Mahalleli bir dostuma ıstakoz olayı üzerine “yolsuzluk, yoksulluk ve çürüme” başlıklı yazımı göndermiştim. Kendisi emekçiydi ve uzun süre önce de emekli olmuştu. Yazımı okudu ve cevabı şöyle oldu:
“Hocam çok haklısınız. Kendi kendime düşünüyorum Erdoğan’dan başka seçenek yok. Adamlar gözümüzün içine baka baka ‘Apo’ya selam Demirtaş’a selam’. Bunlar benim kanıma dokunuyor. Bir milliyetçi vatansever olarak vatanı bölmek isteyenlerle aynı safta yer almak beni yaralıyor. Davutoğlu da Babacan da bu vatan düşmanlarına destek verdiler. Erdoğan gitsin de memleket batsın umurlarında değil. Hocam son İstanbul seçimlerinden sonra siyasetten soğudum.”
Bu cevap sadece mahallenin emekçilerinin değil mühendisleri ve hatta İngiltere’de vatandaşlık mücadelesi verip orada akademisyenlik yapanlarının da cevabıydı. Bu, aynı zamanda Ahmet Davutoğlu’nun AKP’den arkadaşlarıyla birlikte ayrılmadan önce son uyarı niteliği taşıyan 22 Nisan 2019 tarihli manifestolarının 5. yıldönümüne de denk gelmişti. Hoca bu gidişe önlem alınmazsa bugünlerde sonuçlarını tartışmasız görebildiğimiz çürüme ve çöküşün kaçınılmazlığından bahsediyordu. Bu manifesto yayımlandığında mahalleli bunu okudu mu, okuduysa anladı mı bilemiyorum. Sanırım, “Hocayı üzdüler, herhalde ayrılacak. Keşke bir makam mevki verseler de dışarıya bırakmasalar istifade etseler” diye algılamaktalardı.
Gelecek Partisi, Davutoğlu tarafından olağanüstü zor şartlarda kurulabildi. Ülkede siyasette önü tıkalı beyaz yakalılar ve eski AKP kadroları partiye ciddi teveccüh gösterdiler. Ancak bugün itibariyle bu siyasi girişim, Hoca ve kadrolarının bireysel marka değerlerinin yüksekliğine karşın taban siyaseti borsasında veya ülke siyasetinde karşılığını bulamamış vaziyette.
Muhtemelen Davutoğlu, kopma gerçekleşirken muhafazakâr tabanın kendilerinin ahlaki, entelektüel ve toplumsal bir altın çocuğu olarak kendine iltifat edebileceğini varsaydı. Ancak mahalle pratikte bu tip ahlaki ve etik bir iddiayı “Camiye imam veya üniversiteye rektör seçmiyoruz siyasi mücadele yapıyoruz” mantığı ile önemsemedi. Davutoğlu’nun mücadelesi, kendi şahsi onuru için başlattığı bir mücadele olarak kabul gördü. Türk dış politikasındaki yerli ve milli köklü yapısal değişim ve İslam dünyasında ülkenin prestijinin yükselmesi gözardı edildi. Göçmen ve Suriye krizinin tümü sadece kendisine fatura edildi. Gelinen bu durumda kendisinin eleştirilecek hususları var mı tabi ki var. Ancak Türk popülist siyaset ölçeğinde baktığımızda bu hatalarında ortalamayı fazla zorlamaması gerektiğini de görebilmekteyiz. Bu da ayrı bir yazımızın konusu.
Sandık, demokrasimizde 1950’den itibaren belirleyici olan mahalledir. Mahalle devletin ceberrutluğundan çekinir. Karşısına almak istemez. Bu açıdan bu ana kitle 90’ların sonuna kadar devlet ile arasının sorunlu olduğunu gördüğü ideolojik İslamcı ve milliyetçi partilere teveccüh etmedi. 2000’li yıllar, tabi ki belediyeler sürecinin etkisiyle de devletin artık AKP ve MHP olduğunu kabul ettikten sonra mahallelinin adresi belli olmuştu. Mahalleli gözünde Abdülhamit’i deviren İTC neyse Kemalist devrimleri sahiplenen CHP oydu. CHP’nin temsil ettiği statüko mahallelinin kendisini değersiz ve ikinci sınıf vatandaş hissettiriyordu.
Mahalle, CHP’yi kendisini değersizleştiren bir geçmişin ve bugünün temsilcisi olarak görmekte. CHP’nin kurduğu hiçbir oyuna kendisini almayacağını düşünmekte. CHP kendileri için kültürel ezilmenin ve mikroagresiyonların kotlarını taşımakta. Muhtemeldir ki Davutoğlu ve diğer muhafazakar muhaliflerin CHP ile işbirliklerini, bu seçmen ilgili kitleyi korumak için değil, Erdoğan kini ve kendi çıkarları için mahalleliyi oyun dışında tutup CHP ile değersizleştirmek olarak görmekte.
Muhafazakâr sokağın insanı, kullandığı antielitist dil, benzerlikleri ve mücadelesi ile Erdoğan’ı kendisi kabul etmekte. İlgili seçmen Ak Parti yönetimindeki her türlü muhalif eleştiriyi ise Erdoğan düşmanlığına bağlamakta. Buna göre Erdoğan düşmanlığının altında yatan gerçek sebep ise kendileri gibi Erdoğan’ın dindar ve ilgili toplumsal kotları taşıması. Yapılan onlara göre Erdoğan eleştirisi değil doğrudan kendilerine yapılan düşmanlıktır. Bu bağlamda belki de mahalleli, bildiği yabancı diller veya entelektüel birikimiyle de Hoca ile eşit bir ilişki kuramayacağını kabul etmekte. İlgili seçmen Davutoğlu’nu bu açıdan siyasetçi olarak değil koltuğunda oturan bilge bir hoca olarak görmek istemekte.
Ancak gelinen son seçimler itibariyle mahalleli bu döneminin artık siyaseten toparlanmasının çok zor olduğunun psikolojisini satın almıştır. Siyasete çoğunlukla küsmüş veya soğumuştur. Açılan boşlukta şimdilik Yeniden Refah Partisi, mahallelinin ilgili kotlarına yatkın bir tarz popülist özgün bir milli görüş bekacılığı ile yol almaktadır. Gelinen bu noktada akademik dünyada “otoriter pazarlık” denilen yani ekonomik sürdürülebilirlik karşılığında sandıkta otoriterliğe destek sürecinin bitmesi de belirleyici olmuştur.
Her şeye rağmen muhtemelen bu seçmen muhalefete, aynı sınıfsal benzerlikte olmasa bile aynı davranış veya iletişim benzerliği ile kendisine iletişime geçme şansını tanıyabilecektir. Buradaki temel unsurlar samimiyet ve güven gibi gözükmektedir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bulunduğumuz nokta itibariyle siyasi popülizmin veya gerçeklerin çarpıtılması dışında ülke 3 temel krizle karşı karşıyadır. Bunlar Devlet-kurumsuzluk, Etik-ahlak-değerler ve Entelektüel-fikirsizlik-vasatlaşma-sıradanlık krizleridir. Bu üç temel kriz popülist rekabetçi bekacılığın değil ama ülkenin İstiklal harbinden sonra karşı karşıya kaldığı gerçek bir distopik varlık krizinin kendisidir.
Ülkenin zeki ve popülist sokak siyasetini bilen politikacılardan ziyade ahlaki ve entelektüel niteliklerine haiz uzun vadeli bakabilen devlet insanlarına ihtiyacı vardır. Davutoğlu’nun müktesebatı ahlaki problemi olmayan, yalnızca siyasi yük olan atılabilecek geçmiş bagajlarına karşın buna uygundur. Geçmişinin sağlıklı retrospektifini yapıp değişebilmek kendi sorumluluğundadır. Bu onun olmazsa olmazıdır.
Ancak tartışılmaz sorumluluk ise kendisine karşı ölü taklidi yapan muhafazakâr yapının ta kendisindedir.