Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Diplomasiyi ne küçümsemeli, ne şişirmeli

Cüret, cesaret, gözükaralık: Hepsi aynı mı? F-16’yı geçtim, F-1 kokpitine otursak, bırakalım pistte yarışmayı, deneme sürüşünü de geçtim, aracı hareket ettirebilir miyiz? Hasbelkader ettirdik diyelim, muhtemelen gazladığımız anda o ivmeyle olduğumuz yerde bir tur atıp kalmaz mıyız? F-16 pilotuysa Hava Harp Okulu mezuniyetinin üzerine 7-8 yılda eğitimini tamamlıyor. Düşünürseniz beyin cerrahı olmak gibi. Ve eğitimi yaklaşık 2 milyon ABD Doları’na mal oluyor. Ne güzeldir Mehmet Akif’in o dizeleri: “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem sığmazsın.” Oturtayım ben de istedim sizi 14-28 Mayıs’ın ardından dışişleri bakanlığı koltuğuna.

Önce malum-u ilâm: Koltuk tek kişilik. Ama kaskın kulaklığında da takım liderinin, yani cumhurbaşkanının sesi olacak. Yerle bir 300km/s hızda giderken, yapışıp öndeki aracın arka tekerleklerine, siperliğinize sıçrayan damlalara rağmen yağışlı havada, dalıp virajda içeri bir parmak açıklıktan tam geçmişsiniz rakibi, ilk sıraya yerleşmişsiniz, kulaklıktan pite gelip lastik değiştirmeniz istenebilir. Buna karşılık kulaklıktan size sürekli konuşulup, “Şimdi geçme, sonra geç”, “Yavaş git” vb. yollu uyarılar da gelmez. Aracın tek sürücüsü olur.

Fakat “mümkünü makulde aramak” şiarıyla yola çıkarsak, dışişleri bakanının illa meslekten gelmesi gerekmez. Yönetimlerin yani yönetici kadroların başkanla beraber, olduğu gibi değiştiği ABD’de başkan dışişlerine, istihbaratın (CIA) başına kimi zaman bir avukatı, bazen bir işadamını, bir generali vb. getirebilir. Kendi de dışişlerine ilgili yahut ilgisiz olabilir. Bizim içinse dışişleri bakanında aranacak asgari yeterliliğin geçer akçe İngilizce konuşabilmesi olduğu ileri sürülebilir. Gerisi herhalde muhakeme yeteneğidir. Virgül koyup, birkaç örnek vaka üzerinden sesli düşünelim. 

Irak’la olan petrol boru hattı tahkim davası Paris’teki yüksek mahkeme tarafından 10 yılın ardından karara bağlandı. Davanın ikinci bölümü de, ilk bölümün temyiz süreci de var. Türkiye “vanayı” kapattı. Bağdat ile Erbil ise “yumurta kapıya gelince” kendi aralarında alelacele bir uzlaşıya vardı. Ankara’nın, davanın ikinci bölümü Bağdat tarafından geri çekilmeden, hatta belki ilk bölümle ilgili 1.4 milyar ABD Doları tutarındaki tazminattan ya vazgeçilmesi ya Erbil ile Bağdat arasında mahsuplaşma yoluyla sıfırlanması sağlanmadan vanayı açmakta acele etmesi pek anlamlı değil. Bağdat ise tazminatın Ankara tarafından derhal yatırılmasına ilişkin girişimlerde bulundu bile ve vana açılmadığı takdirde yeniden boru hattı sözleşmesinin ihlâl edildiği yönünde bir başvuru daha yapabilir. 

Bununla birlikte, koltuğuna oturacak yeni dışişleri bakanı “Adamlar haklı beyler, ateşleyelim bir miktar” demeyecek. “Atlayıp bir Bağdat, Erbil turu yapıp geleyim de, muhataplarla konuşur, şu işi de çözerim” dese, yanılacak. Hatta belki işi özellikle ağırdan alması gerekecek. Iraklılar, Şii-Sünni Araplar, Kürtler, Türkmenler, Asuri-Süryaniler “pro forma” bir vize uygulamasıyla ülkemize geliyor. Irak’ın suyu da, gıda ürünleri ve yapı malzemeleri başta Habur’dan geçiyor. Mersin, Irak’ın kuzey limanı konumunda. Kerkük ve IKB ham petrolü de Ceyhan’dan küresel pazarlara ihraç ediliyor. Tüm bunlar herhalde Ankara’ya Bağdat’la olası ve olağan diplomatik müzakerelerde önemli bir kaldıraç sağlıyor. Tüm bunların, adı konmadan masaya sürülmesi müzakerede başarı olasılığını artırır.

Başka bir güncel örnek vaka olarak, yarı-başkanlık düzeni uzaktan (!) bizi andıran Fransa’ya bakalım. Macron Çin’e gitti. Ziyaretin Xi’ye yaradığı konusunda çoğunluk hemfikir. Macron, DeGaulle’lük yapayım derken Putin’e madara oluşunu da, Ukrayna’nın işgalindeki aymazlığını da anımsatmış oldu. AB’ye stratejik özerklik aşısı yapayım derken, AB içinde başta Polonya eski Doğu Bloku üyelerini geçelim, Almanya’yı dahi “küstürdü”, AB’de çatlağa yol açtı. Yanında götürdüğü AB Komisyon Başkanı von der Leyen’in istiskale uğramasını sineye çekti. ABD’nin Ukrayna’ya Fransa’nın otuz katı askeri yardım yaptığını yedi düvele öğretmiş oldu. Ama ağırlama düzeyi yüksekti, verilen fotoğraflar güzeldi, imzalanan kontratlar bereketliydi. 

Yine başkanlık düzeni benzerliğinden hareketle ABD’ye bakalım. Entelektüelliğinden sual olunamayacak ilk Afrika kökenli başkan Obama, Suriye’de Esat’ın Şam yakınındaki Ghouta’da kimyasal saldırısına yanıt olarak gözlerini kırpıştırmakla yetinince iç savaşın ne yöne evrildiğine ve Rusya’nın öne çıkışına tanıklık ettik. Obama, Kırım’ı işgal ve ilhakının ardından Putin’le Normandiya Çıkartması’nın 70. yıldönümünde Fransa’da aile fotoğrafı vermekte ve ayaküstü de olsa sohbette de sakınca görmemişti. Yine Obama, Bush-Cheney döneminden kalan NSA’nın kitlesel internet iletişimini gözetleme programının ABD anayasasına uygunluğuna da onay vermişti.  

Özetle anlatmaya çalıştığım diplomasinin ne bir sahne performansından ne yazmanlıktan ibaret olduğu. Doğruyu yapmak veya çarpıcı düşünceler ortaya atmak denli hatta bundan daha çok taktiklerin de önemli oluşu. Ve yinelemekten bıkmadığım üzere, siyasi talimatın liyakatten önce geldiği. Sipariş listesiyle, yapılacak işler listesinin karıştırılmaması gerektiği de eklenebilir. Sürecin sonucun önüne geçmemesinin önemi de. Diplomaside çoğu zaman süreç işin kendine dönüşür. Öyle olunca, ortaya çıkan performans tüfeğin namlusunu kum dolu varile sokup, “doldur-boşalt-emniyete al” yapmakla eşdeğer olur. Ne nereye nişan alındığı sorgulanır, ne neden tüfeğin ele alındığı.

Amerikan futbolunda oyun kurucuyu (“quarterback” –QB) rakip savunmaya karşı korumakla yükümlü altı kişilik hatta bize ters gelecek biçimde “hücum hattı” (“offensive line”-OL) dendiğini öğrenmiştim. Tarihe geçen OL’lerden biri de ’82, ’87 ve ’91 şampiyonu Washington Redskins (şimdiki adıyla Commanders) takımınki. Lakapları “hogs”, yani domuzlar. Böyle anılmalarının nedeni sürekli iki büklüm, belki dörtayak savunma çabasında olduklarından, deyim yerindeyse burunlarının çamurdan çıkmaması. Başarılı OL’ler QB’lerine hızlıca düşünüp, kararlaştırılan oyunu başlatması için pası verecek güvenli kabarcığı yeterli süre boyunca sağlayabiliyor.

Bence başkanlık düzeninden parlamenter sisteme geçmek için gereken en az 360 sandalyelik çoğunluğu Millet ile Emek ve Özgürlük ittifaklarının ulaşması zor. Her hal ve kârda, yeni hariciyenin de yeni cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu için başat görevi ve hizmeti ona içinde güvenle, huzurla hareket edebileceği o kabarcığı, kısıtlı alanı sağlamak olacak. Dolayısıyla, suya sabuna dokunmamak bir yana, hariciyenin burnunun çamurdan çıkmaması ve bir makine disipliniyle işini yapması gerekecek. Diplomasi kokpitine kamyon şoförü de otursa, F-16 veya F-1 gibi değil, yeterli sağduyu, uzgörü ve muhakeme yeteneğine sahipse iş görebilir.

Deneyim ve birikimi de varsa kuşkusuz daha da iyi. Ancak kafada sürekli tilkiler dolaşıyorsa ve hurafe ile hafıza alelusul harman oluyorsa, o hariciye mutfağından lezzetli yemek çıkması güç. Gelecek bakan aynı zamanda yapıcı, akılcı ve gerçekçi olmanın doğru alaşımını bulmak zorunda. Deneyip yanılmayla öğrenme süreci de olamayacak. İlk iş gününden başlayarak koşması gerekecek. Zira hem biriken dosyalarla, hem her gün üzerine gelecek gelişmelerle uğraşacak. Yeterince ve yeterli hızda diplomasi yaparken Çankaya’yı da, ama diğer beş cumhurbaşkanı yardımcısını da “idare” edecek. Sınamalarla olduğu denli fırsatlarla da dolu bir dönemece girdiğimiz yollu yuvarlak bir öngörüyle sözü bağlayalım. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.