Ruşen Çakır, Suriye’deki Kürt-Şam yönetimi arasındaki çıkmazın Türkiye’deki barış sürecini tehdit ettiğini belirtti. Çakır, Ankara’nın güvenlik perspektifini güven perspektifine çevirmesi gerektiğini vurguladı.
Ruşen Çakır, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’deki barış sürecini doğrudan etkilediğini belirtti. “Suriye’de sorun çözülemiyor” diyen Çakır, Şam’daki HTS yönetimi ile Rojava’daki Kürt ağırlıklı SDG yapılanması arasında mart başında mutabakat zaptı imzalandığını ancak ilerleme sağlanamadığını söyledi.
“İşler kilitlenmiş gibi gözüküyor” diyen Çakır, Kürtlerden istenenin çok açık olduğunu belirtti:
“Suriye ordusuna dair olun yani o SDG güçlerini Suriye ordusuna katması isteniyor.”
Kürtlerin prensip olarak buna “evet” dediklerini ancak şu aşamada olamayacağını söylediklerini aktardı.
“Kürtler ademi merkeziyet talep ediyor”
Kürtlerin diğer azınlık gruplarla birlikte düzenledikleri konferansta “ademi merkeziyet” kavramının öne çıktığını belirten Çakır, “Merkezi yönetimin dağıtılması, merkezi yönetimin aslında yokluğu anlamına geliyor” dedi.
Çakır, “Her şeyin, grubun kendi yönetimini bir şekilde kendilerinin yapması” şeklinde tanımladığı bu taleplerin artık daha yumuşak olduğunu söyledi.
“Bu da Şam’ı rahatsız ediyor” diyen Çakır, Paris’te planlanmış toplantının ertelendiğini belirtti. Fransa Dışişleri Bakanı’nın yapılacağını açıklamasına rağmen “Şam’dan gelen açıklama bu toplantıya katılmayacakları yolunda” olduğunu aktardı.
Rojava’ya eylüle kadar süre tanındı
Çakır, bir iddiaya göre Rojava’ya eylül ayına kadar süre tanındığını ve samimi olduğunu gösterirse bu sürenin yıl sonuna kadar uzatılabileceğini aktardı. Süre uzatılmazsa yeniden çatışma ihtimalinin gündeme geleceğini belirtti.
“Şam derken aslında Ankara’dan da bahsediyoruz” diyen Çakır, Ankara’nın Şam’ın arkasında olduğunu söyledi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Süveyda olayları sırasında adlarını vermeden ama Kürtleri ima ederek “Kimse fırsatçılık yapmaya kalkmasın, Türkiye bunu bir güvenlik sorunu olarak görür” dediğini hatırlattı.
“Öcalan temkinli davranıyor”
Çakır, “Öcalan bir şekilde devrede, başından beri devrede. Suriye’deki Kürtlere doğrudan Suriye’deki sisteme entegre olmalarını istiyor. Temkinli davranıyor ve Suriye’deki Kürtlerin kendi güvenliklerini sağlamayı da devam ettirmelerini talep ediyor” dedi.
“Suriye’de Kürtlerle Şam yönetimi savaşırsa, çatışırsa ve buna bir şekilde Ankara da dahil olursa hem Suriye iflah olmaz hem de Türkiye’de başlamış olan süreç yarım kalır ve biter. Çok net, biter” uyarısını yapan Çakır, durumun ciddiyetini vurguladı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
“Bu sürecin başlamasındaki temel motivasyonlardan birisi Suriye’ydi” diyen Çakır, Abdullah Öcalan’ın Suriye’deki örgütlenmenin önde gelen isimleriyle temasının başından itibaren sağlandığını belirtti.
Irak örneği umut veriyor
Çakır, yıllar önce Irak’ta Kürtlerin ABD himayesinde statü kazanması durumunda Türkiye’nin ciddi şekilde tedirgin olduğunu ancak zaman içinde Ankara ile Erbil arasında stratejik ortaklık oluştuğunu hatırlattı. İlişkilerin siyasi ve ekonomik olarak çok güçlü olduğunu ve Kürtlerin bölgesel yönetime sahip olmasının Türkiye’yi tehdit etmediğinin ortaya çıktığını söyledi.
Benzer durumun Suriye’de yaşanıp yaşanamayacağını sorgulayan Çakır, buradaki sorunun Suriye’deki Kürt örgütlenmelerinin PKK-Öcalan çizgisinde olması nedeniyle tehdit algısının bulunması olduğunu belirtti.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Suriye’de sorun çözülemiyor. Esas olarak sorun, Şam’daki eş-Şara yönetimi yani HTŞ yönetimiyle Rojava denen kuzeydoğudaki Kürt ağırlıklı SDG yapılanması arasında bir mutabakat zaptı imzalanmıştı Mart başında ama bir ilerleme sağlanamadı, işler kilitlenmiş gibi gözüküyor. Kürtlerden istenen çok açık: ‘‘Suriye ordusuna dahil olun’’, yani SDG güçlerini Suriye ordusuna katması isteniyor. Kürtler prensip olarak buna ‘‘evet’’ diyorlar, ama şu aşamada olamayacağını söylüyorlar. Bu konuda birçok gerekçeleri var ve bu tartışma sürüyor. Bu arada Kürtler diğer azınlık gruplarla birlikte bir konferans düzenlediler ve orada öne çıkan kavram ademimerkeziyet yani merkezi yönetimin dağıtılması, merkezi yönetimin aslında yokluğu anlamına geliyor, her grubun kendi yönetimini bir şekilde kendilerinin yapması. Bunu tam olarak özerklik olarak tanımlamıyorlar, bundan vazgeçmiş gibi gözüküyorlar. Şu hâliyle kendilerine özerk yönetim diyorlar ama bundan sonraki talepleri daha yumuşak bir şekilde ademimerkeziyet ve Suriye’deki Dürziler, Aleviler, Hristiyanlar gibi diğer azınlık gruplarını da Kürtler bir anlamda yanlarına çekmek istiyorlar. Bu da Şam’ı rahatsız ediyor.
En son Paris’te bir araya gelecekti Şam ile Rojava diyelim, oraya Fransa ve ABD de katılacaktı. Ertelendi. Yapılacağını açıkladı Fransa Dışişleri Bakanı ama Şam’dan gelen açıklama bu toplantıya katılmayacakları yolunda. Ve bir iddiaya göre Rojava’ya Eylül ayına kadar süre tanınmış, bu konuda samimi olduğunu göstermesi için ve eğer samimi olduğunu gösterirse bu süre yıl sonuna kadar uzatılabilirmiş. Uzatılamazsa ne olacak? İşte esas sorun burada, yeniden bir çatışma ihtimali. Tabii Şam derken aslında Ankara’dan da bahsediyoruz. Ankara Şam’ın arkasında, onun yanında. Daha önce Süveyda’da Dürzilerle Şam yönetimi arasında çıkan çatışmalar sırasında hatırlanacaktır, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan adlarını vermeden ama Kürtleri ima ederek, ”Kimse fırsatçılık yapmaya kalkmasın. Türkiye bunu bir güvenlik sorunu olarak görür” demişti. Şam’ın son Paris toplantısına katılmama kararı öncesinde de Hakan Fidan Şam’daydı. Yani şu hâliyle bakıldığı zaman eş-Şara yönetimi, Türkiye’nin ve Katar’ın desteğiyle bir anlamda Suriye’deki Kürtlerin kendine doğru gelmesini istiyor. Öcalan bir şekilde devrede, başından beri devrede. Öcalan, Suriye’deki Kürtlerin doğrudan Suriye’deki sisteme entegre olmalarını istiyor. Fakat o da temkinli davranıyor ve Suriye’deki Kürtlerin kendi güvenliklerini sağlamayı da devam ettirmelerini talep ediyor. Böyle kilitlenmiş bir yerdeyiz.
Peki bu sorun nasıl aşılır? Aşılmazsa ne olur? Aşılmazsa, Suriye’de Kürtlerle Şam yönetimi savaşırsa, çatışırsa ve buna bir şekilde Ankara da dahil olursa hem Suriye iflah olmaz hem de Türkiye’de başlamış olan süreç yarım kalır ve biter. Çok net biter. Çünkü bu sürecin başlamasındaki temel motivasyonlardan birisi Suriye’ydi. Başından itibaren Suriye gündemdeydi, bu sürecin gündemindeydi. Başından itibaren Abdullah Öcalan’ın Suriye’deki örgütlenmenin önde gelen isimleriyle doğrudan ya da dolaylı teması sağlandı ve onlar da bu sürecin içerisine katıldılar. Fakat şu anda Suriye’de işler iyi gitmiyor ve bir çatışma hâlinde bu Türkiye’yi kesinlikle etkileyecek. Peki ne olabilir? İşte burada dün İdris Baluken’le yaptığımız röportajda, eski HDP milletvekili, söylediği bir husus çok önemli: ‘‘Ankara olayı, bir güvenlik ekseninden güven eksenine taşımalı, karşılıklı güven.’’ Şunu biliyoruz; Suriye’deki Kürtlerin önde gelen isimleri Mazlum Abdi ya da İlham Ahmed, bunlar sürekli olarak son günlerde verdikleri röportajlarda Ankara’yla temas hâlinde olduklarını söylüyorlar. İstedikleri zaman ulaşabildiklerini söylüyorlar ama Ankara’dan şikayetleri var. Yani sonuçta bir diyalog kanalı açık, birbiriyle görüşmeyen iki yapı söz konusu değil. Zaten Şam’la da görüşüyorlar, görüştüler, kolaylıkla görüşebilirler.
Ama burada güvenlik ekseninden bakıldığında Suriye’de Kürtlerin belli bir güce sahip olması hâlinde bunun Türkiye’yi tehdit edeceği düşüncesi nedeniyle işler yürümüyor ve burada güvenlik penceresi yerine güvenin devreye girmesi, karşılıklı güvenin devreye girmesi gerçekten kurtarıcı olabilir. Yani nedir? Ankara, Suriye’de Kürtlerin güçlenmesini kendisine bir tehdit değil, tam tersine bir avantaj olarak görebilir mi? Şu aşamada çok zor gözüküyor. Ama unutmayın, yıllar önce Irak’ta Kürtler ABD’nin himayesinde belli bir statü kazanmak üzereyken de Türkiye bundan çok ciddi bir şekilde tedirgin olmuştu, engellemeye çalışmıştı. Fakat aradan geçen süre içerisinde, tam olmasa bile, Ankara’yla Erbil arasında bir tür stratejik ortaklık bile oluştuğunu söyleyebiliriz. İlişkiler siyasi olarak da çok iyi, ekonomik olarak çok güçlü. Sonuçta Kürtlerin orada bir bölgesel yönetime sahip olmalarının Türkiye’yi tehdit etmediği ortaya çıktı. Benzer bir olay Suriye’de yaşanabilir mi? Tabii buradaki sorun şu: Suriye’deki Kürtler, Kürt örgütlenmeleri PKK çizgisinde, Öcalan çizgisinde. Dolayısıyla burada bir tehdit algısı var. Ama öte yandan biliyoruz ki Ankara PKK’yla fesih, silah bırakma yolunda çok ciddi adımlar attı. Bir aksilik olmazsa bu iş gerçekleşecek. O zaman PKK zaten tehdit olmaktan da çıkıyor.
Dolayısıyla Suriye’deki Kürtlere de bu açıdan bakma ihtimali var ve bence bakılsa iyi olur. Burada tabii bir diğer husus gündeme geliyor: İsrail ve İsrail’in Suriye’deki birtakım hesapları ve bu hesaplarını gerçekleştirmek için Dürzilere, Kürtlere, belki Alevilere ihtiyacı olduğu yolundaki yaklaşım. Bu pekâlâ olabilir ama bunun olabilmesi için şu kesinlikle şart: Siz bu azınlıkları yok sayarsanız, onların beklentilerini, taleplerini karşılamazsanız o zaman başkaları burada devreye girebilir; ama onların beklentilerini karşılama yolunda adım atarsanız o zaman İsrail, ABD ya da Rusya ya da İran gibi aktörlerin onlar üzerinden Suriye’de etkili olmasının da önünü alabilirsiniz. Şu hâliyle bakıldığı zaman Ankara henüz bu noktada değil, ama umarım Türkiye’deki sürecin de olumlu gelişmesi hâlinde bu güvenlik perspektifinden güven perspektifine doğru kayabilir. Aksi takdirde ne Suriye iflah olur ne Türkiye iflah olur, bundan da en çok Ankara’nın sevmediği güçler istifade eder.
Bugünkü yayını bir caz saksafoncusuna ithaf etmek istiyorum. Genellikle hayatını kaybetmiş kişilere yapıyorum bu ithafları ama Jan Garbarek yaşıyor, çok şükür yaşıyor. Yaşı bayağı var, 1947 doğumlu. Norveç’te doğmuş ama babası Polonyalı bir savaş esiri, annesi Norveçli ve gerçekten olağanüstü birisi. Ben ki bu işlerden pek anlamam ama Garbarek’i duyduğumdan beri ne bulduysam dinledim, dinlemeye devam ediyorum. Bir kere kendisini İstanbul Festivali’nde de izleme şansına erişmiştim. Dünyanın dört bir tarafındaki değişik müzisyenlerle hiç yüksünmeden beraber iş üretmiş birisi. Bu Kuzey Afrikalı olabiliyor, Pakistanlı, Hindistanlı olabiliyor, Gürcistanlı olabiliyor, dünyanın her yerinde başka başka gruplarla, başka başka sanatçılarla, genellikle kalburüstü sanatçılarla birlikte çalışan, kolektifliği de çok iyi bilen muazzam birisi. Bilmiyorsanız tanışın derim ve kendisine uzun ömürler diliyorum. Kızı da kendisi gibi müzisyen oldu, onu da bir not olarak düşeyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.