Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Göksel Göksu yazdı | Seçimin kaybedeni: KADINLAR

“Cumhurbaşkanlığı yarışında ipi kim göğüsleyecek?” sorusu 28 Mayıs’ta netleşecek olsa da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) aritmetiği netleşti. Seçimin galibinin başta AKP olmak üzere Yeniden Refah Partisi (YRP) ile AKP listelerinden Meclis’e giren HÜDA PAR olduğu açık. Tabii bir de seçime Millet İttifakı’nın listelerinden değil de tek başına girseler vekil çıkarabilecekleri bile şüpheli olan DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti var. Ancak siyasî partilerin kazanımları ve kayıpları bir yana, seçimin asıl kaybedeni, seçmen kitlesinin yarısını oluşturan kadınlar oldu. Türkiye, YRP ve HÜDA PAR’ın da TBMM’ye taşınmasıyla, artık tarihte eşine rastlanmayan bir “kadın karşıtı parlamento”yla karşı karşıya… Üstelik bu karşıtlıktan Cumhur İttifakı’na oy veren kadınlar muaf değil. Gelin adım adım gidelim…

Kadınların omuzunda yükselen iktidar

Yıl 1994…

İstanbul, daha önce adını bile duymadığı bir ismi büyükşehir belediye başkanı olarak karşısında buldu: Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ı yıllar sonra ülkenin cumhurbaşkanlığına kadar taşıyan önlenemez yükselişin fitilini ateşleyen ise yine kadınlar oldu. Dönemin Refah Partisi’nin “kadın”a yönelik izlediği politik ezberi bozan Erdoğan, kadınları mutfaktan çıkartıp siyasetin göbeğine taşıdı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Karşı mahallenin kadınları vitrinde

Yıl 2001…

AKP kuruldu ve Erdoğan’ın kurduğu parti 3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy alarak tek başına iktidara geldi. Arkasındaki görünmez güç yine kapı kapı dolaşan kadınlardı. Üstelik Erdoğan’ı omuzlarında iktidara taşıyan kadınlar, sadece mutfaktan çıkıp il teşkilatlarında kendilerine verilen ufak tefek görevlerle yetinmek zorunda bırakılırken; karşı mahallenin kadınları ise vitrindeydi. Bu fotoğraf partinin demokratlığının ve “takiyye” yapmadığının göstergesi olarak sunuldu. Maya tuttu; AK Partili kadınlar küskünlüklerine rağmen çalışmayı sürdürdü.

Sonrası malum. Türban eylemleriyle sokaklara dökülen kadınlar kamuda ve sosyal hayatta var olmak, eğitim hakkını elde etmek için kıyasıya bir mücadele içine girdi. O mücadeleye türbanlı olmayan geniş bir kesim destek oldu. Kadınların istediklerini birer birer elde etmesiyle, AKP’deki kadın rüzgarı eskisinden daha güçlü esmeye başladı.

Karşı mahallede neler oldu?

Türkiye’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne dönem başkanlığı yaptığı 2011 yılında, -İstanbul’da düzenlenmesi nedeniyle adını bile bu kentten alan- İstanbul Sözleşmesi imzalandı. İmzayı atan isim ise dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu oldu. Hemen ardından aynı yıl 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkartıldı. İki büyük adımın atılmasında Türkiye’deki kadın hareketinin payı -başlı başına bir başka yazının konusu olmakla birlikte- çok büyüktü. Adeta seferberlik ilan edildi.

Dönemin AKP hükümeti o yıllarda henüz kendi mahallesinden olmayan kadınları dışlamamıştı. Gerek sözleşme gerek çıkartılan yasa için çaba gösterenlerden biri de 61’inci hükümetin tek kadın bakanı olan Fatma Şahin oldu. Şahin’in bakanlığı döneminde Türkiye’de, başta feministler tüm kadınlarla iş birliği içinde yürütmeye gayret ettiği çaba sayesinde kadınların şiddetten koruması ve toplumdaki statülerinin güçlendirilmesi yönünde çok ileri kazanımlar elde edildi.

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin

Kadın meselesine “muhafazakâr-İslamcı” rötuş

Aynı hükümet, uluslararası sözleşmelere imza atarak çizdiği pembe tablonun gölgesinde farklı adımlar atmaktan geri durmadı. O adımlar kadına yönelik izlenecek “muhafazakâr-İslamcı” politikanın yapı taşlarıydı. İşe “kadın”a kadın demeyerek başladı; “Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı”ndan “kadın”ın adı kaldırıldı yerini “aile” aldı. Artık kadın eşittir aile olmuştu. Bakanlığın adı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirildi ve aile olmadan kadın tek başına bir birey olmaktan çıkarıldı.

Kadın eşittir anne ve eş

Zamanla ekonomik bağımsızlığa kavuşan -ve içlerinden bazılarının giderek palazlandığı- tabandaki kadınlar statü sahibi oldu; böylelikle vitrinde “karşı mahalle”nin kadınlarına da ihtiyaç kalmadı. KA-DER’i çağrıştıran adıyla KADEM kuruldu. Kavramlar birer birer değiştirilmeye ve KADEM aracılığıyla dolaşıma sokulmaya başlandı. “Kadın” kelimesinin yerini önce “hanım” sonra “aile” aldı, kadına toplumda biçilen rol “anne ve eş” olmakla sınırlandırıldı. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramına alerji oluştu, eşitliğin yerini -birbirinden çok farklı kavramlar olmasına rağmen- “adalet” aldı. Sığınma evleri ya da sığınaklar “konukevi” olarak anılmaya, türban yerine “başörtüsü” denilmeye başlandı.

Yine de yetmedi… AKP tabanındaki kadınlara gelecek vadeden bu tablo aynı tabandaki bir grup erkekte rahatsızlığa neden oldu… Sayıları az olsa da sesleri cüsselerinden daha fazla yer kaplayan o kesim “aile” kavramına sahip çıkıyor gibi görünerek, kadının boşanma hakkına, nafaka almasına (yazarın notu: Yoksulluk nafakası özellikle şiddet mağduru ev kadınlarının boşanma kararı almasını kolaylaştıran parametrelerden biri), kahkaha atmasına bile tahammül edemediğini haykırır oldu. Marjinal grupların yükselen sesi onları TBMM’ye kadar taşıdı.

HÜDA PAR TBMM’de

17 Ocak 2000’de resmî ağızlar “Hizbullah bitme noktasına geldi” derken, örgütün lider kadrosunun da aralarında bulunduğu 21 kişi tahliye edildi. Oysa Hizbullah’a ait 2 bin 500 sorgu kaseti var. Ve Gonca Kuriş de o isimlerden biri… Dahası inkâr bile etmiyorlar. Dönemin Mustazaf-Der Genel Başkanı ve Hizbullah ana davası avukatlarından Hüseyin Yılmaz, Kuriş’in öldürülmeden önce Hizbullah tarafından yapılan sorgudan söz ediyor, Özel Harp Dairesi adına çalıştığını ve toplumda İslamî konuları sulandırmayı hedeflediğini söylemekte bir beis görmüyordu. Yani Kuriş, İslamî değerlere zarar verdiği için öldürülmüş… O tarihte CNN Türk adına sıkı sıkıya kapalı olan kapısını çaldığım Hizbullah ilk -belki de son- kez kapısını bir kadına açtı. Ve o tarihte bugün geldikleri TBMM’yi işaret ederek kendilerine siyasî yelpazede yer aradıklarını anlattılar. Hizbullah, o yelpazedeki renklerin de sistemin de karşısında olduğunu söylüyor, barışık olmadığı bir rejime barış çağrısı yapıyordu… HÜDA PAR bu gerçeklerin ışığında kuruldu.

Gonca Kuriş

Ve parti programında kadınları yakından ilgilendiren ve onları bir “şey”e indirgeyen, metalaştıran şu madde var:

“Vârisleri olmayan veya bulunamayan kişilerin bıraktığı miras, devlet hazinesine değil, fakirlere bırakılmalı veya sadece fakir gençlerin evlendirilmesi, yalnız yaşayan kadınların sahiplenilmesi ve yetimlerin bakımı gibi alanlarda kullanılmak üzere oluşturulacak bir fona devredilmelidir.”

Mesele bu kadar açıkken, başta AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin olmak üzere AKP’li kadınlara, kadını bir eşya gibi gören HÜDA PAR’ı Meclis’e taşımak düştü… Yıllar boyu sabırla bekleyen ve Hizbullah’a “terör örgütü” demeyen HÜDA PAR, kendi oylarıyla girmeyi hayal bile edemeyecekleri TBMM’ye AKP listesinden girmeyi başardı.

HÜDA PAR lideri Zekeriya Yapıcıoğlu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Külliye’de görüştü

Özlem Zengin’in kırmızı çizgisi artık yok

HÜDA PAR lideri Zekeriya Yapıcıoğlu ile aynı bölgeden aday gösterilen, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılırken, “Elimizde kapı gibi 6284 sayılı yasa var” diyen AKP’li kadınlar, gelinen noktada mevcut koşullarda o yasaya sahip çıkacak güce bile sahip değil. Hatırlayalım… AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in 6284 sayılı yasanın kaldırılmasına yönelik tartışmaya verdiği “Kırmızı çizgimizdir” cevabına en büyük tepki parti tabanındaki marjinal çevrelerden geldi. Ve parti içinde destek bulamayan Zengin, içinde bulunduğu durumu “Yalnız bırakıldım” diye açıkladı. Sonra da “Tabii ki tartışılabilir, benim itirazım tartışma usule ilişkin” diyerek geri adım atmak zorunda kaldı.

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin

Fatih Erbakan kadınları ıslah edecek

Bir de YRP var… Cumhur İttifakı’nın İstanbul mitinginde karşılaştığım bir AKP’li yetkilinin söylediğine göre YRP, AKP’yi HÜDA PAR’ı da aratacak kadar uğraştıracak gibi görünüyor. Acaba nedeni, Cumhur İttifakı’nda yer alan ancak seçime kendi listesiyle giren YRP lideri Fatih Erbakan’ın, Cumhur İttifakı’na destek vermek üzere öne sürdüğü ve yenilir yutulur bir tarafı olmayan koşullar mı? Erbakan o koşulların kabul edildiğini söylemişti. Peki neydi o koşullar?

Oğul Erbakan’ın koşulları

  • Kadınları ilgilendiren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Kanunun aile bütünlüğünü bozucu hükümlerinin ayıklanması,
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin düzenlemelerden vazgeçilmesi.
  • İptal edilen İstanbul Sözleşmesi’nin TBMM çatısı altında da oylanması.

Ama bitmedi, eğitime de el atıyor ve diyor ki “Müfredat değişecek, eğitim sistemi, ahiret öncelikli nesiller yetiştirecek. Sadece eğitim yetmez, medyada ahlakın düzenini bozan yayınların da ıslah edilmesi lazım.” Tabii toplumsal sapkınlıkların önlenmesi adı altında LGBTİ+’lar da gündeminde. Erbakan’ın gündeminde olmayan tek şey cemaat yurtlarında cinsel tacize maruz kalan çocuklar… Öne sürdüğü koşullar arasında bu konudan hiç söz etmiyor.

AKP tabanındaki kadınlar işte bu koşulları öne süren YRP’yi de Meclis’e dolaylı yoldan omuzlarında taşıdı.

Fatih Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan

Kadını sahiplendirmek mi?

Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Özetle AKP’nin Meclis’e taşıdığı YRP ve HÜDA PAR, ellerindeki mezurayla ölçüp, kendi dindarlıklarıyla örtüşmeyenleri hizaya çekmenin provasını yapıyor. Kadınların başörtüsü takmak dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde elde ettiği kazanımların bütünü topyekûn tehdit altında. Artık TBMM’de 6284 sayılı yasadan rahatsız olan, ittifak ortağı HÜDA PAR’ın deyişiyle “kadınları sahiplendirme”yi hedefe koyan, kadın karşıtı bir ittifak var. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen Türkiye’de bugün 6284 sayılı yasanın nasıl budanacağının pazarlığı yapılıyor.

Kadın karşıtlığı yolunda ilerlerken gemiyi limana yanaştıran AKP, HÜDA PAR ve YRP’yi güverteye alarak o geçişi hızlandırdı.

Hangi AKP?

Kadınlara özgürlük vadeden ve bu sayede iktidara gelen AKP mi, yoksa iktidara geldikten sonra altına attığı imzalarla düzenlediği yasa ve sözleşmelerden geri adım atıp, kaşıkla verdiği hakları kepçeyle geri alan AKP mi?

Gelinen noktada başörtüsü özgürlüğü verip toplumsal yaşama kattığı kadınlardan şimdi yeniden eve kapanmalarını ve “sahipsiz” sokakta gezmemelerini mi isteyecek? Kadınların geleceğini başıboş gezen “sahipsiz” erkekler mi belirleyecek? Yoksa AKP için “başörtüsü”, safları sıklaştırmak için kullandığı siyasî bir sembolden mi ibaret? Üniversite kapılarında bekleyen kadınlar siyasete alet edilip kullanıldı ve AKP iktidarını pekiştirmeleriyle birlikte misyonlarını tamamladı mı?

Ya da şöyle soralım: İstanbul Sözleşmesi’ne imza atan, 6284 sayılı yasayı yürürlüğe koyan AKP, “kadın hakkı” denildiğinde sadece “başörtüsü”nü anlıyor ve kadınların yeniden mutfağa dönmesini mi istiyor? Daha da önemlisi AKP’li olan ya da oylarını AKP’den yana kullanan kadınlar bu gerçeğin farkında mı?

O kadın mutfağa döner mi?

Toplumun yapısı 22 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar değişti. “Eşit yurttaşlık hakkı” AKP kitlesine ne ifade ediyor, yoksa İslamî pencereden baktıklarında hepsi aynı manzarayı yani karşı mahalleyi mi görüyor? İslamî değerler ile ataerkil bakış birbirine mi karıştırılıyor?

Ve kadınlar… O kadınlar kerameti kendinden menkul bir avuç insanın karşılarına “Ahlak bekçisi” olarak çıktıklarının, örtülü ya da başının açık olduğuna bakılmaksızın tüm kadınların aynı tehditle karşı karşıya olduğunun farkındalar mı?

Son soru: Kadınlar üstelik daha yolun başındayken uğruna savaş verdikleri toplumsal alanı, ekonomik bağımsızlığı, “eşit söz söyleme” hakkını bu kadar kolay bırakıp, kolayca mutfağa döner mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.