Ruşen Çakır yazdı: 10 soruda Öcalan ve PKK’nın Suriye ile ilişkisi

Öcalan

Suriye’deki gelişmeler, esas olarak da Şam’daki geçici yönetimle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki ilişki ve müzakereler Türkiye’deki yeni çözüm sürecinin gidişatını doğrudan etkiliyor, belki de belirliyor. Hatta bir Kürt siyasetçinin “geçen çözüm süreci Suriye yüzünden bitmişti, yeni çözüm süreci de Suriye nedeniyle başladı“ önermesini de pekala doğru kabul edebiliriz.

Devlet neden Öcalan’ın kapısını çaldı?

7 Ekim 2023’teki Hamas saldırılarının ardından Ortadoğu’da yaşanan muazzam altüst oluşlar ve İsrail’in bölgenin yeni hegemon gücü olmaya doğru evrilmesinin Ankara’yı endişelendirdiğini biliyoruz. Bu bağlamda İsrail’in bölgede dört ülkeye yayılmış olan Kürtlerle doğrudan ya da dolaylı ittifaklara girişme ihtimalinin önünü kesebilmek için bu dört ülkede de etkili olan PKK’ya ve tabii ki ona ulaşabilmek için “elinin altındaki“ Abdullah Öcalan’a başvurmak zorunda kalındı.

Abdullah Öcalan ve DEM Parti Heyeti
Abdullah Öcalan ve DEM Parti heyeti, İmralı Adası. (27 Şubat 2025)

Öcalan’ın 27 Şubat Bildirgesi Suriye’yi de kapsıyor mu?

Ankara bu süreci “Terörsüz Türkiye“ olarak tanımladı ancak PKK’nın Türkiye’de silah bırakmasına ek olarak, belki de ondan daha çok Suriye’deki Öcalan çizgisindeki örgütlerin Türkiye’nin kaygı ve beklentilerine uygun davranmalarını hedefledi.

Bu bağlamda, Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te ilan edilen Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ndaki “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” ile “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” önermelerinin Suriye’deki yapıları da bağladığı, Ankara ve özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından dile getirildi.

“Öcalan’ın 27 Şubat Bildirgesi Suriye’yi de kapsıyor mu?” sorusunun cevabının “evet” olduğunu düşünüyorum, ama cümlenin devamına bir “ama” eklemek de şart.

PKK için Suriye niçin ve ne kadar önemli?

Bu “ama” konusuna gelmeden önce bazı noktaların altını çizmek ve bazı hatırlatmalar yapmak gerek. Örneğin Suriye’nin Öcalan liderliğindeki hareket için ne anlam ifade ettiğine bakalım.

30 Ocak 2014 günü Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Kandil bölgesindeki bir köy evinde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık (Cuma) ile Vatan Gazetesi için yaklaşık iki saatlik bir söyleşi yapmıştık. PKK’da Öcalan dışındaki lider kadrosundaki isimler genellikle eşit olarak kabul edilir. Bana göreyse Bayık “eşitler arasında birincidir“

Söyleşinin bir yerinde Bayık’a “Anladığım kadarıyla Rojava hem sizler, hem Barzani için en stratejik konu” dediğimde sözü alıp şöyle konuşmuştu:

“Aslında Suriye konusu sadece bizler için ve Barzani için stratejik bir konum arz etmiyor. Suriye herkes için stratejik bir konu. Suriye bir nevi merkezdir. Herkes açısından merkezdir. Suriye’de kazanan Ortadoğu’da hatta dünyada ona göre yer edinecektir. Ama Suriye’de kazanamayan Ortadoğu ve dünya politikasında yer edinemeyecektir. Suriye bir nevi Ortadoğu’nun marketidir. Ortadoğu’da yürütülen çelişki ve çatışmaların merkezi konumundadır. Dikkat edilirse, El Kaide Suriye’yi kendisine merkez seçmiş durumda. Onun için dışarıdan bütün ülkelerden militanlarını getiriyor. Parayla değişik insanları getiriyor. Gücünü orada yoğunlaştırarak Suriye’yi ele geçirmek istiyor. Orayı merkez yapıp bütün Ortadoğu’da hâkim olmaya çalışıyor. Böyle bir strateji izliyor. Bilindiği gibi El Kaide Sünni İslam’ı benimsediğini söylüyor. Bir de Şii İslam var. Bu da Suriye’yi kendisine merkez olarak seçmiş durumda. Şii İslam da Suriye’de sonuç alarak Ortadoğu’da egemenliğini veya amaçlarını sürdürmek istiyor. Amerika ve Rusya açısından da Suriye bir merkez. Türkiye açısından da bir merkez, Kürtler açısından da bir merkez. Şimdi Amerika Afganistan’dan başlayıp Tunus’la devam ettirdiği savaşı Suriye’de noktalandırmak istiyor. Çünkü Suriye Arap sahasındaki en son ülkedir. Orada çıkacak sonuçlara göre Ortadoğu’yu dizayn edecektir. Eğer Suriye’de sonuç alamazsa yürüttüğü savaş sonuçsuz kalacak, tersine dönecektir. Rusya açısından son kaledir zaten. Eğer Suriye’yi kaybederse Ortadoğu’da tüm çıkarlarını kaybedecektir. Türkiye açısından zaten bir merkez. Bugüne kadar Suriye politikası sonuçsuz kaldığı için bu sorunları yaşıyor. Yine Kürtler açısından da orası bir merkez. Kürtler’in orada kazanması veya kaybetmesi bütün Kürdistan’ı etkileyecektir. Suriye onun için merkezi bir anlam ifade ediyor. Zaten onun için Suriye’de bütün güçler çatışıyor.”

PKK Suriye’de nasıl örgütlendi?

Bu uzun alıntıdan sonra PKK’nın Suriye’deki tarihine bakacak olursak miladı Öcalan’ın Türkiye’den kaçıp Şam’a yerleştiği 1979 olarak saptamamız gerekir. PKK lideri belli bir süre sonra kolları sıvayıp, 1962’den itibaren herhangi bir resmi statüleri olmayan Suriye Kürtleriyle, kimi zaman aşiret yöneticileri, kimi zaman aydınlar, kimi zaman gençlerle yoğun ilişkiler geliştirmiş.

Öcalan, Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde bir eğitimde (1998).

Özellikle 1982’de Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nde PKK’nın Mahsum Korkmaz Akademisi kurulunca çok sayıda genç Suriye Kürdü burada eğitim görmüş ve kendi ülkelerinde olmasa da Türkiye’nin kırsal bölgelerinde PKK adına eylemlere katılmış.

PKK’nın Suriye’deki ilk yıllarını Mehmet Tatlı medyascope’taki “Öcalan’ın Suriye yılları: Suriye Kürtlerini nasıl etkiledi?“ başlıklı oldukça kapsamlı yazısında anlatmıştı.

Mazlum Abdi PKK’lı mı?

O yazıda da kullanılan fotoğrafta Öcalan ile birlikte yüzen çocuğun SDG komutanı Mazlum Abdi olduğu, PKK liderinin ondan “manevi oğlum“ diye bahsettiği ileri sürülüyor.

Abdullah Öcalan ve bugün SDG komutanı olan Mazlum Abdi
Abdullah Öcalan ve bugün SDG komutanı olan Mazlum Abdi. Öcalan ve PKK’nın

1967 doğumlu Abdi’nin 1990’da PKK’ya katıldığı, Ferhat Abdi Şahin adıyla 1997-2003 arasında örgütün Avrupa örgütlenmesinin yönetiminde yer aldığı, Şahin Cilo adıyla KCK Yürütme Konseyi üyesi olduğu, iç savaşın başlamasıyla Suriye’ye geçtiği biliniyor.

Ayrıca 2021’de öldürüldüğü PKK tarafından açıklanan örgütün üst düzey isimlerinden “Nureddin Sofi” kod adlı Nureddin Halef Muhammed ile sürekli öldürüldüğü şeklinde haber yaptırılan ama galiba hâlâ yaşayan Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin de Suriyeli.

Kandil’de iki kere röportaj yaptığım Cemil Bayık’ın korumaları da Suriyeli Kürtlerdi. Üç gün önce Şam’a SDG adına görüşmeye giden YPJ Genel Komutanlık üyesi Sozdar Derik’in kim olduğunu araştırdığımda, 12 Ekim 2012’de Şemdinli’de aynı isimli Suriyeli bir kadın militanın öldüğünü öğrendim. YPJ yöneticisinin ona saygı olarak bu ismi kendisine seçmiş olması da pekala mümkün.

Öcalan SDG’lilerle görüşüyor mu?

Yeni çözüm sürecinin başlangıcı olarak 1 Ekim 2024 kabul ediliyor fakat bunun altyapısının çok daha önceden oluşturulduğunu düşünmemiz için çok neden var. O günden bu yana Öcalan SDG yöneticileriyle doğrudan ya da dolaylı bir temas kurup kurmadığı çok önemli bir soru olarak karşımızda duruyor.

Örneğin bu yılın haziran ayında Öcalan’ın SDG Komutanı Mazlum Abdi ile konuşmak istediği medyaya yansımış küçük çaplı bir tartışma yaşanmıştı. Elimde herhangi bir kanıt olmamakla birlikte, özellikle son günlerde Şam ile Kamışlı arasında ilişkilerin pozitif ilerlemesinden hareketle, bunun pekala gerçekleşmiş olabileceğini düşünüyorum.

Zaten medyaya sızan bazı görüşme notlarından Öcalan’ın Suriye konusunda düzenli olarak bilgilendirildiğini, SDG yönetimine mesajlar yolladığını ve bunların cevaplarının kendisine iletildiğini öğreniyoruz.

10 Ekim Cuma günü, Nefes Gazetesi’nde çıkan “Abdullah Öcalan mektup yazdı, SDG ‘Hayır’ dedi!” başlıklı haberde sözü edilen mektup gazetenin göstermeye çalıştığı gibi yakın zamanda değil 22 Ağustos 2025’te yazılmıştı:

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

“Önderliğimizin uyarıları ve değerlendirmeleri bizler için hem yol gösterici hem de vicdani bir yükümlülüktür” denildikten sonra “Ancak açık ve samimi bir şekilde bildirmek isteriz ki; sahadaki sorumluluklarımız ve yürüttüğümüz pratik çalışmalar çerçevesinde bazı kaygılarımız mevcuttur. Bu kaygılar, sadece idari bir tereddüt değil; halkımızın can güvenliği, demokratik kazanımların korunması ve uluslararası destek dengelerinin korunmasıyla doğrudan ilişkilidir.”

Rojava deneyimi PKK için neden önemli?

Kürtler Suriye’de iç savaşa doğrudan müdahil olmadan kendi yaşadıkları ülkenin, Rojava adı verilen kuzey ve doğu bölgelerinde adım adım özerk bir yönetim inşa ettiler. Adı sürekli değişen, son olarak 2024’te Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Bölgesi adını alan bu yönetim Şam tarafından tanınmadı.

Rojava’daki özerk yönetim, Öcalan’ın geliştirdiği toplum perspektifinin hayata geçirildiği ilk ve belki de tek örnek. PKK hareketi Rojava örneğini sadece Kürtlere değil başta Batı sol çevreleri olmak üzere tüm dünyaya tanıtmak için yoğun çaba sarf ediyor. Bu noktada kadınların Rojava’da oynadığı önemli rol Batı medyası, hatta sinemasının da ilgisini çekiyor.

Bu bağlamda, yukarıda sözünü ettiğimiz SDG’den Öcalan’a yazılan 22 Ağustos 2025 tarihli mektubun girişinde “Öncelikle, halkımız yolunda sunduğunuz emek, düşünce ve yön gösterici ilkeler için en derin saygı ve şükranlarımızı sunuyoruz. Kadın özgürlüğü, ekoloji ve demokratik toplum ilkeleriniz yalnızca bir ideolojik rehber değil; aynı zamanda bölgemizde inşa etmeye çalıştığımız siyasi ve toplumsal pratiğin normatif çekirdeğini oluşturmaktadır” denilmesi şaşırtıcı değil.

IŞİD Suriye’de önemli ölçüde zayıflatıldı ancak tamamen yok edilmedi. Öcalan ve PKK’nın

IŞİD ile mücadeleden Suriye Kürtleri kârlı çıktı mı?

Suriye’de SDG ve Kürtler denilince ilk akla gelen hususlardan birisi IŞİD ve bu cihatçı yapıyla mücadele. Başlangıçta IŞİD’e karşı kendi topraklarını savunmak için savaşan Kürtler, bu noktada kaydettikleri başarılardan sonra ABD’nin öncüsü olduğu Batı ittifakının IŞİD’e karşı mücadelesinin temel aktörü haline geldiler. ABD ve diğer Batı ülkelerinin, SDG’nin PKK ile organik ilişkisini bilmelerine rağmen böylesi bir stratejik ortaklığa girmesi birçok dengeyi değiştirdi.

Ankara bu işbirliğini sonlandırmak için değişik zamanlarda farklı öneriler getirdi ancak ABD SDG’den (dolayısıyla PKK’dan) vazgeçmedi. Bu durumun da yeni çözüm sürecinin başlatılmasında etkili olduğunu pekala düşünebiliriz.

Öcalan SDG’ye ne telkin etti?

Öcalan’ın SDG’ye ne tür talimatlar verdiğini 6 Ağustos 2025’te çıkan özel haberimizde özetlemiştik. Öcalan “Devlet istemiyoruz, demokratik Suriye birliğini savunuyoruz” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımı, devlet yetkililerinin de katıldığı bir görüşmede SDG’nin üst düzey bir yöneticisine doğrudan söylemişti.

Fakat gerek bu görüşmede, gerekse medyaya sızan diğer görüşme notlarında Öcalan’ın Suriye’de, Ankara’nın dayattığı ”kayıtsız şartsız teslimiyet” dayatmadığının altını özellikle çizmek lazım.

Sözünü ettiğimiz görüşme mayıs ayı başında yapılmıştı. O günden bu yana çok sayıda doğrudan ya da dolaylı görüşme/yazışma yapıldığı anlaşılıyor. Ve Şam’daki HTŞ ile Rojava’daki SDG arasında hızla anlaşmaya doğru yol alınmasında Öcalan’ın müdahalelerinin kritik bir rol oynadığını söyleyebiliriz.

Öcalan nasıl bir Suriye istiyor?

Öcalan, mayıs başındaki PKK kongresi öncesi kaleme aldığı “Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu” başlığı taşıyan 160 sayfalık metinde hedeflerini “demokratik entegrasyon” olarak tanımlayıp şöyle demişti:

“Entegrasyon, demokratik toplumun, ulus devletle birliğini ifade eder. En doğru tanımı budur. Toplum kendini bir devlet olarak örgütleyip, diğer devlete bağlamıyor. Kendini demokratik toplum olarak, demokratik cumhuriyete entegre ediyor. Entegrasyon aynı zamanda eşitliği de içerir. Demokratik müzakere ile tesis edilir. Entegrasyon demokratik müzakereyi zorunlu kılar. Demokratik müzakere, demokratik toplum ile ulus devletin bütünleşmesini sağlar.”

Öcalan burada “toplum” derken esas olarak Kürtleri kastediyor. Yani Kürtlerin “devletleşme”ye gitmeden demokratik bir şekilde mevcut ulus-devletle bütünleşmesini (entegrasyonunu) savunuyor.

Öcalan’ın bunu sadece Türkiye’dekilere değil, diğer üç ülkede yaşayan Kürtlere de önerdiğini biliyoruz. Nitekim yukarıda sözünü ettiğim mayıs ayı başındaki görüşmede Öcalan SDG üst düzey yöneticisine şöyle diyor:

“Yeni dönem çok önemlidir. Yeni dönem demokrasi dönemidir. Yeni dönemde devlet yoktur. Devlet istemiyoruz. Demokratik Suriye birliğini savunuyoruz. PYD’nin yaptığımız çağrı esasları çerçevesinde yerel demokraside kendini büyütmesi daha önemlidir. Buna ne bir başkası ne de Ahmed eş-Şara yönetimi karşı durabilir. Suriye tarafını Ahmed eş-Şara yönetimi temsil etmektir. Ahmed eş-Şara da yeni programımızı anlayacaktır. Bu çerçevede anayasa yapılmalıdır. Ülke demokratikleşirse silah sorun olmaktan çıkacaktır.”

Öcalan aynı kişiye silahsızlanma konusunda da şunları söylüyor:

“Demokrasi inşa edildiğinde zaten silahlar devre dışı kalacaktır. Silah düşmanlıktır. Silah ortadan kalktığında düşmanlık da ortadan kalkacaktır. İçerde kendi müdafaanızı sağlayın. Dış gümrük sınırları devlete bağlı olmalıdır.”

Bu son derece önemli konuyu ele almaya devam edeceğim. Şimdilik burada keselim.