Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Yunanistan’la gerilim nereye kadar?

Şu fıkralardaki gibi başlayalım, siz “tamam, gerisini anlatma” deyin dilerseniz. Size bir iyi, bir kötü haberim var: Önümüzdeki çeyrek yüzyıllık, haydi ufuk çizgimizi biraz daha öteye yüzyıl ortası 2050’ye dek uzanan erimde, değil savaş veya toprak işgali, ülkemiz ile komşumuz ve NATO müttefikimiz Yunanistan arasında bir sıcak çatışma olacağını sanmam. Bu iyi haberim. Aynı erimde, yine ülkemiz ile Yunanistan arasındaki sorunlar yumağı veya katalogundaki herhangi bir başlıkta dostane veya diplomatik çözüme yönelik bir arpa boyu ilerleme olacağını da sanmam. Bu da kötü haberim.

Şimdi sona saklayacağımızı, başa çekelim: Öyleyse ne yapmalı? Hatta, öyleyse ve 2023 seçiminde iktidar değişecekse yeni başkan ve kabinesi ne yapmalı? Bana sorarsanız, diplomasideki “bazen az yapmak, çok yapmaktır” şiarına yaslanmalı. Üst perdeden kamuya ve çoğu iç tüketime dönük açıklamalardan kaçınmalı. Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik hedefini, tek taraflı da olsa ve Brüksel’de karşılık bulmasa da canlı tutmayı önceleyerek, o çerçevede Türkiye-Almanya hattına ek bir Akdeniz hattı açmalı. Bu yaklaşımı Yunanistan-İtalya-Fransa-İspanya üzerinden yürütmeli.

Tarih ve coğrafyanın değişmeyeceği ama bu iki sabitin yorumunun cumhuriyetimizin temelinde Batılı kimlik ve yöneliminden ödün vermeden, bunlarla kavgalı olmadan, bu sürecin zirvesinin AB’ye tam üyelik olacağı bilinciyle davranmalı. Cumhuriyetimizin (Yunanistan’la birlikte) NATO’nun yetmiş yıllık, AK (+AİHM) ve AGİT’in kurucu, OECD’nin üyesi olduğunu kendi de unutmamalı ve muhataplara sürekli anımsatmalı. Yüzü Batı’ya dönük laik cumhuriyetin o cenahta iki sınır komşusu Yunanistan ve Bulgaristan. Ve her ikisi de AB ve NATO üyesi. Bulgaristan’la husumet Yunanistan’dan az değildi ama çözüldü.

Tarihimizle yüzleşmek ve tarihimizi öğrenip, öğretmek konusunda da bir güncellemeye gereksinim var. Yaklaşık 200 yıl önce Yunanistan’ın Osmanlı’dan savaşarak ayrıldığı gerçek. Yine yaklaşık 100 yıl önce cumhuriyetimizin Anadolu’yu işgal eden Yunanistan’la savaşarak kurulduğu da. Buna karşılık anlatıya eklenecek pek çok ara renk ve öykü de var: Venizelos’un 1930’daki Ankara ziyareti. İnönü’nün 1971’de Atina’da meçhul asker anıtına çelenk koyması. Yunanistan Nazi işgaline uğradığında, hem de tek parti döneminin güdümlü medyasının kardeşlik ve dayanışma manşetleri. Yunan direnişçilerin Ege’den ülkemize taşınmaları. İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet’in “kayser-i rum” ünvanını sahiplenmesi. Bizans ile Osmanlı arasındaki devamlılık unsurları. Osmanlı’daki üst düzey Rum yöneticiler, büyükelçiler. Öyküler, örnekler çoğaltılabilir.   

Coğrafya deyince haritaya bakmak dahi yeterli. Ege Denizi Yunanistan ile Türkiye arasında alt sınırı da Girit adasıyla çevrili ve neredeyse bir kıyıdan diğerine yürüyerek geçmeye cevaz verecek denli çok sayıda adayla bezeli bir havza. İki taraf için de turizmin önemi açık. Nitekim bugün de ülkemize kimlik belgesiyle pasaportsuz seyahat ayrıcalığına sahip 17 ülkeden biri Yunanistan. Antik Helen uygarlığının beşiği Yunanistan’dan fazla Batı Anadolu. Artık tarih öncesinde kaldıkları addedilen henüz dünkü Mavi Yolcuların (Azra Erhat ve Cevat Şakir’in başı çektiği söylenebilir) düşünsel mirası sözde değil özde de canlandırılabilir.  

Günümüze gelelim. Ayasofya’nın müze statüsünün kaldırılıp, cami olarak ibadete açılmasının ardından Uluslararası Bizans Çalışmaları Komitesi (AIEB) Bizans Kongresi’ni İstanbul’dan Venedik’e taşıdı. Koç Üniversitesi’nin Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi ANAMED de, Boğaziçi Üniversitesi Bizans Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi de etkinliklerini sürdürüyor. İBB, Sultanahmet Meydanı’nın altındaki Roma Hipodromu’nu gün yüzüne çıkarmak için hazırladığı projeyi Koruma Bölge Kurulu’na sundu. İBB, Bukoleon Sarayı’nın kalıntılarını da ihya ediyor.

İnsan unsuruna da kısaca değinelim. Bağış Erten’in oğluna adını verdiği Fenerbahçe ve hepimizin de medar-ı iftiharı Lefter Küçükandonyadis’den, şampiyon Trabzonspor’un Bakasetas ve Siopis’ine, Galatasaray’ın Pistiolis’inden, (e.) Büyükelçi Yalım Eralp’in başkanlığını yaptığı Defne Türk-Yunan Derneği’ne kısa bir salma yapsak öne çıkarmaya değecek ne yaşantılar bulunur. Doğru, bunların karşısına pogrom niteliğindeki 6-7 Eylül 1955 yağmasından tutun, Heybeliada Ruhban Okulu’nun ve Apoyevmatini’nin akıbetine dek bilançonun eksi hanesine yazılacaklar da bol bol bulunacaktır elbet. Burada (e.) Büyükelçi Oğuz Demiralp’in anımsattığı “diplomaside pozitiften söylemek daha iyi olur” ilkesini dayanak almaya çalışıyorum.   

Giriş paragrafındaki savları da gerekçelendirmeye çalışalım. Esasen bunlara daha önce burada değinmiştim. Çatışma ihtimalinin var olduğunu ve 1990’ların ortalarından bu yana iki ülke arasındaki gerilimin en yüksek anına geldiğimizi de Sinan Ülgen belirtiyor. İşin özünde de belki bizim kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası, FIR hattı, adaların silahsızlandırılmış statüsü, azınlık hakları ve patrikhane, Kıbrıs diye devam eden kataloga ve muhatabımızın ise kıta sahanlığı dışında konuşacak konu olmayışına, bakiyesinin Yunanistan’ın “ulusal egemenlik” konusu oluşuna dayanan taban tabana karşıt tutumları bulunuyor. Nitekim bitmez tükenmez “istikşafi istişareler” o katalog zemininde yürüyordu ama ilerlemiyordu. Tahkim seçeneği ise keşfedilmeyi bekliyor.   

Üstelik 2023’te her iki ülkede de seçim var. Bilgi, kararlılık ve suhulete dayanan diplomatik akıl, gündelik siyasetin sunağında kim bilir kaçıncı kez boğazlanmayı bekliyor. İsrail, BAE, Suudi Arabistan’la kotarılan, Mısır ile yürütülen, neredeyse Suriye’yi de kapsayacak yumuşama baharı, iş Yunanistan’a gelince 13 Mart’ta Erdoğan’ın Mitsotakis’i İstanbul’da ağırlamasıyla başladı, henüz iki ay sonra 17 Mayıs’ta Mitsotakis’in Vaşington’da Kongre’ye hitabıyla karakışa döndü. Deyim yerindeyse, “ev sahibi kabahatli de, hırsızın hiç mi suçu yok?” sorulabilir kuşkusuz. Öyle de Büyükelçi Şafak Göktürk’ten ödünç alacağım tanımlamayla “aktif değil ajite” olan da, geleneksel yaklaşımımızı terk ederek Yunanistan’a tahrik olanağı tanıyan da, Doğu Akdeniz’de “Mavi Vatan” gibi temelsiz hülyalara kapılıp kendi kendini yalnız bırakan da biziz.  

Son olarak, kaleciyi de rakip ceza sahasına göndererek iki uzun top vurmak isterim. İçimden geldi, açın önümü abanacağım: Yunanistan’la elele AB üyeliği fırsatını zamanında teptik. AB’nin koyu bir stratejik körlükle ve kendi kurallarını da hiçe sayarak GKRY’yi Kıbrıs’ın tamamını temsilen üye alması asimetriyi keskinleştirdi. Şimdi Ukrayna, Moldova, Gürcistan ve Batı Balkanlar’ın AB üyeliğinden söz edilirken, bizim adımızı anan yok. Yarın (belki Batı dünyası için bir “exclave” haline dönüşecek) Ermenistan’ın AB üyeliğinin gündeme geleceği öngörülebilir. O vagona atlamak için bugünden tutum belirleyebiliriz. İkincisi, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali, Fener Rum Patrikhanesi’nin konumunu merkezileştirdi. Prof. Dr. Baskın Oran, Lozan müzakerelerinde “ekümenik” dendiği zaman TBMM Heyeti’nin hiçbir yerde itiraz etmediğini anımsatıyor. İstanbul’daki patrikhanenin ekümenikliğinin Ankara için varoluşsal bir tehdit değil, aksine bir dış politika avantajı olduğunun bilincine varabiliriz.  

*Konu hakkında yakın tarihli iki yazı önerisi:

Büyükelçi Özdem Sanberk: “Türk-Yunan ilişkileri neden bir türlü rayına oturmuyor?”   

Büyükelçi Şafak Göktürk: “Türk-Yunan Uyuşmazlıklarının Özü ve Manevra Alanı” 

**Dileyen okur BE Göktürk’le aynı konudaki  “Dünya ve Biz” (28 Eylül) programının kaydını da izleyebilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.