Kemal Can yazdı: Orta sınıf önce kendini kurtarsın

Yerel seçime artık günler kaldı. (Gelecek hafta seçimden önceki son “Hafta Sonu Yazısı” yazılacak.) Ancak sokaklara yansıyan, medyada yoğun ilgi gören bir heyecan dalgasından hala eser yok. Seçimin kendisi, öncesindeki adaylık tartışmaları kadar bile gündemde yer bulamıyor. (Elbette iktidar medyasının, muhalefet karışsın diye adaylık tartışmalarını köpürtmesinin payı unutulmasın) Saha gözlemleri, adayların performansları ve hatta Erdoğan dahil liderlerin katkısında, genel bir vasatlık havası var. En akla yakın açıklama, seçmenin seçim yorgunu olması ve ek olarak muhalefet çevrelerinin yenilgi ve endişe bıkkınlığı. Kimi sorumluluktan, kimi bağımlılıktan, zoraki sürdürülen ilginin büyük bölümü de -belki çok haklı olarak- sadece sonuca odaklı: “Kazanıyor mu, kazanamıyor mu onu söyleyin kardeşim” en yaygın reaksiyon. Kurtulmaya çalıştığı şeyin başına neden ve nasıl geldiğine ilişkin hiçbir soruya tahammül yok. 

Tercihler, sorunlar, cevaplar ve farklar hakkındaki tartışmalar, sadece siyasi iletişimle ilgili geçici pozisyonlar çerçevesinde kıymet buluyor. Sonuç ise neredeyse sadece İstanbul seçiminden ibaret ve genel siyasetin geleceği  bağlamında ele alınıyor. Siyaset diye konuşulanlar, etkisi olabileceği düşünülenler, yakın, dar ve somut bir kazanma-kaybetme pratiğinden daha fazlası değil. Sonuç, elbette çok önemli. Bir önceki seçimde de öyleydi, daha öncekinde de. Hatta sonuç her şeydi, hepsi köprüden önceki son çıkıştı, yapılan son seçimdi, en kritik dönemeçti. Referandum da öyle, ondan önceki yıllarda yapılan bütün sandık yoklamaları da. Zaten siyaset, başka ne için yapılır? Kazanmak her şey. Fakat kimsenin yakınında gezmek istemediği geniş tanımlı siyaset, dar bir alana kıstırıp boğulmaya çalışılsa da, aritmetik sonuçlardan daha fazlasını üretiyor ve kazanan veya kaybedenlerle sınırlanamayacak etkilere sahip. Bütün hadiseler gibi siz ilgilenmiyorsanız diye olan bitenin hükmü sonraya ertelenmiyor.  

Son iki aydır -önceki seçimlerde de yaptığım gibi- aritmetik sonuçtan, kimin kazanıp kimin kaybedeceğinden bağımsız, her durumda geçerli yapısal meseleler veya süreklilik kazanmış siyasi sorunlar hakkında yazmaya çalışıyorum. Artık iyice büzüşmüş “siyasi” ilginin tahammül sınırlarını zorlasa da, bunlara kafa yorma inadının önemli olduğunu düşünüyorum. Murat Kurum’un gafları, sokak röportajlarında aday isimlerinin karıştırılması veya “lafı gediğine” koyanlar, elbette eğlenceli görüntüler. Eline sopa alıp dev ekranda “bu, kime kazandırır” hesaplarını anlatanlar veya her şeyi açıklayan komplolarını hatırlatanlar da çok ilginç gelebilir. En kontrolsüz öngörüler ve kanıtlanamaz iddialar fazla dikkat çekebilir. “Tutmadığında sövme” hakkı saklı kalmak üzere anketlere merak da biraz toparlanmış olabilir. Fakat siyasette güncelin tahakkümü, sığlaşma ve uçuculuk bozulmasının önemli nedenlerinden olmaya devam ediyor. “Sonuca odaklı olmak” iddiasının alabildiği sonuçlar da çok tatmin edici değil açıkçası. 

Bu yazıda ele alacağım konu, yerel seçime ilişkin güncel merakı tatmin etmekten yine biraz uzak. Uçların, aşırılıkların tehdidi karşısında merkez (sağ) siyaseti ihya arayışlarına dair daha önce de yazdım. Şimdi ise bu sihirli “siyasi formülün” ekonomik (sınıfsal kılıklı) veçhesinden, yani “orta sınıflaşma” meselesinden biraz bahsetmek istiyorum. Yazıya ilham veren birkaç noktayı baştan işaret edeyim. Birincisi, yerel seçim sürecinde iktidar ve muhalefet adaylarının, işleyişi hiç sorun etmeksizin hatta veri kabul ederek, neredeyse aynı “sosyal yardım” vaatlerini kampanya omurgası yapmaları. Tartışma, kimin vaadinin gerçekçi olup olmadığı veya cazip biçimde paketlenip paketlenmediği üzerine. Yoksulların oyu, siyasi söylemden ziyade düz bir alış veriş ilişkisiyle kazanılmaya çalışılıyor. Artık iyice küçülmüş “orta sınıf” ise pragmatik hatta açık fırsatçı taraflarına kışkırtıcı mesajlar verilerek çağrılıyor. Yani “halk ile vatandaş” için yine ayrı siyasetler geçerli. Bir diğer nokta is, YRP ve ZP gibi partilerin yükselişi vesilesiyle, siyasetin uçlara kaymasının sadece sonuca etkisi bağlamında konuşulması ve bu kalıcı yapısal sorunun gerekçelerine sıra gelmemesi. Hatta çok sorunlu bir yapısal bozulmanın “değişim” için işe yaraması dolayısıyla faydalı bulunması.

AKP’nin çeyrek asra yaklaşan iktidarının hangi kerametlerle açıklanabileceği üzerine çeşitli değerlendirmeler yapıldı. Bu iktidar döneminin ilk yarısında, ekonomik ve kültürel “alt” katmanların merkeze yolculuğu tezi çok kullanılmıştı. Bağlamı ve sınırları zorlanarak siyasi-toplumsal süreçlerin “süper açıklayıcısına” dönüştürülen merkez-çevre okuması revaçtaydı. Abartılı yorumlar, sürecin zorunlu demokrat sosyoloji elinde şekillendiğine inanıyordu veya inandırmak istiyordu. Simetriğindeki abartı ise patates-kömür dağıtımıyla “göbeğini kaşıyan adamın” siyaseten rehin alındığını anlatıyordu. İki zıt abartının birlikte ve uyumla var ettiği dikotomi, uzun süre siyasetin asli zeminini oluşturdu. AKP iktidarının ikinci yarısına damgasını vuran kutuplaştırma (ya da “popülist otoriterlik”) ise aslında yeni bir durum olmaktan ziyade ve mevcudun üzerinde mükemmelleşen yeni evreydi. 

“Orta sınıflaşma”, 80’lerdeki gibi sık zikredilmese bile ekonomik bir fenomen olmanın yanı sıra örtülü bir siyasi dinamik. Özal’ın “orta direk” söylemiyle neoliberal programa sağladığı kitlesel desteğin, adı konmamış yeni versiyonu gibi. Orta sınıfın ihyası ve istilası şeklinde tarif edilebilecek çatışma zemini, siyasi krizin çözüleceği arena olarak sunuldu. AKP, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel olarak merkeze taşınma (olma) vaadini, muhalefet ise merkezi savunmak, mümkünse büyütmek çabasını üstlenerek aynı bütünü tamamladı. AKP, alt sınıfların partisi olmak yerine, onların yukarıya taşınma (fetih) hülyasının (fetih hevesinin) temsilcisi oldu. Süreci, -tıpkı devlet meselesinde olduğu gibi- kendi arazisinin işgali olarak yorumlayan muhalefet ise savunmasını merkez ve orta sınıflaşma hattında kurmaya razı oldu ya da bunu konforlu saydı. Dolayısıyla uzun süredir düzenli ve hızlı eriyen siyasi merkez ve orta sınıf, hep önemini koruyor gibi göründü, etkisi yok seviyesinde sınırlı olsa bile, belirleyici sayıldı. Ve ne yazık ki, galiba hala öyle görünüyor. 

Olmayan bir “sınıfın” ehlileştirici etkisine bel bağlayan; “orta sınıflaşmanın” kendiliğinden adalet, özgürlük ve demokrasiye yürüyeceğine iman etmiş toplumsal-siyasi okumaların pek doğrulanmadığı ortada. Bir kısmı vazgeçti, bazıları hala olmayana bahaneler arıyor. Oysa “merkez yolculuğu”, “yerleşme” yerine “taşınma” olarak algılandığı ve popülist siyasete böyle tercüme edildiği için, “fetih” tamamlanmadan “medenileşmeye” geçilemedi. Yani sorun İbni Haldun’da değildi. İddia edilenin aksine, yeni bir rejim kurulması yerine mevcudun istismarı daha ekonomik -ve diğer ortaklar yüzünden olduğu zorunlu- olduğu için, “merkez”, gelenleri biçimlendirmiyor, gelenler merkezi itiyor. AKP iktidarı, merkeze yerleşme yerine daha önce Bahçeli’nin söylediği gibi merkezi kendi bulunduğu yere çağırdı. Fetih (işgal) pratiğinin karşısında kurulan savunma hattı ise Tanıl Bora’nın tanımlamasıyla “bir obruk gibi”. Altı boş ve yer yer çökmüş bir zemin. Kazandığında neye benzeyeceği konusunda yarattığı tereddütü, kaybettiğinde dönüştüğü şeyle gösteren muhalefet ittifakı gibi. 

Merkez siyasetin “sınıfsal” güvencesi sayılan orta sınıf, yukarıya tırmanmanın eşiğinde geçici bir durak veya pek de değerli olmayan küçük varlıkların kıskançlıkla savunulacağı geçici sığınak aralığındaki soyut bir kategori. Dahil olunduğu için kendini önemli ve hatta ayrıcalıklı (şanslı) saymaya ya da mevcut koşulların devamı için en kıyıcı otoriterliğe razı olmaya itiraz etmeyecek kadar dengesiz ama siyaseten çok elverişli. Dolayısıyla “önemini” ve cazibesini, geçicilikten temin eden bir tabakanın tutarlı siyasi hareketin sürükleyicisi olması pek mümkün değil. Liberal demokrasinin balans unsuru olarak şımarttığı veya sistemin en kolay oyaladığı “kararsız” kalabalığın, “makul siyasi merkez” için sağladığı garanti de fazlasıyla tartışmalı. Ayrıca prekarizasyon, tüm dünyada ve en kötü gelir dağılımı performansıyla bu trendin en ileri örneklerinden Türkiye’de, orta sınıfı, herhangi bir şeyin taşıyıcısı veya koruyucusu olamayacak kadar zayıflatıyor: “Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede nerde kaldı gayrıya himmet ede”. Özetle artık değil ağırlığı varlığı bile tartışmalı olan orta sınıfı merkeze alarak, alt sınıfları desteği için “para ödemek” dışında bir ilişki öneremeyen siyasetin işi çok zor. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.