Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (33): Sürekli dengesizlik süreci başlıyor

Kemal Can bu haftaki 5 Soru 10 Cevap yayınında 31 Mart yerel seçimleri sonucunda oluşan yeni politik atmosferi ele aldı.

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi haftalar.

Uzunca bir süredir Türkiye ekonomi, siyasi ve toplumsal alanda önemli bir denge sorunu yaşanıyordu şimdi artık bunun süreklileştiği,  daimi bir dengesizlik halinin siyasi gündemle birlikte pekçok alanı da etkilemeye devam edeceği bir sürece giriyoruz.

Siyasetin ve Türkiye’nin gündemi ne kadar YSK’nın kararına bağımlı kalacak?

AKP’nin seçimden sonra yaptığı itirazlar, bir kısmı cevaplanarak bir kısmı sonuçlanarak devam ediyor. En son yaptığı itirazların bir kısmı bazı bilgilerin toplanmasını gerektirdiği için süreç daha da uzadı. Bu hafta seçimden sonraki sürecin beşinci haftasındayız. Edinilen bilgiler, YSK’nın sürdürmekte olduğu itiraz başlıklarında bilgi toplamasının bu hafta sonuna kadar sürebileceği yolunda. Dolayısıyla kararın haftaya kalma ihtimali az değil. AKP’nin itiraz başlıklarının neredeyse tamamı YSK’nın kendi sorumluluk alanıyla ilgili; sandık kurulların oluşturulması, sandık kurullarında kamu görevlisi olmayanlara yer  verilmesi ve kısıtlıların seçim listelerine girmesi gibi konular. Bunlar da bir araştırma ve bilgi toplamayı gerektiriyor. Ama ilginç olan şey; AKP’nin başvurusu, sadece büyükşehir belediye başkanlığı seçiminin yenilenmesiyle ilgili. Dolayısıyla bu gerekçelerle bir iptal söz konusu olduğunu da aslında bütün kalemlerde yenileme gerekir. Bu meselenin muhtemelen önümüzdeki haftaya kadar tamamlanacağı ve YSK’nın bir karar vereceği söyleniyor ve ilginç biçimde tabii ki süre uzadıkça, bu konudaki tahminler de at yarışı tahmini gibi sürekli değişiyor. “İptal edilecek” eğilimi birden bire hakim oluyor. Birinin  açıklamasından, birinin mimiğinden, bir ziyaretten filan böyle bir sonuç çıkıyor; ya da birden bire hava değişiyor, kesinlikle iptal kararının çıkmayacağı konuşulmaya başlanıyor.

Bu belirsizliklerin, uzatmanın neden olduğu konusunda da çeşitli teoriler var. Kimileri iptalin zeminini yaratmak için uzatmanın sürdürüldüğünü; kimileri de seçimin geçerli kabul edileceğini ama uzatmayla bunu kolay sindirilir hale getirmeye çalışıldığını söylüyor. Her durumda uzatmanın nedeni olarak alıştırmaktan bahsediliyor. Yani AKP kendi seçmenini alıştırıyor, ya AKP muhalefet bloğunu alıştırmaya çalışıyor.  YSK AKP’yi alıştırmaya çalışıyor ya da YSK muhalefeti alıştırmaya çalışıyor. Tahminler bu alıştırma meselesi üzerine. Uzatmanın verilecek karara tepkiyi azaltmaya dönük olduğu konusunda, her türlü sonuç için ve her türlü aktör için üretilmiş senaryolar var. Açıkçası gelinen nokta; bu senaryoların her biri için artık uzatmanın makûl seviyeleri aştığını gösteriyor. Kim ne fayda umarak yapıyorsa o faydayı da artık sağlamaz hale geldiğini söyleyebiliriz. Bu arada ilginç gelişmeler oluyor; Binali Yıldırım bir yerde konuşuyor, “ben kaybedilmiş bir seçimin peşini sürecek biri değilim” diyor. AKP’nin kampına Binali Yıldırım’ın çağrılmadığı ortaya çıkıyor. Sonra Binali Yıldırım bu açıklamalarını tevil eden, kast ettiğini bu olmadığını söyleyen başka bir düzeltme yapıyor. Bütün bunlar çeşitli yorumlara da yol açıyor. Bir de ilginç bir tablo daha var; Türkiye’de hukuk, neredeyse tamamen rafa kalkmış, mahkemeler siyasi kararların uygulama mercii haline gelmişken herkesin bir yüksek mahkemenin vereceği karara kulak kabartmış olması da, Türkiye’nin içinde bulunduğu bir şaka gibi duruyor.

Cumhur İttifakı’nın iç gerilimi ve geleceği Türkiye’nin kaderini mi belirleyecek?

Dışarıya yansıtılmamaya çalışılsa da, Bahçeli ile Erdoğan artık aynı dili kullanmaya başlamış olsa da, bir iç gerilim olduğu çok açık biçim hissediliyor. Bunu sadece dışarıdan bakanlar, muhalefette olanlar değil; AKP’nin içerisinden dillendirilen şikayetlerden de anlayabiliyoruz. İttifak dolayısıyla da bir gerilim var. Zaten var olan gerilim açığa çıkmış ve buna bağlı olarak da çok sayıda spekülatif senaryo dolaşıma girmiş durumda. MHP’nin ittifakı bozabileceği, Bahçeli’nin çok sert bir çıkış yapacağı ya da tersi; Erdoğan’ın MHP ittifakı dışında bir seçenek arayışı içerisinde olduğu, bu konuda kapalı kapılar ardında birtakım temaslar yürütüldüğü, teşkilatlarda ve kardoların içerisinde bu konuların çok canlı tartışıldığı. Çeşitli güç merkezlerinde bu ittifakın geleceği konusunun gündeme getirildiği ve seçeneklerin masaya yatırıldığı gibi çok sayıda başlık ve bu başlıklardan üretilmiş senaryolar var. Bu senaryoların çoğu yapılan açıklamalara, söylenen sözlere, ifadelere, mimiklere, kimin kimle görüştüğüne, kimin kimle görüşmediğine bakarak, birtakım şifreler çözmeye çalışarak yürütülmeye çalışılıyor. 31 Mart seçiminin kampanyası,  kamuoyunda da algılandığı gibi iktidarın bekasının oylandığı referandum biçiminde yaşandı. Yani iktidar kendi devamını bir referandum meselesi olarak koydu ve ülkenin kaderiyle kendi kaderini bir tür eşitledi. Buna seçmen, çok pozitif bir karşılık vermedi. Seçimin sayısal sonuçlarının dışında da açıkçası iktidarın bu söylemi çok destek görmedi hatta biraz tepki aldı. Ama bugün yaşadığımız tablo -hem seçim itirazları, hem ittifak üzerine süren tartışmalar- yine bu kader denkliğinin devam ettirildiğini gösteriyor. İttifakın devamı meselesi şu anda da yürünecek yol açısından Türkiye’nin kaderiyle eşitlenerek tartışılıyor.

İttifakın geleceğinin ne olacağına bakarak Türkiye’nin geleceğinin ne olacağı anlaşılmaya çalışılıyor. Bu, henüz bekleme pozisyonunda olan muhalefetin de aktif bir tavır göstermemesinden de kaynaklanıyor. Ama asıl olarak tartışmaların iktidarın belirleyiciliği ve iktidar ittifakının geleceğine göre biçimleniyor olması etkili. Türkiye’nin ihtiyaçları ya da ortaya çıkan dinamiklerin neyi zorladığına değil; ittifakın nasıl devam edeceğine bağlı olarak hatta Erdoğan’ın nasıl karar vereceğine bağlı olarak bir gelecek tartışması devam ediyor. Elbette çok önemli aktörden bahsediyoruz. Erdoğan’ın vereceği karar ya da söylediği sözlerin belirleyiciliği elbette var ama sadece bundan ibaret bir siyaset dünyası kurmak ve sadece ona dikkat kesilerek, onun ne dediğiyle bütün ülkenin kaderinin belirleneceğine inanmak, sorunlu bir mesele olarak ortada duruyor. Bahçeli’nin hemen çok erken -ki Bahçeli hemen hemen her seçimden sonra en hızlı reaksiyon belirten ve yönünü gösteren siyasi aktörlerden biri- gösterdiği rotaya Erdoğan’ın girdiğini, söylemini çok sertleştirdiğini, Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı üzerine de kampanyadaki dile geri döndüğünü görünce herkes ittifakın devam edeceği, Erdoğan’ın ittifak mecburiyetinden bir çıkış bulamadığı fikrine daha fazla yakınlaştı. YSK’dan çıkacak karar, seçimin iptali gibi tartışmalar da biraz oraya doğru evrildi. “Türkiye İttifakı” ya da “demir soğutma” lafları fazla sürmedi ve şu anda herkes Erdoğan’ın kaldığı yerden devam edeceği fikrine daha yakın duruyor. Ama hiçbir şey kaldığı yerden devam edecek gibi görünmüyor. Aynı sert dilin ve belki de aynı sertliğin devam edecek olmasına rağmen tablo aynı değil. Dolayısıyla niyetler, artık eskisi kadar gelişmeleri birebir karşılamıyor diye düşünebiliriz.

AKP içerisindeki eleştiriler ve siyasi hareketlilik bir sonuç yaratabilir mi?

Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Haşim Kılıç, doğrudan söylemese bile dolaylı olarak Ali Babacan ve etrafındaki isimlerin eleştirileri yönelttikleri, bu eleştirilerin doğrudan Erdoğan’ı bir sorun olarak tarif ettiği ortada. Fakat şu anda ne genel kamuoyunda ne AKP’nin iç kamuoyunda büyük bir yankı yaratmış değil tartışma. Biraz medyada ve sosyal medyada dolaşımda. Üzerine senaryolar kuruluyor, birtakım hikayeler anlatılıyor, birtakım tarihler veriliyor, herkesin kurduğu stratejiler üzerine kulis bilgileri yayınlanıyor. Haberler artmış durumda ama bunu karşılayacak bir hareketlilik, bir canlılık, özellikle AKP içerisinde bir reaksiyon henüz izlenmiş değil. Daha önemlisi, daha önce Abdullah Gül’ün bazı çıkışlarında Erdoğan ve yakın çevresi çok yüksek bir tepki vererek, erken baraj koymuştu. Hatırlanacağı gibi, Gül’ün muhalefetin çatı adaylığı söz konusu olduğunda helikopterle Hulusi Akar’la İbrahim Kalın’ın gittiği haberleri çıkmıştı. Çok yüksek perdeden sert cevaplar, üstü kapalı tehditler gündeme gelmişti. Şimdi öyle bir reaksiyon verildiğini görmüyoruz. Reaksiyonun verilmiyor olması bunun AKP içerisinde hiç konuşulmuyor olduğunu göstermez. Çünkü bazen hiç gündeme almayarak da bazı süreçleri yavaşlatmak ya da durdurmak gibi taktikler de kullanılabiliyor.

Şu anda bu çıkışların geleceğine dair çok net şeyler söylemek zor. Elbette bu çıkışlar genel kamuoyu açısından daha çok bu isimler bir sonuç alabilir mi, bu isimlerin söylediği eleştiriler, şikayetler anlamlı bulunabilir mi üzerinden gidiyor. Ve daha çok da muhalefet tarafında konuşuluyor ve tartışılıyor. Henüz iktidar bloğunda bunun nasıl bir yankı uyandırdığını dair verilere sahip değiliz. Şu andaki bütün okumalar muhalefet çevrelerinin bu gelişmeye nasıl baktığına dair. Ama asıl olarak öbür tarafta bu gelişmelere nasıl bakıldığına dair -doğru dürüst bir medya faaliyeti olmadığı için- çok bilgi edinemiyoruz. Ama önümüzdeki dönemde bunun daha fazla işaretlerini görme ihtimalimiz var.

Başarılı bir strateji uygulayan muhalefetin yeni gelişmelere cevapları hazır mı?

İiktidar sözcülerinin kampanya boyunca sürdürdükleri muhalefeti bölme, çatlatma, onun içerisindeki hassas noktaları kaşıma gibi tavra geri döndüğünü görüyoruz. Özellikle HDP’yi merkeze koyarak muhalefet içinde birlikte davranma sorunu yaratma çabasının, Kılıçdaroğlu’na saldırı ile birlikte tazelendiğini görüyoruz. Hafta sonu kampında Erdoğan kampanyada kullandığı dile çok benzeyen ifadeler kullandı. Henüz bu muhalefette bir tedirginlik yaratarak karşı reaksiyon üretmedi. Kampanyada olduğu gibi muhalefet yine bu konuda sakin ve temkinli duruşunu sürdürüyor. Hatta Kılıçdaroğlu, saldırıdan sonra biraz da bunu öngörerek bu birliktelikten geri adım atmayacağını da söylemişti. Bu hala önemli bir nokta olarak duruyor. Burada bir parantez açarak bu çabanın İstanbul’da İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na özel bir kampanya halinde saldırılarla tazelenmeye çalışıldığını görüyoruz.

Seçim kampanyada alınamayan sonucun organize mızıkçılık, süreç uzatma, yapay gerilim üzerinden işe yarar hale gelmesi için bir neden görünmüyor. Dolayısıyla, bu durum  avantaj yaratmaktan çok iktidarın çaresizlik görüntüsünü iyice belirginleştiriyor. Ama muhalefet seçmeninin artık süreç çok fazla uzadığı için ve sürekli şifreler okumakla filan uğraşmaktan biraz yorulduğu da görülüyor. Muhalefet seçmeni kendi partilerini, liderlerini, desteklediği siyasi aktörleri biraz daha aktif bir tutum içerisinde görmediği takdirde bu yorgunluk halinin bir rahatsızlığa dönüşme riski var. Bu anlamda, iktidarın atabileceği olası adımlara karşı muhalefetin karşı hamleleri hazır mı meselesi de çok önemli bir soru olarak duruyor. Bu konuda muhalefet tarafı, muhalefet aktörleri kartlarını saklayarak, elini göstermeyerek başarılı bir süreç yürütüyor ama bu soruların belirsizliği de bir tedirginlik yaratıyor. Bu dengeyi koruyacak, bu dengeyi avantaja veya dezavantaja çevirecek şey, sürecin biraz hızlandırılması ya da sürece daha aktif politik müdahalelerle katılım olacak.  Çünkü, endişe üzerine kurulan siyasi denklemlerin hepsi iktidar lehine çalışıyor. Yani o pozitif havayı, bir şeyler değişebilir havasını kaybetme riski belirmiş durumda.

Ortaya çıkan işaretler bize siyasetin yönü konusunda net bir rota gösteriyor mu?  

Türkiye’nin son yıllarına damgasını vuran kutuplaştırma dili, tehdit dili, siyasi sertleşme büyük ölçüde geri gelmiş durumda. Seçim sonralarının, balkon konuşmalarıyla oluşan kısa gevşeme, yumuşama, rahatlama tablosu bu seçimde – hem seçimin sonuçları yüzünden hem de seçim sonuçlarını iktidarın kabullenmemesi yüzünden- zaten yaşanmadı. Bir de bu dil tekrar ve güçlü biçimde geri gelince ve bunun üstüne bir de Kılıçdaroğlu’na saldırı ve onun etrafındaki tavır eklenince negatif düşünceler arttı. Hızlı çatlamalar, çok ilginç, akut birtakım siyasi gelişmeler yaşanmaz ise, mevcut ittifakın dili ve çizgisi ile devam edilecekse, sertlikle gücü toparlama, zafiyet görüntüsünü sertlikle giderme atağı beklenir hale geldi. Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarının hapis cezalarının onaylanarak hapishaneye konması gibi gelişmelerde bu tür yaklaşımları destekler hale geldi. Fakat Türkiye’de iktidar bloğunun bir süredir yaşadığı süreklilik kazanan erimeyi güç gösterileriyle karşılama tavrı da önemli ölçüde zayıflamış durumda. Yani güç zayıflarken, zayıfladığınızı göstermemek için daha fazla sertlik üretmeniz ancak bir süre güç gibi görünüyor. Bir süre sonra güçsüzlüğünüzün işaret haline geliyor. Ve bu sonsuza kadar ilerletilebilecek bir şey değil. Dozun yükseltilerek dengelenme çalışıldığı en somut hadise seçim kampanyasının kendisiydi ve aldığı sonuç ortada. Dolayısıyla, iktidar yine zayıflığını bu yolla dengelemeye çalışacaksa, bu süreklileşen bir dengesizlik hali demektir. Bunu sürdürebilmesi, bunu devam ettirmesi, buradan tekrar -geçici de olsa- bir denge durumu yaratması çok zor. 

Ayrıca iktidar açısından ve özellikle Erdoğan açısından çoklu bir güç yaratma paradoksu var. O ne demek? Bir, muhalefete, iktidarın karşısında olan herkese karşı bir güç gösterisi ihtiyacı var. İki, önemli güç merkezlerine hala güçlü olduğunu kanıtlama ihtiyacı var. Üç, ittifak içerisindeki gücünü koruma ihtiyacı. Dört, partisine, kendisini taşıyacak olan siyasi kadrolara, kliklere gücünü kabul ettirme ihtiyacı var. Dolayısıyla, dört tane ayrı alanda gücünü göstermek, gücünü kanıtlamak ve gücünü kabul ettirmek zorunda. Bu, kolay sürdürülebilir bir denklem değil. Ve her biri için sağlanacak güç gösterme biçimlerinin birbiriyle çelişen, birbirine ezen tarafları var. Zaten bu uzatma süreci, bu belirsizliğin de mahsulü olarak düşünülebilir. Önümüzdeki günlerde, YSK’nın kararı, ittifakın geleceği ve sertleşme-yumuşama meselelerinin hepsinde hangi sonuç ya da hangi yön öne çıkarsa çıksın dengesizlik hali devam edecek. Her durum için geçerli olan ve birbiriyle çelişen güç paradoksu, artık iktidarın ve Erdoğan’ın en belirleyici halidir. Şimdiye kadar her şeyi belirleyen, tek oyun kurucu olmaktan, her şeyden etkilenen, her şeyin onu etkilediği birine dönüşmüş durumda. Bu, siyasetin geleceğini de belirleyecek en önemli nokta.

Bu tartıştığımız konularda sonuçlar ortaya çıktığında tekrar değerlendirmek üzere, şimdilik hoşçakalın.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.