Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Yeniden mutabakat belgesinin dış politikası

Sanıyorum yahut ben böyle düşünüyorum, bir dışişleri meslek memuru ve özellikle bir misyon şefi için en tatmin edici görev arkasında siyasi iradenin gücünü hissettiği zamandır. Herhalde artık biliyorsunuz bendeniz cennetkuşu hiç büyükelçilik yapmadı. Aslında belki istifa etmemin temel, düzayak, görünür nedeni de centilmenlik anlaşmasına göre iki yıl sürecekken üç yıl üç aya uzayan Erbil Başkonsolosluğu’nun ardından merkeze çağrılmadan doğrudan büyükelçi yapılmamamdı. Neyse konumuz bu değil.

O dönemde Başbakan Erdoğan’ın ittirmesiyle Erbil Başkonsolosluğu’nun bizatihi açılabilmiş oluşu önemli ve olumlu bir gelişmeydi. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi varmış ya, ben de o dönemde (2010-13) Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarını, demeçlerini özenle okurdum. Hatta yakın çevremden beni tanıyanlar “hayırdır abi her sabah ilk iş Yeni Şafak’ı okur oldun” diye dalgalarını geçerlerdi. Ben de “siz dalganıza bakın, asıl ‘ekmek’ burada, haberiniz yok” derdim. Başkaları, bazı muhataplarım ve kimi amirlerim de, “bu söylediklerine dair talimatın yok” diye uyardıklarında, “başbakanım kamuoyuna ifade etmiş, ben aynılarını burada yinelemeyeyim mi?” yanıtını verirdim.

Maksadım kafadan geçmişi güzelleştirerek kendi hakkımda çakma kahramanlık menkıbesi uydurmak değil. Zaten iyi örnek olmadığım da meslek hayatımın yirmi yılın sonunda istifayla sonuçlanmasından belli. İstifa tek taraflı bir tasarruftur ve hiçbir örnekte istifa edilen kurum üzerinde herhangi bir etki yarattığı görülmemiştir. Demek istediğim sezilen veya verilen siyasi talimatın bence her zaman liyakat denilen efsundan önde geldiği. Liyakat zaten işin olmazsa olmazı. Örnekse “yolsuzlukla etkin mücadele edeceğim” diyen muhalefete, “hayır ben dibine batana dek kleptokrasiye abanmaya devam edeceğim” yanıtı mı verir iktidar?

Eminim kaşlar yine yay gibi kalkmış, müstehzi tebessümler velfecri okuyan çehrelere yerleşmiştir şimdiden: Ne alakası var? Yani nereye bağlayacaksın? Şuraya bağlayacağım azizim, bu mutabakat metninde yazılan Dışişleri Bakanlığı’na o eski ihtişamını kazandırma (hoş, bana sorarsanız “zaten hep yeşildi zeytin dalları” ya neyse) iddiası arkasında güçlü bir siyasi irade olmadıkça, beyhude duaya amin demekten ibaret kalır. Okurken fantezi babında genç Aydın’ın olası acılarını hayal ettim: Ama beyefendi bakınız mutabakat belgesinde ifade edildiği üzere… Şimdi biz bunları bırakalım da şekerim, işimize bakalım.  

“Ne yapmak, nereye varmak istemek?”, işte bütün mesele bu değil mi dostum? Özel sektörde şirketlerin kurumsal web sayfalarına girdiğimizde “Vizyon”, “Hedeflerimiz”, “Biz Kimiz” bölümleri vardır. Askerlerdeyse –biraz da bıktıran ve çoğunlukla dış politikanın yürütülüşüne pek de uymayan bir yalınlıkta- “Amaç-Tanım-Kapsam” takıntısı. Bir “dilek listesi” yazmaksa, eksisi artısı olsa da, bunun ne biri, ne diğeri. Öyle ya hem “vermeden almak Allah’a mahsus”, hem eldeki imkân ve kabiliyetlere göre mutlaka ulusal çıkarları önceleyen bir harman olmalı dış politika. Ulusal çıkarlar da elde keski bir taş tablete kazılıp, MGK binasının mahzeninde bir kasaya kilitlenmiş filan değil. Başa kim geçecekse o belirleyecek ulusal çıkarları, TBMM’nin de onayıyla.

Haydi sizleri sarsarak uyandırayım biraz: Son maçta tamam hakem doğradı ama neredeydi Jesus’un alamet-i farikası ofsayt taktiği? Neden Valencia tek başına önde, yanında Batshuayi yerine arkasında Arda oynamaz? Nasıl oluyor da Fenerbahçe 25 şut atarken, 20 şut da kendi kalesine attırıyor? Benim gibi tarafsız izleyiciye büyük zevk veriyor ama karşılıklı haldır haldır orta sahanın geçilmesi, baştan böylesine kritik bir deplasman maçına çıkılırken Fenerbahçe’nin alabileceği, alması gereken bir risk miydi? Girilen onca pozisyondan neden bu denli az gol üretilebildi? Mert Hakan’ın jeneriklik golü çalışılmış bir hücum pozisyonu muydu, yoksa kişisel beceriye dayalı ve öyle denk gelen bir an mı? Buna karşılık Recep Uçar’ın Ümraniye’si attığı golün neredeyse birebir aynı organizasyonla bir ikincisini de kaçırdı. Bu hafta için Uçar’ın mı, Jesus’un mu teknik direktörlük performansı iyi?

Eminim sizler de en az benim kadar futbol âlimisiniz, bu tür soruları çoğaltabilirsiniz. Ve emin olunuz, belki benim gibilere “uzman” muamelesi yapıp onurlandırarak düşüncelerimi okuyor, sözlerimi dinliyorsunuz da, dış politika üzerine de gönlünüzce ahkâm kesebilirsiniz, istirham ederim hiç çekinmeyiniz. Bu bir habitat, iklim, ortam, kültür, gelenek-görenek meselesi. Dışişleri Bakanlığı’nın makine düzeninde çalışması gerek ama onu sağlayacak olan da –özellikle bu sistemde- Cumhurbaşkanından bakana, oradan aşağıya tıkır tıkır işleyecek bir sistem. Marifet, eldeki mutfak kadrosu ve malzemeyle ve en düşük maliyetle en lezzetli yemeği hazırlayıp, onu en zarif biçimde servis edebilmekte.

Bir diğer müphem kalan alan da askeriye ve istihbaratın hariciyeyle ne denli bütünleşik bir dış politikada buluşturulabileceği. “Sen kimsin” diye çıkışmazsanız “ben olsam” diyeceğim, özellikle kontrespiyonaj konusuna ağırlık verirdim. Aynı bağlamda kuvvet komutanlarının yeniden Genelkurmay’a bağlanması ve Savunma Sanayii İcra Komitesi’ne katılmalarının sağlanmasından daha fazla doğru bir sivil ismi MSB atayıp, TSK’nin onun emir-komutasında çalışması üzerine kafa yorardım. İstihbarat ve askeri konular denli, enerji konularının da hariciyeyle uyumlu olmasını öncelerdim. Misyonlarda da, iç teşkilat şemasında da ve yazışma kurallarında da sadeleşme arardım.

Aslında şurası kuşkusuz doğru: Erdoğan’ın deyim yerindeyse ortada fol yok yumurta yokken Fransa ve Macron’a sataştığı, Soylu’nun ABD Büyükelçisi’ne neredeyse hakaret ettiği, durduk yere S-400 alınıp kendimizi F-35 programından attırdığımız, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin yan kurumu AİHM’nin kararlarını uygulamadığımız, Çavuşoğlu’nun yan yana basın toplantılarına çıktığı konuk bakanları aşağıladığı, Putin’e elimizi verip kolumuz kaptırdığımız vb. pek çok örneğin hem sürekli yaşanıp hem ne zaman yineleneceğini bilemediğimiz bir dönemin ve durumun ardından ne gelse daha iyi olacak. Orası öyle olacak da aranan o tat, o doku yakalanabilecek mi? Kakofoniden senfoni değilse de harmoniye geçilebilecek mi? Bence öyle olursa yeni cumhurbaşkanına içinde rahat çalışacağı bir huzur kabarcığı sağlanmış olur. 

*Bu hafta aynı konuda Gündem https://medyascope.tv/2023/02/01/aydin-selcen-ile-gundem-disi-203-mutabakatnamenin-dis-politikasi-uzerine/ Dışı’nda da bir şeyler anlattım, ArtıGerçek’teki https://artigercek.com/makale/kurt-ve-dis-politika-acilarindan-mutabakatname-237491 köşemde de kalem oynattım. Dileyen okurlar göz atabilir.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.