Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu, Türkiye’nin kullanılmayan yapılarını belgelemek için çağrı yaptı

Koordinasyonunu İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın üstlendiği Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nun küratörleri olarak seçilen Sevince Bayrak ve Oral Göktaş, herkesi Türkiye’nin dört bir yanındaki terk edilmiş ya da artık kullanılmayan yapıları belgelemeye çağırdı. Hemen her kentte bulunan, irili ufaklı atıl yapılar, böylece kolektif olarak belgelenecek ve mayıs ayında açılacak serginin bir parçası olarak Venedik Mimarlık Bienali’nin Türkiye Pavyonu’nda sergilenecek.

Sevince Bayrak ve Oral Göktaş ile küratörlüklerini üstlendikleri “Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi” adlı projenin oluşum sürecini ve düşünce altyapısını konuştuk.

Farklı bir yaklaşım, farklı bir çağrı. Düşüncenin oluşum zemini hakkında bilgi verebilir misiniz?

Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesinin çıkış noktasının iki kaynağı var: Birincisi Türkiye’de -sayıları özellikle son yirmi yılda hızla artan- kullanılmayan yapıların oluşturduğu güncel arşiv, ikincisi ise bu yapıların nasıl dönüştürülebileceği üzerine bizim kendi mimarlık pratiğimizden bir örnek; İPA Florya kampüsündeki Havuz projesi. 2021’de tamamlanan bu projede, önceki dönemlerde belediye personelinin özel kullanımı için inşa edilen ancak Florya Kampüsü İstanbul Planlama Ajansı ile halka açılınca atıl kalan yüzme havuzunu yıkmak yerine kamuya açık bir etkinlik salonuna dönüştürmeyi önerdik. Mimarlık, her ne kadar sürekli yıkıp yeniden inşa ederek kendine alan açmaya çalışan bir endüstrinin ve ekonomik sisteminin araçlarından biri olsa da bu sisteme alternatif çözüm senaryolarını önerecek güçlü araçlara da sahip bir disiplin. Bir başka deyişle, önemli bir parçası olduğu sorunun çözümünü de içeriyor.

Hayalet Hikâyeleri’ni toplamak için yaptığımız açık çağrının ise amaçlarından biri Türkiye’deki atıl kalmış yapıların hem sayıca ne kadar çok olduğunu hem de ne kadar çeşitli işlevlerde olduğunu kayda geçirmek. Türkiye’nin dört bir yanında, otelden hastaneye, lokantadan okula atıl yapıların bir araya gelmesi ile bu yapıların yeniden kullanılması için daha güçlü bir kamuoyu oluşturabileceğimizi düşünüyoruz. Öte yandan Venedik’te, Türkiye’den çok az insanın yerinde görme imkânı olacağı bir pavyona ait tartışmaları burada ve hep birlikte yapabilmek için de bu açık çağrıyı bir başlangıç olarak görüyoruz. Yaşadığı kentte, her gün önünden geçtiği ihmal edilmiş yapıların acil bakıma ihtiyaç duyduğunu düşünenler çağrıya epeyce yoğun bir ilgi gösterdi ve bu sayede kolektif bir arşiv oluşmaya başladı.

Türkiye’de ‘metruk’ yapılar ve sayıları ile ilgili olarak elinizde herhangi bir bilgi, bir çalışma var mı?

İhtiyaç fazlası olarak inşa edilen yapılar epeydir üzerine düşündüğümüz bir konu, özellikle İstanbul’da son yirmi senede yapılmış ancak satılamadığı için boş kalan mega projeler, ihtiyaç fazlası atıl strüktürlerle karşılaşmak mümkün. İKSV’nin Türkiye Pavyonu’na katılacak projeyi belirlemek için yaptığı açık çağrıya hazırlanırken Türkiye ölçeğinde bu konuyu araştırmaya başladık ve o zaman karşılaştığımız tablo ile bu fikrin üzerine gitmeye karar verdik. Türkiye’nin hemen her kentinde yeniden kullanılabilir durumda olan ama farklı sebeplerden atıl bırakılmış yapılara rastlamanız mümkün.

Cumhuriyet’in ilk dönemi ve azınlıkların Türkiye’ye terk etmeleri bu yapılar üzerinde nasıl bir etki yaratmış olabilir? Sayıların fazlalığının nedenlerinden biri olarak da azınlıkların artık Türkiye’de yaşamıyor olmasını gösterebilir miyiz?

Türkiye’deki terk edilmiş yapı arşivi çok geniş ve çeşitli: Azınlıkların Türkiye’yi terk ettiği dönemlerden kalan sivil mimarlık örnekleri; özelleştirilen kamu kurumlarının Erken Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş yerleşkeleri; ekonomik kriz dönemlerinde yarım kalmış inşaatlar ve bilhassa son otuz yılda mekânsal ihtiyaçlar nedeniyle değil, ekonomik döngülerin bir parçası olarak inşa edilen ve hiç kullanılmamış olan yapılar… Yapıları yıkmak yerine dönüştürmek tüm dünyada geçerli bir tartışma konusunu, ancak bu denli çeşitlilikte bir yapı stoku buraya özgü. Örneğin Fransa ve İngiltere’de 60’larda inşa edilen sosyal konut bloklarının yıkılıp yeniden inşa edilmesi tartışılıyor, İspanya’da ekonomik kriz döneminde yarım kalan inşaatlar gündem oluyor ancak Türkiye’de farklı dönemlerde, farklı sebeplerden atıl kalmış çok çeşitli bir yapı arşivi olduğunu görüyoruz.

Açık çağrınıza en çok cevabın İstanbul’dan gelmesi bekleniyor, öyle değil mi?

Biz öncesinde yaptığımız araştırmada tüm Türkiye’de çok fazla atıl yapı olduğunu fark ettiğimiz için gelen yanıtların tek bir kentte toplanacağını beklemiyorduk. Hayal ettiğimizin de ötesinde bir çeşitlilikle, Urfa’dan Tekirdağ’a, Samandağ’dan Samsun’a yaşadığı kentteki atıl yapıların akıbeti üzerine düşünen herkes çağrıya yanıt veriyor. Mimarlık tartışmaları genellikle içe kapalı, meslek içi diyaloglar şeklinde olur. Biz ise bu konunun herkesi ilgilendirdiğini düşündük ve tartışmayı mimar olmayanları da kapsayacak şekilde geliştirmek istedik.

Metruk yapıların yeniden restorasyonu, yeniden kullanıma açılması yönünde bir söylem geliştirmemiz gerekiyor mu?

Restorasyon, tescil ile koruma altına alınmış yapıları yeniden kullanabilmek için izlenilen bir yöntem ancak Türkiye’de tescilli olmasına rağmen korunamayan, ya da dönemine özgü mimari nitelikleri olmasına rağmen tescil edilmemiş olan yapıların sayısı da çok. Biz korunmaya değer herhangi bir niteliği olmayan, kimilerine göre çirkin, sıradan ama yeniden kullanılabilir durumda olan atıl binaların daha acil durumda olduğunu düşünüyoruz çünkü o binaları yıkmak isteyenlerin önüne yasal ya da toplumsal herhangi bir engel çıkmıyor. Öte yandan, özellikle nüfusu yoğun olan kentlerde, türlü türlü kamusal ihtiyaç için eğitim, rekreasyon, kültür vb. alanlarda hizmet verecek yapılara ihtiyaç var. Bu ihtiyaçlar için yeni yapılar inşa etmek yerine mevcutları kullanmak hem daha ekonomik ve kaynak israfını önleyen bir yaklaşım, hem de gezegene daha az zarar veriyor. Aynı hacimde -ya da daha fazla- betonu aynı zemine başka bir formda yeniden dökmek için, hâlihazırdakini yıkıp moloza dönüştürmek ve sonra da o molozu doğaya bırakmak yerine mevcudu dönüştürerek kullanmak, atıl yapıların kaderini değiştirebilir.

“Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi” projesinde Elizabeth Fisher’in Evrimin Çuval Teorisi’ni referans alıyorsunuz. Bu çağrışımı ve projeyle bağlantısını biraz detaylandırabilir misiniz?

Mimarlığın Çuval Teorisi, Elizabeth Fisher’a ait olan Evrimin Çuval Teorisi’ni edebiyata uyarlayan Ursula K. Le Guin’den ilhamla önerdiğimiz bir başlık. Fisher, insanlara ait ilk kültürel aracın sanılanın aksine sivri ve keskin bir nesne yerine, bir çuval olabileceğini iddia ediyor. Le Guin ise ilk çağlardan beri mağara duvarlarını süsleyen mamut avlama sahneleri yerine, çuvalına yulaf toplayanların anlatılmaya değer olduğunu söylüyor. Biz bu iki metinden yola çıkarak, mimar olarak miras edindiğimiz imgeleri sorgulamayı ve o imgeler kadar güçlü ve güzel görünmeseler de yeni imgelere yer açmayı, bunu da kahramanlık hikâyeleri yerine, sıradan, gündelik ama hayatın devam etmesi için gerek olanı anlatarak yapmayı önerdik. Bunu da ihmal edilmiş, çirkin, mimarlıkla ilgili herhangi bir hikâyenin kahramanı olamayan terk edilmiş yapılar üzerinden yapmak istedik.

Projede hedeflenen hayalet mimarilerin hangi yılları ve dönemleri içine aldığına yönelik bir çağrınız yok. Örneğin; Maslak’ta tamamlanmamış bir gökdelen, Balat’ta terk edilmiş bir sinagog veya Samatya’da eski bir Ermeni evi… Çağrınız tam olarak hangi “mimari’’ kalıntıları kapsıyor?

Açık çağrımızın amacı, yapıldığı dönemden ve üslubundan bağımsız olarak yeniden kullanılabilir durumda olan terk edilmiş yapıların sayıca ne kadar çok ve çeşitli işlevde olduğunu ortaya çıkarmak. Ancak acil olarak dikkat çekilmesi gereken, ilgiye muhtaç olan yapılar; yıkılması için önünde hiçbir engel olmayan, kültürel, tarihi ya da mimari olarak bir değer atfedilmiş, dolayısıyla da yeniden kullanılması için bir sebep olmadığı düşünülen yapılar. Halbuki bize miras kalan imgelerden, güzel ve çirkin olana dair kalıp yargılarımızdan ve sıfırdan yapmaya dair olan tutkumuzdan kurtulabildiğimizde – burada biz derken mimarlar, işverenler, karar vericiler, müteahhitler, mal sahipleri gibi tüm rolleri dahil ediyoruz- bu yapıları tıpkı birer çuval gibi görerek, içlerini yeni hikayelerle doldurmaya başlayabiliriz.

Venedik Mimarlık Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi hakkında

20 Mayıs–26 Kasım 2023 arasında (ön izleme: 18–19 Mayıs) Giardini, Arsenale ve Venedik’teki çeşitli mekânlarda düzenlenecek Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin başlığı ve teması, Venedik Bienali Başkanı Roberto Cicutto ve 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin küratörü Lesley Lokko tarafından Geleceğin Laboratuvarı olarak açıklandı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.