tıpkı, daha önce Bahçeli’nin ‘’Türkiye’nin beka sorunu’’ dediği Erdoğan’ı iktidarda tutmayı bir beka sorunu hâline getirmesi gibi. Şimdi de Türkiye’nin beka sorununun ve güvenlik sorununun çözümü açısından Öcalan’ı bir aktöre dönüştürüyor ve o çözüm konseptine, o güvenlik konseptine Öcalan’ı dâhil ediyor. Senin bugün yaptığın haberde olduğu gibi, daha önce de bazı başka şeylerde gördüğümüz gibi karşılıklı olarak birbirlerine…

Ruşen Çakır: Ama laflar da acayip laflar, Kemal. Bir değil, iki değil yani.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Kemal Can: Tamam işte. Böyle birbirlerini övmeleri, aslında çok ortak bir konsept üzerinden konuşuyor ve birbirlerinin oradaki rollerini çok önemsiyor olmaları. Burada problem yaratan kısım, Erdoğan’ın bu denkleme dâhil olma biçiminde. Çünkü dediğim gibi, Bahçeli, Öcalan’ı kendi güvenlik konseptine adapte etti ve bunun çağrısını yapıp bir yere getirdi. Şimdi problem, Erdoğan’ın Öcalan’ı kendi beka konseptine entegre etmesi mümkün olacak mı, olmayacak mı? Yani bu süreç tartışmasıyla, anayasa tartışmasının nasıl entegre edileceği ve Öcalan’ın buradaki rolü konusunda Erdoğan’ın istediği şeyi alıp alamadığı. Sonuçta verim alan tarafın Bahçeli olduğunu anlıyoruz. Çünkü Bahçeli hemen bugün yaşanan hadise karşısındaki ilk açıklamasında, “Öcalan sözünü tuttu” dedi. “Öcalan benim yaptığım çağrıya uydu; o çağrının gereğini yaptı. Üstelik de o çağrının içerisinde ‘ben bunu yapmaya muktedirim’ dedi ve sözünü de tuttu.” O neydi? “Öcalan, teorik açıdan ve pratik açısından ‘ben bunu yapma gücüne sahibim. Bunu yapabilirim’ demişti ve sözünü tuttu’’ dedi. 

Ama Öcalan’dan başka bir söz alamamış Erdoğan’ın problemi devam ediyor. Bunun ilk işaretini de komisyon meselesinde görüyoruz. Hatırlarsan epey oldu, Bahçeli bu komisyon meselesinde, bu silah bırakma ya da imha etme, adı her neyse, bu hadiseyle neredeyse eşzamanlı, hatta mümkünse öncesinde yapılması konusunda bir tazyik ve öneri ortaya koymuştu. Ama o sürüncemede bırakıldı; hâlâ da netleşmiş değil. Önümüzdeki hafta birtakım şeyler olacak. Bugün senin Mesut Yeğen’le yaptığın yayında Mesut’un anlattığından anladığım kadarıyla, sadece komisyonun kurulması değil, komisyonun işlevi ve nasıl bir şey olacağıyla ilgili problem devam ediyor. Yani sonuçta komisyonun kurulması… 

Ruşen Çakır: Şu anda Mecliste nasıl oluyor? Mesela diyelim ki CHP bir önerge getiriyor. Ne kadar hayati olursa olsun AKP ve MHP hayır diyor ve olay kapanıyor. Eğer böyle bir şey olacaksa hiçbir anlamı yok. Bir de bu bugünkü haberin içerisinde var biliyorsun. Bahçeli’ye yazdığı mektubun temel nedeni de komisyonun sallanması. Anladığım kadarıyla Öcalan bu komisyona çok önem veriyor, o komisyonla bizzat konuşmak istiyor. ‘’Onlara hayati şeyler söyleyeceğim’’ diyor. Böyle değişik bir şey var. 

Şimdi konuyu biraz başka bir yere taşıyayım. Olay CHP meselesi. Özgür Özel bugün bir açıklama yaptı, gördün mü bilmiyorum. Diyor ki: ‘’Ülkemizin ihtiyacı terörsüz ve demokratik Türkiye’dir. Refah için barış, barış için birlik, birlik için demokrasi ve adalet gereklidir. Ortak geleceğimiz için, barış için katkı sunmaya ve mücadele etmeye kararlılıkla devam edeceğiz.’’ Yani pozisyonlu. Ama ben bugün çok yoğundum, X’te baktım, Muhalif olup da Özgür Özel’i eleştiren birisi, Özgür Özel’e, “Böyle diyorsunuz ama…” diye itiraz etmiş. Hani ‘’Bunun sonunda ne çıkacak?’’ demeye getiriyor. Böyle de bir husus var. CHP tabanında da var. ‘’Sevr mi olacak, üniter devlet bilmem ne mi olacak?’’ diye konuşuluyor. 

Kemal Can: Evet. 

Ruşen Çakır: Bunu sadece Zafer Partisi, İYİ Parti seslendirmiyor. Aslında bunun CHP tabanında da bir karşılığı var. Ama CHP yönetimi şu ana kadar bu konuda tereddütsüz bir şekilde, rezervlerle birlikte tabii ki, buna destek verdi ve en büyük şartları bu olayın mecliste kotarılması. Dolayısıyla bu komisyon hikâyesi o anlamda önemli. Bir diğer husus da biliyorsun, nisan ayında yapılan görüşme notları. Sen de okudun. Öcalan CHP’ye çok ciddi bir vurgu yapıyor. Hatta Özgür Özel’le görüşmeyi bile arzuluyor. Ama onun olamayacağı kendisine söylenmiş. Yani şöyle bir şey var ya: Bu bir devlet politikası. CHP de Devlet Partisi. Konuşması lazım.’’ Yani bunu bir iktidar politikası olarak değil, devlet politikası olarak görüp, CHP’yi de buraya entegre etmek istiyor. Ama anladığım kadarıyla Erdoğan buna çok teşne değil. 

Kemal Can: Evet. Zaten kritik nokta o. Yani ‘’bu bir devlet politikası mı olacak, AKP iktidarının bir hamlesi mi olacak?’’ gerilimi üzerinden bir süreç takip ediyoruz aslında. Bütün pozisyonlar da bunun üzerine oluşuyor. Şimdi orada muhalefette olan milliyetçi partilerin, neredeyse kendileri için tek seçenek gördükleri bir muhalefet biçimi var. Ama senin söylediğin gibi, CHP’nin içerisinde eskiden beri gelen iki tür muhalefet var. Biri, söylediğin gibi, “Bunu yediniz mi şimdi? Ne oluyor, hani? Silah bırakıyor gibi yaptılar, sonunda gene Suriye’de PKK oluyor PYD. Ne fark etti? Zaten bu Sevr’in parçası. Yuttunuz mu bunu?” gibi bir kanat var. Bir de, “Biz iktidarla çok çetin bir mücadele içerisindeyiz. Bu DEM Parti şu bu, Kürt siyaseti bir tür bu demokrasi mücadelesini satıyor. İktidarla müzakere yaparak onun pozisyonuna ve otoriter politikalarına meşruiyet kazandırıyor” diyen bir tarz daha var. Şimdi hepsini aynı torbaya koymamak lazım. Farklı açıdan haklı argümanlar da içeriyor olabilirler. Ama böyle iki tane kanat var. Fakat iki kanadın da problemi, CHP’yi bu sürecin dışına çekerek ya da Kürtleri veya DEM Parti’yi, ihanet suçlamasıyla yahut da başka bir nedenle ‘’şimdi sırası mı?’’ diyerek muhalefet blokundan uzağa iterek, her ikisinin de almaya çalıştıkları sonucun kendi iddialarıyla çelişen tarafları var.  Bu ülkede senelerce, “Bu ülkenin sosyolojisi, Kürtleri yanına alana, Kürtlerle birlikte davranana siyasi bir gelecek sağlamaz. Mutlaka bundan büyük bir ceza görürler. Çünkü Türkiye’nin sosyolojisi bunu kaldırmaz” diye bir şey anlattılar. İktidar ‘DEM’lenme saldırıları yaparken de içeride aynı tür muhalefet vardı, Ondan önce de hep benzer şeyler vardı. Yani sadece iktidar saldırmıyordu. İçeriden de birileri, bu saldırılara uğramanın neredeyse hak olduğunu söyleyecek ‘’Onlara mesafe koymazsanız büyük ceza görürsünüz’’ diyen bir kesim hep var oldu. Ama görüyoruz ki ne muhalefet Kürtlerle, HDP ile ve DEM’le beraber davrandığında bundan büyük bir zarar gördü. Ki 2024 seçimleri ve daha önce de 2019 seçimleri, hatta aslında 2023 seçimleri bile, böyle bir sosyolojinin, yani ‘’Kürtleri bırakın, Kürtleri atın, Kürtlerle yan yana bile gelmeyin’’ diyen bir muhalefet sosyolojisi gibi bir şeyin olmadığını, bu çıkan gürültüyle, gerçekte bu işin sayısal karşılığının oransız olduğunu bize gösterdi. 

İktidar tarafına geldiğimizde de iki tane nokta söyleniliyor: Bir, bütün bu hadiseyi, bu mizanseni, bu palavrayı, durumunu düzeltmek, Kürtleri yanına almak için yapan bir iktidar olduğundan ve durumunu düzeltmek, oyunu artırmak peşinde olan bir iktidardan bahsediliyor. Ya da, böyle yaptığı için büyük ceza görecek MHP’den veya iktidardan bahsediliyor. Bahçeli’nin ilk çıkışından itibaren 9 küsur ay geçti. Yapılan araştırmalar, oy davranışları içerisinde bu süreç meselesinin etkisinin marjinal olduğunu gösteriyor. Mesela bu geçen bir yıl içerisinde iktidar diyelim 5 puan kaybettiyse, ekonomi, adaletsizlik, liyakatsizlik, her neyse, bir sürü şey sayarsınız, ama sürecin o 5 puanda bir puan bile bir etkisi yok; ne artı anlamda, ne eksi anlamda. Aslında CHP’yi sürecin dışında tutmak, şu ya da bu nedenle Kürtlerle mesafeli hâle getirmek yahut da DEM Parti’yi ve Kürt seçmeni ihanet gibi hiç hak etmedikleri bir etiketle damgalayarak itmek ya da ‘’siz hain ilan edilirsiniz’’ tehdidiyle muhalefet blokunda tutmaya çalışmanın hiç akıllıca bir strateji olmadığını ve Özgür Özel’in, bu tazyike rağmen, dediğim gibi ,sayısal olarak çok güçlü olmamasına rağmen gürültüsü fazla olan bu tazyike direnerek çok dirayetli ve doğru bir tavır takındığını, bu konuda açıkçası DEM Parti’nin de son derece yardımcı olan, pozitif bir tutum aldığını, her iki tarafta da tepe kadroların, bu konuda bu dolduruşa gelmekten kaçındıklarını, kimi zaman örtülü biçimde iktidarın da kışkırttığı bu tuzağa düşmediklerini görüyorum. Bundan sonra da açıkçası, şimdi yaşanan bu süreç, bu aşamasından sonra buraya kadar düşmemişken, bundan sonra düşmenin de acayip bir tuhaflık olacağını düşünüyorum. 

Sen biraz önce Ferit Aslan’a bölgedeki duygunun ne olduğu konusunu sordun. Orada silahların yakılmasını gören ortalama bir Kürt vatandaşı açısından, DEM Partili olsun ya da olmasın, olanları da dâhil olmak üzere ana duygu şudur: Elli senedir süren ve on binlerce insanın ölümüne yol açan bir süreçte, kendi çocuklarının artık ölmeyebileceğine ilişkin bir umuttur. İşte gözlerini yaşartan odur. Bunu düşündüren odur. Silahların yakılması ve silahları elinde tutanlar tarafından yakılması, bu anlamı ifade eder. Bunun aynısının, ortalama bir Türk insanı için, Kürt olmayan herhangi biri için, çocuğunu askere gönderenler için de aynı duyguya karşılık gelmesi pekâlâ mümkün, sadece silahların ortadan kalkabileceği ihtimaline binaen. Ama bunun içerisine Sevr’i katarsanız, bunun içerisine anayasa değiştirme numarasıyla birilerinin kandırıldığı hikâyesini sokarsanız, başka bir tartışma başlıyor. O zaman hakikatinden kopma riski ortaya çıkıyor. Hem DEM Parti açısından söylüyorum hem de CHP açısından söylüyorum, bu meselede kurumsal siyasetin çok basiretli ve rasyonel davrandığını ve bundan da pozitif sonuç aldığını, bundan zarar görmediğini, senelerce anlatılan ‘’bundan çok fena sopa yersiniz’’ korkutmalarının boş olduğunun anlaşıldığını görüyorum. Şimdi şu süreç hikâyesini seninle aylardır bunu konuşuyoruz. Neydi bütün hikâye? Meclis aritmetiği. Aslında hiç böyle bir şeyler olmayacaktı, olacakmış gibi yapacaklardı. Anayasa referandumunda DEM bu vaade karşılık oy verecekti ve hadise hallolup bitecekti. Ya da neydi? Öcalan öyle ortadan bir şey söyler, PKK ‘’onu yaparsanız, ben de böyle yaparım’’ der. 

Ruşen Çakır: Bana mı anlatıyorsun? Kuyruğa girdiler. 

Kemal Can: Şimdi şu anda gene aynı insanlar, “Ne oldu ki zaten? Yediniz mi bunu?” diyecekler. Fark etmiyor. Şunu anlatmaya çalışıyorum. İkna olmamaya karar vermiş birilerini ikna etmeye çalışmanın anlamı yok. 

Ruşen Çakır: Ama burada şöyle bir şey var. 

Kemal Can: Zaten işlemekte olan bir şeyin dışına düşmemek en akıllıca politikaydı. Bence Özgür Özel de bunu yaptı. Şimdi ilginç biçimde, hem Erdoğan CHP’yi her türlü sürecin dışına itmeye çalışıyor, hem de CHP’nin içinde ve CHP’yi etkilemeye çalışan birtakım çevreler, CHP’yi süreçlerin dışına kaçmaya ikna etmeye çalışıyor. Sonra da başkalarına ‘’iktidarla işbirliği yapıyorsun’’ suçlaması yapıyorlar. İktidarla işbirliği yapmanın daniskası bu. İktidar CHP’yi bütün süreçlerin dışına itmeye çalışırken, CHP’yi gönüllü olarak sürecin dışına kaçmaya ikna etmek ya da bunun doğru siyaset olduğunu söylemek, tam da iktidarın yapmak istediği şeye hizmet eden bir şey. 

Ruşen Çakır: Evet. Bu konuda ekim ayından bu yana yaptıklarımızı, konuştuklarımızı ve karşılığında aldığımız tepkileri düşünüyorum. Bugün bir yayında da söyledim. Artık o kadar çok kişiyle konuştum ki hangisine söylediğim bilmiyorum. İlk başta, ‘’Öcalan yanaşmaz. Öcalan yanaşsa PKK yanaşmaz’’ dendi. PKK yanaştı, ama hani nerede? Kongre kararı çıktı. Kongre kararı çıktı, ama işte silah. Şimdi silah yakıldı. E, ne? 30 kişi silah yaktı. Hâlbuki orada 10 bin kişi var. Sonra ‘’Suriye’dekiler ne olacak?’’ diye gidiyor. Hâlbuki ortada, Öcalan’ın deyimiyle çok ciddi bir ‘’paradigma değişimi’’ var. Yani bir şey değişti artık. Ben mesela Öcalan’ın nisan ayındaki görüşme notuna falan bakıyorum. Adam ısrarla, “Yok kardeşim, silah yok artık” demeye çalışıyor. Bunu kendi kadrolarına da diyor, ama aslında tüm Türkiye’ye diyor. Garip bir şekilde öyle bir alışılmış ki silaha.  Daha çok yurtdışında, Kürt milliyetçisi bilinen birtakım çevreler var biliyorsun. Bu çevreler yıllarca Öcalan’ı ve PKK’yı olayı terörize etmekle, Kürt sorununu bilmem neye taşımakla eleştirdiler. Öyle değil mi? Yani bunlar silahlı mücadele kavramını bir şey olarak gördüler. Şimdi o çevrelerden, “Niye silah bırakıyorsunuz? Ne alıyorsunuz ki karşılığında?” diye bir isyan var. Ya da birtakım muhalif geçinen insanlardan, öyle diyeceğim artık kusura bakmasınlar, “Ya, ne oldu? Ne aldınız? Erdoğan sizi kandırıyor” sözlerini duyuyoruz. Sanki şöyle bir hikâye var. Çok abartılı olabilir ama bence değil. “Ya niye bırakıyorsunuz silah?” diyen, silahla alâkası olmayan insanlar var. Çünkü bir statüko oluştu. Kaç yılın statükosu? Ve bu statüko dağıldığı zaman birçok kişi açıkta kalacak. Öyle değil mi? Yani hayatı terörle, mücadeleyle geçen ya da hayatı militanlıkla geçen insanların açıkta kalacağı bir şey olacak. 

Kemal Can: Senin dediğin gibi böyle düşünenler vardır, ama bu aslında düşünme sistematiği ile ilgili bir şey. İlla böyle bir çıkarları, böyle şeyleri olması gerekmez. Şimdi Türkiye’de başka bir şey de yaşıyoruz. Bugün bunu konuşmadık ama başka acayip bir süreç yaşıyoruz ve insanlar şu duygunun çok içindeler. Yani o meseleyle çok entegre biçimde her şeyi onunla açıklamak, onun dışındaki her şeyi gündem değiştirme olarak görmenin haklı bir tarafı var. Bunun için şunu teslim etmek lazım. Senin dediğin gibi, maksatlı olarak bunu buraya doğru iten, bu haklı soruları, endişeleri köpürten, kullanan çok ciddi bir politik akıl var. 

Ruşen Çakır: Ama burada şöyle bir şey var. On dokuz Mart sürecini kastediyorsun, tamam, doğru. Ama 19 Mart sürecinin doğrudan muhatabı olan, hedef alınan Özgür Özel’in yaptığı açıklamayı gördüm, demin sen de anlattın. Yine bu olayın tarafı olan DEM Parti’nin 19 Mart sürecine karşı bakışı çok aktif olmasa bile, ki son Sancaktepe mitingine bayağı katılmışlar diye duydum. Adana’da da galiba öyle oldu. Adıyaman’da da muhtemelen öyle olacak, üst düzeyde hep destek verdiler. En son üç belediye başkanı olayında bizzat gidip görüştüler. Daha önce de görüştüler. Yani şimdi CHP’nin, DEM Parti’nin baş edebildiği bu çelişkiyle ya da baş etme konusunda bayağı fena olmayan bir performans sergilediği bir yerde kraldan çok kralcılık yapmaları acayip. Yani Özgür Özel bilmiyor mu? 19 Mart’ta her türlü otoriter, totaliter şeyi uygulayan Erdoğan’ın, bir taraftan barış ve hatta hukuk ve demokrasiye gitmesinin mümkün olmadığını o da biliyor. Ama burada hem 19 Mart’a karşı mücadele edip, hem de barışı ve bunun üzerinden onun açtığı zeminde demokrasi inşasını dert edinebilmek lazım. Ötekisi çok kolay. ‘’Erdoğan’la bu iş olmaz’’ deyip kestirip attığın zaman hiçbir şey yapmıyorsun. 

Kemal Can: Özgür Özel’in ya da İmamoğlu’nun alanda yapabildiğini, akıl etme yeteneğinden yoksun olan birileri akıl vermeye kalkıyor. 

Ruşen Çakır: İşte onu söylüyorum yani. 

Kemal Can: Ama şunu da teslim edelim. Onu söylemek için söylüyorum. Şimdi bunu kışkırtan bir başka taraf daha var. “Kardeşim burada biz tarihi bir şey yapıyoruz. Siz ‘ama’ diyorsunuz.” Şimdi buna da bu kadar rijit davranmamak gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki, demin konuştuğumuz nedenlerle, Erdoğan’ın kafasında dönen tilkiler nedeniyle, bunun otomatik olarak, ‘’Türkiye’yi demokratikleştirmenin anahtarı çevrildi ve kontak çalıştı’’ demek için veya böyle iddialarda bulunup bunun karşısında duran herkesi aynı torbaya atmak isabetli değil. 

Ruşen Çakır: Ne demek istediğini anlıyorum, ama şöyle bir şey var. Bugün Mümtaz’er ile yaptığımız yayında da özellikle onu vurguladı Mümtaz’er. Terör suçlaması kalktığı zaman birçok şey kalkıyor ve bu, Türkiye’de demokratikleşmenin çok ciddi bir şekilde önünü açacak bir şey. Buradan demokrasi çıkacak diye bir şey yok. 

Kemal Can: İşte zaten o yüzden sürece dâhil olmalı CHP. 

Ruşen Çakır: Ama şunu söylemeye çalışıyorum. Şimdi buradaki mesele biraz kişisel gibi gelebilir ama, Bahçeli’nin işaretini verdiği süreçten pozitif olarak bahsettiğin andan itibaren, sana iktidar yalakası diye tepki gösteriyorlar. Hâlbuki ben kişisel olarak şunu çok açık ve net söylüyorum: Türkiye için, ama özellikle Kürtler için bunu istiyorum. Dolayısıyla iktidar, CHP, umurumda değil. Ama insanların hiçbir şey yapmadan, böyle üstünkörü bir şekilde, “Vay efendim, bu, Erdoğan’ı ömür boyu başkan seçtirmek için yapılan bir tezgâh’’ diyorlar. Buna pozitif bakanların hepsi Erdoğancı oluyor. Böyle bir şey yok. Erdoğan’ın kendisi Türkiye’deki b tek adam sistemini kurmuş olabilir, ama Türkiye’deki tek aktör o değil. Şu an bu süreçte de çok net görüyoruz; Bahçeli de aktör, Öcalan da aktör. Kabul etsinler, etmesinler, Öcalan baş oyun kuruculardan birisi artık. Bahçeli’nin bugünkü açıklamasında yine o vardı. Yani artık bu kabul edilmiş bir yer. Dolayısıyla, senin de söylediğin gibi, Erdoğan buna ne kadar yatkın olabilecek ona bakacağız. Ama ‘’yok efendim, burada bir hesap var. Erdoğan yine oyun kuruyor’’ hikâyesi anlamsız. Yok öyle bir şey. Bence özellikle bugün onu gördük. Kemal ben çok yoruldum. Seni yarın Erdoğan’ın tarihi konuşmasından sonra da alacağız yayına. 

Kemal Can: Tamam. Tarihi konuşmaya bir bakalım da. 

Ruşen Çakır: Tarihi değilse yapmayacağız zaten. 

Kemal Can: Zaten şu aralar tarihi olmayan hiçbir şey olmuyor. Her şey tarihi. 

Ruşen Çakır: Hiç sorma. Hadi bitirelim yayını. 

Kemal Can: Tamam. 

Ruşen Çakır: Çok sağ ol. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. ‘’Haftaya Bakış’’ bugün bu kadardı. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.