Ruşen Çakır yorumladı: Erdoğan çözüm sürecinin neresinde?

Erdoğan Özel'e sordu: Erdoğan: "Daha kaç CHP'li telef olacak?"

Cumhurbaşkanı Erdoğan silah bırakma töreninin ardından beklenen tarihi konuşmasını yaptı. Peki bu konuşma gerçekten tarihi miydi, Erdoğan yeni çözüm sürecinin neresinde? Ruşen Çakır yorumladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının tarihi değil ama önemli olduğunu belirten Ruşen Çakır, “Erdoğan çözüm sürecinin neresinde? Normalde Erdoğan’ın bu çözüm sürecinin en başında olması lazım, onun yürütüyor olması lazım ama şu ana kadar Erdoğan’ın daha geri planda gördük. Devlet Bahçeli daha ön planda gözüktü” dedi.

Devlet Bahçeli’nin devletin, Erdoğan’ın ise kendi iktidarının bekasını düşündüğünü söyleyen Çakır, “Ama Erdoğan garip bir şekilde çözüm sürecinin belli bir tempoyu yakaladığı, 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’ın o tarih açıklamayı yaptığı anda, 19 Mart’taki büyük operasyonu başlattı ve bu operasyon sürüyor” diye konuştu.

“PKK ile barışırken CHP ile savaşıyor”

Ruşen Çakır şöyle devam etti:

“Erdoğan 19 Mart’ın kolay bir iş olacağını düşündü. Çok büyük bir yanlış yaptı. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’na ve CHP’ye indireceği darbeden sonra kendini iyice köşeye sıkışmış CHP’nin olduğu ortamda çözüm süreciyle daha rahat uğraşabileceğini düşündü. Ama 19 Mart’ta yarattığı ortamla beraber çözüm sürecini çok ciddi bir şekilde riske attı. Çok kabaca PKK ile barışırken CHP ile savaşıyor. Bu olabilecek bir şey değil. Yürümüyor. Bundan sonra da yürümeyecek.”

Öcalan’ın da Devlet Bahçeli’yi kendisine muhatap aldığını söyleyen Çakır, “Erdoğan karşıtı bir şey söylemiyor belki ama ondan çok da fazla memnun olmadığı belli. Yani özellikle Meclis’teki komisyon konusunda öfkeli bir şekilde Bahçeli’ye mektup yazıyor. Yani bunu mektubu Erdoğan’a yazmıyor. Burada bir sorun var: Öcalan’ı Devlet Bahçeli muhatap olarak gördü. ‘Kurucu önder’ dedi ve ısrarla söyledi. Ve cuma günkü silah yakmanın ardından bir kere daha kendisine teşekkür etti. Öcalan’a Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirini yolladığını biliyoruz” dedi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır yorumladı: Erdoğan çözüm sürecinin neresinde?

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşma yaptı. ‘‘Tarihi olacak’’ dendi, olmadı ama önemli bir konuşmaydı tabii ki. Ağırlıkla yeni çözüm sürecini ele aldı ve orada birtakım mesajlar verdi. İzlemişseniz dün 8 ayrı konukla 2 saatlik bir yayında bunu yorumladık. Ben de arada birtakım görüşlerimi dile getirdim ama bugün daha derli toplu bir yayın yapmak istiyorum. Bu Türk, Kürt, Arap birlikteliği meselesine kısaca değineceğim ama o konuda bugün Medyascope’ta başlı başına o konunun bir yazısı olacak, daha doğrusu oldu. Onu da okuma imkânınız olursa sevinirim. Başlıkta dedim ki: Erdoğan çözüm sürecinin neresinde? Şimdi normalde Erdoğan’ın bu çözüm sürecinin en başında olması lazım. Onun yürütüyor olması lazım. Ama şu ana kadar Erdoğan’ı daha geri planda gördük. Devlet Bahçeli daha ön planda gözüktü ve bu konuda biliyorsunuz Ekim ayından beri değişik rivayetler var, değişik analizler var. Kimisi ‘‘danışıklı dövüş’’ diyor. Kimisi ‘‘iyi polis, kötü polis’’ diyor. Kimisi ‘‘iki farklı bakış açısı’’ diyor. Benim başından itibaren görüşümü şöyle özetliyorum: Devlet Bahçeli daha çok devletin bekasını, Erdoğan ise kendi iktidarının bekasını önceliyor. Ama bu iki şeyi birbirlerine match etme, yani birbirleriyle uyumlama imkânı da olabilir belki. Bu olabilirdi belki ama Erdoğan garip bir şekilde 19 Mart’ta, yani çözüm sürecinin belli bir tempoyu yakaladığı 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’ın o tarihi açıklamayı yaptığı bir anda, kısa bir süre sonra o büyük operasyonu başlattı ve bu operasyon sürüyor. Daha da devam edeceğe benziyor. Dolayısıyla burada şöyle bir yaklaşım daha fazla var bence, benim daha doğrusu düşüncem şu: Erdoğan 19 Mart’ın kolay bir iş olacağını düşündü. Çok büyük bir yanlış yaptı. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’na ve CHP’ye indireceği darbeden sonra iyice köşeye sıkışmış bir CHP’nin olduğu ortamda çözüm süreciyle daha rahat uğraşabileceğini düşündü. Ama 19 Mart’ta yarattığı ortamla beraber çözüm sürecini çok ciddi bir şekilde riske attı. Çok kabaca, PKK ile barışırken CHP ile savaşıyor. Bu olabilecek bir şey değil. Yürümüyor. Yürümedi. Bundan sonra da yürümeyecek. Ve bu nedenle de Erdoğan bütün enerjisini 19 Mart’a ya da büyük kısmını 19 Mart’a hasredip diğer konuyu geri planda tuttu. Tabii bu arada bölgedeki gelişmeler, İsrail-İran savaşı falan, işler iyice karıştı ama bir yandan da süreç yürüdü. Öcalan’la yapılan görüşmeler bayağı mesafe katetti. Fesih kararı, ondan sonra da önceki gün yaşanan olay, cuma günü yaşanan olay, silah yakma olayı vesaire bir yandan da yürüdü. Ama burada Erdoğan’ın çok da belirleyici bir rol oynamak istemediğini, bu olayın esas sahibi olarak gözükmek istemediğini gördük. Nitekim benim cuma günü Abdullah Öcalan’ın Bahçeli hakkındaki görüşleri üzerine yaptığım haberde de görüldüğü gibi Abdullah Öcalan esas muhatap olarak kendisine Devlet Bahçeli’yi alıyor. Erdoğan karşıtı bir şey söylemiyor belki ama ondan çok da fazla memnun olmadığı belli. Yani özellikle komisyon konusunda, Meclis’teki komisyon konusunda öfkeli bir şekilde Bahçeli’ye mektup yazıyor. Yani bu mektubu Erdoğan’a yazmıyor. Burada bir sorun var. O sorun da şu. Öcalan’ı Devlet Bahçeli muhatap olarak gördü, ‘‘kurucu önder’’ dedi ve ısrarla söyledi ve cuma günkü silah yakmanın ardından bir kere daha kendisine teşekkür etti. Öcalan’a Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirini yolladığını biliyoruz. Onun hakkında DEM Parti heyetine birtakım sözler ettiğini, yıllarca idamı için çalıştığını ama şimdi bu noktaya gelmiş olduğunu söylediğini biliyoruz. Burada ilginç bir şekilde sürecin üç tane aktörü var. Bu aktörlerden Bahçeli ve Öcalan arasında bir uyum var. Erdoğan, Öcalan’ı muhatap almıyor doğrudan. Tabii ki Milli İstihbarat Teşkilatı başta olmak üzere devlet üzerinden onunla temasta ve bütün gelişmeleri herhalde anbean izliyor. Buna karşılık Devlet Bahçeli ile hep uyum içerisinde olduğu görüntüsü veriyor. Buna çok özen gösteriyor. Dünkü konuşmada da bu vardı. Ama ortada gerçekten zor bir durum çıkıyor. Bunun taşıyıcısı kim? Nitekim geçtiğimiz günlerde Devlet Bahçeli ne dedi? “Bu terörsüz Türkiye bir devlet politikası oldu. Devletin başı bu yükümlülüğü almalı” dedi. Bu Erdoğan’a bir çağrıydı. Şimdi dünkü konuşmayı bunun ilk ciddi çıkışı olarak gördük. Evet, gerçekten Erdoğan ilk kez bu konuda net bir şekilde kendisinin aktör olduğunu, esas aktör olduğunu söyledi. Ama bu arada yaptığı konuşmada esas ağırlığı Kürt olmayan kamuoyunun kaygılarını gidermeye yönelik yaptı. Kürt kamuoyunun beklentileri ve Kürt hareketinin yani Öcalan’ın, PKK’nın, çünkü iş orada kopuyor, silah bırakma, yakma oldu ama daha süreç yeni başladı. Bu olacak mı? Olması için bir şeyler olması lazım. Birtakım işaretler olması lazım. Erdoğan’ın bu konuşmada o işaretleri vermediğini ya da tam olarak vermediğini düşünüyorum. Bu, Kürt hareketi için bir sorun yaratmıyor olabilir. Fakat şunu biliyoruz ki Kürt kamuoyunda “Biz ne elde edeceğiz?” sorusu var. Erdoğan bir kardeşlik meselesi çizdi. Devletin geçmişteki uygulamalarını çok ciddi bir şekilde eleştirdi. İnkar politikalarını eleştirdi. Çözüm sürecine karşı olanların gerçek milliyetçi olmadığını söyledi vesaire ve bir kardeşlik, Malazgirt, Kurtuluş Savaşı vurgusu yaptı ve başta da söylediğim gibi işin içerisine bir de Arapları kattı. Yani Türk, Kürt, Arap kardeşliği bölgede, böyle bir şey çizdi. Ama burada bence esas sorun, Erdoğan ‘‘eşit vatandaşlık, herkes birinci sınıf vatandaş’’ derken hâlâ Kürtlere bir şey bahşediyor gibi davranıyor, yani devlet ağzıyla konuşuyor. Tamam, devlet ağzıyla konuşur ama birtakım incelikler var. O inceliklere çok riayet ettiğini düşünmüyorum. Özellikle Öcalan’ın İmralı Heyeti’yle yaptığı görüşme notlarına falan baktığımız zaman nelerden, ne tür beklentilerden söz edildiğini görüyoruz. Ki bu beklentiler çok olağanüstü büyük beklentiler değil, hani federasyon, özerklik falan bunlar yok zaten. Öcalan zaten bunlardan çoktan vazgeçti. Ama onun ötesinde şöyle bir hava var: Kürt hareketi, Öcalan dahil, Kandil ve onlara destek veren insanlar sanki devlete teslim olmuşlar gibi bir havada bu sürecin ilerlemesini istemiyorlar. Tamam, Erdoğan diyor, “pazarlık yok, müzakere yok, al ver yok” ama sadece alıp hiçbir şey vermeyen… Yani şunu dedi: “Bize yanaşana biz de her türlü şeyi sunarız” dedi ama bunların hepsi muallak. Ve en önemlisi Erdoğan’ın aylardır askıda bıraktığı komisyon meselesi. Hâlâ net değil. Dünkü konuşmadan bu konuda bir netlik göremedik, bir takvim de göremedik. Sonuçta Erdoğan hâlâ bu olayın sahibi olarak çıkıyor karşımıza; ama özellikle Kürt tarafının, Kürt hareketinin ve bence bir ölçüde de Devlet Bahçeli’nin beklediği adımları, dili tam olarak kullanmıyor. Hâlâ Erdoğan’ı tereddütlü gördüm ve hâlâ bu sürece tam olarak, nasıl söyleyeyim, kendini angaje etmek istemediğini, hep bir temkinli – ki bu temkinli meselesini kendisi daha önce de kullanmıştı – davrandığını görüyorum. Tabii ki temkinli davranacak ama herkes temkinli davranırsa, herkes bir ayağı debriyajda ya da frende giderse hiçbir yere varamayız. Bu saatten sonra olabilecek en kötü şey, bu sürecin başlayıp bitmesidir. Geçen seferki süreç bittikten sonra Türkiye çok kötü şeyler yaşadı. Bu sefer bunun bir daha yaşanmaması gerekiyor ve Erdoğan’ın elini taşın altına daha fazla bence sokması gerekiyor. Dün itibarıyla ben bunu görmedim. Tabii ki önemli şeyler söyledi; ama bunların sürece olumlu önem atfedenleri tam tatmin ettiğini sanmıyorum. En azından başından itibaren bu sürece inanan, isteyen ve bu yönde yorumlar yapan birisi olarak Erdoğan’ın bu konuşma metnini kim hazırladıysa, onların bu kadar aşırı temkinli, aşırı dikkatli davranacağız diye cuma günü yaşanan havayı bir ölçüde, tam anlamıyla değilse de bir ölçüde de söndürmüş olduklarını bir not olarak düşmek isterim.Bu yayını kime atfediyorum? Bu yayını Erdoğan’ın o söylediği ‘‘Beyaz Toroslar, faili meçhuller’’ vesaire diye anlattığı devletin, derin devlet uygulamalarının en bilinen mağdurlarından Musa Anter’e adamak istiyorum, ithaf ediyorum. Kendisiyle tanışmadım ama hep bildim. 1992 Eylül’ünde, 20 Eylül’de Diyarbakır’da kaçırıldı, katledildi; kandırıldı, kaçırıldı, katledildi. O sırada galiba 72 yaşında, 70’in üzerinde bir aydındı, bir yazar, gazeteciydi aynı zamanda ve gerçekten Kürt hareketi için çok önemli bir isimdi. Ama bir anlamıyla da entelektüel kimliğiyle Kürt sorununu Kürt olmayanlara aktarma gibi önemli bir fonksiyonu vardı Musa Anter’in. Şimdi Öcalan’ın en son yazdığı bir manifestodan bahsediliyor biliyorsunuz, yeni yazdığı. Bir şekilde ondan haberdar olan bir tanıdığımla konuşurken, Musa Anter’den bahsederken Öcalan’ın orada Musa Anter’den bahsettiğini söyledi ve bana yolladı. Orada demiş ki Öcalan: “Yıllar önce İstanbul’da Musa Anter’i ilk kez, ilk ve son kez orada gördüm. Bize, ‘Devletle sol birbirine girmiş. Biz bu ortamdan faydalanarak aradan sıyrılıp gelişme sağlayabiliriz. Sağ sol çatışmasından dolayı biz kendimiz için bir çatlak bulup arada sıyrılalım’ dedi’’ demiş. 70’li yıllarda bunu söylüyor. Ve Öcalan onun için, ‘‘Belki de II. Dünya Savaşı’ndan sonra tek ciddi yurtseverdi. Tek başına bir parti gibi hareket etti. Yarım asır bir parti gibi davrandı’’ demiş. Çok ilginç birisi. Çok tanışmak isterdim. Kürt davasına diyelim, öyle diyelim, kendini adamış birisi ama aynı zamanda herkese hitap etmeyi bilen birisiymiş Musa Anter ve kalleşçe öldürüldü. Kimin öldürdüğü belli. Bu devletin bir operasyonuydu. Bu yüzleşmelerin ardından devlet tarafından bu tür olayların tekrar üzerinden geçilip bu konularda gereğinin yapılmasını da Erdoğan’dan beklemek tüm vatandaşların hakkı. Çok kişi bu yolda katledildi. Mesela Pervin Buldan, Erdoğan bugün teşekkür etti, onun eşini de yıllar önce yine derin devlet operasyonu sonucunda katlettiler. Çok isim var. Vedat Aydın var. Birçok isim var. Türkiye’nin bunlarla yüzleşmesi lazım. Ama bunlarla yüzleşmenin yolu bir iki cümle ederek, “tamam, bu olay kapandı” olarak gidemez. Bunlarla gerçekten devlet, Türkiye’de eşit vatandaşlık iddiası varsa, Türk, Kürt birlikte herkesin eşit olarak yaşayacağı bir Türkiye vadediyorsa bu yüzleşmeleri de pekala Musa Anter cinayetinden başlayarak yapmak zorunda diye düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.