Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (36): 23 Haziran hesapları ve senaryoları

Kemal Can bu haftaki 5 Soru 10 Cevap’ta, İstanbul seçiminin iptal edilmesinin moral üstünlüğe etkisini, 31 Mart sonuçlarıyla ilgili siyasi bir ders ve perspektifin çıkarılıp çıkarılmadığını, İstanbul’da önceki seçimde ortaya çıkan rakamların nasıl bir zemin yarattığını, iktidar ve muhalefetin eksik oy açısından şanslarını, 23 Haziran’ın normal ve güvenli bir seçim olup olmayacağını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar. 

Henüz seçim kampanyası başlamadı ama hesaplar ve bunların üretebileceği senaryolar konusu konuşulmaya başlandı. 

Seçimin iptal edilmesinin  moral üstünlüğe etkisi oldu mu?

Seçimden önce de -daha önceki seçimlerde de sık gündeme gelen bir konu- iktidarın avantajını kullanarak her türlü seçim sonucuna direnebileceği ve karşılığını yerine getirmeyeceği yönünde çok fazla spekülasyon vardı. İstanbul seçiminin YSK’ya iptal ettirilmesi ve yenilenme kararı alınması elbette bu tür yorumları güncelledi. İktidarın ne pahasına olursa olsun geri adım atmayacağı bütün imkanlarını kullanarak müdahalelerde bulunacağı fikri yeniden bir canlılık kazandı. Çünkü 31 Mart’ta iktidarın yenilebilir olduğu fikri çok belirginleşmişti. İptal bu konuda bir değişiklik yarattı. İktidarın gücünü gösterme konusunda pek de yumuşak davranmayacağı, katı tutum alacağı konusunda bir genel algı yarattı. Bu bir hakikat. Bu moral etki değişikliğine neden olmuş olabilir. Ama muhalefet cephesinde de beklendiği kadar büyük bir moral bozukluğu yarattığını söyleyemeyiz. 

Belki İmamoğlu’nun o iptalin gecesinde takındığı tavır ve güven veren  tavrıyla bunun önemli ölçüde yatıştırıldığını söyleyebiliriz. Evet, iktidar gücünü göstererek moral avantaj tedarik etti ama aynı ölçüde muhalefetin moralini bozmayı başaramadı. Daha başka bir tarafı daha var. YSK’nın iptal kararı, iktidarın “çaldılar” ya da başka sloganlarla üretmeye çalıştığı muhalefetin elinden mağduriyeti alma girişiminin de çok fazla sonuç vermediğini, sadece kendi destekçisi kilit kesimleri etkilediği görüldü. Genel kamuoyunda iktidarın sahiden mağdur olduğu, muhalefetin bir usulsüzlükle bu seçimi kazandığı algısı -bütün medya gücüne rağmen- sağlanamadı. Bu, moral değişiklik açısından önemli bir aşama idi. Ama kullanılan argümanların zaafları, son olarak Binali Yıldırım’ın belediye başkanlığı pusulalarının AKP’ye oy vereceklere verilmediği iddiası doğrulanabilir olmadı. Muhalefeti suçlu gösterecek usulsüzlik ortaya konamadığı için moral değişliklik yaratmadı. 

31 Mart sonuçlarıyla ilgili bir siyasi ders ve yeni yön çıktı mı? 

İktidar tarafına baktığımızda bu konuda -en azından açığa çıkan- çok fazla bir değişiklik olmadığını fark ediyoruz. Bazı konuşmalarda ya da kapalı kapılar ardında, neden bu seçimin kaybedildiği veya hatalar konusunun konuşulduğuna dair kulis haberleri alıyoruz ama açıktan yapılan bütün konuşmalarda ve genel tavırda siyasi bir sonuç çıkarmaktan çok meseleye teknik bir sorun olarak yaklaşıldığını anlıyoruz. Çok temel bir strateji biçimleniyor bu tavrın etrafında: Binali Yıldırm’ın “destek verdiniz ama biraz eksik kaldı dediği” kısmı tamamlamak. Yani sandığa gitmeyen AKP seçmeni ya da sandığa gidip ders verme refleksi gösterenleri yoğun bir markajla etkileyerek eksiği kapatmak. Sandık ve seçim organizasyonu konusundaki eksikleri gidererek sandık başında hakimiyet kurmak. Bunun üzerine kurulu ve daha çok teknik bir mesele gibi soruna yaklaşan bir tavrı izliyoruz. 

Peki sahiden meseleye böyle mi bakılıyor? Sahiden Erdoğan ve AKP, 31 Mart’tan bir siyasi sonuç çıkarmadı mı? Muhtemelen süreç bize bu etkileri parça parça önümüze getirecek. Ama önemli bir nokta; iktidar bunu siyasi bir mesele olarak önüne koyduğu taktirde çok somut yapması gerekenler listesi çıktığı için bundan kaçınıyor. Nedir bu? Bir kere kendi seçmenini motive etmekteki zorluğun siyasi nedenleri var. Kabine değişikliği gibi, ekonomi yönetiminin yeni baştan ele alınması gibi pek çok başlığı gündeme alması, bununla ilgili değişiklikler yapması, seçim yenilgisinin nedeni olacak siyasi meselelere cevap üretmesi lazım. Bunların hiçbirini yapabilir durumda olmadığı için, bunu önüne mesele olarak koyamıyor. Kamuoyu önünde bunu konuşup bunun çözümü adımlarını atamıyor. Meseleyi teknik bir alana sıkıştırarak çözmeyi düşünüyor. 

İstanbul’daki önceki rakamlar nasıl bir zemin oluşturuyor?

Bu konuda çeşitli karşılaştırmalar, sandık bazında diğer seçimlerle ilgili kaymaları ölçmeye çalışan analizler yoğun biçimde yapılıyor. Neyle kıyaslamak gerekir neyi baz almak gerekir? İstanbul’daki oy dağılımı tablosunu hangi geçmiş veri ile anlamaya çalışmak  daha doğrudur?  Bu konuda Nezih Onur Kuru’nun referandumun baz alınması fikrine ben de sıcak bakıyorum. Kabaca şöyle bir tablo görünüyor 2014’ten bu yana. Cumhur ittifakını oluşturan blokun İstanbul’daki toplam oyu ortalama 4,5 milyon civarında. 4 400 aldığı zamanlar var, 4 600’e kadar çıktığı zamanlar var. 1 Kasım 2015 ise bir ekstrem örnek.  Ortalama olarak 4 buçuk civarların bir oy potansiyeli var. 

Bunun üst sınırı 4 800’e kadar varabiliyor.  Alt sınırı da 4 300’e inebiliyor. 31 Mart’ta Binali Yıldırım’ın aldığı oy açısından baktığımızda, bu potansiyelde yaklaşık 300 400 binlik bir kayıp hanesi oluştuğunu görebiliyoruz.  Bütün strateji de bunu tamamlamak üzerine kurulu. İktidarın bu hesabına karşılık muhalefetin durumu ne? Muhalefetin toplam oyu açısından da,  4 600 civarında bir hayır oyunun İstanbul’da çıktığını biliyoruz. Aynı rakamlara ulaşacak eksik potansiyeli tamamlayarak ve ekonomik kriz veya başka nedenlerle yeni oluşabilecek iktidar küskünlerini de dahil ederek bu açığı kapatma, iktidarın üzerinde bir sonuç alma hesabı yapılıyor. 

İktidar ve muhalefetin eksik oy açısından şansları nasıl?

Önceki soruda söylediğim kaba hesaplamalar yanlış verilere dayanmıyor. Şartlara baktığımızda İmamoğlu’nun neden 31 Mart’ta aldığından daha az oy alacağının, hangi gerekçe ile kayba uğrayacağının bir cevabı yok. Hem uyguladığı politika açısından, hem söylemi ve kampanyanın rengi açısından kendisine destek vermişler üzerinde alerji oluşturan, onları rahatsız eden yeni bir duruş ortaya çıkmış değil. Peki bunun üzerine oy ekleyip yükseltmesi için ne gibi şanslar var? Kendi seçmeninin yoğun olduğu bazı merkezlerde katılımı artırmak, seçmeni  sandığa taşımak. Hem ekonomik kriz hem de seçim iptalinin iktidar aleyhine yarabileceği bazı oy kaymalarını artırmak üzerine de hesaplar yapılıyor. 

Peki iktidar cephesinde durum ne? 31 Mart sonuçlarını yaratan nedenlerin hepsi aynen geçerliliğini koruyor. Başta ekonomik kriz ve iktidarın kendi seçmeni tarafından da biraz fütursuz bulunan kutuplaştırma politikasındaki rahatsızlık devam ediyor. Burada bir paradoksla da karşı karşıya iktidar. Eğer bunu doz artırarak devamını sağlarsa kendi seçmenini bir ölçüde daha konsolide edebilir ama bu sertliğikle karşı konsolidasyonu da üretmekle yüz yüze. Kendi eksiğini tamamlarken muhalefete de eksiklik yaratmak zorunda. Onun içinde bir çözülme ve dağınıklık üretmek zorunda. Oradaki konsolidasyonu kırmak ya da bozmak zorunda. Bu paradoks kampanyanın bütününde iktidar açısından en belirleyici meselelerden biri olacak. Aynı şekilde ekonomi ile ilgili olarak da, bir takım önlemler alamaya kalksa 31 Mart’ta bunu neden yapmadığı,  sorunları görmezden geldiği sorgulanacak. Bu adımları seçim sonrasına bırakarak “beni kazandırın ben de sizin için gereğini yapayım” demenin de alerjiyi büyütme ihtimali  var. Hem ekonomik kriz alanında hem muhalefete yönelteceği suçlamalar anlamında zorlu bir ikilik kampanyasını etkileyecek. 

23 Haziran normal ve güvenli bir seçim olabilecek mi?

Yine 7 Haziran 1 Kasım 2015 seçimleri tartışması yapılıyor ama bir yandan da iktidarın bazı alanlarda söylem yumuşatarak muhalefeti bölme ya da muhalefet içinde bir tür çözülmeyi zorlayacağı söyleniyor. Açıkçası ben uzunca bir süredir Türkiye’de, bu tür taktik hamlelerle, şapkadan çıkacak tavşanlarla, sertleşme ya da yumuşamaya ilişkin sadece sembolik adımlarla olağanüstü oy değişiklikleri yaratmanın imkanının kalmadığını düşünüyorum. Bir açıklama ile bir ima ile, birden bire seçmenin kafasını karıştırmanın çok gerçekçi olmadığını söylüyorum. Çünkü bu kadar çok seçim yapınca seçmen de bazı refleksler edinmiş durumda. Politik pozisyonlar siyasi aktörlerin küçük hamleleriyle kolay kolay değişmiyor. İktidarın bütün imkanlarını, gücünü yığacağı ve iktidar olmanın avantajlarını her aşamada hissettireceği bir kampanya olacağına kuşku yok. Ama bunu “sopalı seçime” çevirecek riskli hamlelerin çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Çünkü, bu seçimi yenileme gerekçesi, kaybettiği meşruiyet ve toplumsal desteği sağlama ihtiyacından. Bu ihtiyacı sağlamak sadece İstanbul’u yeniden kazanmakla elde edilemez. İstanbul’u kaybetmek istemeyeceği doğru ama vermek istemeyeceği genel bir iktidar var ve o iktidar için ihtiyaç  duyduğu bir  zafer de var. O zafer de sopalı seçimle elde edilemez. Küçük bir farkla da olsa bir kazanç umuyorsa iktidar burada asgari bir asgari meşruiyet yaratmak isteyecektir.

İstanbul çok merkezi ve kolay bir alan olduğu için muhalefetin de seçime yoğunlaşan örgütlenmesini çok yüksek bir seviyede kurabileceğini düşünebiliriz. Pek çok şehir baroları avukat desteği ile gönüllü desteğiyle,  yüksek bir motivasyonu İstanbul’a taşınacağı anlaşılıyor. En şeffaf seçim yapılacak yorumları geliyor.  Sahiden de sandık başlarının bütün politik aktörler tarafından yoğun biçimde gözlendiği -muhtemelen uluslararası çevreler tarafından da- seçim olacak. Bir de tabi muhalefetin kullandığı bir tez var: İktidarın elindeki imkanlarla seçimi her halükarda alabileceğinin 31 Mart sonuçlarıyla yalanlanmış olması.  31 Mart’ta da bunların hepsine sahipti ve hiçbirini vermek istemiyordu ama İstanbul dahil pek çok şehirde seçimi kaybetmeyi engelleyemedi. Bunun tekrar edilmemesi için bir neden yok görüşü çok yanlış sayılamaz. Ama bu sefer seçimin üzerindeki şüpheleri tamamen kaldırmıyor. Kağıt üzerinde yapılan eksikleri tamamlama üzerine kurulu senaryoları ve seçim hesaplarını bozabilecek en önemli faktör, iktidar ve muhalefet bloğunun kendi içindeki çözülme ve çatlamaların hızlanması olacaktır. Henüz bunları dramatik biçimde kıran işaretler görümüyoruz. Önümüzdeki süreçte bu tür gelişmeler olursa tabi her şeyi, bütün hesapları yeniden değerlendirmek gerekecek.  

Şimdilik bu kadar diyelim. Tekrar iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.