Fransa yanarken Macron saçlarını mı tarıyor?
Fransa’da Macron’un emeklilik reformu nedeniyle milyonlarca kişi sokaklarda. Yarın Kral III. Charles Paris’e inecekti. Versay Sarayı’nda akşam yemeğinden tutun, Arc de Triomphe’dan başlayıp Şanzelize’yi geçmeye dek en yüksek düzeydeki protokola uygun simgelerle yüklü bir gezi planlanmıştı. Bir yanda evsahibi seçilmiş monark (“cumhurkralı”), konuğuysa gerçek kral. Yaratılan izlenim halkın sokakta, cumhurkralının adeta 14. Louis gibi başka âlemde olduğu yönündeydi. Temizlik işçileri de grevde olduğundan, Kral III. Charles konaklayacağı Britanya Büyükelçisi’nin konutundaki penceresinden baktığında günlerdir yığılan çöp dağlarını görecekti. Ziyaret son dakikada zoraki iptal edildi.
V. Cumhuriyet’in zamanında De Gaulle’e göre biçilen ceketi pot yapmaya başladı. Bugün IV.’nün havanda su dövülen meclisiyle, V.’inin otoriter yönleri olabilecek en kötü düzlemde bağdaşmış gibi sanki. Demokraside yönetimin meşruiyeti bir anlamda daimi müzakereye dayanıyor. De Gaulle’den bu yana Fransa’nın yerinden yönetim, hukuk devleti, hak ve özgürlükler alanlarında çok ileri gittiği de muhakkak. Doğrudan katılımcı demokrasi gerekçesiyle başvurulabilecek halkoylamalarının süreçleri sakatladığını da biliyoruz.
Macron’un başbakanı Borne, emeklilik reformunu meclis çoğunluğuna dayanmadan oylamasız biçimde anayasanın 49. maddesinin 3. bendini kullanarak geçirdi. Yasal mı yasal ama meşru mu? Kendi partisi Renaissance’ın meclis grubu dahi kaygılarını Macron’a dinletemedi. Merkez sağ muhalif Les Républicaines atomize oldu. Borne’un meclisteki sözlüye kalkmış ter içinde okul öğrencisi gibi neredeyse ayaklarını yere vurarak yaptığı “kararlı” konuşmaları hiç olumlu etki yapmadı.
Yasa geçse de hatta yarın öbür gün halk hareketi sönümlense de arkasında bırakacağı burukluk cumhuriyet ve yönetimin meşruiyeti açılarından kalıcı etkiler taşıyor. Macron hükümeti veya meclisi yenilemek seçeneklerine yönelse, kendinin cumhurbaşkanlığı dönemini tamamlaması bile belki sıkıntıya girecek. Her tercihin de demokrasi üzerinde farklı sonuçları ve anlamları var. Halkla yönetim arasında güven bir kez sarsıldı mı, bunu geri getirmek çok güç.
Yine de Fransa’da anayasa 49.3’e başvurmak diktatörlük demek değil. Bunun karşısında meclisten çıkıp meclise sorumlu hükümetin mecliste güvenoylamasıyla düşürülebilmesi güvencesi var. Nitekim Borne hükümeti sözkonusu reformu geçirdikten hemen sonra (bizimki gibi 577 milletvekili olan mecliste) ancak dokuz oy farkla güven tazeleyebildi.
Fransa’yı neden anlattım?
Ord. Prof. Dr. Kalaycıoğlu’nun öğrettiği gibi biz ise burada “patrimonyal sultanizm” rejimindeyiz. Erdoğan “Ben milletim” diyor, Kılıçdaroğlu ise aksine “Ben millet değilim” diyecek ancak ardından “ama” dedikten sonra duyacaklarımız da önemli. Zira “sultanistik” yaklaşım ve uygulamalardan kaçınmaya ne denli özen gösterse de 15 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu da verili sistemde “seçilmiş monark” veya “cumhuriyetin kralı” olacak.
Bizimki oldukça Fransa’nın III.’sünden uyarlanmış bir cumhuriyet. Fransa’da güncel sorunsa adeta IV.’nün V. içinde hortlaması. Orada aslında hükmeden hükümet, cumhurbaşkanıysa hakem. Kılıçdaroğlu’nun çelişkisiyse, önce hâkim olduğunu ortaya koymak sonra hakem olmak ve baştan “Ben tek hâkim olmayacağım, meşveretle yöneteceğim” demek zorunda kalmak. Bunun da ağır yük sırtlanacak yürütme üzerine etkileri bugünden hesaplanmalı.
Anahtar 360 sandalyeye erişip, aşmakta
Muhalefetin ortak stratejisi “güçlendirilmiş” biçimiyle parlamenter sisteme (GPS) dönmek. GPS’e dönmek, anayasanın değişmesi demek. Bu stratejinin başarılı olması için en azından anayasa değişikliğinin halkoylamasına sunulmasına olanak tanıyacak asgari meclis çoğunluğuna ulaşmak gerek. Bunun da yolu özetle TBMM’de Millet İttifakı’nın 300, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da 60 sandalye sayısına erişip, aşmasından geçiyor. Aksi takdirde “demokrasiye geçiş” döneminin ne kadar süreceği ve bu sürecin nasıl olacağı belirsiz.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (EÖİ) aday göstermeyerek Kılıçdaroğlu’na dolaylı desteği (ki bu tutum doğrudan desteğe de dönüşebilecek), ortak adayın hem de ilk turda kazanma olasılığını artıran çok olumlu bir gelişme. Hatta HDP’nin zoraki “Yeşil Sol Parti” tabelasıyla seçime girmesi de öyle. Yine hatta genişleyeceği söylenen EÖİ da adını düz hesap “Sol İttifak” yapsa çok daha kapsayıcı, açık ve akılda kalıcı olur bence.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
TBMM’de 360 sandalyeyi aşan çoğunluk elde edilemezse tasarlanan geçiş, özellikle meşruiyet açısından, içinde donup kalınmış “yekpâre geniş bir anın parçalanmaz akışı” niteliği edinebilir. Anayasal bakımdan olmasa da temsil ve egemenlik bakımlarından bir boşluk, yürütme açısından bir karmaşa yaratabilir. Siyasal iradenin talimata dönüşüp politikalar olarak uygulamasında, su borunun başından ne denli debili ve tazyikli basılsa da muslukta “düşük basınç” sıkıntısı görülebilir. Zamana karşı yarışla ivmelenen çelişkilerin eşanlı yönetilmesi zorunluluğu, farklı yönlere çeken bir yönetim zorluğu ortaya çıkarabilir.
Sistemin sorunu başkanlıkta değil, ucubelikte
Esasen tüm bu olası sakıncaların belirmesinde kabahat başkanlık düzeninde değil, başkanlık düzenine giydirilmiş yerli malı “ucube” gömlekte: Kılıçdaroğlu başkan olacak ama hangi başkanlık düzenine liderlik edecek? Altılı Masa’dan çıkıp, Kılıçdaroğlu tarafından atanacak cumhurbaşkanlığı kabinesine, koalisyon hükümetiymiş gibi yaklaşmamız beklenecek. Oysa gemilerdeki “ana tahrik sistemi” arızalarını o gemi bir kez suya indikten sonra gidermek çok zor iş. Sıvılaşma riski olan yumuşak zeminlere temel atmanın özel teknik yetenek ve olanak gerektirmesi gibi.
Bir de tersi ya da farklı senaryo var. Ya Erdoğan ve AKP beklenmedik şiddette bir sandık yenilgisi alırsa? AKP’ye önceki seçimde 8.000’i aşan milletvekili adaylığı başvurusu sayısının bu kez 3.000’i bulamaması önemli bir gösterge. Erzurum’da bile AKP milletvekili adayı bulmakta zorlanıyor. Sandıktan hangi senaryo çıkarsa çıksın, 360’ı bulmak ve aşmak gibi bir diğer öncelik de mutlaka CHP-İYİP ortaklığının görülebilir gelecekte sürdürülebilmesi olmalı.
Yenilenecek siyasal yelpaze ve cumhuriyeti kuşatan burgaç
Kılıçdaroğlu’nun başat ödevi güvenlik devletini, demokratik cumhuriyete dönüştürmek ve bu sıçramayı tek döneme sığdırmak olacak. Bu dönüşümü kapsayan “kurucu babalığın”, GPS’e geçmeyi de içerip içermeyeceğini ise sandık gösterecek.
Kuvvetle muhtemelen sandıktan milliyetçilerin ve İslâmcılar’ın çeperlere iteklendiği, merkeze güçlü birer ortanın sağı ve ortanın solu sol seçeneğin yerleştiği, solda da “Yeşil Sol” ve “yeni TİP” dolayımıyla kendini güncellemiş bir yapılanmanın oluştuğu bir düzleme çıkacağız. Bu yeni yelpaze demokrasimiz için eldekinden çok daha sağlıklı olacak.
Ukrayna’nın yeniden imarı 500 milyar ABD Doları’na yaklaşır ve Türkiye’nin deprem hasarı da 150 milyar ABD Doları’nı aşarken, dünyada para musluklarının kısılıp enflasyonla mücadelenin öne çıktığı bir döneme giriyoruz. Üzerine 400 milyar ABD Doları borç ve 120 milyar ABD Doları ticaret açığının yanı sıra yüzde 100’ü bulan enflasyon ve kuralsızlık, deftersizlik handikaplarıyla ekonomik durumumuzun resmini Altılı Masa’nın ekonomistleri çok yüksek çözünürlükte çekiyor. Çıkış yollarını da ikna edici biçimde anlatıyorlar.
Kaygım, Romalılar “res publica” kavramını dağarcığımıza katmadan önce Yunanca aynı anlama gelen tek terimle karşılandığını öğrendiğimiz demokrasi ve cumhuriyetin içinde bulunduğu burgaca ilişkin. Bu burgacın içinden nasıl çıkılacağı ve yürütmeye nasıl yansıyacağı konularında aynı ivedilik ve kesinlikte tanı koymakta zorlanıyoruz ya da bu durumu pek önemsemiyoruz korkarım.