Borç yiğidin kamçısıdır !
Borç ödemekle, yol yürümekle tükenir…
Hiç baktınız mı borç ile ilgili atasözlerine, o kadar çok ki. Geneli ödemeyi öğütlerken, bazısı da borç alınan kişiye hakaretler içeriyor. Türk kültüründe “borç” sözünün bu kadar hayatımızda yer alması, iktisadî yaşamın, sadece geçim derdi ile ilgisi olmadığını anlatıyor. Bizler için borçlanma ve para transferi sosyal hayatın bir parçası.
Kurumların borçlanması ve iflaslarını ilan etmesi de giderek gündelik hayat rutinlerimizin biri haline geldi. Türkiye Süper Ligi’ni kazanan Bursaspor ile Türkiye Kupası kazanan Akhisarspor, Eskişehirspor, Sakaryaspor, Kocaelispor, Gençlerbirliği, Altay ve Göztepe borçları yüzünden satıldı veya en alt liglerde yaşam mücadelesi veriyor.
Soru çok basit: bu kadar büyük kulüpler nasıl batar? Taraftarın suçu var mıdır?
Son soru ile başlamak bize daha net ışık tutar. Hatta konuyu anlamak için şöyle bir örnek vereyim. İstanbul’da Bostancı Mahallesi’nde sakin ve güzel bir apartmanda oturuyorsunuz. Bu apartmanın asansörü sürekli bozuluyor ve “yönetici” sizden önce küçük küçük sonra büyük meblağlarda tamirat ücreti talep ediyor. Parayı veriyorsunuz asansör yine bozuluyor, daha çok para veriyorsunuz asansör daha çok bozuluyor… En sonunda acaba bu yöneticinin getirdiği “tamirciler” mi bu işi beceremiyor diye düşünürsünüz. Hatta yöneticiye tamirat parası ödemeyip, yönetime talip olursunuz.
Asansörü tuttuğunuz takım, yöneticileri kulüp yönetimi ve apartmanda oturanı da taraftarlar olarak görürseniz, Türkiye’de taraftar olmak için ilk şartın “ekonomi okuryazarlığı” olduğunu anlayacaksınız.
Bir kulübün batması için taşınmazları dahil olmak üzere, giderlerinin gelirlerinin çok üstünde olması gerekiyor. Kulüpler zaman zaman finansal raporlarını açıklar. Özellikle genel kurullar ve divan kurulları bu tarz verilerin paylaşıldığı ve mevcut yönetimden hesap sorulduğu yerlerdir. Bu raporlar içinde üç madde bize kulübün geleceğini anlatır. İlki kâr/zarar dengesi, ikincisi bilanço ve üçüncüsü de nakit para akışındaki rakamlardır.
En önemlisi ve kulübün geleceğini belirleyen olgu kâr/zarar dengesidir. Futbol kulüplerinin gelir/gider tablosundaki rakamlar; stadyum gelirleri (maç günü ve organizasyonlar), yayın gelirleri, sponsorluk ve reklam anlaşmaları, turnuvalardan elde edilen kazanç ve oyuncu satışlarından gelen paradır. Bunların toplamı gelir kalemini oluşturur.
Gider kalemlerini de kabaca şöyle görebiliriz: oyuncu ve çalışanların maaşları, lojistik harcamalar, transfer ücretleri (menajerlere yapılan ödemeler), ofis masrafı, stadyum ile antrenman tesislerinin bakım ücretleri gibi kalemlerden oluşur.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yani kısaca stadyumu dolduramayan, oyuncu satamayan, katıldığı turnuvalarda başarı elde edemeyen takımlar, oyuncu ve çalışanlarına fazla maaş öderse, transfer ücretlerinde gelir tablosuna aykırı hareket ederse günün sonunda batmaya mahkumdur.
UEFA’nın son raporuna göre Türkiye Süper Ligi’ndeki 18 takımın, taşınmazlarını, kadrosunun değerini, marka değeri gibi tüm pozitif gelir kalemlerinden, oyunculara ve bankalara olan borcunu çıkardığımızda negatif değere sahip oluyor. Yani 18 kulüp aslında şirket olarak yönetilse iflasını çoktan ilan etmişti. 55 Avrupa ülkesi arasında batık kulübe en fazla sahip ülke Türkiye.
Bahsettiğim negatif değer tutarı ise 814 milyon euro. Yani bu 18 kulüp iflasını açıkladığı halde dahi 814 milyon euroluk borç ile kapanıyor. Kulüplerin sadece bankalara olan kredi borcu ise 1 milyar eurodan fazla. Bu batık ekonomide gençleri oynattık ve transferlerden gelen ücretler ile birazcık gün yüzü gördük sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Geçtiğimiz yıl kulüplerimiz 22 milyon euro zarar etti . Bu sayı ile 55 ülke arasında 7. sırada. Bizden öndekiler zaten 5 büyük lig diye tabir edilenler ve onlar da, Avrupa’daki tüm kulüplerden hatta birbirlerinden sürekli transfer yaparak büyüyor. Onların hedefleri UEFA Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi’nde en üst turlar. Biz ise rakibe hava atmak için transfer yapıyoruz. Neyse ki bu yıl Avrupa’daki liglerde biraz da olsa ilerleme kaydettik.
Tuttuğumuz takımın batmaması tamamen “göklerden gelen karar” ile alakalı. Eğer bir gün bankalar borçlarını takımlardan talep ederse, tüm kulüplere kayyum atanması kaçınılmaz.
Şimdi gelelim ikinci madde olan bilançoya. Bilançoyu oluşturan varlıkları şöyle sıralayalım; oyuncu kontratları, kulübe borcu olanlar, borsada işlem gören hisse değeri, banka hesaplarında kulüp adına tutulan mevduat. Bu rakamların karşılığı olarak da kulübün yükümlülükleri var. Onlar da; borçlar ve vergilerden oluşuyor. Avrupa’daki vergi denetimi Türkiye’deki kulüplerde yok. Hatta şöyle ki elimize maaşlarımız gelmeden vergilerimizi öderken, sürekli olarak vergi affı dilenen gene bizim “Büyük” kulüpler oluyor.
Üçüncü madde olan nakit para akışı da bir kulübün operasyonunu sürdürmesi için en önemli faktörlerden. Kulüp, oyuncu transferi için yüksek bir bonservis ücreti ödedi ve 3 yıllık da kontrat imzaladı. Bu 3 yıllık kontratın ücreti ile transferde ödenen ücretlerin nakit akışı sayesinde sağlanması gerekiyor. Bu nakit akışını da oluşturan faktörler, stadyum gelirleri ile yayın gelirleridir. Eğer bunlardan gelen para akışı, yeni gelen oyuncunun bonservisini ve 3 yıllık kontratını yıllar içinde karşılayamazsa, diğer oyuncuların da maaşlarında gecikme başlar. Kültürümüze yerleşen bir söz var “Kimsenin parası X kulübünde kalmaz”. Acaba gerçekten öyle mi? FIFA ‘da neredeyse her takımımızla ilgili ödenmeyen paraların dosyaları var.
Üç maddenin dengeli olması kulübün batmaması için elbette yeterli değildir. Mesela bizim gibi istisnalar hariç (RB Leipzig, Hoffenheim…) tüm takımları dernek statüsünde olan Almanya’da kulüpler gelirlerinin %50-55’lik kısmını operasyon için kullanırken, geri kalan ise kâr olarak yazılır. Çünkü takımların başarıdan gelen kazanımları her yıl farklılık gösterebilir. Mesela bizim gibi kur farkı çok olan ülkelerde tüm plan UEFA Şampiyonlar Ligi’ne her yıl katılırmışçasına yapılmamalı.
Galatasaray ve Fenerbahçe birbirlerine pahalı bir mekanda hava atan düşman arkadaşlar gibiler. Lakin gün sonunda hesabı “Erdal Acar”ın değil, taraftarın ödemesi bekleniyor. Türkiye’deki kulüplerin düzgün bir mali denetimden geçmediği malum. peki bizler taraftarlar olarak bu baskıyı oluşturmamız gerekmiyor mu?
Kaynaklar: Tifosi Football, Dergipark