Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bu yazıyı okuduktan sonra bir daha tavuk yemek istemeyebilirsiniz

Gazeteci Maryn McKenna, Guardian gazetesinde yayımlanan makalesinde ABD’de yediği bir tavuğun, Paris’te yediği bir tavuktan neden daha “lezzetsiz” olduğunu sorguluyor. McKenna’ya göre, ABD’de tavuk “lezzet” dışında her amaç için besleniyor. Daha fazla olsun isteniyor, sürekliliği olsun isteniyor ve daha hızlı büyüsün isteniyor. Ancak en önemli sebep, yıllar boyunca etleri yenen birçok hayvanda olduğu gibi, tavukların günlük beslenmelerine rutin olarak katılan antibiyotik takviyesi. Bu antibiyotik takviyesi, tavuk etini daha lezzetli yapmak yerine, tavuğu yavan ve tatsız bir hale sokuyor. Peki hayvanların beslenmesine neden antibiyotik takviyesi yapılıyor? Antibiyotik, tavukları hızlı büyüyen ve yavaş hareket eden birer “uslu” protein yığınına dönüştürüyor. Tam da bu sebeple, dünya genelinde eti tüketilen hayvanların birçoğu antibiyotik katkısıyla büyütülüyor. Hayvanların gıdalarına yılda yaklaşık 63,151 ton antibiyotik takviyesi yapılıyor.
Çiftçiler tarafından ilk kullanılmaya başlandığı dönemlerde, antibiyotiğin hayvanları lezzetli birer kas yığınına dönüştürdüğü ve hayvanları hastalıklara karşı koruduğu görülmüştü. Tavuklarla başlayan bu buluş, zamanla tarım ve hayvancılık alanına yayılarak, 1971 senesinde bir tarihçinin belirttiği üzere, “sanayileşmiş tarım ve hayvancılığın” kapısını açmış oldu. Öte yandan düşen fiyatların da etkisiyle tavuk Amerika’da en çok tüketilen et türü oldu. Bu gelişmeler beraber değerlendirildiğinde, tavuk tüketimi, gıda kaynaklı hastalıkların yayılmasına ve yavaş gelişen ancak çağımızın en önemli sağlık krizlerinden bir tanesi olan, antibiyotiğe karşı direncin ortaya çıkmasına yol açtı.
Birçok insan için enfeksiyona yakalanılmadığı sürece, antibiyotiğe karşı oluşan bu direnç gizli bir salgın olarak kalıyor. Bununla beraber, ilaca dirençli bakterilerin toplumsal sözcüleri olmadığı ve tartışılmadığı için bu tarz hastalıklar nadir görülen ve “bizim gibi” insanların yakalanmayacağı rahatsızlıklar olarak değerlendiriliyor. Ancak ilaca dirençli bakteriler hayatın her alanında ve her kesimden insanda sıklıkla görülmekte. İlaca dirençli bakteriler, ABD’de 23 bin, Avrupa’da 25 bin ve Hindistan’da 63 bin olmak üzere dünya genelinde her sene yaklaşık 700 bin bebek ölümüne yol açıyor. Bunun yanında, her sene milyonlarca insanın hastalanmasına (sadece ABD’de yılda 2 milyon kişi bu hastalıklara yakalanmakta) ve sağlık harcamalarına milyarlarca dolar ayrılmasına neden oluyor. Bu olumsuz etkilerin önümüzdeki yıllarda hızlanarak devam etmesi bekleniyor. Öyle ki, 2050 senesine gelindiğinde antibiyotiğe karşı oluşan direncin dünyaya maliyetinin 100 milyar dolar olması ve yılda yaklaşık 10 milyon kişinin ölümüne yol açması bekleniyor.

Dünyada tüketilen antibiyotiğin yarısı hayvanlara veriliyor

Esasında, 1950’li yıllardan itibaren antibiyotik, bakterilere karşı kullanılmaya başlanmıştı. Bakteriler zaman içinde antibiyotiğe adapte oldukları ve direnç gösterdikleri için, farklı moleküler şekle sahip yeni antibiyotik sınıflarının üretilmesi gerekti. Uzun yıllar boyunca, antibiyotiğe karşı oluşan bu direncin yanlış ve fazla antibiyotik kullanımından kaynaklandığı düşünüldü. Ancak antibiyotik, ortaya çıktığı ilk yıllardan itibaren insanlarla beraber hayvanlarda da kullanılan bir madde oldu. ABD’de kullanılan toplam antibiyotiğin yüzde 80’i, dünya genelinde ise yüzde 50’si hayvanlar üzerinde kullanılıyor. İnsanlardan farklı olarak, hayvanlara verilen antibiyotik tedavi amaçlı kullanılmıyor. Bunun yerine antibiyotik daha hızlı kilo almaları ve kalabalık kümeslerde hastalık kapmamaları için hayvanlara veriliyor. Hayvanların beslenmelerine katılan bu antibiyotiklerin üçte ikisi insanların tedavi amaçlı kullandığı antibiyotiklerle aynı yapısal özellikleri taşımaktadır. Yani, bu antibiyotikler çiftliklerde kullanıldıkça, insanların kullandıkları ilaçların etkileri azalıyor.
Antibiyotiğe karşı oluşan bu direnç, bakterilerin kendilerini antibiyotiğin öldürücü etkilerine karşı korumalarını sağlayan bir genetik adaptasyon ve evrim stratejisinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu adaptasyonu zayıflatan ise antibiyotiğin doğru miktarda, doğru sürede ve hastalığı zayıflatma amacıyla kullanılması.
Tarım ve hayvancılık alanında görülen antibiyotik kullanımı ise genel itibarıyla bu kurallara uymuyor. Bu gidişi engellemek zor, ancak imkânsız değil. Hollanda’daki çiftliklerde ve Amerika’nın belli bölgelerinde yer alan çiftliklerde antibiyotik kullanımından feragat edilmesi, sanayi ölçekli üretimin antibiyotik ve benzeri maddeler kullanılmadan da gerçekleştirilebileceğini gösteriyor. Öte yandan, son yıllarda ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak, orta ölçekli ve küçük çiftliklerin de et piyasasında önemli bir konumu olabileceği değerlendiriliyor. Daha yavaş büyüyen tavuklara doğru yönelim, kümes hayvancılığında, antibiyotik kullanımından uzaklaşma ve antibiyotik ihtiyacı duymayan kuşlardan oluşan bir biyolojik çeşitlilik anlamına gelecek. Bütün bunlar, tavuk, sığır ve balık çiftliklerinde antibiyotik kullanımının, sadece hasta hayvanları iyileştirmek için, olabildiğince sınırlı şekilde kullanılması gerektiğine işaret.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.