28 Mayıs gecesi geçirdiğimiz kazanın şokunu hâlâ atlatamadık. Donuk, suskun, ne yapacağını bilemez, hareket etmeye karar vermeye kalktığında derman bulamaz bir haldeyiz. Sakin sakin, önümüzde koşturan insanları izliyoruz. Ne kaybettik, ne kadar kaybettik, daha kim bilir neler kaybedeceğiz derken, büyük bir yıkımın arasında tutunacak dal bulmaktan vazgeçiyor ve olduğumuz hali kabullenmeyi yeğliyor gibiyiz.
Sefil bir muhalif şaşkınlık, kriz ortamında bizi daha da donuklaştırıyor. Kayıtsızlıkla, bazen öfkeyle izliyoruz işe yaramaz işlerini. İktidar, yıllardır bizim için odun taşıdığı cehennemde kendisi de yanıyor. Öyle zannediyorum ki, herkesin kaybedeceği bir seçime doğru gidiyoruz. Yani elbette bir kazanan olacak ama muhalefet bir fark yaratamadığı müddetçe düşük katılımlı, iktidarın düşük oylarla zoraki kazandığı bir seçim olabilir. Bu sebeple herkesin kaybedeceği bir seçim olabilir diyorum. Çünkü coşkuyla dolu olmadıkça o kazanma kaybetmenin ön ödemesidir. Düşününce cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmeyi isterdi aslında Erdoğan, ama seçim kazanma hırsına yenik düştü. Etrafındakileri de o sürüklüyor, yoksa AKP teşkilatı da yorgun.
Düşünsenize; Millet İttifakı tüm hatalarına rağmen iktidara gelse, bugün “benim suçum yok, ben demiştim” diyen tüm liderler, o gün “kazandıysak, benim sayemde kazandık” diyeceklerdi. Sorumluluk almamak için ortalıkta görünmeyenler, bizim iktidardan kaçmak için can havliyle sarıldığımız teknelerinde gemiyi yüzdüren kaptan edalarına bürüneceklerdi. Hâlbuki çaresizliktendi hepsi. Tıpkı Süleyman Demirel’in alaycı isyanı gibi: “Petrol vardı da biz mi içtik?”
Çok isterdim aslında Kemal Bey’in kazanmasını. Bunu can-ı gönülden söylüyorum. Ürkekçe diklenmelerine rağmen ısrarla iktidarla savaşması, onu ve partisini ana muhalefet yapıyordu. Eğer kazansaydı Alevi kimliği ile bu ülkede aşılacak eşik çok ama çok önemliydi. Kürt ve muhafazakâr liderleri bir araya getirmiş olması çok önemliydi. Süreç boyunca buradaki en önemli yanlışın masa stratejisi olduğunu yazdım. Sağ ağırlıklı seçmene sağ politika överek kazanılamayacağını da. Ana muhalefet partisi olarak kalmalı ve herkesle işbirliği halinde olmalı, ancak tüm partiler alabildiğine kendi seçmenine seslenmeliydi. Böylelikle kimse ittifak ortağıyla sınanmamış olurdu. Dinletemedik, olmadı, çok istedik kazanmayı ama maalesef kayıp da sürpriz olmadı. Kaybın ardından takındığı “Ben Kemal, kalıyorum” tavrı bizi büyük bir hayal kırıklığına sürükledi. Çünkü hiçbir uyarıyı dikkate almadan ilerlediği yol işe yaramadı, asla yaramayacak, bırakmama inadı geleceğe dair tüm umutlarımızı öldürüyor.
Popülist söylemle, “Ekrem İmamoğlu aday olsaydı kazanırdık” diyorlar denenmemiş olduğu için ama aday olsa karşılaşacağı siyasi engelleri tahmin ediyorduk. Hiçbir engel çıkmasa ve bu muhalif ittifakla kaybedilseydi, bugün elimizde hiçbir umut kalmamış olacaktı.
Kemal Bey’i seçimin kazanılamamasının tek müsebbibi gibi gösterenlere, kazanamayacak aday söylemiyle aylarca yol almamızı engelleyip bir de üzerine yüzde 48 oya rağmen “biz demiştik” diyenlere iki çift lafım var. (Biz zarfını kullanmamın sebebi CHP’li olmaktan değil, bir gün bu iktidardan kurtulmak için elinden geleni ardına koymayacak bir vatandaş olmaktan ileri geliyor.)
Altılı Masa oluşturulduğundan beri masadaki hiç kimse kartlarını açık oynamadı. Herkes bir diğerine meydan okumak yahut açıkça anlaşmaya varmak yerine müttefiklerini manipüle etmeye ve kamuoyu baskısı yaratarak isteklerini dayatmaya çalıştı. Bu, yurdumuzun dedikodu kültürüyle ilgili bir güdü aslında, siyasetçilerimiz kasaba vizyonundan hallice. Üslubunca net tavır sergilemektense algı yaratmayı tercih ediyorlar.
Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’nun aday olacağını bildiği halde masada net konuşulmamasından güç alarak, kazanacak aday söylemini dile getirip CHP’li başkanları CHP liderinin önüne koydu. Süreç boyunca iktidardan ziyade hem masanın dengesini hem Kemal Bey’in dengesini bozmaya odaklandı. Nihayetinde seçime bir buçuk ay kala masadan kalkarak masaya kaygıyla bakan ürkek seçmeni tamamen tedirgin etti ve kaçırdı. Masaya dönmek zorunda kaldıktan sonra katıldığı seçim kampanyasında ise cumhurbaşkanı adayı için çalışıp onun için oy isteyeceğine, Kemal Bey’in mitinglerinde kendi partisine oy istedi. İlk turda sandıklarda İYİ Parti zarflarında Kemal Bey’den çok Oğan oyları görmemiz o kadar normaldi ki… Şimdi kalkıp biz demiştik demeniz haklı olduğunuzu göstermez, zira haklı çıkmak için elinizden geleni yaptınız.
Temel Karamollaoğlu’nun Saadet Partisi haricinde sağ partilerden de doğru düzgün saha ve örgüt desteği görülmedi. Hâlbuki sağ seçmen CHP’ye oy vermez tembelliğiyle oturacaklarına hiç değilse AKP’yi yıpratabilir, yolsuzluklar ve haksızlıklar üzerinden dindar seçmene vicdan muhasebesi yaptırabilir, cemaatlerle irtibata geçebilirlerdi. Hiçbir şey yapmadılar. Dolayısıyla bu kayıp sürpriz değil. Bunca sefil siyasete rağmen, AKP’den kurtulmak isteyen seçmen yüzde 48’i korudu da, ittifak partileri yüzde 3’ü sağlayacak hiçbir şey yapmadı.
TC laboratuvarında bu seçim bizlere çok şey anlatıyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bir defa, basmakalıp popülist fikirlerden arınmamız gerektiğini söylüyor. Hakikat çağında kapı arkalarında fısıldaşmak yerine cesur bir şekilde ortaya çıkmamızı söylüyor. Muhalefet neden bir yobaz kadar cesur konuşamıyor? Sizin bir yobazın cehaletinden eksik kalır yanınız nedir söylesenize? Yobaz biliyor ki linç edilse de, dalga geçilse de fikri dolaşıma giriyor, tartışılıyor, öfkeyle gazı alınıyor ve o konu artık tabu olmaktan çıkıyor. Yok olmaktansa linç edilmek, fikirleri tartıştırmak ve bu şekilde taraftar toplamak gerekiyor. Kasabalılıktan kurtulup medenice, cesurca, güncel politikalar üretip bu politikaları tartıştırmaya başlamak, dolaşıma sokmak gerekiyor. Birbirinden farklı yüzlerle, birbirinden farklı seslerle muhalif kanadın farklı renklerini sergilemek ve despotluğun karşısına dikmek gerekiyor.
Bir yandan politika üretmek, bir yandan her Allah’ın günü iktidarın üzerine üzerine yürümek gerekiyor. Dil, üslup, vizyon ve cesarette halkın on adım önünde yürümek gerekiyor ki liderin arkasından kaç kişi gelmeye başlayacak görelim. Danışmanların yönettiği bir lider, lider değildir. Fikir almak için değil, karar almak için danışmanlarınız varsa siz bitmişsiniz demektir. Bugünün muhalif liderlerinin büyük çoğunluğu işte bu sefaleti yaşıyor. Onların kendilerine hayrı yok, bize hiç olamaz.
Hakikat çağında basmakalıp cümleler ve yöntemlerden sıyrılarak yönetime talip olacaklar önce kendilerine, sonra ekiplerine güvenmeli. Ama en çok halka güvenmeli, halktan korkmamalı, ondan çekinmemeli, bağ kurmaya açık olmalı. Her derdinde çözüm yollarıyla yanında olmalı, onu kendisine güvenmeye önce buradan başlamalı. Ehh, şuan ülkemiz dert deryası olduğuna göre gerçek bir liderin önü oldukça açık demektir.
İyi ki AKP kazanmış diyorum şimdi. Kendi yarattıkları cehennemde bizimle birlikte onlar da cayır cayır yanıyorlar. Kurdukları ilkesiz hard kapitalist düzenin refah sağlamadığını, İslami bir anlayışla devlet yönetilemeyeceğini, kantarın ayarını bozunca herkesin kaybedeceğini, milliyetçi ve muhafazakâr toplum yapısının sunabileceği maksimum medeniyet ve kalkınma modelinin vasatlığını herkese göstermiş oldular. Bu son, valla son, diye diye kendi seçmen kitlelerinin niteliğini ifşa ederken, iflah olmaz bir kumarbaz gibi kendi seçmenlerini dahi onlardan ne köy ne kasaba olmayacağına ikna ettiler. Fanatikler hariç. Her zaman diyorum, aslında AKP seçmeni muhafazakâr sağ siyasete değil, Erdoğan’a oy veriyor. Onun ilkesizliğine, her ne olursa olsun sorunları bir şekilde halletmesine. Bunu yaparken dinden uzaklaşmış, vay efendim yolsuzluk yapılmış, kurumlar çökertilmiş, insanlar haksız yere hapse atılmış, ülke talan edilmiş umurlarında bile değil. Onlar yalnızca ve yalnızca kazanmaya odaklanmışlardı. Para, makam, mülk, iktidar, her şeyi kazanmaya. Ama işte şimdi kaybediyorlar, her şeyi. Ekonomi bu haldeyken kazandıkları işlerine pek yaramıyor çünkü. Halk deseniz, yemek yemek ve araba sahibi olmayı refah sahibi olmak ve yaşamak zanneden kesim, bugün arabasına binemiyor, dilediği gibi beslenemiyor. Hiçbir sanatsal, sosyal faaliyete katılmayan bu güruh markette elektrik akımına kapılana kadar sürdürdü hükümete desteğini, onu bağlayan bir sorun yoktu çünkü.
Aslına bakarsanız, işte şimdi bu topluma başka türlü bir düzen yaratmak gerektiğini, sosyal devletin önemini, hak ve adaletin zaruretini anlatabiliriz. Bunca çürümeden sonra artık reddedecek takatleri kalmadı. Tüm ilkesizlikleriyle her şeyi denemelerine rağmen kazanamadıktan sonra halkın çürümüş kısmı bile kabul edebilir bu gidişin gidiş olmadığını. Her zaman kendisinden güçlü birileri olacak çünkü ve bir gün yeniyorken, başka bir gün kendi iktidarında kendi yoldaşı tarafından yenilen olmak zoruna gidecek. Ve başını öne eğip kabul edecek, adalet herkese lazımmış.
Bilmiyorum; bu söylediklerim TC laboratuvarından çıkardığım sonuçların doğru yorumu mu, yoksa züğürt tesellisi mi?