Müslüman feminist ve yazar Berrin Sönmez, Diyanet’in “Haya Allah’ın emri fıtratın gereği” başlıklı hutbede kadınların yaşam tarzına, giyim kuşamına adeta format atan ifadelerin yer almasının ardından başını açtı. Kararını Medyascope’a yazdığı “Ey Diyanet! Fe eyne tezhebun?” başlıklı bir yazı ile duyuran Sönmez dediğini yaptı ve başörtüsünü çıkarttı ve başörtüsü olmadan ilk kez Medyascope yayınına katıldı. Başını açarak bir işaret fişeği yaktığını söyleyen Sönmez “Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi ihtimaline karşı şimdiden başımı açıyorum” diye başlattığı bireysel eylemini “Başörtümü aldım, Diyanet’in ve iktidarın ayakları altına attım” sözleriyle açıkladı. Sönmez başını açma kararının gerekçelerini ve yaşadıklarını Göksel Göksu’ya anlattı.
1 Ağustos’ta Diyanete bağlı 90 bin camide okunan “Hayâ Allah’ın emri fıtratın gereği” başlıklı hutbede bedeni açıkta bırakan elbiseler, vücut hatlarını belli eden kıyafetler tarz ya da imaj değil Allah’ın emirlerini ihlal etmektir dendi ve kadınların yaşam tarzına, giyim kuşamına adeta format atıldı. Bu ifadeler Başı açık kapalı fark etmeksizin toplumdaki kadınları derinden kaygılandırdı ve tepkisine neden oldu. Çünkü Türkiye’nin dört bir yanında dinletildi bu sözler. O tepkiyi gösterenlerden biri de Müslüman feminist ve yazar Berrin Sönmez oldu. Sönmez medyaskopa “Ey Diyanet! Fe eyne tezhebun?” yani “Ey Diyanet bu gidiş nereye?” başlıklı bir yazı yazdı ve o yazıda Diyanet’e “edep yahu” diyerek kişisel bir direniş başlattığını ve başını açacağını duyurdu. Berrin Sönmez dediğini yaptı ve şimdi yayın konuğumuz Berrin Sönmez, merhaba. Evet, başınızı açacağınızı söylediniz ve açtınız. Bugün de ilk kez izleyicilerimiz sizi bu tepkinizi yerine getirmiş olarak ekranlarda karşılarında görüyorlar. Ben sizi çok uzun yıllardır tanıyorum. Kolay bir karar olmadığı muhakkak. Eminim pek çok git geller yaşadınız siz de kendi içinizde ama siz bu kararı aldınız. Ve başınızı açtıktan sonra da ilk kez bir yayına katılıyorsunuz. Önce şunu sormak istiyorum: Aldığınız ilk tepkiler neydi? Peşi sıra da tabii elbette şunu soracağım. Yazdınız gerçi ama okumayanlar da sizden duysunlar, dinlesinler. Sizi böylesi önemli bir eşiğe getiren ne oldu?
Berrin Sönmez: Evet, son kısmından başlayayım sorunun o zaman. Ben uzun zamandır iktidarın böyle bir yaklaşımla kadın bedeni üzerinden politika geliştirmesine, aile politikalarını güçlendirerek aile içindeki kadını ve çocukları görmezden gelmesine karşı teyakkuz halindeydim. Çünkü bunların her biri, bu yaklaşımların her biri iktidarın, kadınların yaşamını zorlaştıran, çocukların aile içinde, ev ortamında ve toplumda güvenliğini — hem kadınların hem çocukların ama daha çok çocukları öncelememiz gerekiyor tabii — güvenliğini zedeleyecek girişimlere yol açma ihtimalini önemsiyorum. Bu ihtimali iktidar hiç düşünmüyor olabilir ama tüm toplumda bunu görüyoruz ki boşanmak isteyen kadına — tabii sadece boşanmak isteyen değil ama — son yıllarda giderek artan kadın cinayetlerinde en yaygın rastladığımız cinayet nedeni olarak kadının boşanmak istemesi ya da boşanması, boşandıktan sonra kendisine yeni bir hayat kurmak istemesi gibi nedenler görüyoruz. Bütün bunlar kadınların yaşamına dair verilen kararlar ve biz bu kararlara karşı direnmek zorundayız. Bu kararları geri aldırmak için adım atmak zorundayız. Diğer taraftan, Diyanet’i de biliyoruz, özellikle ucube sistemi kuruluşundan itibaren. 2017 referandumuyla gelen bir ucube sistem içinde yaşıyoruz, 2018’den bu yana bu sistem uygulamada ve bu sistemin ne demokrasiyle, ne otokrasiyle, ne totalitarizmle falan tam açıklanamayacak, hepsinden bir parça bulunduran ve çok büyük bir toplumsal karmaşaya yol açan bir siyasal sistem olduğunu düşünüyorum. Ve bu siyasal sistem içerisinde devlet kurumlarını ve öteden beri gelen teamülleri, kuralları yok saymak, tek kişinin kararıyla her işi yapmak gibi garabetleri yaşıyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu çerçevede doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlandı ve doğrudan iktidarın propaganda aygıtı haline geldi. Şunu itiraf edelim: Geçmişte Diyanet kurulduğunda da Diyanet iktidarlarla iyi geçinirdi. Bir kamu kurumuydu. İktidarlarla iyi geçinirdi. Kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırırdı. Öyleydi yani, halk arasındaki söyleyişle belirteyim. Ama şimdi tam olarak can-ı gönülden çalışan bir propaganda aygıtı olarak görüyoruz biz Diyanet’i.
Burada şunu söylemek mümkün o halde. Devletin resmi ideolojisinin, siyasi söyleminin adeta dile gelişi ya da vatandaşa iletilme yöntemi. Hutbe için de bunu söyleyebilir miyiz?
Berrin Sönmez: Tabii ki vatandaşa iletilme yöntemi gerçekten de, çünkü girerken senin de belirttiğin gibi 90 bin cami var. Toplumun tüm kılcal damarlarına ulaşan ve son yıllarda giderek artan personel sayısıyla ve giderek yükselen bütçesiyle tüm toplumu şekillendirme potansiyeline sahip olan bir kurumdan bahsediyoruz. Üstelik de bütün suçları bayrağın arkasına, bütün günahları dinin arkasına saklayan bir yaklaşımla. Hiçbir şekilde bu Diyanet’in hutbelerinde biz yapılan yolsuzluklara itiraz, kadın cinayetlerine itiraz, çocuk istismarına itiraz görmüyoruz. Ama sadece kadına, çocuklara, topluma din maskesi altında ayar vermeye çabası görüyoruz. Bu gidiş hakikaten tehlikeli bir gidişti ve son hutbede ben bu gidişin biraz daha şekillenmekte olduğunu gördüm. Neye dayanarak bunu söylüyorum? Her şeyden önce benim tepkim iki yönlü. Birisi evet, kadınların üzerine yapılan baskı, diğeri dini kavramların tepetaklak edilmesi ya da daraltılması, kısıtlanması. “Haya”, “edep”, “fıtrat”, “iffet” — bunlar daraltılıp daraltılıp bedene indirgenmiş. Bunlar çok geniş kavramlar oysa. Göklerin ve yerlerin fıtratı diye ifadeler geçer Kur’an’da. Onların bedenine mi indirgeyeceğiz şimdi biz bunu? Bunun anlamını kavramamız için geniş düşünmemiz gerekiyor. Ama bedene indirgediler ve bu erkek bedeni değil, kadın bedeni oldu. Nereden bunu çıkarıyoruz? Kıyafetlerin kısa olması, dar olması, ince olması, estetik yapılması, yok efendim dövme yapılması falan — hadi dövme, erkekler de dahil oluyor vesaire; estetik de hadi öyle diyelim, artık erkekler de yaptırıyor vesaire — ama doğrudan kıyafet nedeniyle kadınların üzerine yüklendi. Bu geniş kavramları bu kadar daraltıp indirgemeci bir yaklaşımla topluma sunmaları toplumun inanç dünyasını kısırlaştıracak. İslam düşünce hayatına darbe vuracak. İslam inancını çok iyi düşünmeyen, etraflıca meseleleri kavramayan insanların zihninde gerçekten de sadece bir takım yasaklara indirgeyecek. Allah’ın rahmeti, merhameti, adaletsever olması, adaleti emretmesi — bunlar yok. Ama “haya”, “edep”, “fıtrat” ve “iffet” kavramları bunların hepsini içeriyor.
Şimdi tabii burada şöyle de bir şey var. Haya, edep, fıtrat — çok da net bir şekilde söylediniz — kadın bedenine indirgeniyor. Ama mesela 6 yaşındaki bir çocuk, babası yaşında, dedesi yaşında biriyle evlendirilirken ne haya sorgulanıyor, ne edep, ne fıtrat sorgulanıyor. Hatta bu mübah görülebiliyor. Bu çocuklarla ilgili süregelen mahkemeler var, davalar var, bilmediklerimiz var. Kaldı ki bu bilmediklerimizin büyük çoğu Anadolu’da yaşıyor. 90 bin cami dedik. Anadolu’nun köylerinde de bu hutbeler okundu. Şimdi oradaki insanlar bu hutbeyi dinlediğinde hem yaşama bakışı, hem evine gittiğinde eşine, karısına, kızına bakışı, hem de sokakta yürüyene bakışı elbette biçimleniyor, değil mi? Sizi endişelendirenlerden biri bu.
Berrin Sönmez: Kesinlikle, evet. Çünkü camilerde bu hutbeleri dinleyenlerin yüzde doksan beşi erkek. Cuma namazlarına kadınların gitme oranı yüzde beşi geçmiyor bizim ülkemizde. Ve pek çok camide de zaten kadınlara Cuma namazı için alan açılmıyor. Açılan alanlarda çok köhne, daracık, tıkış tıkış kalıyor kadınlar oralarda. Bazı büyük camiler dışında durum böyle. Her kadın kendi mahallesindeki, semtindeki camiye gidemiyor yani. Şehirlerdeki, kentlerdeki bazı büyük camilerde Cuma namazına gidebiliyor kadınlar. Dolayısıyla bunu duyanlar erkekler. Ve zaten hutbede de aile huzuruna bağladılar bu konuşmaları. Aile huzuruna bağlayarak ne yaptılar? Erkekleri göreve davet ettiler. Ben zaten iktidarın, Diyanet’in, genel olarak toplumda ailenin öneminden bahseden herkesin aileyi şifre sözcük olarak kullandıklarını söylerim, yıllardır yazarım bunu. Bu şifre sözcük neyin şifresi? Erkek egemenliğini tahkim etme anlamına geliyor. Erkekler güçlerini yeniden kazansınlar ailede, toplumda vs. Ve bunun da topluma yansımalarını görüyoruz. Yani sokak ortasında giderken kadına tekme atmak vs., otobüste dolmuşta kadınlara kıyafeti ya da davranışı nedeniyle müdahale eden insanlar. Ama daha vahim olanı şu: Kurumsal yapılarda ifadesi geçti; bu kıyafetlerin, işte Nur Suresi’nden örnek verdikten sonra, kıyafetlerin Allah’ın emrine itiraz boyutunda olduğunu ve bunun özellikle kurumsal yapılarda — ne demişti, şu anda tam hatırlayamadım — özellikle kurumsal yapılarda en temel ahlaki duruşa bile aykırı olduğu yönünde bir şey söylemişti sanıyorum. Bunu duymak yıpratıcı bir şeydi benim için. Bu bir işaretti.
Neyin işaretiydi?
Berrin Sönmez: Kamu kurumlarında kadınların çalışma yaşamlarında kıyafet seçimlerine müdahale olduğunu düşündüm, olacağını düşündüm. Çünkü iktidar, yıllardır görüyoruz, izliyoruz, yapacağı bazı şeyleri bazen medya eliyle ortaya koyuyor, tartıştırıyor topluma. Ama çoğunlukla Diyanet eliyle, toplumun kılcal damarlarına yaymak istediği konular varsa, bunu Diyanet’in diliyle yaptırıyor; fetvasıyla, hutbesiyle vesaire yaptırıyor. Bunu Diyanet’ten bu son Cuma namazında, Cuma hutbesinde duymak o yüzden beni tetikledi. Ki, bazı duyumlar da vardı zaten bu yönde. Bazı duyumlar vardı, somut örnek diyebileceğimiz — ve ben bu yazıyı açıkladıktan sonra daha başka somut örnekler de bana iletilmeye başlandı.
Unutmayın lafınızı ama altını çizdiğiniz bir şey var. Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi ihtimaline karşı “şimdiden başımı açıyorum” diyorsunuz. Bu saydıklarınız bu ihtimali güçlendiren temeller ya da sizi kaygılandıran temeller olsa gerek. Gerçekten böyle bir endişe taşıyor musunuz? Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi gerçekten bu kadar artık konuşabileceğiniz bir şey mi?
Berrin Sönmez: Bazı örnekler var, bazı olaylar var. Onlardan bir iki tanesini söylersem eğer… Örneğin bir kurumda — bu bir kamu kurumu değil ama — çalışan kadınların hepsi başörtülü. Tesadüf vs. zannediyoruz. Bir katılım bankası diyeyim ben. Tesadüf ya da böyle düşünen insanlar seçiyorlar herhalde orada çalışmayı şeklinde düşünüyorduk ama sonradan anlaşıldı ki zorunluluk getiriyorlar ve bir kadın, çalışan bir kadın, görev yerinde, iş yerinde örttüğü halde dışarıda açıktı. Bunu tespit ettikleri zaman kadını işten attılar.
Yani zorunlu olduğu için iş yerine gittiğinde başını örtüyor, sonra mesaisi bittikten sonra gündelik yaşantısına dönüyor ve orada da açıyor başını. Bunu tespit ettikleri için işten çıkarılıyor…
Berrin Sönmez: Tespit edilince işten atılmış ve hukuk, yasalar, yargı bu konuda hiçbir şey yapmamış. Davasını kabul eden olmamış. Bu ciddi bir şey. Bir başka, daha yakın bir mesele: Bir kadın — bu, kamu kuruluşlarından bir tanesi — bir kadın müdür yardımcısı olarak atanmış ve o, kendisi müdür yardımcısı olarak atanmaktan memnun ama bu atama sırasında, bu atamayı yapan, onu görevlendiren konumdaki, üst konumdaki kişi, “Eğer başörtülü olsaydın müdür olurdun” demiş. Bunlar önemli sinyaller bence. Diyanet de üstelik iktidarın en güçlü kurumlarından birisi olduğu için Diyanet’in hutbelerde söylediği sözlerin iktidara yakın durmak isteyen sermaye sahiplerini, yani özel sektörü de harekete geçirebileceği belli. Diğer taraftan, kamu kurumlarında makamını, konumunu korumak isteyen bürokratlar da bunları dikkate alırlar. Yani yarın sabah bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla “Kamu kurumlarında herkes başını örtecek” kararı çıkmayabilir. Benim endişem de bu değil. Daha sessiz, sedasız toplumu şekillendirme eğilimi.
Berrin Sönmez: Kurumların içinde. Evet, gizli kararlarla, yazılı olmayan kararlarla bu davranışların yaygınlaşmasından, kamu kurumlarında, özel sektörde ve işte aklınıza gelebilecek hemen her yerde kadınların çalışma yaşamının bu şekilde kontrol altına alınması, kıyafet ve başörtüsü baskısı yapılması ihtimali bu hutbeden sonra daha bir güçlendi benim zihnimde.
Peki şimdi siz de o dönemi yaşadınız, ben de bir gazeteci olarak tanığıyım. AKP iktidara 2002 yılında geldi. Daha doğrusu seçimi kazandığında yıl 2002 idi. Tayyip Erdoğan’la ilk röportajı yapan gazeteciyim ben o seçim kazanıldığında. Ve ister istemez oyların, o dönem biliyorsunuz, yüzde 34’ünü almıştı. Kalan bir kesim vardı. yüzde 66’lık kesim bir kaygı duyuyordu. O da neydi? “Yaşam tarzımıza müdahale edilecek mi?” kaygısıydı. Ben bu soruyu sormuştum kendisine ve verdiği cevap şuydu: “Halkımızın hayat tarzına saygı duyacağız.” dedi. Bunlar kayıtlarda var. Hem görüntülü kayıtlarda var hem yazılı kayıtlarda var. “İnsanların düşünceleri, vicdan özgürlüğü, özgürlükler konusunda kimse kimseye dayatmada bulunamayacak.” dedi ve “Batı’daki, Amerika’daki evrensel standartlar uygulanacak.” dedi. Şimdi o gün doğan çocuklar bugün 23 yaşında. O gün doğan kız çocukları bugün 23 yaşında ve kaygılılar. Ben çevremdeki genç kızlardan da biliyorum. Bırakın onları, pek çok kadın kaygı içinde şu anda. Neden kaygı içinde? Söyledikleriniz o kadar önemli ki… Şimdi normal makam araçlarıyla işinden evine gidenler görmüyor olabilirler ama toplu ulaşım kullanıyor insanlar. O toplu ulaşımı kullanırlarken bakışlara, bakışlarla taciz ediliyorlar. Otururken size yer vermeyerek ya da sizi ittirerek geçerek yapılıyor. Yani biz neydi? Üniversite önünde başörtüsü için eylem yapan kadınlara, genç kızlara destek veren bir başı açık kadınlar vardı ve onlar, onların da diledikleri gibi kılık kıyafet özgürlüğünü seçebilmesinden yana onlara destek vermişti. Bugün şimdi başı açık kadınlar tersine dönmüş tablo, benzer bir süreçten geçiyor. O kadınların çoğu, üniversite önünde başörtüsü eylemi yapan kadınların çoğu bugün makam mevki sahibi oldular ve hiçbiri bugün başı açık kadınların sıkıntı ve sorunlarına ya da uğradıkları, işte en azından şu Diyanet’in hutbesine, tepki göstermiyorlar. Ne oldu bu 23 yıl içinde? Nasıl oradan buraya geldik?
Berrin Sönmez: Şimdi kadınları yargılamak en kolayı. Biz onu yapmayalım. Kadınlar zaten üstlerinde dünya kadar baskı yaşıyorlar. Kadınların kendi bedeni, kendi kararı. Bu her durumda geçerli bir ilkemiz olmak zorunda. Şöyle bir şey var: Kadınların kendi kararlarına, kendi bedenleri hakkındaki kararlarına da saygı duymamız lazım. Nasıl hareket edeceklerine yön göstermek doğru bir şey değil. Ben de bu eylemimle — kişisel direniş olarak isimlendirme nedenim — kimsenin üstüne yük bindirmemekti. Herkes kendi kararı doğrultusunda hareket edip nasıl yapabilir, ona karar verir kendisi. Kendi tercihidir. Ben bu eylemimle kimseyi bağlamak istemiyorum. Kimseye bir sorumluluk atfetmek de istemiyorum. Gerçi daha önce başını açan pek çok genç kadın oldu. Aslında benim yaşadığım, akranlarımdan da, daha önceki yıllarda başını açanlar oldu. Ama ben böyle bir şekilde deklare edince, bunu bir politik duruş olarak sergileyince, biraz daha farklı tepkiler geldi tabii. Ve bu sefer, bütün başörtülü kadınların, başörtülü yaşamaya; başörtülü kadın kimliğinden hoşnut kadınlardan aynı şeyi yapmasını istediğimi zannettiler. Öyle bir şey yok ortada. Bir kere zaten ben bir işaret fişeği çaktım. Şunu söylemek istiyorum: Ben bu eylemimle aslında, gelenekte, bizim geleneğimizde var olan bir şeyi yapmış oldum. Başörtümü aldım, iktidarın ve Diyanet’in ayakları dibine attım. “Burada durun, buradan daha ileri gitmeyin. 64 yaşında bir kadın, ak saçlı bir kadın almış başörtüsünü atmış size. Bunu bir düşünün, bunun önemini bir kavrayın. Buradan daha ileriye gitmeyin, geri dönün.” demek istiyorum. Kimse de aynısını yapmak zorunda değil.
Çok önemli bu söyledikleriniz. Bireysel olduğunu zaten yazınızda da vurgulamıştınız ama yaptığınızın evet, son derece önemli bir duruşu var. Şimdi bundan sonra ne olacak? Şimdi bir yandan size destekler geliyor, bir yandan tepkiler geliyor. Biraz isterseniz onları konuşalım. Ben destek veren, benim gördüğüm en azından iki ismi burada zikredeyim. Birisi Medyascope’a yazı yazdı bu konuda: Antikapitalist Müslüman, halk savunucusu Hadiye Yolcu ve dedi ki, “Bu eylem başörtüsüne değil, başörtüsü üzerinden kadınlara çizilen siyasal rotaya bir başkaldırıdır. Bu çağrı, ‘Benim başım değil, benim hayatım beni tanımlar.’ Yani ‘başım değil, hayatım beni tanımlar’ diyen kadınların direnişidir.” diyerek size destek verdi.
Berrin Sönmez: Pardon. Hadiye’nin yaklaşımı çok kıymetli. Kendi olduğu şekliyle bu desteği veriyor. Yani kimsenin benim eylemimi tekrar etmesi gerekmiyor kimsenin. Herkes durduğu yerden, kendi olduğu şekliyle, kendini iyi hissettiği şekliyle destek verebilir isterse. İstemezse de vermez. Kimseyi de zorlayamayız şu siyasal ortamda. Ama Hadiye’nin yazısı harikaydı.
Diğer bir destek de Havle Kadın Derneği’nden, Rümeysa Çamdereli’den geldi. Meslektaşım, arkadaşım Candan Yıldız’a yaptığı bir açıklama var. Orada da o demiş ki, Diyanet kendi yorumunu söyleyebilir, düşünce özgürlüğü kapsamında ama dayatamaz. Ve şöyle devam etmiş, “Tavsiyesini bir devlet yapısı içerisinde bir güçle yaparsa bu tehdit ve hukuksuzluk olur. Başörtüsü bir zorunluluk olursa ben de Berrin Sönmez’in tavrının bir parçası olurum. Devletin kadın bedeni üzerindeki tahakkümüne karşı çıkıyorum” diyen bir açıklama yapmış o da.
Berrin Sönmez: Daha fazla şeyler de var. Tek tek saymayayım ama geniş destekler var. Geniş karşı çıkışlar da var. Ama Candan’a da bir yazılı röportaj hazırladım. Birazdan göndereceğim ona da. Orada bir soru vardı, “Tehdit aldın mı?” gibi. Tehdit almadım çok şükür. Gayet rahat… Hakaretamiz sözler var. Onlar sosyal medya halleri.
Tepki gösterenler temel olarak neye tepki gösteriyorlar?
Berrin Sönmez: Abarttığımı söylüyorlar. “Böyle bir yasak gelmedi ki, ne diye yapıyorsun?” diyorlar. Bir yasak geldikten sonra, toplum kıskıvrak bağlandıktan sonra tepki versem ne olacak? Ben bunu durdurmak için yapıyorum, bu ihtimali durdurmak için yapıyorum.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
En çok hangi kesimden geliyor tepki peki?
Berrin Sönmez: Yerli milliyetçi gruplardan geliyor en çok.
Yani şöyle ben de mesela tanık olduğum bir örnekten hareketle söyleyeyim. Bana iletilen tepki yani “Başını açmasına hiçbir şekilde itiraz yok, istediği gibi açar” diyen bir telefon aldım ben de ve orada başını açmaya itiraz yok ama bunu Diyanet’in bu tavrından hareketle başörtüsü yasağı gelir endişesini dile getirerek bir eylem olarak yapmasına itiraz var diye anladım ben gelen eleştiriyi.
Berrin Sönmez: Evet, öyle düşünenler çok doğru bence de, öyle yaklaşanlar çok fazla var. Ama işte dediğim gibi, ben bir ihtimalin kuvvetlendiğini sezdim. Bazı duyumlarla, bazı tanıklıklarla bunların ayak izlerini gördüm. Buna dayanarak ve gerçekten de endişem şu, şey olursa gerçekten bir sabah uyandığımızda bir kararnameyle bir şey gördüğümüzde o sabah için kalkıp hareket edebilecek mecalimiz olmayabilir.
Çok geç kalınmış olabilir…
Berrin Sönmez: Evet. Ama bunun yapılması topluma çok büyük zarar verir. İktidara, topluma bu kadar zarar vermeden önce bir uyarı vermek gerekiyor. Ben kişisel sorumluluk hissettim. Çünkü az önce bahsettin ya 2002’de, benim emekliliğimin tamamlanışı 2002’yi buldu. Çünkü Emekli Sandığı benim emeklilik dosyamı 6 ay bekletti. Üniversiteden atıldım 28 Şubat sürecinde. Dava süreci devam etti. Davaları kaybettim. Ondan sonra emekli sandığına başvurdum. Normal emeklilik süremi doldurmuştum. Ben 22 yıl çalışmıştım. 20 yıldı hani kadınlar için. Orada işte emekli sandığı benim dosyama şu kayıp, bu eksik, bilmem ne. Üniversiteden doğru düzgün göndermemişler belgelerin hepsini falan. 6 ay beklemek zorunda kaldım yani. Dolayısıyla haziran ayını buldu. 2002 yılının haziran ayını buldu benim emekliliğimin tamamlanışı. AKP yükseliyordu, güçleniyordu. Söylediğin gibi herkeste bir şey, endişe vardı. Acaba ne olacak, nereye gideceğiz, İranlaşacağız mı? Malezyalılaşma tartışmaları daha sonradan çıktı gerçi ama. Ben o zaman kişisel olarak “Ben şu anda örtüyorum”, çünkü ben geçmişte böyle bir söz verdim kendime: Emekli olduğumda örteceğim. Emekli olduğum gün evet örttüm ama örterken de aynı zamanda “Eğer böyle bir risk varsa ben birey olarak şimdi örtünmekle bu riski destekleyenlerden biri olacaksam eğer ben o zaman böyle bir yasak gelirse başımı açarım” dedim. Bu kendime verdiğim söz, vicdani hükümlülüğüm, ha ama şunu söyleyeyim, bu sözü verirken kendime “Asla olmaz” diyordum. “Kesinlikle olmaz, imkânı yok, Türkiye böyle bir şey yaşayamaz” diyordum. Ama şu anda çok yaklaştığını düşünüyorum, maalesef.
Sizin yazınızda da belirttiğiniz önemli bir detay var. Geçmişteki başörtü dayatmasının bir rövanşı gibi de görünüyor mu bu?
Berrin Sönmez: Şimdi eğer bu korktuğumuz şey gerçekleşirse evet, onun rövanşı gibi görünür. Çünkü kurumsal yapılar diyerek kamudan başlatmak gibi bir durum var ortada. Yani geçmişte de kadınların başörtüsüne sokakta, evinde falan karışılmadı, alışverişte, çarşıda, pazarda karışılmadı. Bir Tunus gibi değildik yani. Ama kamu kurumlarında ve daha sonra okullarda ve ardından da 12 Eylül’le birlikte üniversitelerde karışılır oldu. 12 Eylül’de üniversitelere yasak gelince, yasak gelecek söylemleri varken ben örtmüştüm zaten. Öyle de bir şeyim var. Yani ben, ne diyeyim, inatla mı yaşıyorum, nedir, böyle bir şey yani. Otoritenin yasaklarına karşı kendimce böyle bir, kendi kendime yapıyorum böyle bir şeyi.
Peki siz dediniz ya “Bir işaret fişeği çaktım ve başörtümü aldım, Diyanet’in ve iktidarın ayaklarının altına attım.” Bu bir eylem evet. İktidar ya da Diyanet nezdinde bir karşılığının olacağına inanarak mı attınız başörtünüzü oraya?
Berrin Sönmez: Aslında buna dair pek fazla güvenim yok. Ben sadece birey olarak yapmam gerekeni yaptım. Bu onları durdurmak için. Durdurur mu? Durdurursa ne ala? Durdurmazsa da sorumluluğu ben, kendi sorumluluğumu yerine getirmeye çalıştım, ki daha da çalışacağım. Çünkü eskisi gibi değil tabii. Doğrudan yüz yüzeyken ayağının altına atıp da durduran kadınlar vardı. Ama şimdi biz doğrudan hangi birinin yanına yanaşabileceğiz ki onu yapabileyim, değil mi? Dolayısıyla açıktan, kamuoyuna açıklayarak bunu yapmak durumunda kaldım. Ve o zaman da kalıcı olmak zorunda bu eylem tabii.
Son olarak şunu sorarak kapatmak istiyorum. Şimdi çok uzun yıllardır taşıdığınız bir başörtüsü vardı. Sizindi. Ve onunla muhtemelen özdeşleşmiş hissediyordunuz. Vücudunuzun bir parçası gibi. Şimdi başörtünüzü çıkardıktan sonra sokağa çıktığınızda hissettiğiniz ne oldu?
Berrin Sönmez: Samimiyetle itiraf edeyim. Henüz sokağa çıkamadım.
Çıkamadınız henüz?
Berrin Sönmez: İlk defa burada görüşüyoruz. Henüz sokağa çıkamadım.
İlk kez burada başınız açık bir şekilde o halde toplum karşısına çıktınız.
Berrin Sönmez: Öyle oldu.
Neden çıkamadınız peki sokağa?
Berrin Sönmez: Yani ben aslında çoğunlukla evde olan da bir insanım. Çok sık dışarı çıkan bir insan değilim. Toplantılar vesaire, görüşmeler olduğunda genellikle çıkarım ama yani burada ayağımı kilitleyen bir şey oldu. “Dur bakalım biraz daha” dedim.
Peki o zaman biz Berrin Sönmez’i dediğim gibi başta da yıllardır tanıyoruz, biliyoruz. Berrin Sönmez kalemiyle, güçlü kalemiyle, bakış açısıyla, analizleriyle zaten hep bizimleydi. Yine öyle olmaya devam edecek. Bizim açımızdan değişen bir şey olmadı. Diliyoruz toplumun diğer kesimleri de Berrin Sönmez’i başörtüsüyle değil, yazdıklarıyla, yazmaya devam edecekleriyle ve bundan sonra yine de yapacağı analizleriyle dikkate alır ve bu yanıyla tartışır ve konuşur diyelim ve programımıza noktamızı koyalım. Hoşçakalın efendim.