Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’nin LGBTİ+ ile sınavı | Özkazanç: “İktidar LGBTİ+’ları, muhalif çoğunluğu ‘marjinal’leştirmek için kullanıyor”

LGBTİ+’lar, heteroseksüel kişiler gibi varlar ve bu toplumun her noktasındalar. LGBTİ+’lar, sanıldığının aksine ve bugün iktidarın yapmaya çalıştığı gibi toplumdan ve hayattan soyutlanmış değiller: Okullarda, marketlerde, adliye koridorlarında, barlarda, camilerde ve aklınıza gelebilecek birbirinden farklı her mekanda heteroseksüellerle birlikte yaşamlarını idame ettiriyorlar. Ancak dünyanın çoğu ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de geçmişten bugüne hedef gösterilip, güvenli bir yaşam sürdüremediler. Türkiye’de LGBTİ+ hareketinin neden hedef haline dönüştürüldüğünü, iktidarın LGBTİ+’lara yönelik değişen tutum ve tavrını Alev Özkazanç ile konuştuk.

İktidarın hemen her fırsatta dile getirdiği “LGBTİ+ nefretinin ve korkusunun toplumdaki karşılığı ne” sorunun cevabını geçen yıl İstanbul’da düzenlenen LGBTİ+ karşıtı “Büyük Aile Buluşması” mitinginde bulabiliriz. RTÜK kamu spotu olarak yayınladığı videoyla mitinge katılım çağrısı yapmasına, yapılan propagandaya rağmen katılım oldukça düşüktü. “Aileni ve neslini koru” sloganıyla İzmir, Konya ve Gaziantep’te düzenlenen LGBTİ+ karşıtı yürüyüşler de pek ilgi görmedi. 

Yine de Türkiye’de LGBTİ+ olmak hiçbir dönem “kolay” olmadı. Yakın tarihe baktığımızda ilk LGBTİ+ direnişi 1987’de Gezi Parkı’nda başladı. 1980’li yıllarda trans seks işçisi kadınlar İstanbul’un kent merkezinden uzak mahallelerde barınmak zorunda bırakıldı. LGBTİ+ görünürlüğünü sağlayan ise 1987’de yaklaşık 40 trans, lezbiyen ve geyin Gezi Parkı’nda başlattıkları açlık greviydi. 10 gün süren açlık grevine aydınlar ve sanatçılar da destek verdi. 

Türkiye’nin ilk Onur Yürüyüşü ise 1993’te “Cinsel Özgürlük Etkinlikleri” temasıyla düzenlenmek istendi. LGBTİ+’ları bir kez daha görünür kılan ve 2 Temmuz 1993’te Beyoğlu’nda yapılması planlanan yürüyüş ve üç günlük etkinlik programı İstanbul Valiliği tarafından ‘‘Örf ve adetlerimize, toplumumuzun değer hükümlerine aykırı’’ olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Kolluk kuvvetleri, tıpkı 30 yıl sonra bugün olduğu gibi İstiklal Caddesi’ni ablukaya aldı. Yürüyüşe katılmak isteyenler gözaltına alındı ve yurt dışından yürüyüşe gelenler sınır dışı edildi. 

İlk Onur yürüyüşü tam 10 yıl sonra 2003 yılında gerçekleşti. Ancak aradan 10 yıl geçmesi hareket açısından bir fetret dönemi gibi algılanmamalı çünkü bu 10 yılda İstanbul’da, Lambdaistanbul; Ankara’da Kaos GL, ODTÜ’de ilk LGBTİ+ öğrenci kulübü kuruldu. İlk kez yerel seçimlerde trans bir kadın olan Demet Demir, aday gösterildi. 

2002 yılında Genç Bakış programına katılan dönemin yasaklı siyasetçisi, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, evlilik eşitliği ile ilgili “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” dedi.

2003 yılında yaklaşık 50 kişinin katıldığı Onur Yürüyüşü zamanla binlerce kişinin katılımıyla giderek büyüdü. Gezi direnişinin hemen ardından yapılan Onur Yürüyüşü’ne 100 binden fazla kişi katıldı. Yürüyüşlere katılım 2013’e kadar her sene artarak devam ederken ilk olarak 2005 yılında yılında Kaos GL, 2006’da ise Lambdaistanbul resmi dernek statüsüne erişti. 

2006 yılında Ankara’da bugün Eryaman-Esat olayları olarak bildiğimiz bir dizi şiddet olayları baş gösterdi. Eryaman’da oturan travesti ve transseksüeller, 7-12 Nisan 2006 tarihleri arasında hem evlerinde hem de çalıştıkları yerlerde sistematik şiddete uğradı. O dönem Eryaman’da bir grup bölgeyi “soylulaştırmak” iddiasıyla 30 trans kadın ve travestiye tehdit ederek bıçak ve sopalarla saldırdı. Bu sistematik saldırılar sonucunda pek çok trans kadın ve travesti, Eryaman’ı terk etmek zorunda kaldı. Bazıları şehir değiştirirken bazıları da Esat semtine taşındı. Ancak sistematik şiddet son bulmadı. Arabalar, evler taşlandı. Sokak ortasında kurşunlamalar, ev baskınları ve fiziksel saldırılarla şiddet gitgide arttı. Bugün Eryaman ve Esat’ta yaşananlar için adalet mücadelesi hala devam ediyor ancak dava zaman aşımı ile karşı karşıya.  

15 Temmuz 2008’de Türkiye’de bilinen ilk LGBTİ+ “namus” cinayeti, Ahmet Yıldız cinayeti işlendi. Marmara Üniversitesi Fizik Bölümü öğrencisi Yıldız, 15 Temmuz 2008 gecesi dondurma almak için gittiği kafede babasını görünce otomobiline binip kaçmaya çalıştığı sırada babasının silahından çıkan kurşunların hedefi oldu. Göğsüne isabet eden üç kurşunla hayatını kaybetti. Ahmet Yıldız’ı katleden Yahya Yıldız ise hala yakalanmadı.

Ahmet Yıldız

2010’un ikinci yarısına kadar bir yandan saldırılar, hedef göstermeler devam ederken bir yandan da hak mücadelesi verildi, yeni LGBTİ+ dernekleri açıldı.

Onur Yürüyüşü’nün 2015’te yasaklanmasının ardından baskı, yasaklama ve ötekileştirme çığ gibi büyüdü. Fiziksel ve sözlü saldırıların, gözaltıların ve kötü muamelenin ardı arkası kesilmedi. Temmuz  2019’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm camilerde okutulan cuma hutbesinde “Cinsiyete müdahale eden ve cinsiyetsizliğe davet eden çabalar sadece bireyin değil, bütün bir neslin felaketini hazırlar” denildi. Vites artıran Diyanet İşleri Başkanlığı, 2020’de koronavirüs salgınının büyük korkuya ve can kaybına neden olduğu günlerde, LGBTİ+’ları ve HİV’le yaşayanları “hastalıklardan sorumlu” ilan etti.

2 Ocak 2021’de Melih Bulu’nun, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması kabul etmeyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve öğretim görevlilerinin başlattığı direniş, öğrencilerden ve hocalardan sokaklara, meydanlara taştı, farklı üniversitelerden öğrenciler ve öğretim görevlileri, hak savunucuları, direnişe katılıp dayanışma gösterdi. Bu direnişin içinde LGBTİ+’lar da vardı. Dönemin İçişleri Bakanı, şimdinin AKP İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu, LGBTİ+’lara “sapkın” dedi. 2002’de eşcinsellerin haklarının güvence altına alınması gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “LGBT, yok öyle bir şey” dedi.

2015’ten bu yana iktidar LGBTİ+’ların hayatına çok daha açıkça ve el arttırarak müdahale ediyor. Bu müdahaleleri hedef gösterme ve “dış güçlerden ithal sapkınlık” olarak büyütüp tüm kamuoyunun önüne süren iktidarın tavır ve tutumlarını Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alev Özkazanç, Medyascope‘a değerlendirdi. 

Prof. Dr. Alev Özkazanç

İktidarın LGBTİ+’lara karşı sertleşen tutumunun daha genel olarak toplumsal cinsiyet eşitliği tutumundan uzaklaşmasının bir sonucu olarak görülmesi gerektiğini belirten Alev Özkazanç, “AKP, ilk iki döneminde AB uyumu çerçevesinde ve kadın hareketinin de ittirmesiyle kısmen de olsa toplumsal cinsiyet eşitliğine uygun düzenlemeler yapmıştı ancak ustalık dönemi’yle birlikte cinsiyet politikası daha net ‘aileci’ bir hal almaya başladı, 2012’de Erdoğan’ın kürtajı ‘cinayet’ olarak kodlayıp yasaklamaya kalkışması ve 2014’de fıtrat farklarına işaret ederek kadın erkek eşitliğine açık olarak karşı çıkması ve aynı dönemde üç çocuk politikasının da netleşmesiyle birlikte, eşitlik-karşıtı tutum öne çıktı” diyor. 

2013’ten sonra iktidarın tavrında yaşanan LGBTİ+’lara yönelik üç kırılma  

Özkazanç, LGBTİ+ karşıtlığının güçlendiği bu süreçte üç önemli kırılma noktası olduğunu anlatıyor. İlk kırılma 2013-2015 döneminde Gezi direnişi ve 7 Haziran’da Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) başarısına bir tepki olarak rejimin otoriterleşmesi. Gezi’de kadınların ve LGBTİ’lerin kitlesel ölçekte görünürleşmesi iktidarın dikkatini çekti ve 2015 sonrasında rejimin tam bir sağ otoriter-popülist dönüşüme uğramasıyla birlikte eşitlik-karşıtı ve LGBTİ+ karşı tutumu ağırlaştı, açık bir nefret diline dönüşmeye başladı.

 İkinci olarak 2019’da, 2013-2015’te başlayan tutum farklı bir ivme kazandı. İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan itirazların merkezinde “eşcinsel sapkınlık” suçlaması vardı.

Üçüncü kırılma, 2023’te oldu. Seçim öncesinde ve sonrasında iktidarın dilinde “LGBT’ci” diye bir kelime ortaya çıktı. Artık LGBTİ+ bir ideoloji olarak kodlanıyor, hatta bir terör örgütü olarak gösteriliyor. İktidar, tüm siyasal muhalefeti “LGBT’ci” olmakla damgalanıyor, LGBTİ’+ların ve  hareketin ve tüm varlığı, görünürlüğü ve etkinliği baskı altına alınmaya çalışılıyor. Hür Dava Partisi (HÜDAPAR) ve Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) de iktidara paydaş olmasıyla birlikte artık hızla belirli yasal, hatta anayasal düzenlemelerle LGBTİ haklarının daha da sınırlanacağı bir yere doğru gidiyor.

Özkazanç, nefret dilinin sertleşmesini iktidarın yükselen toplumsal ve siyasal muhalefete verdiği reaksiyonun da bir parçası olarak görüyor. 2019 yılından itibaren ülkede güçlenen söylemler, Özkazanç’a göre özellikle Doğu ve Orta Avrupa’daki toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin ve rejimlerin doğrudan bir yansıması olarak da güçleniyor, böylece iktidar kendi tutumuna, dış dünyadan bir meşruiyet tabanı bulmuş oluyor. 

Özkazanç: “Bugün karşı karşıya olunan LGBTİ+ karşıtlığı yeni bir tür”

Hedef göstermenin rejimin temel stratejisi olduğunun altını çizen Özkazanç, şöyle devam ediyor: 

Aşırı sağcı otoriter popülist rejimlerin temel karakteri toplumu biz ve onlar olarak ikiye bölmek, bizi ülkenin otantik sahibi, yerli-milli unsur olarak tanımlayarak, ötekileri kökü dışarıda, gayri-milli ve millete düşman olarak kodlamak. Şimdi, Türkiye’de rejimin işi zor çünkü son seçimde de görüldüğü üzere bu ötekiler, gayri-milli unsurlar denen kesim toplumun yarısına ulaşmış durumda. Seçimde iktidar karşısında kendi içinde çok çeşitlilik barındıran ve birleşmiş ve güçlü bir muhalefet gördü.”

Bu kadar geniş bir muhalif cepheyi karalamak ve kutuplaşmayı derinleştirmek için iktidarın tüm tuşlara birden basmak zorunda olduğunu dile getiren Özkazanç, “En etkili söylem olan terör suçlamasının yanı sıra ‘LGBT’ci’ suçlamasının da öne çıkması çok manidar. Bence rejim, asıl olarak ülkenin büyük bir muhalif çoğunluğunu ‘marjinal’, aşırı, gayri-milli vb. olarak kodlamanın yolu olarak LGBT’ci suçlamasını kullanıyor. Ayrıca LGBTİ+ karşıtlığı, feminizm karşıtlığı ile birlikte, uzun zamandır demokratik sivil toplumun baskılanması ve insan hakları zemininin yok edilmesi sürecinin de bir parçası” diye devam ediyor.

Bugün, karşı karşıya olunan LGBTİ+ karşıtlığını yeni bir tür olarak tanımlayan Özkazanç’a göre, cinsiyet eşitliğine dair itirazlar bir yönüyle, tabandaki bir tepkiyi yansıtıyor, feminizmin ve LGBTİ+ hareketinin kazanımlarına karşı reaksiyoner bir tepkiyi gösteriyor, geleneksel aile denen ataerkil yapının ve heteronormatif düzenin sarsılması sorun yaratıyor.  

Özkazanç şu cümlelerle konuşmasını sonlandırıyor:

“Kısaca bugünkü eşitlik-karşıtı hareketlerin bir geri tepme olduğunu, bir reaksiyon olma yönü olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu hareketler böyle alttan gelen bir talebe indirgenemez, çünkü daha ağırlıklı olarak otoriter-popülist, aşırı sağcı, neo-faşizan rejimlerin benimsediği bir yönetme tekniği olarak güçleniyor.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.