Ruşen Çakır yorumladı – Richard Moore: Bizi seven casus

Ruşen Çakır, İngiliz dış istihbarat servisi MI6’in Başkanı Richard Moore ile ilişkisini anlattığı bu yayında, casusluk, gazetecilik ve Türkiye’deki istihbarat faaliyetleri üzerine değerlendirme yaptı.

Ruşen Çakır, 19 Eylül Cuma günü Richard Moore’un İngiliz Başkonsolosluğu’nda veda konuşmasına katıldı. Moore’un kısa süre sonra MI6’daki görevini ilk kadın başkan olan Blaise Metreweli’ye devredeceğini hatırlattı.

Moore’un kariyerinin İstanbul’da başladığını söyleyen Ruşen Çakır, kendisiyle tanışma hikâyesini anlatıt:

“O yeni bir diplomat, ben de genç bir gazeteciyken İstanbul’da tanıştık. Daha doğrusu o beni buldu İstanbul’da. Britanya’nın basın ataşesi olarak göreve başladı ve bildiğim kadarıyla da Türk olmayan ilk basın ataşesiydi. Benim o sıralarda gazetecilikte ikinci-üçüncü yılımdı. Daha kitabım çıkmamıştı ama İslami hareketler üzerine çalışıyordum. Bu diplomat da beni bir şekilde buldu. Tabii ki unutmak mümkün değil çünkü adı Richard Moore. Neden unutmak mümkün değil? ‘James Bond, Roger Moore ve hep o klasik diplomatların acaba bunlar diplomat kılığında casus mu?’ diye. O zaman da arkadaşlarıma çok bunun esprisini yapmıştım.”

Richard Moore veda konuşmasında nasıl bir mesaj verdi?

Çakır şöyle devam etti:

“Bir kere İngiliz gizli servisinin uygulamaya koyduğu bir tür internette casusluk isteyen herkesin casusluk için başvurabileceği bir uygulama başlatmışlar, onu duyurdu. Suriye’de HTŞ ile Esad’ın düşmesinden önce ilişki içerisinde oldukların, ona katkıda bulunduklarını ve zaten düştükten sonra da Suriye’de aktif bir şekilde çalıştıklarını söyledi. Çok ciddi bir şekilde Rusya aleyhtarı şeyler konuştu vs. Ama belli ki bunun bir siyasi amacı da vardı ya da casusluk amacı da vardı diyelim.”

Çakır, Moore ile kendi kariyerleri arasındaki farklı yolları karşılaştırdı; Moore’un dünya çapında önemli bir konuma yükselmesine karşın kendisinin Türkiye’de gazetecilik mücadelesini sürdürdüğünü hatırlattı. Çakır, kendi gazetecilik kariyeri boyunca “ajanlık” (MİT ajanı, Amerikan ajanı, İngiliz ajanı vb.) ithamlarına maruz kalmasından bahsederek bu konudaki kişisel deneyimlerini aktardı.

Türkiye’nin tarihsel olarak casusluk için önemli bir merkez olduğunu vurgulayan Çakır, günümüzde Ortadoğu’daki gelişmeler ve çözüm süreci nedeniyle ülkenin halen yoğun casusluk faaliyetlerine sahne olduğunu ifade etti.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Sesim biraz kötü, kusura bakmayın. Dün sözünü verdiğim videoyu şimdi çekiyorum. Bir casusu anlatacağım, bizi seven casus. Cuma günü İstanbul’da, İngiltere Başkonsolosluğu’nda sabah saatlerinde bir toplantı vardı. Birisinin konuşma yapacağı söylendi, bir güvenlik uzmanının, dendi. Önce çok işim var, gitmeyeyim diye düşündüm. Ama sonra öğrendim ki konuşacak olan kişi, İngiltere’nin dış istihbarat servisinin yani MI6’in başındaki Sir Richard Moore. Kendisi kısa bir süre içerisinde görevini devredecek. Görevini devredeceği kişi de bir kadın. İlk defa galiba bir kadın geliyor. Adını söyleyeyim, Blaise Metreweli. Ona devredecek. Onun olduğunu duyunca tabii ki gitmeden olmazdı. Bir veda konuşması. Veda konuşmasını İstanbul’da yapıyor. Bu da başlı başına ilginç bir olay. Çünkü kendisi kariyerine İstanbul’da başlamış birisi. Benim, gitmesem olmazdı, dememin nedeni de şu: O yeni bir diplomat, ben de genç bir gazeteciyken İstanbul’da tanıştık. Daha doğrusu o beni buldu. İstanbul’da Britanya’nın basın ateşesi olarak göreve başladı ve bildiğim kadarıyla da Türk olmayan ilk basın ateşesi oydu. Ve ben daha o sıralarda gazetecilikte herhâlde ikinci, üçüncü yılımdı. Daha kitabım çıkmamıştı. ‘‘Ayet ve Slogan’’ 1990’da çıktı ama İslami hareketler üzerinde çalışıyordum. Bu genç diplomat da beni bir şekilde buldu ve o zaman tanıştık. Tabii ki unutmak mümkün değil, çünkü adı Richard Moore. Neden? James Bond, Roger Moore ve hep o klasik ‘‘acaba bunlar diplomat kılığında casus mu’’ diye… O zaman da arkadaşlarıma çok bunun esprisini yapmıştım. Çok iyi biliyorum, biz Richard Moore’la o zaman tanıştık.

Benim yeni yeni öğrenmeye başladığım İslami hareketleri benden dinledi, etti. İki yıl kaldıktan sonra Ankara’ya gitti diye biliyorum. Sonra ülkesine döndü ve Richard Moore, yıllar sonra Ankara’ya büyükelçi olarak geldi. Çok iyi Türkçe konuşuyor. Bir diğer özelliği de, bileceksiniz, Beşiktaşlı. Bayağı Beşiktaşlı, üye de olduğunu biliyorum. Eşinin gözleri görmüyor ve gözleri görmeyenlere hizmet eden köpeklerle ilgili bir organizasyonun kurucusu. Çocukları bildiğim kadarıyla Türkiye’de doğmuş, Türkçeyi çok iyi konuşan birisi. Kendisi büyükelçi olduğu zaman hiç karşılaşmadık ama sosyal medyada çok aktifti biliyorsunuz. O zaman sürekli takip ediyordum. Beşiktaş konuşuyordu sıklıkla ama siyasi konular da konuşuyordu. Sonra döndü İngiltere’ye. İngiltere’ye döndükten kısa bir süre sonra, yanılmıyorsam üç ay sonra kendisi MI6’in, yani dış istihbarat biriminin başına geçti. Artık o bir “Sir”. Sir Richard Moore.

Benim için çok anlamlı bir olay oldu tabii. Aynı tarihlerde baktım, benden bir yaş küçük. O aldı başını gitti. Artık başından itibaren mi casustu, sonra mı casus oldu, bunu bilemiyorum. Ama bunlar çok iç içe meslekler zaten: diplomatlıkla casusluk ve gazetecilik. Nitekim bizim için de her vesileyle bir casusluk etiketi yapıştırılır. Kimi zaman dış ülkelere, kimi zaman da iç istihbaratta çalıştığımız… Fransız ajanı dediler, sonra Amerikan ajanı olduk. İngiliz ajanı herhâlde olmuşumdur. Başka yerlerden bol miktarda ajanlık bahşedildi. En son an itibarıyla Medyascope’taki, Fethullahçıların kendisini feshetmesi, yazılarımız ve yayınlarımız nedeniyle yurt dışındaki Fethullahçılar tarafından MİT ajanı, hatta ajan da değil, kadrolu elemanı olarak ilan edildim. Gülüp geçiyoruz ama şimdi diyeceksiniz ki zaten ajan olsan olduğunu söylemezsin. O da bir gerçek ama ben kendimden eminim.

Neyse, Richard Moore’u dinledik. Niye geldi, Türkiye’de yaptı? Türkiye’yi çok sevdiği için yaptı. Kariyerine burada başladığı için yaptı. Ama yaptığı konuşmada da çok önemli mesajlar verdi. Bir kere İngiliz gizli servisinin uygulamaya koyduğu bir tür internette casusluk isteyen herkesin casusluk için başvurabileceği bir uygulama başlatmışlar. Onu duyurdu. Suriye’de HTŞ ile Esad’ın düşmesinden önce ilişki içerisinde olduklarını, ona katkıda bulunduklarını ve zaten düştükten sonra da Suriye’de aktif bir şekilde çalıştıklarını söyledi. Çok ciddi bir şekilde Rusya aleyhtarı şeyler konuştu vesaire vesaire. Ama belli ki bunun bir siyasi amacı da vardı ya da casusluk amacı da vardı diyelim. Bu konuyu merak edenlere, dün T24’te Cansu Çamlıbel’in bu konuda yaptığı haberi tavsiye ederim. O uzun uzun Richard Moore’un söylediklerini anlattı. İnsan bir acayip oluyor gerçekten. Bir geçen 40 yıl, yaklaşık 40 yıl var. Dünyada çok şey değişti, Türkiye’de çok şey değişti. Ama sizinle aynı tarihlerde başlayan birisi “Sir” ünvanı alıyor, başka unvanlar alıyor, çok önemli yerlere geliyor ve siz Türkiye’de hâlâ ayakta durmaya çalışan gazeteci olarak işinizi yapmaya çalışıyorsunuz. Evet, bu da birlikte fotoğrafımız İngiliz başkonsolosunun bahçesinde. Beni görür görmez o kırık ama güzel Türkçesiyle hemen: “Ruşen, seni çok iyi gördüm. Seni zaten takip ediyorum.” falan dedi. Ama şunu biliyorum ki büyükelçiliği zamanında hiçbir şeyimiz olmadı. Nasıl ben onu 40 yıldır hatırlıyorsam, o da bir şekilde bizi biliyormuş.

Casusluk çok önemli, hele son dönemde iyice karşımıza çıkıyor. İsrail’in yaptığı operasyonlarla çok ciddi bir şekilde karşımıza çıkıyor. Gerek Hamas’a yönelik, gerek İran’a, gerek Hizbullah’a yönelik, gerek Suriye’ye yönelik operasyonlarının çok ciddi birtakım casusluk altyapıları var. Ve bu operasyonların her birinin gerçekleşmesinde içeriden birilerinin olduğu kesin. Yani İran’da devrim muhafızlarının üst kademelerinde İsrail casusu olduğu söyleniyor. Hizbullah’ın içinde olduğu, Suriye’de olduğu söyleniyor vesaire. Ve Türkiye şu anda çok kritik bir yerden geçiyor. Orta Doğu’daki bütün bu altüst oluşlar, yapmaya çalıştığımız bir çözüm süreci ve Türkiye herhâlde casus kaynıyordur. Ama şunu da unutmamak lazım: Türkiye her zaman böyleydi. Her zaman böyleydi. 2. Dünya Savaşı’nda Ankara tam bir casuslar savaşına sahne olan bir yerdi. İstanbul böyleydi. Dünyanın aklınıza gelebilecek her ülkesinin ama özellikle bölge ülkelerinin, İsrail, İran başta olmak üzere, çok ciddi bir istihbarat faaliyeti yürüttüğü bir ülkeyiz ve Türkiye de aynı şekilde bunu yapıyor. Evet, sonuçta ne dedim? Eski bir tanıdık almış başını gitmiş ve belli ki çok başarılı. Çünkü İngiltere’nin bu casus servisi öyle böyle değil, yani dünyanın geleneksel olarak en önemli yerlerinden birisi ve bu kişi hayatının önemli bir bölümünü Türkiye’de geçirmiş, Türkçeyi bilen, Türkiye’yi seven, Türkleri seven, Beşiktaş’ı ayrı seven birisiydi. Hâlâ öyle. Bunlarda nasıl oluyor açıkçası çok emin değilim. Emekli oluyorlar ama herhâlde birtakım faaliyetlerini de devlet için yapmayı sürdürüyorlardır. Richard Moore’a yeni hayatında başarılar diliyorum. Ben onun bıraktığı yerden gazeteciliğe devam etmeye çabalıyorum.

Ve bu yayının ithafı bir başka Richard’a ama bu İngiliz değil, bir Alman: Richard Sorge. Bana göre dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük casusu. Çok uzun bir hikâyesi var, hepsini anlatmayayım. Ancak tam da gazetecilikle casusluk iç içe dediğim bir yerde karşımıza çıkıyor. Richard Sorge, inanmış bir komünist. Alman ama babasının işi nedeniyle Azerbaycan’da doğmuş. Ailesinin içerisinde Karl Marx ve Frederick Engels’le yakın arkadaş olanlar var büyüklerinden. Ve kendisi genç yaşta komünist olmuş, iyi eğitim görmüş birisi. Ve Sovyetler Birliği’ne çalışıyor ve buna diyorlar ki: ‘‘Sen bırak komünizmi vesaireyi, git gazetecilik yap ve Almanya’da Nazi partisine katıl.’’ Katıldıktan sonra, gazeteciliğe başladıktan sonra Almanya’da Sorge, Japonya’ya gidiyor ve Japonya’da çok güçlü bir casus ağı kuruyor ve 2. Dünya Savaşı sırasında Rusya’ya çok değerli istihbaratlar veriyor. Doğrudan Japon sarayının içine sızabilmiş bir isim. İlk verdiği istihbarat – ki Stalin bunu ciddiye almıyor – Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldıracağı. Bunu Almanya’daki bir başka Sovyet istihbarat ağı da söylüyor. Ancak Stalin, Hitler’le yaptığı anlaşma nedeniyle bu saldırıya inanmıyor ve baskına uğruyor. Daha sonra Sorge çok önemli bir başka istihbarat buluyor, o da şu: Japonya, Sibirya’dan Sovyetlere saldırmayı düşünmüyor. Bu da çok önemli, çünkü Sibirya’daki güçlerini Stalin ülkenin batısına taşıyabiliyor ve bu sayede bir  istihbarat da şu: Stalingrad düşerse Japonlar da Sibirya’ya girecek. Onun için Stalingrad’da çok büyük bir direniş sergiliyorlar. Sorge yakalanıyor, sorgularda kabul etmiyor ama biliyorlar ki kendisi Sovyet ajanı. Daha sonra Sovyetler Birliği ile takas etmek istiyorlar. Bu çok güçlü bir iddia ama Sovyetler Birliği böyle birisini tanımadıklarını söylüyor ve idam ediliyor. Hücresindeki bir Japon’la birlikte ayrı ayrı ama yani ikisi de idam ediliyor. O Japon daha sonra Japonya’da Nazilere karşı savaşmış halk kahramanı olarak görülüyor. Sorge de 1964 yılında nihayet Sovyetler Birliği tarafından kahraman ilan ediliyor ve kendisi için şu posta pulu basılıyor. Bu kadar. Başka da bir şey yok. Evet, hakkında yapılmış bir iki tane film var, bir iki kitap var ama çok etkili değil. Ben NTV’deyken bir istihbarat belgeseli hazırlamıştım, ‘‘5. Kol’’ adında. O sırada bayağı literatüre hâkim olmuştum. Ama bu konuda tabii ki meslektaşım, arkadaşım Murat Yetkin kadar değilim. O benden çok daha hâkim ve eminim Murat da Sorge hakkındaki görüşlerime katılacaktır. Evet, böyle alakasız bir şey konuştuk ama pazar günü değişiklik olsun. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.