Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile “5 soru 10 cevap” (21): Seçimin havası, partilerin halleri

31 Mart yerel seçimlerine az bir süre kala Kemal Can, bu haftaki yayınında partilerin seçimlere nasıl hazırlandıklarını ve genel seçim atmosferini değerlendirdi.

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi haftalar.

Geçtiğimiz hafta seçiminin ön hazırlıkları diyebileceğimiz süreçte özellikle muhalefet cephesinde, CHP’de hareketli günler geçirildi. Büyük ölçüde adaylar netleşti, genel tablo ortaya çıktı ve dolayısıyla, “nasıl bir seçim havası var ve partilerdeki durum ne?” başlığında birkaç soruyla genel tabloya bakmak yerinde olacak.

Cumhur ittifakı ya da iktidar partilerinin seçim rotası için ne söylenebilir?  

Çok erken seçim stratejisini oluşturmuştu iktidar partisi.  Büyük ölçüde de Devlet Bahçeli’nin çerçevesini çizdiği bir stratejiydi bu. Stratejinin temel meselesi, 31 Mart yerel seçimlerini bir genel seçim havasında karşılayarak, iktidarın devamını ülkenin bekâsı olarak formüle eden ve seçmenin önüne de yeniden -diğer seçimlerde olduğu gibi- bunu koymaktı. Bu stratejiye uygun olarak, özellikle büyükşehirlerde -İstanbul, Ankara ve İzmir’i kastediyorum- çok öne çıkacak, yüksek profilli adaylar seçilmedi. İstanbul’da Meclis Başkanı Binali Yıldırım makamı dolayısıyla yüksek profilli sayılabilir ama siyasi performansı itibariyle öne çıkabilecek isim olarak sayılması zor. Bu süreçte büyükşehirlerdeki iktidar partisi adayları, seçime ilişkin vaatlerinden çok yaptıkları tuhaf açıklamalar ya da gaflarla haber oldu. Binali Yıldırım’ın Tarlabaşı esprisi, Özhaseki’nin “rant da lazım” demesi ya da Zeybekçi’nin İzmir’i “mahallenin en güzel kadını”na benzetmesi gibi. Bu düşük profil tercihi, seçimin Bahçeli ve Erdoğan’ın üzerinden şahsileştirilmesinin ya da seçimin belirleyici figürleri olarak liderlerin öne çıkartılması yaklaşımıyla uyumluydu. Ve hemen peşinden tanıdık, saldırgan dil yükseltilerek devam ediyor.  Artık daha somut, açık hedeflere, bazen ismen gazetecilere -Deniz Zeyrek’le ilgili MHP’lilerin dün akşam yaptığı bir sosyal medya kampanyası olduğu- yani her türlü eleştiriye karşı dozu artan bir saldırgan dilin oluştuğunu görüyoruz. Son olarak Erdoğan’ın HDP eşit PKK, YPG demesi.  Aslında Türkiye’nin Suriye’deki mücadelesiyle Türkiye’deki mücadelesini siyasi zeminde denkleyen ve oldukça sorunlu bir sözün Cumhurbaşkanının ağzından çıkması başka bir anlama gelecek. Çünkü HDP, Türkiye’de halen mecliste bulunan, grubu olan, yasal olarak seçime girme hakkı bulunan bir siyasi parti. Böylesi bir iddia hukuken, ahlaken, siyaseten son derece sorunlu ama bunun ilk örnek olmadığını biliyoruz.

Açıkçası, saldırganlık dilinin dozu artmış olsa da, bekâ meselesi ya da karşıdaki şer cephesi üzerinden kurulu söylem çok yenilenebilir bir söylem değil. Yapılan ilk araştırmalarda, kamuoyunda, seçmenlerde sorun algısı açısından iktidarın kullandığı argümanların geriye gittiğini, ekonominin veya gündelik meselelerin öne çıktığını; soyut birtakım tehditlerin ise biraz gerilediğini görüyoruz. Yine demin bahsettiğim düşük profil meselesinin de düşünüldüğü gibi sonuç vermediğini, liderleri öne çıkartan, adayları geri plana iten yaklaşımın pek çok merkezde iktidar partileri aleyhine olduğunu işaret eden birtakım verilerle de karşılaşıyoruz. Anketler, özellikle iktidar partisinin kendi yaptığı anketlere ilişkin sızan bilgiler bunu gösteriyor. Özellikle Ankara’da Özhaseki’nin hâlâ değişebileceği konusunda birtakım kulis haberleri var. Çünkü bu düşük profil aday meselesi iktidarın hesapladığı gibi gelişmiyor sanki. Bununla ilgili son düzlükte, son iki haftada bir hamle yapılır mı, beklenir mi? “Olmaz” diyemez kimse. Bir de, bu saldırgan dil ve gerilimi yükseltmenin ters oy konsolidasyonu yaratma riski de var. Evet iktidar stratejisini böyle kurdu, kendi oyunu konsolide edebilmek, koruyabilmek için bunu yapmak zorunda olduğunu düşündü ama tırmandırdığı gerilim, aynı ölçüde karşı konsolidasyon da yaratıyor. Seçmeni -biraz sonra konuşacağız- küskünleşmiş seçmeni bile motive edebilecek bazı dinamikleri yaratabiliyor. Hesaplanan stratejiyle, alanda alınan sonuçlar arasında bir açı var gibi görünüyor.

Muhalefette, Millet İttifakı’nda, muhalefet partilerinde durum ne?

Açıkçası biraz sorunlu olduğu düşünülen, özellikle İYİ Parti-CHP arasında biraz sıkıntı doğurabilecek -hatta İYİ Parti’nin bazı genel başkan yardımcıları “ittifak olmayacak” falan diye erken açıklamalar da yapmıştı- ittifak bir biçimde kotarıldı. Aslında çok da büyük gürültü çıkmadan ve çok da büyük alerjiler oluşmadan halledildi.  Partilerin kendi adayları konusunda daha çok tartışma yaşandı belki.  İYİ Parti içinde bazı sıkıntılar devam ediyor ama fazla seçenek de olmadığı için tartışmalar büyümüyor. Ama muhalefet cephesindeki en temel mesele, kapı arkasında işler nispeten başarılı yürütülse, akıllıca adımlar atılmış olsa da, bunun iletişimi, kamuoyuna yansıtılması, parlatılması ya da avantaja dönüştürülmesi konusunda aynı başarının tekrarlanmadığını görüyoruz. Bu yüzden olumlu sayılabilecek gelişmeler bile, pek çok açıdan ve bildiğimiz nedenlerle biraz mesafeli duran küskün muhalefet seçiminini ateşlemeye henüz yetmiyor.  

Muhalefet açısından bir başka nokta; -geçen haftaki 5 soru 10 cevap’ta biraz daha detaylarıyla konuşmuştuk- özel, taktik (ittifaklar veya yerel siyasete dair) adımlarla, genel siyaset oluşturma arasında bir eşitsizlik var, bir ters makas var. Birbirini taşıyan motivasyonlar üretemiyor. Genellikle muhalefet partileri, yaptıkları özel operasyonlar ve taktik hamlelerle daha çok konuşuluyor, genel iddiaları, yüksek siyasete dair sözleriyle gündem kuramıyor. Bir de bunun üstüne iletişim eşitsizliğini de eklersek, bu konuda önemli ölçüde geri kaldığını düşünebiliriz. İktidar partileri, genel siyaseti, liderleri ve kimlik mensubiyetini öne çıkartılırken, muhalefet bu alanlarda fazla parçalı bir görüntü veriyor.  Partiler ve liderler bu seçim için oldukça geride duruyorlar henüz. Dolayısıyla, siyasi aidiyet veya kimlik sayımı açısından bakıldığında, muhalefet seçmenlerinin -biraz da partilerin yavaş hareket etmesinden kaynaklanan biçimde- henüz seçim havasına girmedikleri görüyoruz.

HDP’nin gönen tabloda kayyım atanmış belediyeleri geri alma şansı açısından ne?

Kürt seçmenin yoğunluklu olduğu illerde, hem iktidar partisinin -yani AKP’nin- hem de HDP’nin geliştirdiği siyasi dille, Batı’da diğer büyükşehirlerdeki  seçmene aktardığı temel hedefler açısından bir farklılık var. Yani orada başka türlü, burada başka türlü konuşma mecburiyeti var, hem AKP hem de HDP için. Biraz çift kişilikli bir siyasi dil kurmak zorundalar.  Dolayısıyla, bunun bazı partilere avantaj, bazı açılardan da dezavantajı olduğunu söylemek lazım. Ve ilk araştırmalar, anketler şunu söylüyor: HDP’nin 2014 yerel seçimlerine göre pek çok merkezde oyunu koruduğu ya da artırdığı ve dolayısıyla 2014’te aldığı, daha sonra kayyım eliyle elinden alınan belediyelerin çoğunu geri alabileceği görünüyor. Çok olağanüstü bir müdahale olmazsa rahatça geri alabileceği, hatta bazı yeni belediyeler bile kazanabileceği yolunda ilk araştırma sonuçları var. Zaten iktidarın işi genel seçim havasına sokması, bir tür kimlik meselesini, beka davasını ve beka davasının bir ayağı olarak da Kürt politikasını bunun içine yerleştirmesi, bir muhalefet inadını yaratıyor, HDP seçmeninin de bir tür konsolide olmasını sağlıyor.

Peki bu söylem sertleşmesi iktidar açısından bölgede nasıl sonuç doğuruyor? Aslında ilginç biçimde, bu son çıkan araştırmalarda, 2018 seçimine göre AKP’nin oylarının geriletmediği, hafif artırdığı da görülüyor. Dolayısıyla, bu iki kişilikli halin, bir yandan HDP seçmenini kilitleyerek “tekrar kayyum atarız” tehditlerine rağmen motivasyon yarattığını görüyoruz ama bir yandan da  AKP’nin de bölgedeki varlığını geriletmeyen, hatta birazcık daha güçlendiren bazı dinamiklerin de işlediğini görüyoruz. Bu, belki HDP’nin daha yerel düzeyde bu dinamiği neyin yarattığına ilişkin daha detaylı bir politik çalışma yapmasını gerektirecek bir gelişme. HDP açısından not edilmesi gereken bir nokta daha var. Tabii ki, kayyumların aldığı belediyeleri geri kazanmak çok önemli bir motivasyon ama genel oy tablosunu koruyabilmek için de, batıdaki seçmenini sandığa taşıyabilmek zorunda. Bunun için de özel bir politika geliştirmek zorunda. Henüz bununla ilgili ne kadar mesafe aldığına dair çok somut veriler yok. Ama bunun özel bir çalışma yapılmaksızın kendiliğinden olacağını beklemek de çok gerçekçi değil.

Kamuoyu ve seçmenlerdeki ilgi ya da 31 Mart’a dönük motivasyon nedir?

Çok yaygın ve sık kullanılan, hatta araştırmalarda da ölçülebilen bir küskün seçmen meselesi var. Özellikle muhalefet seçmeni arasında daha fazla olmak üzere, oy vermeye gitmeyeceğini söyleyen seçmen sayısı oldukça yüksek. İktidar blogundaki seçmen açısından, özellikle ekonomik meseleler yüzünden kendi partisini bir tür cezalandırma isteğinin olacağı konuşuluyor. 24 Haziran’da da bu beklenti vardı. Muhalefet seçmenin de kendisini tatmin etmediğini düşündüğü partilere destek verme konusunda biraz daha mesafeli olacağı konusunda bir genel inanış ve ölçülebilir bazı veriler var. Açıkçası seçim güvenliği ile ilgili tartışmalar da seçime ilgisizliği artıran bir zemin yarattı. Ama şunu söylemek lazım: Türkiye’deki genel siyasi eğilim açısından, siyasi küskünlüğün, tıpkı dindarlık, muhafazakârlıkta olduğu gibi gerçek etkisi ile görünürlüğü arasında bir açı var. Yani söylendiği kadar ya da gösterildiği kadar yüksek bir siyasi sonuç verir mi bu küskünlük, her iki tarafta da bundan çok emin olamıyoruz.

Seçim tansiyonu, siyasi gerilim, şimdiye kadarki bütün seçimlerin son düzlüğünde genellikle iktidara yaradı. Özellikle Erdoğan’ın son düzlükte kararsızları kendine çevirebilme becerisi de, bu gerilim idaresi ile mümkün oluyor. Yine aynı sonuç, aynı biçimde gerçekleşir mi? Henüz bunu da çok açık biçimde belirtmek zor. Çünkü bu sefer tansiyon üretme meselesinde iktidar biraz fazla yalnız kalmış oldu. Bir ayağı boş bu tansiyon meselesinin. Önceki seçimlerde, referandumda, 24 Haziran’da, iktidarı değiştirme açısından motive, “tamam”, “hayır” sloganları üzerinden güçlü gelen, hatta moral üstünlüğü bile almış bir muhalefet tavrı vardı. Muhalefetin estirdiği bu rüzgara karşı  iktidarın kullandığı savunma söylemi konsolidasyon sağlamakta önemli bir faktördü. Şimdi  o yükseklikte bir hava, güçlü görülen bir ihtimal olmadığı için gerilim meselesinin bir ayağı boşta. İktidar tansiyon üretmekte, hem yeni argüman bulmakta zorlanıyor, hem de biraz tek başına kalmış durumda.

Çizdiğimiz bu çerçeve, seçime yaklaşılırken başka bir rotaya girer mi?

Daha önceki seçimlerde, 24 Haziran dahil, referandum ve aslında 2015 seçimlerinde de muhalefet çok daha öndeydi. Seçmen açısından motiveydi, önemli bir hareketlilik vardı. ve Şimdi çok öyle olmadığını görüyoruz. Üstelik de, aritmetik olarak sonuç almaya diğer seçimlere göre çok daha yakın olduğuna dair işaretler olmasına rağmen. Bunun avantaj mı, dezavantaj mi olduğunu göreceğiz. Ama çok erken bir strateji kuran iktidarın, temel rotayı değiştirmek, seçim atmosferinde başkalaştırmak konusunda elinin çok rahat olmadığını söyleyebiliriz. Buna karşılık muhalefetin, şu anda büyük ölçüde renksiz,  heyecansız görünse bile, daha lokal, küçük ölçekli bazı manevra imkânlarının hala devam ettiğini söyleyebiliriz. Tıpkı daha önce referandumda olduğu gibi, blok davranmayan, daha parçalı halin -özel seçilmiş bir taktik mi bilmiyoruz- işe yarama ihtimalinin de az olmadığını söyleyebiliriz.  

Hem muhalefet açısından, hem iktidar açısından bir paradoks söz konusu: İktidar, muhalefetin kendisini seçimle indirebilme ihtimalini bir tehlike olarak koymak zorunda. -çünkü stratejisini, beka davasını bunun üstüne inşa ediyor- ama bir yandan da seçimle değiştirilemeyecek kadar güçlü olduğunu da göstermek zorunda. Muhalefet açısından da, seçimle bir şeylerin değişebilir olduğu iddiasını devam ettirmek -işte bu yüzden seçim güvenliği meselelerini önemsizleştiren bazı açıklamalar yapılıyor- ama bir yandan da iktidar konsolidasyonunu devam ettirmemek için biraz geri durmak gibi bir paradoks içerisinde. Her iki tarafta da çalışan bu paradoksun hangi seçmen üzerinde, hangi etkisiyle belirleyici olacağını göreceğiz. Önümüzdeki süreçte, adayların öne çıkarak performans değiştirmeleri, söylem kurmaları, daha etkili bir kampanya yürütmeleri mümkün. Açıkçası bu konuda da muhalefetin şansı iktidar partilerinden biraz daha fazla.

Şimdilik böyle çizelim çerçeveyi ama bu başlık seçime kadar bir ya da birkaç kez yenilenerek konuşulmaya muhtaç.

Tekrar iyi haftalar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.