Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Dış politikanın geleceğine bakış – Suriye örneği

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu geçtiğimiz günlerde TRT Haber yayınında Suriye konusundaki sorulara cevaben, “Bu göçmen meselesi bir sorun. (…) Bunların güvenli bir şekilde dönebilmesi için, özellikle kendi şehirlerine ve evlerine dönebilmesi için, Suriye rejimiyle işbirliği yapmak gerekiyor. Can güvenliği garantisi, dönen insanlara verilecek hizmetler, eğitimi var, hastanesi var, sağlığı var. Nerede çalışacak, ne yiyecek, ne içecek? Temel ihtiyaçlarının karşılanmasında kimlerle işbirliği yapacağız? Rejimin onayı olmadan olmaz” dedi.

Ve devam etti: “Ülkede siyasi süreçle ilgili bir mutabakat, ülkeyi birleştirecek bir yol haritası olmadığı sürece, biz çekildiğimiz an burada kan gövdeyi götürür. Bu çatışmalar olduğu zaman yine birçok göçmen bizim kapımıza dayanır. Bunun birçok riskleri var.” Çavuşoğlu ayrıca Moskova’da Rusya, İran ve Suriye dışişleri bakanlarıyla dörtlü görüşmenin “büyük olasılıkla Mayıs ayının ilk 10 günü içinde gerçekleşeceğini” de sözlerine ekledi.

Çavuşoğlu, belki sanki 14-28 Mayıs’tan sonra da Erdoğan iktidarda kalmaya hatta kendi de bakan koltuğunda oturmaya devam edecekmiş gibi konuşuyor. Olabilir. “Sığınmacı” yerine “göçmen” terimini yeğlemesi de herhalde bilinçli değil, özensizlik. Buradan öteye nasıl gidileceğini anlatıyor ama buraya nasıl gelindiğine ilişkin hiçbir özeleştiride bulunmuyor. Suriye’nin bugün bu halde ve milyonlarca Suriyeli’nin “açık kapı” siyasetinden yararlanarak ülkemize doluşmuş olması hakkında herhangi bir sorumluluk üstlenmediği, bir muhasebe yapmak niyetinin dahi bulunmadığı da görülüyor.

İki muhalif blokun ortak cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun ise Suriye konusu açıldığında üç vurgusu oluyor: Süleyman Şah Türbesi’ni tekrar yerine taşımak. Sığınmacıları “güle oynaya” ülkelerine geri göndermek. Esat’la temas ve o bağlamda Şam’la resmi ilişkileri yeniden başlatmak.

Kılıçdaroğlu, Rusya’ya yönelik olaraksa, Hakan Aksay’ın T24’teki köşesine taşıdığı mektubuna bakılırsa, ikili ilişkilerin tarihsel açıdan zorlu da olsa önemiyle, karşılıklı iyi niyet ve saygıya dikkat çekiyor. Ukrayna konusunu, Montrö’ye ve tahıl koridoruna değinmekle yetinerek doğrusu çok hafif geçiyor. Suriye’yle arabuluculuk ve dörtlü görüşmeler bahsine ise hiç girmiyor.

Gerçi yine Kılıçdaroğlu söz konusu mektupla aynı gün Nevşehir’de halka hitabında, “Suriye’de 34 askerimiz şehit oldu. Vuran kimdi, Rusya. Pekiyi cumhurbaşkanı ne yaptı, Putin’e gitti. Yahu arkadaş, şehit olan Rus askeri değil, bizim askerimiz. Vuran biz değiliz, Rusya. Sen niye oraya gidiyorsun? Oraya gitti, Putin, kapıda bekletti. Kronometreyi çalıştırdı, dakikalarca kapının önünde bekletti. Bütün dünyaya gösterdi, ‘İşte bunların cumhurbaşkanı budur’ diye. Bay Kemal bunu yer mi? Bay Kemal böyle bir haksızlığa katlanır mı?” çıkışını yapmaktan da geri durmuyor. 

Kılıçdaroğlu seçimi kazandığında, her hal ve kârda Suriye dosyasını taze bir bakışla sil baştan ele alması gerekecek. Suriye meselesi yalnızca dış politikayı değil, sığınmacılar dolayısıyla iç politikayı, daha doğrusu geniş halk kitlelerini de ilgilendiriyor. Öte yandan, keza dış politika açısından Ankara-Şam arasında yalnızca “ikili” bir dosya değil bu. Rusya, İran, Arap Ligi, ABD, AB ve Kürt boyutları da var.

Başka deyişle, Ankara’nın Suriye konusunda atacağı her adım, politikada veya statükoda yapılacak her değişiklik, bu tarafları da ilgilendirecek. Ayrıca ulusal güvenlik yönüyle IŞİD ve benzeri terörle mücadele de işin içinde. Dolayısıyla, yönetsel açıdan, dosyanın tek başına sahibi Dışişleri de değil; MSB ve MİT de konuya dahil.

Bu kurumlar arasında cumhurbaşkanının bizzat orkestra şefliğinde eşgüdüm de, merkezi eşgüdüm makamının neresi olması gerektiği de, yeni dönemde üzerine düşünülmesi gerekecek konular arasında. Dışişleri Bakanlığı’nın konumu ve yapısıyla yeniden ihyasının ötesinde, yürütülecek diplomatik sürecin kendinin, alınması hedeflenen sonucun önüne geçmemesini, işin kendine dönüşmemesini sağlamak da önceliklerden biri olmalı.

Dolayısıyla Suriye dosyasının evrimi, yeni dönemde dış politikanın neye benzeyeceği veya neye benzemesi gerektiğine ilişkin başat göstergelerden olacak. Eğer AB’ye üyelik, yeni dış politikanın alınlığına yazılıysa, dışarıdan bakış Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığının dış politikasının özü de (organik tarihsel kimliğimizle uyumlu biçimde) “Batı’ya dönüş” (“pivot to the West”) olarak değerlendirilecek.

Bu bağlamda Şam’la yeniden resmi ilişkiler kurulması girişiminin neden Moskova merkezli yürütülmesi gerektiği sorgulanmalı. İran’ın neden işin içinde olduğu da öyle. Zira Şam’la doğrudan temas bugün Erdoğan veya yarın Kılıçdaroğlu liderliğinde ulusal çıkarlarımız için bir gereksinim ise, bu sürecin Moskova eliyle yürütülmesi Putin’in Rusya’sının çıkarına. İran’ın masada yer alması da öyle.   

Oysa denizaşırı komşuluk ile karadan sınırdaşlık farkları bir yana, ülkemiz gibi Rusya’yı “cepheden gören” Finlandiya’nın 1949’da kurulmuş ve bizim 1952’den bu yana üyesi olduğumuz NATO ittifakına, SSCB’nin de 1991’de yıkılmasından da 32 yıl sonra, 2023’te katılmasından açıkça anlaşılacağı üzere küresel ana rekabet sahnesinin ortasında bugün Putin duruyor. Hem NATO üyesi ve AB adayı hem tarafsız olamayacağımız gibi, denge siyasetiyle II. Dünya Savaşı dönemindekini andıran etkin tarafsızlık politikası birbirleriyle karıştırmamalı.    

Ülkemiz için Rusya’ya petrol ve gazın ötesine geçip, bir de nükleer enerjide tam bağımlı olmak ulusal çıkarlarımızla da aidiyetimizle de uyumlu değil. S-400 hava savunma sistemi başta, Rusya’dan silâh alımı veya savunma sanayisi alanında işbirliği de anatema kılınmalı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin diplomatik çözümü için biricik zeminin de Ukrayna’nın Kırım dahil tam toprak bütünlüğü ve tam ulusal egemenliğinin yeniden sağlanması olduğunu yinelemekte çekingen davranılmamalı.

İran da Rusya gibi yok saymak veya cepheden karşımıza almak gerekmeyen ancak dirsek mesafesinde tutup, idare etmek zorunda olduğumuz bir diğer komşu. İran’ın nükleer heveslerine karşı NATO’nun nükleer caydırıcılık şemsiyesinin halen üzerimizde açık olduğunu mutlak surette teyit ettirmeli. Ayrıca İran’ın bölgemizdeki yeraltı faaliyetinin barış, istikrar ve güvenliğe katkı sunmadığı da aşikâr. Buna karşılık, bölgemizde “İran’ı dengelemek” gibi bir rolün bize ihale edilmesinden de kaçınılmalı. 

Sınırötesi “soydaş ve akraba” Kürtler meselesine gelince, onu da salt güvenlik, daha doğrusu terörle mücadele odaklı olmaktan çıkarmalı. Terörle mücadeleden anlaşılanın PKK’nın ötesinde IŞİD ve türevlerini kapsadığı, söylem ve eylemle özellikle Batılı işbirliği ortaklarımıza iyi anlatılmalı. Bu bakımdan, salonda çalışacak Dışişleri’nin, MİT ve MSB/Genelkurmay’ın alanda ne yaptığını iyi bilmesi ve Köşk’ün dümende Dışişleri’nin olduğunu hissettirmesi zorunlu. 

Sığınmacıların akıbeti ve düzensiz göçün denetimi, Kürtlerle ilişki, Esat’la doğrudan temas ve Şam’a meşru muhataplık itibarının iadesi konuları ABD ve AB’yle ilişkilerimizi de doğrudan ilgilendiriyor. Burada da bir önceliklendirme (neyin neden ve neden önemli olduğu) ve zamanlama ile al-ver (neye karşılık ne) kararına varılmalı.  

Ahkâm kesmek kolay, akıl erdiğince yol göstermek de gerek: Yeni dönemde hangi adımlar atılmalı? Şam’da büyükelçiliğimizi yeniden açmak doğru ve zamanlı bir adım. Moskova merkezli dörtlü toplantılar da “Astana Süreci” denilen üçlü toplantılar dizisi de düzeyi dışişleri bakan yardımcısı düzeyinde tutularak ve toplantıların arasındaki süre giderek açılarak “bitkisel hayata” bırakılabilir. Perde gerisindeyse ABD ve AB’den NATO müttefikleriyle istihbari ve askeri alanlarda sessiz işbirliği ve iletişim yeniden canlandırılabilir.

TSK’nin Suriye’deki dört cepteki varlığının en azından yapılacak iç değerlendirmede ilanihaye süremeyeceği, elbet sona ermesi gerekeceği ilk önce teslim edilmeli. Bu geri çekilmenin hangi koşullar oluştuğunda, neye karşılık, hangi muhataplarla (Şam’ın ötesinde Suriye içi, bölgesel ve küresel) ne konuşularak ve nasıl bir zamanlamayla (yakın-orta-uzak erim) gerçekleştirileceği üzerine ipe un sermeden akılcı biçimde çalışılmalı. Ayrıca tasarlanacak “geri çekilme” kamuoyuna “ileriye doğru bir adım” olarak ikna edici biçimde anlatılabilmeli.

Suriyeli sığınmacıların, belki Çavuşoğlu’nun girişte aktardığım ifadelerinde içtenlikle itiraf ettiği üzere, kendi ülkelerine gönüllü geri dönüşü görülebilir gelecekte pek olası gözükmüyor. Zorla geri göndermek ise AB’ye üyelik hedefi ve AK üyeliğimiz bağlamında bir seçenek değil. Entegrasyon ve yurttaşlık politikalarının ne olacağını belirlemek ve belirlenecek bu politikaların uygulanması için AB’den (ve belki BM’den de) hangi desteklerin alınacağı üzerinde durulmalı.   

Kılıçdaroğlu’nun genel “paradigma dönüşümü” iddiasıyla uyumlu biçimde, ulusal güvenlikte bundan böyle sınırların etkin denetimi (“hudut namustur”), sınırötesine taşan ve hem Batı’da hem Arap âlemi ile İran’da kaçınılmaz biçimde irredentizm, revizyonizm ve ekspansiyonizm çağrışımı yapan “güvenlikçi” yaklaşımın yerini almalı. Düzensiz göçün önlenmesinde ülkemizin güvenilir bir paydaş olduğu ancak AB’nin mülteci hendeği veya antreposu olmayı reddettiğimiz de muhataplara anlatılmalı. 

Güvenlik politikalarında da bugüne dek benimsenen “isyan bastırma” yaklaşımının Batı’ya “terörle mücadele” diye pazarlanıp, destek ve anlayış beklenmesi; bu olmayınca da yılgınlık ve öfkeye kapılmak kısır döngüsünden çıkılmalı. İçeride Kürtlerin de ortak adayı olan Kılıçdaroğlu’nun eşit anayasal yurttaşlık ve tam demokratik cumhuriyet yönünde atacağı adımların, Suriye ve Irak Kürtleri indinde kendiliğinden “soydaş ve akraba topluluk” statüsüne (nihayet) terfi biçiminde algılanacak olması dış politika ve ulusal güvenlik “yatırımı” olarak da değerlendirilebilmeli.    

Son olarak, konut karşılığı vatandaşlık satmak uygulamasından derhal vazgeçilmeli. Vize rejimimiz ve yurttaşlığa kabul kriterlerimiz de yeni gerçekliklere uyarlanmalı. “Her şey bir arada, bedava, aynı anda ve hemen” hayatta olmadığı gibi dış politikada da gerçekçi bir yaklaşım değil zira.   

Özcesi, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığında dış politikada geleneksel organik patikaya geri dönmek denli adeta otomatik pilotta yürüyegeldiğimiz patika bağımlılığından kurtulmak da gerekecek. Bu tür bir ayak değişikliğinin temel göstergelerinden biri de Suriye siyasetinde benimsenecek yeni tutum olacak. Diplomasi, çelişki ve sınamaların en düşük maliyetle yönetimi de demek.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.