Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Faruk Akınbingöl değerlendirdi: Hollanda’da yaşayan Türklerin gözünden kriz

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/312571958″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

Merhabalar Medyascope.tv izleyenleri. Bugünkü yayınımızda Hollandalı Türklerin gözünden diplomatik krizi konuşacağız. Konuğumuz, Amsterdam’dan Faruk Akınbingöl. Kendisi bir toplantıya katıldı, o toplantıyı bize anlatacak. Faruk Bey hoşgeldiniz yayınımıza.
Teşekkür ediyorum, hoşbulduk.

Faruk Bey, şuradan başlayalım isterseniz, izleyicilerimiz için. Siz Amsterdam’da yaşıyorsunuz, kaç yıldır oradasınız? Sizi tanıyarak başlayalım.
33 yıldır Amsterdam’da yaşıyorum.

Peki, şu anda bir diplomatik kriz yaşanıyor, çok tartışılıyor. İki ülkenin hükümet yetkilileri de karşılıklı açıklamalar yapıyor. Oradaki durum nedir? Sizin eşiniz, dostunuz, arkadaşlarınız, Türkler ne hissediyor orada şu anda?
33 yıldır bu ülkede yaşıyorum. 33 yıldır, buradaki Türk toplumunun içine düştüğü en kötü ortamı yaşıyoruz aslında. Sadece biz Türklerin duygularını değil, Hollandalıların duygularını da birlikte bir araya getirdiğimiz zaman, bu çelişki ya da bu gerilim bir anlam kazanıyor bence. Buradaki Türkler, –ben bir yerlerde de kullanmıştım bu örneği– annemizle babamız kavga ediyor ve ayrılma aşamasında, ancak buradaki Türk toplumunu, yani evlatlarını, hiçbir şekilde dikkate almadan, şu an sadece siyasi çıkarlar üzerine ya da oy potansiyelini artırmak üzerine, bizim üzerimizden oyunlar oynandığını düşünüyoruz, burada yaşayan Türk vatandaşları olarak.

Bu kriz dolayısıyla bir üzüntü hali var genel olarak, bunu mu anlamalıyız?
Tabii ki bir üzüntü hali var. O ilk gün, insanlar birdenbire galeyana geldi. Ama hemen arkasından, burada sağduyu egemen olmaya başladı. Bir de, açık söyleyeyim, Hollanda’nın o ilk üç günkü gerilimden sonraki tavrı, buradaki insanların yatıştırılmasına yönelikti. Hem Hollanda medyası, hem Hollanda politikacıları, aynı zamanda da buradaki işçi örgütlerinin temsilcileri, Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher’la bir toplantı yaptı. Toplantıya 13 örgüt temsilcisi katıldı. Buradaki sivil toplum örgütleri olarak da, aynı şekilde, potansiyeli düşürmek, en azından burada yaşayan insanlara bu olayın etkisini asgari ölçüde yansıtabilmek için görev üstlendik. Gelinen nokta bu. Şu an müthiş bir gerilim var. Buradan çok açık ve net söylüyorum, Hollanda toplumuna teşekkür etmek lazım. O gerilimle birlikte sokağa fırlayan, gece geç saatlere kadar ‘’Allahüekber’’ diye bağıran –ama bunları da çok abartmamak lazım– toplam sayıları üç büyük şehirde 1500 kişi civarında olan genç bir grup. Potansiyel olarak burada ezilmiş olan bir grup. Bunları da sosyolojik olarak değerlendirdikten sonra, Hollandalıların bu kadar şeye rağmen bir tepki göstermeyip, hükümetlerinin aldığı kararla yetinip, tartışmayı sokağa ya da komşularına yansıtmamaları takdire şayan bir durum. Ama gelinen noktada, –tabii bunun sonuçları bizim üzerimizde belki 1-2 ay sonra daha net çıkmaya başlayacak– Hollanda’da ve Avrupa’da ırkçılık son yıllarda olabildiğince gelişiyor. Popülist politikalar ön plana çıktı. Türkiye’nin popülist politikası, Avrupa’nın, Hollanda’nın popülist politikası, ikisi bir araya geldiği andan itibaren, buradaki yaşayan Türkler tam bir çıkmazın içine girdiler. Sanki bir aidiyet sınavı yapılıyor gibi. Bizden, herhangi birisine aidiyet gösterisi yapılması istendi. Hollanda bize, ortalığı yatıştırın, bu işi daha fazla sokağa yansıtmayın gibi tavsiyelerde bulunurken, Türkiye kanadından gelen tepkiler… Mesela ben az önce Hollandalı yan komşumla konuşuyorum, “Sizin cumhurbaşkanınız gerçekten bizim için şerefsiz dedi mi?” diye soruyor. Şerefsiz değil o tabii, Hollanda diline öyle çeviriyor. Cibilliyetsiz, karaktersiz demek istiyor. Ben evet demeye utanıyorum. Bir cumhurbaşkanının ağzından bir toplumu böyle tahrik etmek hoş değil. Hollanda’nın tavrı doğru muydu? Biz baştan onu da söyledik. Dışişleri Bakanı’nı kabul etmemesi, Hollanda’nın demokratik tavrına, liberal tavrına uygun değildi.

Faruk Bey, araya girmek istiyorum. İsterseniz şu konuyla ilgili devam edelim. Bir toplantıya katıldınız, aslında bu çok önemli; facebook’ta da yazdınız bunu. Hollanda Sosyal İşler Bakanı, aynı zamanda İşçi Partisi Genel Başkanı Lodewijk Asscher’la birlikte bir toplantı yapıldı. Kimler katıldı bu toplantıya? Neler konuşuldu?
Hollanda kültüründe bir müzakere kültürü vardır. Polder modeli dediğimiz, herkesin düşüncesini açıkça söyleyebildiği müzakere organları vardır. Bu müzakere organlarının –sivil toplum örgütleri ile Hollanda hükümet temsilcileri, İçişleri Bakanı, Sosyal İşler Bakanı başta olmak üzere–, bakanlarla Türk toplumunun zaman zaman bir araya gelip müzakerelerde bulunması çok olağan bir durum. Ancak bu olağanüstü durumla birlikte, Sosyal İşler Bakanı Asscher’ın, Türk toplumunun STK’larını çağırmasıyla, benim çok önemli bulduğum iki noktada mutabakata varıldı. “Bu toplantıya kimler katıldı”yı da bir açıklamak lazım: Tabii bunlar Hollanda’ca isimler. DemDER, HAKDER (Nuderlan Alevities vereiniging), HTIB (Nederlandse Turkse Arbeiders Vereiniging), IOT (inspraakorgaan Turken), ISN (islamitische stichting Nederland), Milli Görüş Noord, Milli Görüş Zuid, PlatformINS (Islamitische Nederlandse Stichting), Platform Koerden Nederland, SICN (stichting islamitische Culturele Federatie), TFN (Turkse Federatie Nederland), TICF (Turkse Islamitische Culturele federatie- Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu), VON (Vluchteling Organisatie Nederland). Bu 13 kurum, Bakan’la bir araya gelerek son gelişmelerin bir değerlendirmesi yapıldı. Bu değerlendirmede tabii bütün gruplar, kendi görüşlerini Bakan’a aktarmaya çalıştılar. Bu çelişkinin neden bu hale geldiği doğrultusundaki endişelerini ve bu gerilimden kaynaklanan etkenlerin burada yaşayan Türk toplumunu endişeye sürüklediğini, bu konuda Hollanda’ya bir görev düştüğünü, Hollanda hükümetinin bu konuda önayak olması gerektiği ve gerilimi azaltması gerektiği söylendi. Asscher, “Tabii ki, biz de bunu istiyoruz, gerilimin bu kadar yükselmesi bizim de işimize gelmiyor, ama bu çok kısa sürede çözümlenecek bir durum değil, çünkü Türkiye’den suçlamalar devam ediyor” gibi bir tavır kullandı.
O toplantıda iki önemli görüş ortaya çıktı, benim için bu çok önemliydi. Çünkü toplantıya katılan derneklerin yapısını düşündüğümüzde, Türkiye’nin Hollanda’ya yönelik “Nazi artığı” ve “faşist” tanımlamasının, bütün örgütler tarafından kabul edilemez olduğu Bakan’a izah edildi. Nitekim Bakan, toplantının sonunda, “Ben bu toplantıdan çıkarak, bu konuyu basına söyleyeceğim” dedi. Herkes onay verdi Bakan’a. İkinci olumlu şey de; şöyle bir konuşma geçti o toplantıda. Sadece Türklerin değil, aynı zamanda Hollandalıların da duyguları söz konusu. Her iki duyguyu da göz önüne alarak, bu gerilimin sokağa yansımaması için, sokakta bayraklarla “Allahuekber” nidalarıyla sokakta dolaşan gençlerin artık sakinleştirilmesi için, Sivil Toplum örgütlerine bir görev düştüğü konusunda mutabakata varıldı. Sivil Toplum örgütleri de bu görevi yapacaklarını söylediler Bakan’a.

Peki, şunu da soralım: Türk hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan açıklamalar vardı. Onun yanı sıra, Hollanda Başbakanı Rutte’nin ve Geert Wilders’in açıklamaları vardı. Onlar hiç tartışıldı mı? Veya siz buna dair çekinceleri sundunuz mu?
Tabii ki. Onlar da gündeme geldi. Bakan’ın yaptığı açıklama: “Biz Çavuşoğu ile sekiz kez görüşme yaptık. Sekiz görüşmede de, Sayın Çavuşoğlu’na gelmemesi gerektiğini, bizim seçimlerimizin olduğunu ve buradaki Türk toplumunun, Türkiye’deki seçim ortamıyla birlikte bir gerilime sürüklendiğini, buradaki toplumsal yapımızın, toplumsal barış ortamının, Türkiye’deki seçimler nedeniyle zarara uğradığını düşündüğünü söyledik”. Nitekim bakın bugün burada seçim var, kimse seçim olduğunun bile farkında değil. Herkes gider, oyunu kullanır ve çıkar. Sokaklarda kimse miting yapmaz. Sokaklarda bir miting alışkanlığı vs. öyle bir şey yoktur. Politikacılar çıkar televizyona, beş ana konu belirlenir, o ana konuda karşılıklı, tarafsız bir şekilde tartışırlar. Seçmen de kararını verir. Dolayısıyla, böyle bir kültürü olan Hollanda’ya, “Biz orada büyük toplantılar yapacağız” gibi bir dayatmanın Hollanda’yı gerdiğini söyledi Sayın Bakan. “Biz hiçbir şekilde yanlış yapmadık” dedi. Özellikle faşist tanımlamasının kabul edilemez olduğunu belirtti. Bu arada belirteyim, Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb, Fas kökenli bir Müslüman. Aboutaleb özellikle “Nazi artığı, faşist” denmesine çok bozulmuştu. Kendisinin şöyle bir açıklaması vardı: “Birileri Türkiye’ye, Rotterdam’ın Naziler tarafından yerle bir edildiğini ve benim de bu kentin başkanı olduğunu anlatsın”.
O toplantıda konuşulmayan ve daha sonra söylenen, –detaya girilmedi ama ben biraz detaylıca anlatmaya çalışayım– özellikle Aileden Sorumlu bakanımızın buraya gelmesinin provokasyon olarak görüldüğü söylendi. Bakan bunu bir provokasyon olarak gördüğünü belirtti. Başbakanımız Binali Bey’in 6 Mart’ta yaptığı bir açıklama vardı: “Biz Hollanda’ya gidemeyiz, çünkü 15 Mart’ta Hollanda’da seçimler var, 14 Mart’a kadar gidemeyiz, 14’ünden sonra gidebiliriz” demişti.

Buna nasıl bakarlar peki? O toplantıda, mesela, “Bakan ve Hükümet yetkilileri herhangi bir siyasi propaganda yapamaz, ama milletvekilleri gelebilir” diye bir şey konuşuldu mu?
Evet, tabii. ‘’Milletvekilleri gelebilir. Biz, hükümet yetkililerinin, Bakan, Başbakan gibi, burada siyasi ve seçim propagandası yapmalarını istemiyoruz” dediler. “Türkiye’den bir Bakan gelirse, biz onu ağırlarız, hoşgelir, ama siyasi propaganda yapmasına müsaade etmeyeceğimizi kendisine bildirdik, ancak çok ısrarcı oldu, geliriz dedi. Hatta biz bu arada, nasıl bir çözüm bulabileceğimizi düşünürken, –Bakan’ın söylediğini aynen aktarıyorum– Sayın Çavuşoğlu’nun tehditleriyle birlikte, biz artık bu işin elden ayaktan çıktığını düşündük” dedi. Hatta Başbakan Rutte de, Sayın Çavuşoğlu’nun ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından sonra, “Türkiye ne kadar gururluysa, Hollanda da o kadar gururlu. Bu tehditlerle Hollanda’ya diz çöktüremezsiniz” demişti.
Bütün bunlar tek tek gündeme geldi tabii. Bakan kendi görüşlerini söyledi. “Faşist” ve “Nazi artığı” tanımlaması Türk örgütlerinin Bakan’ın karşısında eskisi kadar dik durmasını engelleyen bir faktördü.

Faruk Bey, özellikle sormak istiyorum, “BBC Türkçe” de Hollanda’da yaşayan Türklerle ilgili bir haber ve röportaj yapmıştı. Orada gurbetçi olmanın zorluğunu anlatan Türkler vardı. Şu anda kendinizi bir tehdit altında hissediyor musunuz? Veya Hollanda’da Türk olarak yaşamak ne ifade ediyor?
Gurbetçi olmak zaten zor bir olay. Çünkü gittikçe artan bir ırkçılık var. O ırkçılığı hissediyorsunuz. Irkçı partilerin yükselişini görerek endişeye kapılıyorsunuz.

Peki, son beş günde değişti mi bu?
Gerçekten de değişti. Bir örnek vereyim. Çok cici bir çocuğumuz, bir arkadaşımızın oğlu motosikletiyle giderken, Hollandalılar ona, “Bu ülkeye faşist diyorsanız, beğenmiyorsanız, defolun gidin” gibi şeyler söylemişler. Bu söylemler sokakta sık sık duyuluyor. Hatta yan komşum bana şunu söylüyor: “Bayrağımızı alıp biz de mi çıkalım, ne yapalım? Artık o noktaya geldik.” Yani, bu gerilimi biz ileride siyasi olarak hissedeceğiz. Çünkü bu ülkede iş pazarı, eğitim, zaten azınlıklarda sorunlu sektörlerdi. İş pazarında ırkçılık, ayrımcılık zaten vardı. Bunun artarak devam edeceği doğrultusunda bir şey aldık. Artık her konuştuğunuz Hollandalı size, “Buraya faşist, ırkçı diyorsanız ne işiniz var burada” sözünü daha sert dillendirmeye başladılar. Ama dediğim gibi, aklıselim Hollandalılar, gerçekten aklıselim davranıyorlar, şimdilik. Birkaç tane balkonlardan bardak fırlatma dışında, arabaları devirmek, bayraklarla korna çalarak protesto yapan gençlere, birkaç münferit olay dışında, bir olay çıkmadan devam ediyor şimdilik. Ama önümüzdeki günlerde bunun etkilerini daha çok göreceğimizi çok iyi biliyoruz. Hatta bugün bir görüşmede, genç bir arkadaşımızın söylediği şuydu, kendi deneyimlerini, birkaç Hollandalı’yla görüşmesini anlattı; “Ya abi, siz burada 30 yıl boyunca haklar elde ettiniz, biz şimdi o 30 yıla sıfırdan başlayıp, yeniden kazanım aşamasına geçeceğiz”. Yani, buradaki Türk toplumunda 30 yıl kaybettiğimiz doğrultusunda bir korku ve çekingenlik oluşmaya başladı. Bakın, Hollanda televizyonlarına da bakıyoruz. Türkiye’ye yönelik bir suçlama yok. Cumhurbaşkanı’na yönelik bir suçlama yok. Küfürvari, faşist vs. gibi hakaret içeren sözler yok. Ama Türkiye tarafından yapılan bütün suçlamalar, buradaki Türkleri, Hollandalılar karşısında haklıyken haksız konuma düşürüyor. Bence, bu gerilimi artık bir ölçüde durdurmak gerekiyor. Oy bu kadar önemli değil. Oy için, Hollanda’da yaşayan 400 bin Türk’ün kaderiyle oynamamak gerekir diye düşünüyorum.

Faruk Bey, programı kapatmadan önce sorayım. Bugün seçimler var Hollanda’da. Wilders’in oylarının yükseleceği düşünülüyor. Rutte konuşuluyor. Merkez Parti, Yeşil Sol Partisi, Liberaller var. Beklentiniz nedir? Seçimler hakkında da son bir görüşünüzü alalım.
Wilders’ın Partisi PVV (Özgürlük Partisi) ikinci konumda görünüyordu en son kamuoyu yoklamalarına göre. Şu anda Başbakan Rutte’nin Partisi (Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi) birinci parti konumunda. Ancak, son yıllara baktığımızda, Hollanda’da ilk defa Sol bir toparlanma içerisinde. Yeşil Sol, Sosyalist Parti ve D66 (Demokrat Parti) sanki bir merkez sol, sağdan bir partiyi de alarak, –belki Hristiyan demokratları– içine çekerek bir koalisyon kurabilir gibi bir görüş var şu anda. Ama bu konuya çok önem vererek söylüyorum, Wilders’la Rutte arasında dün televizyonda yapılan tartışmada –birebir karşılıklı tartışıyorlar, bir Hollanda geleneği bu– “Wilders’la neden koalisyon kurmazsınız” diye Başbakan’a sorulduğunda Başbakan’ın cevabı çok ilginçti: “ ‘Ben evlerden Kur’an’ı toplatacağım, camileri kapatacağım’ diyen bir partiyle koalisyon kuramam” dedi. Ki bunun da altını çizeyim, biz bu adama faşist diyoruz. Televizyonda, milyonlarca Hollandalı karşısında bunu diyen bir Başbakan, “Ben ‘evlerden Kur’an’ı toplatacağım, camileri kapatacağım’ diyen Wilders’la koalisyon kurmam, kuramam” dedi.
Dolayısıyla, Wilders’in dışında olduğu, artık Wilders’ın siyasi etkisinin de azalacağı bir süreç bekliyoruz ve umuyoruz.

Faruk Bey çok teşekkürler, çok sağolun programımıza katıldığınız için.
Ben teşekkür ediyorum. İyi yayınlar.

Sağolun, iyi günler. Medyascope.tv izleyenleri, Hollandalı Türklerin krize bakışını, Amsterdam’da 1983 yılından beri yaşayan Faruk Akınbingöl ile konuştuk. Çok önemli açıklamalarda bulundu, kendisine tekrar teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.