Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Erdoğan çoktan kaybetti, ama kazanan belli değil

“Erdoğan çoktan kaybetti, ama kazanan belli değil.” Bu cümleyi, kimi zaman başka kelimelerle çok uzun bir zamandır dile getiriyorum. Muhtemelen Medyascope ile yaşıttır: yani Ağustos 2015’ten beri Erdoğan’ın kaybetmiş olduğunda ısrarcıyım.

Bu ısrarımın miladının Ağustos 2015 olması rastlantı değil, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanı ve başbakan olduğu bir dönemde yapılan 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden AKP yenik çıkmış, birinci parti olsa bile tek başına iktidarı kaybetmişti. Fakat Erdoğan bir şekilde koalisyon hükümeti kurulmasını engelledi, 1 Kasım 2015’te ülkeyi yeniden seçime götürdü ve peş peşe yaşanan terör saldırıları nedeniyle canının derdine düşmüş olan seçmen AKP’ye yeniden iktidarı sundu.

Kısacası, Haziran 2015’ten beri Erdoğan çoktan bitmiş bir maçı bir şekilde uzatarak iktidarını korumaya çalışıyor. Fakat 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde yaşadığı hezimet -hele İstanbul’da iki kez kaybetmesi- Erdoğan’a, döneminin çoktan bitmiş olduğunu bir kez daha hatırlattı. O da şansını bir kez daha zorlamaya çalışıyor.

Peki Erdoğan neden kaybetti. İlk akla gelecek gerekçeleri sıralamaya çalışayım:

Yoruldu ve yordu: Herhalde Erdoğan da bu kadar uzun süre iktidarda kalacağını öngörmüyordu. Bu süre zarfında birbirinden ciddi mücadelelere, hatta savaşlara girdi; dünün müttefikleri düşmanı, düşmanları da müttefiki oldu. Yakın çevresi sürekli değişti: Az sayıda kişi kendi isteğiyle, çoğu ise genellikle aceleye getirilmeden Erdoğan tarafından tasfiye edildi. Bütün bu süreçte Erdoğan çok yoruldu, onunla birlikte Türkiye de yoruldu.

Tek adam oldukça yalnızlaştı: Erdoğan’ın siyasi başarılarının ardında hep güçlü bir ekip çalışması vardır. Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken de böyleydi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve başbakan iken de öyle. Ancak cumhurbaşkanı olup sistemi de değiştirdikten sonra “tek adam” olmayı tercih etti ve kısmi de olsa iktidarını paylaşmaya yanaşmaz oldu. İktidarını korumak için “tek adam” olmayı tercih eden Erdoğan tam da bu yüzden yalnızlaştı ve iktidarını yeniden üretmesini sağlayacak dış desteklerden mahrum kaldı.

Güçlü müttefikler bulamaz oldu: Erdoğan uzun bir süredir MHP ve BBP ile ittifak halinde. Muhtemelen Hüda-Par da seçimlerden önce bir şekilde onlara dahil olacak. Erdoğan 20 yılı aşkın süredir müttefiklerini değiştirmesiyle tanınıyor. Fakat ilk yıllarda hep istim üzerindeki, kendi başlarına bir güce sahip olan ve gelecek vaat eden kesimlerle ittifak yapmıştı: İlk yıllarda ABD, AB, hatta İsrail; farklı kesimlerden gelen, kabaca “liberal” olarak adlandırılan kesimler; Sünni cemaatlerin büyük kısmı ve tabii ki Fethullahçılar; açılım süreçlerinde Kürt hareketi…

MHP ve BBP’nin (ve dahil olması beklenen Hüda-Par’ın) gelecekleri çok parlak gözükmüyor. Örneğin son kamuoyu yoklamalarında Erdoğan ve AKP’nin oyları artarken MHP yüzde 5 gibi bir oranla tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. Normal şartlarda Erdoğan’ın olaylı MHP kongresinde Devlet Bahçeli değil de Meral Akşener ve diğer adaylara yatırım yapması beklenirdi, yapmadı. Yine normal şartlarda Erdoğan’ın gerileyen MHP’den kurtulup yükselişteki İYİ Parti’yi yanına çekmesi beklenirdi, o da olmadı.

Herhangi bir vizyon öneremiyor: “İleri demokrasi”, “Avrupa Birliği’ne tam üyelik”, “Kürt sorununun çözümü”, “askeri vesayete son”… AKP’nin ilk yıllarında Erdoğan kangren olmuş sorunlarını kökünden çözüp Türkiye’yi alabildiğine güçlü kılma iddiasıyla epey yol katetti ama 2015 Haziran seçimleri sonrasından itibaren ülkenin değil, kendisinin, iktidarının bekasını her şeyin önüne koydu. Özgürlük/güvenlik dengesinde ilk yıllarında tercihini daha çok ilkinden yana yapar görünen Erdoğan uzun bir süredir tereddütsüz “güvenlik” meselesini temel alıyor ve özgürlükleri bir kenara itiyor. Böylece inşa edilen otoriter sistemde, özgürlükler kurban edildiği için geleceğe yönelik pozitif vizyonlar sunulamıyor.

Davanın yerinde yeller esiyor: AKP, “Milli Görüş gömleğini çıkartma” iddiasındaydı ancak muhafazakâr/İslami kimliğini asla reddetmedi, bir tür İslamcı omurgalı kitle partisi oldu. Dolayısıyla partinin ayakta kalmasını “İslami dava”ya kendilerini adamış kadro ve bireyler, ileriye doğru yol almasını ise şu ya da bu beklentiyle bu trene binmiş olanlar sağlıyordu. Fakat otoriterliğin adım adım inşasına paralel olarak AKP bir adanmışlar hareketi olmaktan çıkıp bir çıkar hareketine dönüştü. Dünün “almadan vermeyi” içselleştirmiş olan kadrolarının çoğu buna ayak uydururken az bir kısmı bu yolculuğu yarıda kesti. Davadan geriye bir şey kalmayınca Erdoğan taraftarlarını onlara bir şeyler vererek yanında tutabilir oldu. Verecek şeyi kalmayınca veya azalınca da bunların kendisini terk etmesini engelleyemedi.

Yolsuzluk ve yoksulluk: “Almadan verenler” yerlerini sadece “alanlar”a bırakınca ortaya çok ciddi bir soru(n) çıktı: Kimden alınıp bunlara verilecek? İktidara gelmelerinde “yolsuzlukla mücadele” iddiası önemli bir rol oynayan AKP, kısa sürede yolsuzlukla birlikte anılır oldu. Bir diğer iddia da “yoksullukla mücadele” idi ve ilk yıllarda sosyal yardımlarla Erdoğan destekçi halkasını toplumun alt kesimlerinde iyice genişletti, fakat ekonomideki kötü yönetimin yol açtığı krizle birlikte musluklar iyice kısıldı, alt gelir grupları iyice yoksullaşırken orta sınıflar da büyük darbe yedi ve yoksullaşmaya başladı. Erdoğan’ın ekonomiyi ehil ellere bırakmama ısrarının, krizden doğrudan olumsuz olarak etkilenen kesimler tarafından fark edildiğini söyleyebiliriz.

Ve tabii yasaklar: AKP’nin mücadele edeceğini söylediği üçüncü “Y” ise yasaklardı. Buradaki bilanço ortada. Seçmenin özgürlükler, demokrasi gibi şeylere değil de ekonomiye baktığı söylenir ama Erdoğan söz konusu olduğunda bunun tam olarak doğru olduğu kanısında değilim. AKP iktidarı, çok partili hayatla başlamış olan dindarların merkeze taşınmasını tamamladı ve bunu yaparken “AB’ye tam üyelik”, “ileri demokrasi” gibi sloganları öne çıkarttı. Erdoğan demokrasiyi istediği durakta ineceği bir tramvay olarak görebilir ama Türkiye’de dindar kesimler ve özellikle onların çocuklarının önemli bir bölümünün bunu içselleştirdiğini düşünüyorum.  

Bir yerde kesmek lazım. Devamını sonraki yazılara bırakalım. Bütün bu saydıklarımdan hareketle Erdoğan’ın kazanmasının mümkün olmadığı kanısındayım. Ama başta da söylediğim gibi “kazanan da belli değil”. Bütün bu sıraladığım gerekçelere rağmen muhalefet Erdoğan’ı sandıkta yenmeme mucizesini gerçekleştirir mi?

Şöyle bitireyim: HDP’nin açık ya da örtülü, doğrudan ya da dolaylı desteğini alması halinde Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının, Erdoğan’ı sandıkta yenmek zorunda kalacağını düşünüyorum!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.