Sarkis Kassargian anlattı: Suriye’de ABD, İsrail ve Türkiye faktörü

Sarkis Kassargian, Suriye’de ABD, İsrail ve Türkiye faktörünü Ruşen Çakır’a anlattı. Kassargian, Dürzilerin direnişini, Kürtlerin pozisyonunu ve Suriye’deki son gelişmeleri değerlendirdi.

Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, Suriye hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında Paris’te yapılması beklenen toplantının, “tam entegrasyonun sağlanması hedefiyle yürütülen müzakereler kapsamında” gerçekleşeceğini söyledi. Yetkili, “SDG ile imzalanan anlaşmanın uygulanmasında ilerleme yok” dedi.

Suriye Dışişleri Bakanlığı Amerika İşleri Dairesi Başkanı Kuteybe İdlibi, 10 Mart’ta Şam ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasında herhangi bir ilerleme kaydedilmediğini belirtti. İdlibi, dün Suriye devlet haber kanalı El-İhbariyye’ye yaptığı açıklamada, “SDG’nin Deyrizor vilayetinin kaynaklarına el koyduğunu” söyledi.

Sarkis Kassargian anlattı: Suriye'de ABD, İsrail ve Türkiye faktörü
Sarkis Kassargian anlattı: Suriye’de ABD, İsrail ve Türkiye faktörü

ABD ve Fransa’nın “Suriye’nin birliğini koruyacak adımların tamamlanmasının gerekliliğine inandığını” vurgulayan İdlibi, “Paris’in, Suriyelilerin istediği çözüme ulaşmak için SDG üzerinde baskı kurmaya hazır olduğunu gösterdiğini” ifade etti.

Suriye’de doğu ve kuzeydoğu vilayetlerini büyük oranda kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Suriye’deki yeni yönetim 10 Mart’ta anlaşma imzaladı.

Suriye’de Özerk Yönetim ile Şam arasındaki farklılığin herkes için anlaşılır olduğunu söyleyen Kassargian, 10 Mart’ta imzalanan anlaşmaya değindi. Kassargian, “Bu sorunlar artık bir bir ortaya çıkıyor” dedi. Kassargian, taraflar arasındaki temel farkların yalnızca yönetim modeliyle sınırlı olmadığını vurguladı: “İki tarafın insana bakışı, siyasi kanaatleri, hatta sosyoekonomik her faktörde çok büyük bir ayrılık var.”

Videoda, azınlıklar arası ilişkiler ve özerklik tartışmaları gündeme geldi.Ruşen Çakır’ın ‘Suriye’de azınlıklar arsında teorik olarak ittifak var mı?’ sorusuna Kassargian videoda geçmiş tarihlerden örnek vererek anlattı. Sarkis Kassargian, “Dürziler, Suriye’de en çok İsrail karşıtı azınlık. Hatta en çok Arap kimliğine sadık bir azınlık. Fransız işgaline karşı direnişin başındaki kişi Dürzi. Dürziler, dağlarda yaşadıkları için, kendi dini inançlarından yola çıkarak, reenkarnasyona inandıkları için en güçlü savaşçılar olarak bilinirler. Öbür taraftan Alevilere bakarsak, Esad döneminde Kürtlerin özerk yönetim taleplerini reddeden kitleydi. Şimdi bakıyoruz, gruplara bakıyoruz Suriye’de özerklikten başka çözüm yok diyorlar.” dedi.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Sarkis Kassargian: Merhaba. Vallahi Lübnan’da internet de her şey gibi o kadar kötü ki yapamadık yani. Hatta benim kanalımda da yayın yapamadım ama bu arada çok gelişmeler oldu. Haklısın Ruşen abi.

Ruşen Çakır: Evet, çok konuşacaktık. Sen Salih Müslim röportajı mı yaptın?

Sarkis Kassargian: Evet.

Ruşen Çakır: Demin Arzu Yılmaz ondan çok övgüyle bahsetti. İzlememişsen söyleyeyim dedim. Çünkü ben seninle de yayın yapacağımı yayında söyleyince özel olarak ona, o röportaja ve bugün Rudaw‘da çıkan İlham Ahmed röportajına, ki o da çok önemli, değindi. Şimdi, Sarkis, ne oluyor, ülkeniz, Suriye ne durumda?

Sarkis Kassargian: Ruşen abi, şimdi Salih Müslim röportajı aslında niye bence çok önemliydi? Çünkü aynı İlham Ahmed ve öbür yetkililerin söyledikleriyle örtüşüyor. Yani genel anlamda bu iki üç gündür, dört gündür ister SDG kanadından ister Özerk Yönetim kanadından çıkan açıklamalar hemen hemen hepsi aynı fikirler üzerinde duruyor. Onun için birkaç gün önce Salih Müslim’in bunu söylemesi bence önemliydi ama şimdi artık zaten tekrarlandı. Şimdi Suriye’nin sorunu, nasıl diyelim, daha açık bir şekilde Şam’la Özerk Yönetim arasındaki farklılık artık herkes için anlaşılır oldu. Yani 10 Mart bildirisinde ya da o uzlaşmada seninle programda şey demiştik, hatırlarsın, ”Evet, bir uzlaşı oldu” demiştim ama ‘‘Aradaki fark çok büyük, detaylarda çok büyük sorunlar yaşanacak’’ demiştim. Şimdi bu sorunlar artık bir bir ortaya çıkıyor. Yani iki taraf da ister kendi gönlü istediği için ister Amerikan baskıları nedeniyle, ki ben ikinci ihtimali daha güçlü görüyorum, bir uzlaşıya varmak istiyor ama aradaki fark büyük. Yani sorun yalnızca Suriye nasıl yönetilecek, işte adem-i merkeziyetçilik mi olacak, yoksa özerk yönetimler sistemi mi olacak falan değil, ondan da daha büyük. İki tarafın insana bakışı, görüşleri, siyasi kanaatları, hatta sosyal, ekonomi, her faktörde çok büyük bir ayrılık var. Şimdi tabii ki bir tarafın taviz verip de öbür tarafın dik durmasıyla bu sorun çözülmez. Yani iki tarafın da isteklerinden, görüşlerinden taviz vermesi gerekiyor. Ama daha da önemlisi bence, Amerika ve Batı bu konuya nasıl bakıyor ya da Suriye’deki çözümü nasıl görüyor? Çünkü — ben böyle bir kanaate vardım zaten, yani yeni değil, birkaç aydır — eğer doğrudan bir müdahale olmazsa Amerikalılar ya da Batı tarafından ve bir yol haritası çizilmezse Şam’la Özerk Yönetim’in bu şartlarda bir anlaşmaya varması çok zor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Burada anladığım kadarıyla zaten Şam’ın tek sorunu Kürtlerle değil. Alevilerle sorun yaşadı, bir katliam yaşandı. Geçen Bedevi Araplar, Dürziler olayında Bedevi Araplar lehine müdahil oldu. Şöyle bir şey var, seninle yaptığımız bütün yayınlarda, bu eş-Şara’nın, HTŞ’nin iktidara gelmesiyle beraber biliyorsun Batı’dan sürekli bir çoğulculuk vurgusu vardı. Yani hatta hem azınlıklar hem de kadınlar meselesini bir şart olarak, ön şart olarak koşuyorlardı. Ama şimdi Trump yönetiminin sanki biraz elini serbest bırakmış gibi görüyorum eş-Şara yönetiminin ve işte yaptırımların kaldırılması, terör listesinden çıkarılması falan gibi ondan gelen sanki bir özgüven artışı. Bu benim dışarıdan, uzaktan bakışım. Abartıyor muyum?

Sarkis Kassargian: Yok. Çok doğru söylüyorsun Ruşen abi. Böyle Amerika’nın doğrudan bir desteği var. Hatta dile getirdiği o başlıkları artık duymuyoruz; yani demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, kadın hakları falan. Ama onlar zaten, nasıl diyelim, bir siyasi söylemdi. Yani işin özü Amerika için İran’ın bölgede olmaması, İsrail’in güvenliği ve hem Türkiye’yi hem de Körfez ülkelerini kışkırtmayan, memnun eden bir çözüm istiyordu Amerika. Yani, sen de bilirsin, Amerika müdahalesini demokrasi üzerinden yapar ama neticede o kadar da demokrasi işi falan, onun üstünde durmaz. Yani bunu başka ülkelerde de gördük. Zaten Amerika’nın bölgedeki müttefiklerine bakarsak o kadar da demokrat ülkelerden falan bahsedemeyiz. Ama sorun şurada; şimdi Amerika bir yandan baskı yapıyor, doğru, ama öbür tarafta da Amerika öyle yeşil ışık yakmamış ya da beyaz çek vermemiş Suriye hükümetine. Mesela Trump işte yaptırımların kaldırılmasını ilan etti, ”Artık kaldırıyorum yaptırımları.” dedi Ve o Sezar Yaptırımları – ki bunlar en sert yaptırımlar, yani Esad’ı hemen hemen çökerten faktör Sezar Yaptırımları’ydı – şimdi Sezar yaptırımları kendi yetkisi üzerine 6 aylık durdurdu. Ama Trump’ın bu yaptırımları kaldırma yetkisi yok; çünkü bu yaptırımlar yürütme yetkisiyle değil, yasama yetkisiyle kaldırılabilir. Mesela şimdi kongrede bu yaptırımların iki sene daha devam etmesini öneren bir kanun var ve bu kanun mali konseyden geçti. Yani kongreye artık sunulacak ve çok büyük ihtimalle kongreden de geçecek. Çünkü o mali konseyden geçmesi zaten bunun bir işaretiydi. Yani Amerika bir taraftan destek veriyor ama öbür tarafta Amerika, artık derin devlet mi diyelim, Amerikan mekanizması mı diyelim, o kadar da böyle Şara’ya ya da yeni hükümete güvenç göstermiyor. Öbür taraftan mesela birçok vaatlarda bulunuldu Suriye ile ilgili. Mesela hatırlarsın yine, Türkiye işte elektrik verecekti, Katar gaz verecekti, ondan sonra Azerbaycan gaz verecek diye konuşuldu. İşte Suudi Arabistan’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden, Katar’dan para yardımları gelecekti falan ama sahada hiçbir şey yok. Yani mesela biraz önce konuştum, programa çıkmadan önce birkaç kişiyle konuştum; Şam’da bu yazda, ki Şam şimdi çok çok sıcak, 8-9 saat elektrik kesintisi var. Yani 1 saat geliyor, 9 saat kesiliyor mesela. Yani en hayati, böyle günlük yaşamla ilgili sorunlar bile çözülmedi. Şimdi, ‘‘Türkiye ya da Katar bunların çözülmesini istemiyor’’ anlamında bir cümle kurmuyorum burada ama bu yaptırımların olması, hatta bence masa altından biraz Amerika’nın baskıları olması nedeniyle bence bu ülkeler istedikleri gibi yardımda bulunmuyorlar. Hatta mesela bir örnek daha verelim. Türkiye bundan önce, iki ay önce yaklaşık, Nisan’da mesela Suriye’de askeri bazı hava üsleri konuşacaklarını, orada askeri uçaklar bulunduracağı falan o anlamda bir açıklama yaptı ya da iktidara yakın medyada böyle makaleler yer aldı. Şimdi iki ay geçtikten sonra birkaç gün önce ancak Türkiye Suriye’ye bir savunma desteğinde bulunacağını açıkladı. Yani savunma desteğiyle orada, sahada asker bulundurma farkı çok büyük. Yani bu anlamda bile Türkiye böyle o kadar rahatça Suriye’de adımlar atamıyor. Evet, bu adımları atmamasının nedenlerinden birisi de mesela Körfez ya da bölge ülkelerini kışkırtmamak ya da ‘‘Suriye artık tümüyle kontrolümün altına geçti’’ imajı vermemeye çalışıyor Ankara. Çünkü bu artık o ülkelerin finansal desteğinin gelmeyeceği anlamına gelir. O da tabii ki hem Suriye’deki iktidarı riske sokar hem de Türkiye için umut ettiği oradan, Suriye’nin yeniden inşasından nemalanma planları da suya düşer. Ama aynı zamanda bence hem Amerika hem İsrail faktörü burada çok etkiliyor.

Ruşen Çakır: İsrail’i sormak istiyordum zaten. Şimdi Dürziler meselesinde çok acayip şeyler oldu. Seninle konuşamadık, sen çünkü Lübnan’da çile çekiyordun o sırada. Şimdi Dürziler Bedevi Araplarla çatışıyor. Şam yönetimi Bedevi Arapların lehine Dürzilere karşı tavır alıyor. Bunun üzerine İsrail Dürzilerin yanında tavır alıyor ve gidiyor Şam’daki Genelkurmay Başkanlığı’nı ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı havadan, değil mi, bombalıyor.

Sarkis Kassargian: Evet.

Ruşen Çakır: Bunlar yani böyle bilim kurgu filmlerinde falan olur. ”Ne alaka?” diyorsun ama doğrudan şey diye söyledi hatta ”Bizim Dürzi vatandaşlarımız var, onların soydaşı” gibi şeyler de söylediler. Ama doğrudan İsrail Suriye’ye, daha önce de yapmıştı, bu gerekçeyle ya da bahaneyle yine müdahil oldu ve Suriye buna hiçbir şekilde cevap veremedi.

Sarkis Kassargian: Evet. Şimdi bunu burada biraz açmak istiyorum. Böyle daha detaylı anlatayım ki daha anlaşılır olsun. Şimdi önce bu Bedevilerle ilgili konuda şunu söylemeliyim. Evet, orada Süveyda’nın yakınındaki Bedeviler bu sorunu yarattı diyelim ya da bu ateşi, yani bu mücadeleyi başlattı ama sonradan olanlar artık böyle Bedevilerle Dürziler arasında bir savaş değildi. Yani orada Şam doğrudan Bedeviler başlığı altında müdahale etti. Mesela bende bulunan ve ayrıca işte eskiden Esad’a muhalif olan Londra’daki İnsan Hakları Gözlemevi, hatta birçok başka gözlemevi orada yayınladığı videolarda şunu tespit etti; yani Şam’a bağlı güçler işte kamuflaj kostümlerini çıkartarak o Bedevi giysileri giyerek bu savaşa doğrudan müdahil oldular. Yani Bedevilerle Dürziler arasında çıktı ama Bedevilerle Dürziler arasında bir savaş değildi. Ondan sonra zaten Şam doğrudan müdahale etti. Bu önemli, yani bu savaşın nasıl ilerlediğini göstermek için. Onun için ‘‘İsrail ondan sonra niye girdi?’’ sorusuna cevap veririz. İkincisi de Dürzilerin bir özelliği var. Dürziler aslında İslam’ın bir kanadı tabii ki ama bildiğimiz o klasik Sünni ya da Şii İslam anlayışından çok farklı bir anlayışları var İslam dinine. Onun için böyle biraz kapalı bir azınlıklar. Şu anlamda söylüyorum, yani mesela Dürziler dışarıdan çok nadir evlenirler, genelde bir Dürzi erkek Dürzi kadınla evlenir. Şimdi Suriye’de sayıları az olduğu için mesela Suriyeli bir Dürzi Lübnan’dan bir Dürzi kadınla evlenebiliyor. Tersi daha çok, yani Lübnan’daki Dürzilerden çoğu Suriye Dürzi kadınlarıyla evlenebiliyor. Hatta Ürdün’le aynısı, Filistin ve İsrail’le aynısı. Onun için mesela bir örnek vermek istersek, benim tanıdığım arkadaşlarım var Lübnan’dan. Mesela onların ailesinden birçoğu Suriye’de öldü. Yani mesela konuşursun, der ki, ”Dayım bugün öldü.” ”Dayın Suriyeli mi?” ”Evet, benim annem Suriyeli ya da annemin ailesi Suriyeli.” Şimdi onun için Süveyda’da mesela bir katliam yaşandığında bunların uzantılarını hem Ürdün’de hem Lübnan’da hem de İsrail’de görebiliyoruz. Yani bir örnek vermek istersek mesela Lübnan’daki Saoufar köyü üç Dürzi ailesinden ibaret. Bu üç Dürzi ailesinin Suriye’de köyü var, yani her ailenin bir köyü var Suriye’de. Yani tüm köyü aynı aileden oluşuyor. Şimdi o ailelerden birisi Şeyha olan ailesi, Nicran’da katliama uğradı. Nicran köyü tümüyle katliama uğradı Süveyda’da, küçücük bir köy tabii ki. Şimdi bunun etkisi nerede yaşandı? Lübnan’da yaşandı. Çünkü o aile artık birçok akrabasını kaybetti. Onun için İsrail bunun üzerinden o söylemi geliştirebiliyor. İşte, ‘‘benim Dürzi vatandaşlarım’’ dediğinde, çünkü ‘‘benim Dürzi vatandaşlarım’’ dediği en azından dayıları, amcaları, amcalarının oğulları falan Süveyda’da yaşıyordur, o kesindir. Hatta daha da biraz detayına girersek Golan’daki Dürzilerle Süveyda’daki Dürziler aynı aileler. Aşiretten bahsetmiyorum, doğrudan aileden bahsediyorum. Şimdi İsrail niye müdahale etti? Çünkü Şam böyle bir oyun oynadı. Yani çok böyle basit, hatta sade bir oyundu. İşte, ‘‘Bedevilerle çatışmalar başlar, biz de deriz ki, ‘Bedevilerle Dürziler arasındaki bu çatışmaları bitirmek için silahlarla Süveyda’ya gireriz.’’’ İsrail orada şey dedi, ‘‘Şam bizi haberdar etti, girip bu çatışmaları durduracak’’ diye. Ama Şam orada ne yaptı? Tanklarla, ağır silahlarla artık hem girip çatışmaları durdurmak hem de orada kalmak istedi. İsrail mesela ilk günde müdahale etmedi ama ikinci gün artık Şam güçlerinin orada daimi olarak kalacağını gördüğünde vurmaya başladı ve yeniden Şam’a şunu hatırlattı: ‘‘Şam’ın güneyinde tampon bölge var, orada silah bulunduramazsınız Şam hükümeti olarak.’’ Tabii ki Reuters ondan sonra bir soru sordu, yani birçok kişi çünkü aynı soruyu sordu, hatta ben de sordum. Yani Şam İsrail’le koordinasyonsuz böyle bir adım atabilir mi? İmkansızdı çünkü. Acaba ne oldu? Ben ilk günde şey dedim, ‘‘Artık Şam’la Tel Aviv uzlaştılar Bakü’de galiba.’’ Ama sonradan Reuters‘a göre, hatta birkaç Suriyeli analiste göre orada bir, anlaşmazlık demeyelim, Suriye’nin ya da gelenlerin biraz da böyle acemiliği diyelim, diplomaside. İşte, ‘‘Bakü’de İsrail’le masaya oturduk, artık İsraillilerle müzakere sürüyor, bu arada biz de biraz öne giderek Süveyda’da bulunabiliriz’’ anlamında bir anlaşılmazlık olmuş, bir acemilik olmuş orada gördüğüme göre. İsrail de çıkıp sert olarak ”Ben size demiştim, buraya girmeyeceksiniz, yine buradan çıkmalısınız” anlamında bir şey yaptı. Dediğin gibi işte Şam’ın tam ortasında Genelkurmay binasını vurdu, Cumhurbaşkanlığı sarayını vurdu. Bunun üzerine Şam hükümeti ”Güçlerimi çektim” diyerek aynı güçleri Bedevi giysilerle yine Süveyda üzerine şey etti. Ondan sonra İsrail, bana ulaşan bilgilere göre, kulislerden ya da dolaylı kanallardan ”Biz oynadığınız oyunu biliyoruz, bu oyun devam ederse sizin için fena olacak” anlamında bir tehdit mesajı yolladı. O tehdit mesajından sonra böyle birdenbire gördük ki Bedeviler çatışmalarını durdurdu. Şam güçleri de Süveyda’ya girmeyerek ama Süveyda’ya çok yakın bölgelerde barikatlar kurarak artık işte sözde ‘‘Bedevilerin Süveyda’ya girişini engelleyeceğiz’’ dediler. Ama Süveyda şehir merkezi, yani Süveyda vilayetinin merkezi olan Süveyda şehri çok büyük katliamlar ve maddi anlamda da çok büyük zarar gördü. Şimdi, ‘‘Bedeviler nasıl şehir merkezine ulaştılar?’’ diye sorarsan mesela, Süveyda’nın böyle bir özelliği var, merkezi olan Süveyda şehri aslında coğrafi anlamda merkezde değil, yani ilk kapıda. Süveyda’ya girerken ilk şehir merkezine girersin, ondan sonra köylere ulaşabilirsin. Onun için Bedeviler zaten 10 kilometrelik mesafe katederek şehir merkezinde olmayı başardılar. Bedeviler dediğimiz bu anlamda, yine altını çiziyorum, çoğunlukla Suriye hükümeti güçleriydi ama Bedevi başlığı altında. 

Ruşen Çakır: Paris’te, Amerika ve Fransa’nın aracılığıyla İsrail ve Şam yönetimi bu konuda anlaşmış anlaşılan. Dolayısıyla Dürzilere bir müddet en azından bir şey olmayacak gibi gözüküyor. Şunu sormak istiyorum, çok şey gördüm ama bunlara çok emin olamıyorum. Mesela ‘‘Dürziler Kürtlere sempatiyle bakıyor’’ deniyor. Şimdi İlham Ahmed’in röportajında da o Dürzilere yönelik çok olumlu şeyler söylüyor, çok sempatik şeyler söylüyor. Benzer bir olay Alevilerin yaşadığı katliam sırasında da Kürtler bir şekilde hassasiyetlerini belirttiler vesaire, müdahil olmadılar ama birtakım mesajlar verdiler falan. Şunu söyleyebiliyor muyuz, bu Suriye’deki azınlık grupları arasında somut olmayan ama teorik olarak en azından diyelim, bir ittifak gibi bir şey mi var? Yani böyle aynı dertten muzdarip olmanın getirdiği bir şey mi var?

Sarkis Kassargian: Vallahi Ruşen abi, zaten Şam söylüyor, ”Azınlıklar ittifakı, Şam’a, bize karşı komplo kurmaya çalışıyorlar” falan diyor. Ama ben burada bir somut örnek vereceğim, siyaseten nasıl hatalarla kaybedebilirsin anlamında. Dürziler mesela Suriye’de en çok İsrail karşıtı azınlık. Bu bilinir yani. Hatta en çok Arap kimliğine böyle sadık ve biraz radikal, fanatik olan azınlık. Mesela Fransız işgaline karşı direnişin başı Sultan Basha al-Atrash Dürzi ve bu direnişi Dürziler başlattı. Şimdi Dürzilerin böyle bir özelliği var, hem dağlarda yaşadıkları için hem de kendi dini inançlarından yola çıkarak insanın ölmesiyle yeniden ruhun başka bir yerde yeniden doğacağına inandıkları için Dürziler böyle, nasıl diyeyim, en güçlü savaşçılar olarak bilinirler tarihte. Mesela Fransızlara karşı direnişi Dürziler başlattılar. Hatta 1982’de İsrail işte Golan tepelerinin işgalinden sonra ‘‘artık Golan’daki Suriyeliler İsrail vatandaşı olacak’’ yasası üzerine Dürziler orada bir kampanya başlatarak İsrail kimliğini reddettiler. Ve senelerce orada, Golan’da doğan Dürziler mesela üniversiteye gidemiyorlardı İsrail’de, çünkü kimlikleri yoktu. Çünkü İsrail kimliğini reddediyorlardı. Hatta ondan sonra Birleşmiş Milletler kanalıyla bir anlaşma oldu ve o Dürziler, Golan Dürzileri gelip Şam’da eğitim alıyorlardı. Yani mesela ben Şam’da eğitim alıp da Golan’a dönen birçok Dürzi, Suriyeli Dürzi tanıyorum. Şimdi Dürziler böyle bir topluluk. Öbür taraftan Alevilere bakarsak, mesela Esad döneminde Aleviler en çok Kürtlerin özerk yönetim taleplerini reddeden kitleydi. Şimdi bunlara bugün bakıyoruz, Aleviler, Dürziler, Özerk Yönetim, Hristiyanlar, hatta birçok ılımlı Sünni, ‘‘Artık Suriye’de özerklikten başka bir çözüm yok’’ diyorlar. Yani Şam’ın bu kadar merkeziyetçi, hem merkeziyetçi siyasetler hem de ötekini, öbürünü dışlayan siyasetler sonunda artık bunlar daha çok organize anlamda bir araya gelmeye başladılar. Yani mesela şimdi Amerika’da lobicilik yapanlar mesela yalnızca artık Özerk Yönetim, Aleviler, Dürziler değil, ılımlı Sünniler de lobicilik yapmaya başladılar. Ya da Hristiyanlar değil, yani Hristiyanlar da yapıyorlar çünkü. Şimdi bu hem Şara’nın hem Şara’yı destekleyenlerin işini daha da zorlaştırıyor bir yandan. Öbür taraftan da Amerika için artık Şara önceki gibi Suriye’nin istikrarının tek çözümü olarak görünmüyor. Yani hatta Şara böyle giderse Suriye’nin başını daha da büyük belalara sokacak adam olarak görünmeye başladı, ki bu da zaten bu özerklik konusunu daha da genişletiyor. Bu Paris’teki anlaşmadan bahsettin. Paris’teki anlaşmaya bakarsan, Süveyda’ya özerklik verildi. Yani Süveyda’da Şam’a bağlı emniyet güçleri olmayacak, Şam’a bağlı ordu olmayacak. Süveyda kendi sorunlarını ya da idari anlamda kendini yönetecek. Süveyda’daki işte hükümet daireleri ya da orada bulunan kamu daireleri Süveydalılar tarafından yönetilecek. Bu bir özerklik sonunda. Şimdi bu özerklik ne kadar devam eder? İsrail bu duruşunun arkasında durmaya devam ederse ve buraya Şam girmeyecek anlamında bu söyleminin arkasında durmaya devam ettikçe Süveyda’daki özerklik devam edecek bence. Bu da şu soruyu getiriyor. Biraz önce de Cengiz Çandar’la mülakatını izliyordum ben, orada Cengiz Çandar şey dedi, yani ”Öcalan böyle bir şey talep eder mi?” sorusuna, ”Talebe bağlı” dedi. Bence tabii ki Öcalan’ın büyük etkisi var o özerk yönetimde, hatta SDG’nin başından itibaren Mazlum Abdi’yle başlayan o komuta zinciri üzerinde bu etki çok büyük ama ‘‘Bu şartlarda silahlarınızı bırakın’’ diyecek kadar büyük değil. Bilmem böyle bir şey diyebilir mi Abdullah Öcalan, yani kuşkuluyum bu anlamda. Ama derse bile bunun olmayacağı net. Çünkü silahı bırakan Aleviler katliam yaşadı, silahını teslim etmek istemeyen Dürzilere karşı savaş başladı. Bu savaşta işte Şam’a bağlı güçler artık ”Süveyda’ya girdik” dedikleri anda katliamlar yaşandı. Şimdi bu şartlarda SDG’ye ya da başka birisine nasıl silahı bıraktıracaksın? Amerikalılar da biliyor bunu, Batılılar da biliyor bunu. Evet, baskı yapabilirler ama bu baskılar silah bırakmaya kadar ulaşabilir mi, açıkçası ben kuşkuluyum bu konuda.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Sarkis. Evet, çok önemli şeyler söyledin. Suriye, evet, silahlar… Herkes silahını elinde tutmak istiyor çünkü güvenmiyor değil mi sonuçta?

Sarkis Kassargian: Yani güven yok. Bir de şöyle bir şey var, bir çelişki var bu silah bırakma konusunda. Devlet ne diyor? İşte ”Süveyda’da kanun dışı gruplarla Bedeviler arasında…” diyor. Bedeviler de kanun dışı olmalı çünkü onların da silahı var. Yani Bedevilerin tankları var, işte ağır silahları var. Şimdi silah bırakma süreci konusunda mantıklı olarak eğer böyle bir süreç yürütecekse Şam – ki ben tabii ki inanmıyorum bu söyleme – en azından 2 bin Dürziden mi başlarsın, yoksa dediğin gibi senin verdiğin 20-30 bin Bedeviden mi başlarsın? Yani bu 2 bin Dürzi ateş olsa kendini yakar sonunda. Senin esas riskin bunlardan olmalı çünkü bunların sayıları büyük. Ama Şam da diyor ki, ‘‘Bunlar kontrol altında. Zaten bunlar Şam’ın verdiği şeylerle hareket ediyor.’’ Onun için gidip işte 2-3 bin Alevinin, 2-3 bin Dürzinin silahlarını almak istiyor. Ama ister işte o Türkiye’ye bağlı Suriye Milli Ordusu, ister Bedeviler, ister başka, hatta önceden Nusra olan, işte HTŞ olan, onların silahlarına yanaşmıyor. Onun için de hiç kimse bu şartlarda silahını bırakmayacak diye düşünüyorum ben. Tabii ki şimdi Dürzilerle ilgili İsrail eğer desteğini keserse artık Dürziler teslim olacaktır ama SDG ile ilgili aynı şeyi söyleyemeyiz. Yani Amerika SDG’ye desteğini keserse, evet, SDG çok zor durumda kalır, ister siyaseten ister askerî anlamda, ama SDG sonunda Dürziler gibi 2-3 binlik bir silahlı grup değil. SDG bir ordu sonunda yani. On binlerce silahlısı var, ağır silahları var, 10 yıldır savaşan bir savaş tecrübesi birikimi var. Onun için SDG ile ilgili senaryo Süveyda’dan da hem başka hem de daha zor Şam için bence.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler tekrar, Sarkis Kassargian.