Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yorum – Kadri Gürsel (19): Cumhuriyet Davası: Bundan Sonra?

Kadri Gürsel, Cumhuriyet Davası‘nda gazetenin eski yazar ve çalışanları hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi’nce bozulmasının ardından İstanbul 27’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde tekrar görülen davayı değerlendirdi. Yargıtay’ın 13 hükümlüden 12’si için beraat istemesine rağmen yerel mahkemenin karara direnmesini yargı reformlarının başarısızlığı olarak değerlendiren Gürsel, davadan beraat eden tek isim olmasında ise Anayasa Mahkemesi’nin kendisi hakkında önceden aldığı kesin kararın etkili olduğunu söyledi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Medyascope’tan herkese merhaba. Bugünkü Yorum-Kadri Gürsel’de konumuz,‘’Cumhuriyet Davası’ndaki son gelişmeler. Cumhuriyet Davası’nda verilen mahkûmiyet kararları Yargıtay tarafından bozulmuş, 13 hükümlüden 12’si hakkında beraat kararı istenmişti.  Fakat dün 27. Ağır Ceza’da görülen duruşmada, sadece Kadri Gürsel’in beraatına karar verildi. Bu açıdan bakıldığında, yerel mahkemenin Yargıtay’ın kararına direndiğini görüyoruz. 

Hoş bulduk.

Öncelikle ‘’hayırlı olsun’’ mu diyeyim?

Benimle ilgili olarak, evet, bana ‘’Geçmiş olsun’’ diyebilirsiniz. Ben diğer arkadaşlara da aynı şeyi söylüyorum. İnsanların başına olumlu ya da olumsuz şeyler geldiğinde, biz genellikle ‘’Geçmiş olsun’’ diyoruz. 

Peki, sadece sizin beraat etmeniz ya da bu sürecin artık bir şekilde sonlanmış olması ne hissettirdi size?

Ben bu yayında, Cumhuriyet Davası sürecine bir gazeteci gibi bakmaya çalışacağım. Ama bu çok zor bir durum. Çünkü davanın sanığıydım, hükümlüsü oldum. 12 Eylül’de Yargıtay, beraatımız yönünde kararı bozdu, tekrar sanığı oldum. Dolayısıyla tarafsız olmam çok zor tabii. Ama benim savunduğum değerler açısından, yani, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, profesyonelliği ve aynı zamanda da basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve gazetecilik savunusu açısından konuya tarafsız bir gözle bakabileceğimi düşünüyorum. Bu dava sürecinde ben de savunmamı gazetecilik savunusu üzerine kurdum, bu hatta durdum. Bu açıdan bakıldığında kendi durumuma da, artık sanık mı, hükümlü mü demekte de kararsız olduğum diğer arkadaşlarımın durumu açısından -ki şu anda sanıklar, dosya Yargıtay Genel Kurulu’na gidecek- konuya objektif bakabileceğime inanıyorum. 

Aslında duygulardan başlamak güzel. Çünkü sıcağı sıcağına bu kararın hemen arkasından insanların en çok merak ettiği şey o. 13 sanık arasından beraat eden sadece benim. Beraat etmeme mi sevineyim, 27 Ağır Ceza Mahkemesi’nin diğer arkadaşlarımın hükümlerinde direnmiş olmasına mı üzüleyim? Doğrusu, bu açıdan duygularımı bölüyorum. Kendim için seviniyorsam ki sevinmem çok doğaldır. Çünkü bu beraat kararını değersizleştiremem. Kendim için ne kadar seviniyorsam, diğer 12 arkadaşım için de 12 kez üzülüyorum. Üzüntü verici olan şey, Türkiye’nin durumudur aynı zamanda. Türkiye’de yargının, hukukun, basın özgürlüğünün durumu. Bunlar açısından da üzüntü verici bir hâl arz ediyor. 

Peki, Kadri Gürsel neden beraat etti? Bu kararın alınmasında, daha önce Anayasa Mahkemesi’nin ‘’Suçlamaların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği’’ ile ilgili aldığı kararın etkisi olabilir mi?

Evet, bu doğru bir soru. 13 kişi burada sanık olarak İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin önüne çıkıyor. Bu arada bir parantez açayım; Nisan 2018’de aleyhimizde hüküm veren heyet, bu heyet değil. Mahkemenin adı, numarası aynı fakat heyet değişti. Ancak bu heyet de, eski heyetin vermiş olduğu kararda direndi. 

Evet, bu ‘’Yargıtay’ın aldığı karar doğrultusunda, sen niye beraat ettin, diğer arkadaşların neden beraat etmedi?’’ sorusu doğru bir soru. Şöyle anlatayım. Önümde 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı var. Şöyle diyor bu kararda: ‘’Ahmet Kadri Gürsel yönünden Anayasa Mahkemesi’nin kararı… Yani hem bozmaya uyarken, hem de hüküm kurarken, Anayasa Mahkemesi kararını referans alıyor. 

Anayasa Mahkemesi’nin kararı da şöyle oldu. Biz 5 Kasım 2016’da tutuklandık. Aralık ayının son haftası, Anayasa Mahkemesi’ne tutukluluğa itiraz başvurusu yaptık. Ama anayasa Mahkemesi karar almak için neredeyse 2,5 yıl bekledi. Herkes tahliye oldu. Sonra tekrar 6 kişi hapse girdi. Durumun olumsuzluğunu ve ilginçliğini şöyle anlatayım: Nisan 2019’da, İstinaf Mahkemesi’nin, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin -yerel temyiz mahkemesi olarak bakalım- hakkımızda verilen hükümleri onayladığına dair kararı, UYAP’a (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) yüklenmesinin akabinde, 1 hafta içinde, haklarında verilen hükümler 3 yıldan fazla olduğu için, diğer arkadaşlarımız hakkında yakalama kararı çıkacaktı. Onlar Kandıra Cezaevine teslim oldular. Aslında bu durumda 8 kişi vardık. Bana, cezam 3 yıldan az olduğu için tebligat gelecekti. Çünkü ben 2,5 yıl hapse mahkûm olmuştum. Bana tebligat 20 Mayıs’ta geldi. 10 günlük süre verildi. 

Ama bu arada ilginç bir şey oldu. 6 arkadaşımız Kandıra Cezaevi’nde hapisteyken, Anayasa Mahkemesi, 2,5 yıl önce yaptığımız  ‘’tutukluluğa itiraz’’ bireysel başvurularını karara bağladı; benim başvurumda hak ihlâli gördü, diğer arkadaşlarımızın başvurularını kabul etmedi. Eğer kabul etseydi, o arkadaşlarımızın da hapisten çıkması icap edecekti. Ama sadece benimle ilgili olan itiraz başvurusunu kabul etti.  Güvenlik ve özgürlük hakkımın ihlâl edilmesinin yanı sıra, ifade ve basın özgürlüğü hakkımın da -ki bu da anayasal bir hak- ihlâl edildiği hususunda oy birliği ile karar verdi. Bu kararın bir de gerekçeli kararı var. İzleyicilerimizi çok ayrıntıya boğmaya gerek yok, o nedenle ayrıntılara çok girmeyeceğim. 

Sonuç olarak; Anayasa Mahkemesi, hakkımdaki hükmün sözde mesnedini oluşturan delillerin geçersizliği konusunda çok net bir çerçeve çizdi. Hem suçlamaları düşürdü, hem de delillerin, delil olmadığı gerçeğini ortaya koydu gerekçeli kararında. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeli kararında, Yargıtay’ın 12 Eylül’de açıkladığı beraat yönünde bozma kararına da şu şekilde gönderme yapıldı: 2 Mayıs 2019 tarihli Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararda, suç işlendiğinde dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan, temelde gazetedeki yazısına dayanılarak, başvurucu hakkında -beni kastediyor- tutuklama tedbirinin uygulanmasının, ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin olarak, olağan dönemde, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olduğu, bu maddeler bağlamında ifade ve basın özgürlüklerinin ihlâl edildiği sonucuna varmıştır.’’ ‘’Suç işlendiğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan’’ cümlesizaten bütün suçlamayı düşürüyor. Ama aslında bana göre bütün davanın kendisi böyle. Yani, iddianamede suç işlendiğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmuyor. Tanıklar tarafından da konulamadı. Nasıl bir suç işlendiği belli değil. Ve bu suçların işlendiğine dair, delil vasfını taşıyan deliller de ortada yok. ‘’Bu delildir’’ diye ortaya çıkartılan bir takım şeyler var ama aslında onlar delil değil. Delil olmadıkları da, daha sonra Yargıtay’ın bozma kararında gösterildi.

Anayasa Mahkemesi’nin hakkımda vermiş olduğu ‘’ihlâl’’ kararı, benim hakkımdaki bozma kararının, yerel mahkeme tarafından kabul edilmesinde en önemli rolü oynadı bence. Öyle görüyorum. Eğer Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir kararı olmasaydı ve Yargıtay’ın gerekçeli kararında da ‘’Bu karar bağlayıcıdır. Kararın bağlayıcılığı dikkate alınmalıdır’’ şeklinde kesin ifade olmasaydı, 27. Ağır Ceza Mahkemesi, benim hakkımdaki hükümde de direnecekti. Ben öyle görüyorum. 

Anayasa Mahkemesi’nin 2 Mayıs’taki kararı arkadaşlarımız içerideyken, onları da kapsayan olumlu mahiyette çıksaydı, onlar da serbest kalacaklardı. Fakat Yargıtay’ın bozma kararı, nihayetinde 12 Eylül tarihinde arkadaşlarımızı hapisten çıkardı. 5 arkadaşımız bu sayede hapisten çıktı. Cumhuriyet gazetesinin muhasebecisi arkadaşımız Emre İper de, yargı reformunun 1.paketi sayesinde tahliye oldu.

Bir husus daha var burada: 27. Ağır Ceza Mahkemesi, benim, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu cezalandıran TCK 220/7 maddesinden, hüküm giymemem konusunda ikna olmuş görünüyor. Şöyle ki: Ben yazdığım 1 tane makaleden yargılanıyorum; darbe girişiminden birkaç gün öncesine rastlayan, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış ‘’Erdoğan Babamız olmak istiyor’’ başlıklı bir yazı. Ben o yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fazlasıyla sert, otoriter bulduğum sigara karşıtlığını hicvetmiştim sadece. Hepsi bu. 27. Ağır Ceza Mahkemesi şöyle diyor: ‘’İddianameye konu yazısının, ağır eleştiri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği’’ diye belirtiyor. Bu yazı, iddianamede bir ‘’ayaklanma çağrısı’’ olarak görülmüştü. Daha önce, bilirkişi raporunda ‘’Subliminal mesaj’’ olarak görülmüştü. Şimdi, ağır eleştiri olarak görülüyor. Eleştirinin ağırı, hafifi olmaz. Ağır eleştiri nedir, Hafif eleştiri nedir? Neye göre tasnif ediliyor? Ölçüsü nedir bunun? Ben burada bir hukuk kriteri olduğu kanaatinde değilim. Tamamen sübjektif bir bakış açısı bu. Eleştiri, eleştiridir. Neticede eleştiri de vazgeçilmezdir, bu ayrı mesele. 

‘’27. Ağır Ceza Mahkemesi, niçin Yargıtay’ın sizin hakkınızda beraat yönündeki bozma kararına uydu da diğer arkadaşlarınız hakkında verilen hükümlerde direndi?’’ sorunuzun cevabı budur. Anayasa Mahkemesi kararının bağlayıcılığı ve Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararının aslında hiç yoruma yer bırakmaması. Bu, sadece benimle ilgili olan kısmı. 

Yargıtay’ın verdiği gerekçeli karara gelelim. Soracağın başka bir sorun var mı?

Aslında şunu sormak istiyorum: Bu dava sürecini, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yaşanan yargı krizinden sonra, son zamanlarda yapılan yargı reformları kapsamında nasıl değerlendirirsiniz? Bir hukuka dönüşle ilgisi olabilir mi? Yargıtay’ın verdiği karar belki bu şekilde değerlendirilebilirdi fakat bu yerel mahkemenin ‘’direnme’’ kısmını nereye koyabiliriz?

İstersen önce olguyu ortaya koyalım, ondan sonra bu soruya geçelim.

Buyurun. 

Yargıtay’ın 12 Eylül tarihli gerekçeli kararı aslında çok net. Esasa girmeden, mahkemeye, esasa ilişkin bir yargılama yapma gereğinde bırakmadan, tek celsede, bu hükümlerin beraat yönünde bozulması konusunda çok net bir çerçeve çiziyor. Hatta 28 sayfalık gerekçeli kararında şu ifade var, ben 27. Sayfasından okuyayım:  ‘’Bu hükümlerin tamamı kanuna aykırı olup, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olunduğundan, hükümlerin bu sebeple bozulmasına…’’ Yani ‘’hükümler kanuna aykırıdır’’ diyor. Burada esasa ilişkin, ‘’Şurası eksiktir, bu delil yetersizdir’’ gibi şeylere girmiyor. Bu gerekçeli kararda en önemlisi, Cumhuriyet Davası sanıklarına verilen farklı ve değişik ağırlıktaki cezaların dayandırıldığı ortak madde, ‘’Terör örgütüne üye olmamakla beraber, bilerek ve yardım etmek.’’ Yargıtay dosyaya bakıp inceliyor ve görüyor ki delil diye konulan şeyler delil değil. ‘’Yardım fiilinin oluşması için özellikle özel kasıt aranması lazım’’ diyor. Benim bir terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek için yardım etme kastıyla hareket etmem lazım. Ama bu kasıt ortada yok. Benim ve diğer gazeteci arkadaşların, hepimizin gazetecilik faaliyetlerimiz ve bu gazeteyi çıkarmak için diğer tüm idari faaliyetlerin, kararların, kendiliğinden bir yardım fiili oluşturduğuna hükmeden bir mantık var. Bu mantık, mantık değil aslında ama iddianame bunun üzerine kurulmuş. Yani ‘’Sizin bu gazetecilik faaliyetiniz suçtur, terör örgütüne yardım fiili oluşturmaktadır’’ diyor ama yasada ‘’Yardım’’ fiilini tarif eden hiçbir şeye oturmuyor bu. ‘’Bilerek ve isteyerek’’ olması için, bizim, neye yardım ettiğimizi de bilmemiz lazım. 16. Ceza Dairesi, gerekçeli kararda çok esaslı değinmiş. Burada bizlerin eğer yardım ediyorsak, neye yardım ettiğimizi bildiğimizin ortaya konulamadığını gösteriyor. Sonuç olarak ‘’Kanuna aykırıdır’’ diyor, özü bu. 

Ben ve diğer arkadaşlarımızın, bütün savunma sürecinde, esasa ilişkin savunmalarımızda söylediğimiz, eldeki delil diye sunulan şeylerin delil olmadığı ve yardım fiilinin oluşmadığı, oluşamayacağı, suçlamanın asılsız, mesnetsiz ve hukuka aykırı olduğu yolundaydı. Yargıtay, bizim Silivri ve Çağlayan Adliyesi’ndeki, -önemli bir kısmı da tutuklu olarak geçen süreçteki- savunmalarımızın özünü ve ruhunu gerekçeli kararına koymuş. Bu kadar net. 

Burada gerçekten bir çatışma görüyorum ben. Çok derin ve net bir kontrast var. Yargıtay’ın gerekçeli kararındaki net ifadeyle, yerel mahkemenin, bu doğru tutuma karşı sert direnişi, büyük bir çelişki oluşturuyor. Bir orta yol bulmak yahut Yargıtay’ın bozma kararı yönünde ağırlık oluşturan bir uyum sağlama çabası yok. Yerel mahkeme hepten reddediyor ve direniyor. 

Süremiz de bitmek üzere, toparlamanızı rica edeyim. 

Yargı reformu ile ilgili sorunuza geleyim o halde. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Mayıs’ta Saray’da Yargı Reformu Stratejisi paketini açıkladı. O sunum sırasında yabancı misyon şefleri vardı. Büyükelçiler çağrılmıştı. Acaba neden? Herhalde, Türkiye’de bu olağanüstülüğün, yargı krizinin, yargıdan kaynaklanan sorunların, yargı tarafsızlığı, yargı bağımsızlığı sorunlarının üzerine gitmekte olduğunu, reformcu bir anlayışla tekrar bu konuların ele alındığı izlemini yaratmak için. Ama yerel mahkemenin verdiği ‘’Cumhuriyet Davası’’ kararı, bu izlenimin oluşmasına değil oluşmamasına hizmet eden bir karar. Şimdi ikinci paketin çıkarılması beklenen Yargı Reformu paketleriyle dünyaya olumlu bir mesaj vermek amaçlanıyorsa, bu amaca bu şekilde vasıl olunamayacaktır. Durum bu kadar net iken, Yargıtay 16.Ceza Dairesi, gerekçeli kararında, hakkımızda verilen hükümlerin ne kadar kanunsuz, mesnetsiz olduğunu hukuki referanslarıyla açık bir dille savunmuş ve ortaya koymuşken, yerel mahkemenin, daha önceki heyetin aldığı kararda bu kadar net ve ısrarlı bir şekilde direnmesi, hâlihazırda yapmak istediklerini varsaydığımız şeye de hizmet etmeyecektir. Çünkü Yargı Reformu Stratejisi paketlerinin içeriği kadar, ülkeye hâkim olan atmosfer, ruh, eğilim, niyet de önemlidir. Dünya, Türkiye’nin niyetini ‘’Cumhuriyet Davası’nda 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar ekseninde okumaktadır şu anda. Bu, bir şanssızlık. Bu güzel bir şey değil. Bunun bir an önce düzeltilmesi lazım. Ben, bu dosyanın hızlandırılarak süratle ele alınacağını umut ediyorum. Yargıtay’ın, arkadaşlarımız hakkında verdiği bozma ve beraat kararlarının da gerçekleşmesi yönünde, üzerine düşeni yapacağını ümit ediyorum.

Çok teşekkür ediyoruz katıldığınız için. 

Ben teşekkür ederim.

Bugün Yorum-Kadri Gürsel’de ‘’Cumhuriyet Davası’ndaki son gelişmeleri konuştuk.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.