Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Kürt sorunu mu, terörle mücadele mi?

Bugünkü yönetimimiz, cumhurbaşkanımız, devletimizin* “Kürt Sorunu” diye bir sorunu bulunduğunu reddediyor. Ortada bir sorun olduğunu kabul ettiği ender anlardaysa bunu “Kürt Sorunu” olarak adlandırmaktan kaçınıyor. Esasen bu sorunun varlığı kanısında olan benim gibi yurttaşların çoğu da bugünkü sorunun dünkünden, dünkünün önceki günden vb. farklı olduğunu, değiştiğini, dönüştüğünü pek kabul edemiyor.

Bu içinde bulunduğum topluluktaki veya belki azınlıktaki çoğunluk, sanki idarenin meselenin bizatihi varlığını reddetmesini bir bakıma kendinde yansıtıyor. Hatta aksine, sorunun da çözümün de değişmeden aynı kaldığına sarsılmaz bir inanç beslemeyi erdem, bunun –benim yapmaya çalıştığım gibi- tersini öne sürmeyi ise neredeyse akla ihanet sayıyor. 

HDP/Yeşil Sol’u devlet de, siyasi yelpazenin herhalde tamamı da “terörle arasına mesafe koymaya” zorluyor veya çağırıyor. HDP/Yeşil Sol’un kendi de, seçmen tabanına, “Kürtlerin partisi değil Türkiye Partisi olduğunu” anlatmakta kendini sola, soldan bakmaya muhtaç görüyor.

Bu tutumun oluşmasında zamanında Dolmabahçe’de -deyim yerindeyse- yenilen (ve bugün kayyumlar, Kobane Davası ve benzeri ceberrut uygulamalarla atılması süregiden) kazığın payı yadsınamaz elbette. Hepimizin bildiği ve Irak ile Suriye’yi de kapsayarak genişleyen “çöktürme” yaklaşımının 15 Temmuz’dan sonra baskın değil tek yaklaşım olarak benimsendiği de eklenebilir.  

Bugün ortada “Çözüm Süreci” olarak tanımlanabilecek bir politikalar toplamı bulunmuyor. Ancak meselenin müzakereyle yani karşılıklı konuşarak hallolacağını savlayanlar var. Bu savın barındırdığı mesele ise, herhangi bir müzakere olacaksa bunun neyi kapsayacağı, ne üzerine ve kiminle konuşulacağı.

Başka deyişle soru(n) şu da olabilir: Terörle mücadeleden vazgeçmeden Kürt Sorunu’nun çözümüne girişilebilir mi? Çözümü konuşabilmek için önce mücadele mi durmalı, yoksa terör mü bitmeli? Kürt Sorunu çözülmeden gerçek demokrasi olası mı? Gerçek demokrasiye erişildiğinde Kürt Sorunu da kendiliğinden çözülmüş mü olur? Terör suçunun tanımı Avrupa Birliği’ne uyumlu hale getirilse ne olur?

Terörle mücadele ile isyan bastırma aynı şey midir? Terörle yalnızca “kinetik” yöntemlerle mi mücadele edilir? Demokratik olmak iddiasındaki bir ülkede terörle mücadele, silahlı kuvvetlerin (başat) görevi olabilir mi?

Komşu ülkelerin (Irak ve Suriye gibi) toprak bütünlüğünü ve ulusal birliğini korumak gerekçesi, o ülkelerde ucu açı süreyle askeri varlık bulundurmak için yeterli ve geçerli olur mu? Söz konusu askeri varlık ne olursa, hangi koşullar oluştuğunda, hangi dengeye varıldığında sona erecektir? Bunun vadesi (tahminen dahi) belli midir? Yahut bir “çıkış stratejisi” var mıdır? Varsa nedir?  

Cumhurbaşkanı Erdoğan büyükelçilerimize hitabında “Irak’la birlikte Türkiye’nin de toprak bütünlüğünü tehdit eden terör belasını ortadan kaldırıncaya dek operasyonlarımız sürecektir” dedi. Suriye artık alan dışı mı demek öyleyse?

Dışişleri Bakan Fidan ise yine büyükelçilerimize hitabında, “Suriye’yi terör örgütlerinin sığınağı, vekalet savaşlarının arenası olmaktan çıkarmak için her türlü çabayı göstereceğiz. (…) Irak’ın başta PKK olmak üzere terör örgütlerinden arındırılmasına destek vermeyi sürdüreceğiz. (…) Bazı NATO ülkelerinin Suriye ve Irak’ta PKK’yla olan açık ve örtülü işbirliğine hemen son vermeleri gerektiği çağrısını buradan yineliyoruz” dedi.

Son MGK bildirisindeyse, -yine deyim yerindeyse- bir “eniştem beni niye öptü” maddesine yer verildi: “Komşumuz Irak ile iş birliğimizin her alanda daha da geliştirilmesinin hem ülkelerimizin hem de bölgemizin önemli kazanımlar elde etmesine katkıda bulunacağı belirtilmiş; Türkiye’nin terörle mücadele ile güvenlik ve istikrarın sağlanmasına yönelik çalışmalarının samimiyetle desteklenmesinin, işbirliği zeminini güçlendireceğine işaret edilmiştir.”

Suriye Cumhurbaşkanı Esat ise ahiren bir TV kanalına verdiği söyleşide “Suriye hükümetinin amacının Türkiye’nin Suriye topraklarından çıkarılması olduğunu” belirtti, “Erdoğan’ın amacınınsa ‘Türk işgalini’ meşrulaştırmak olduğunu” iddia etti. Bu durumun “Erdoğan’ın koşullarıyla bir görüşme yapılmasını olanaksız kıldığını” ekledi.

Esat, SDG’nin Suriye’deki varlığının terörizm tehdidi olarak algılanmasına ilişkin soruya da “Suriye’deki asıl terörizmin Türkiye tarafından yapıldığını; El Nusra gibi oluşumların Türkiye tarafından yaratıldığını ve desteklendiğini” iddiayla, (Erdoğan’ın) “hangi terörizmden söz ettiğini” kendince sorguladı.

Anamuhalefetin de gündeminde Kürt Sorunu yok. Gündeme getirme, gündemde tutma çabası da yok. Özellikle 28 Mayıs hezimetinin bir gerekçesini de HDP/Yeşil Sol’un desteğinde gördükleri için herhalde. Yineleme gerekirse, (usulen) “müzakere” yahut “çözüm” diyen ender seslerin de neyin çözümü için kiminle kim arasında müzakereden söz ettiklerini anlamak pek olası değil. Olası olmadığı gibi meselenin esasen ne olduğunu tam olarak kavradıklarını da ileri sürebilmek güç. 

Askerin vesayeti kalktığına göre, Kürt sorunu, terörle mücadele, çözüm süreci acaba bugün kimin vesayetinde? Eğer demokrasiye de, hukuk devletine de kayyum atanmasının adıysa bu rejim, anamuhalefetin bu konularda ama teknik ama politik söyleyecek derli toplu tek sözü, hazır konuşma notu yok mu?

Herhalde önceliklerin ne olduğuna, meselenin tanımına, hangi yola gidileceğine yeni nesil Kürtlerin kendileri karar verecek. Onlar “Kandil ile aynı tabana hitap etmek” ne demek, bunun üzerine düşünecek. “Kürt Sorunu, Cumhuriyet’in 100. yılında nedir, neye dönüşmüştür” sorusu üzerine kafa yoracak. Kendi içlerinden yeni liderler çıkaracak. Siyasi rehine Demirtaş da sonsuza dek sessiz kalamayacak, Türkiye’ye yani hepimize seslenerek yeni bir yol açacak. Bunlar benim kişisel beklentilerim, öngörülerim. 

Aramızdan en okumuşlar bile “ABD’nin komşumuz Suriye’de ucu Akdeniz’e varan bir terör devletçiği kurmaya çabaladığına” sorgusuz, sualsiz inanıyor. Keşke CIA’nin Afganistan’da, Lübnan’da, Irak’ta şöyle seksenlerden bu yana görev yapmış yetkililerinin anı kitaplarını da okusalar. Biraz bu işlerin nasıl yapıldığını, kararların nerede nasıl alındığını öğrenseler.  

Başkaları da bugün bile Rojava’da Bookchin’ci bir yeryüzü cenneti kurulmakta olduğunu sanıyor. Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki derin demokrasi eksikliği ve yolsuzluğu da, KDP-KYB’nin boğaz boğaza gelmesini de görmüyor. Irak’a kaçmış İran Kürt oluşumların da, hele İran askeri müdahale için Eylül’e dek mühlet vermişken bile, kendi aralarında nasıl bir kavgaya tutuşabildiklerini görmüyor.

Düşünmeyi ve konuşmayı reddedip, yalnızca eylemeyi yeğledikçe; eyleme önce üzerine düşünmeden ve ne kendi aramızda, ne karşı tarafla konuşmadan doğrudan geçtikçe; aynı eylemi neden sürekli yinelediğimizi artık giderek unuttukça, işin içinden çıkabilmemiz çok güç. Herkes her şey aynı kalsın istiyor.

Belki işe kenardan köşeden, “soydaş ve akraba topluluklara” sınırötesi Kürtlerin de dahil olup olmadıkları sorulmakla başlanabilir. Yahut gölge boksuna, maskeli baloya, havanda su dövmeye ilanihaye devam da edilebilir.

Eskiden şu benzetmeyi yapardım: Ayakkabınızda küçük bir taş varsa, bunu yaratacağı rahatsızlık bacağınızın ampüte edilmesi zorunluluğu gibi bir uç durum yaratmaz. Ama ayakkabınızdaki o küçük taşla uzun bir yürüyüş yapmanız da olası değildir. Ayrıca, ayakkabıdaki o küçük taşın hep var olmasının, bedendeki bazı kasların (?), beyindeki bazı hücrelerin (?) işine mi geldiği sorusu üzerine de düşünmek gerekir.   

Bir iskambil oyununda elde tutulan kartlardan bazıları sabit kalır. Diğer kartlar atılıp, desteden yenileri çekilir. Çektiğiniz kartlarla ne yapacağınıza ait karar sizindir. Herhalde siyasetin farkı, destenin açık durması ve hangi yeni kartları çekeceğinize yine kendinizin karar vermesidir. Sadık amadenizin de işi kimi inisiye zihinlere, bazı ermetik mesajlar vermekten ibarettir.

*Duraksadıktan sonra “devletimizin” demeyi uygun buldum. “Bizim” diyerek işin içinden çıkılabilirdi. “Ülkemizin” demekse sanırım kaçak dövüşmek olurdu. “Teşkilat-ı Esasiyemizin” denilebilir miydi, belki onu anayasacılara danışmak gerekir. “Toplumumuzun” demeyi ise verili durumda yersiz gördüm. En azından bu “lüks” gibi görünen ama öyle olmayan ayrıntılar üzerine de kafa yormak gerektiğini, zira bunların bizi meseleyi daha iyi kavramamıza yakınlaştıracağını düşünüyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.