Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Ukrayna’yla olan, Irak’ta neden olmasın?

Sınamaları, meydan okumaları öngörememek, bunların önlemini zamanında alamamak ve fırsatları ıskalamak, kimi sınamaların bazı fırsatlar yarattığının ayırdına varamamak: Geçen haftaki yazımda “bazen buzlar donmadan demir almak ve yola koyulmak gerekir” derken anlatmaya çalıştığım buydu. Doğru, hariciye ve istihbarat bürokratının sorumluluğu, eğer yanılacaksa, ihtiyat tarafından yanılmaktır ve gözükaralıkla, deyim yerindeyse, hamle inisiyatifini elde tutmak farklı kavramlardır.

Tüm kurmay okullarında öğretilen, avantaj eldeyken onu sonuna kadar kovalamak (“pousser l’avantage “) biraz da budur herhalde. Ancak Almanların I. Dünya Savaşı’nın açılışındaki* Tannenberg zaferinden esinlenip, Mehmetleri yaz donanımıyla kışın soğuğunda Sarıkamış’ta ölümlerine göndermek herhalde stratejiye dahildir. Stratejide, kumara yer olmasa gerektir. Sürpriz unsurunu elde tutmakla, ihtimaliyat planlamasını ve yığınaklanmayı doğru yapmak da demek farklı işlerdir.

Peşrev böylece bitti, mümtaz okur ağzı yırtılırcasına esnerken, mızrabı ele alıp, eseri icraya geldi sıra. İç yüzünü elbet bilemeyiz, dışarıdan bakış bir tuhaf ziyaretti Dışişleri Bakanı Fidan’ın Irak seferi. Paris’teki Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nin kararının ardından mart ayından bu yana kapalı duran Kerkük-Ceyhan boru hattının ve tazminat meselesinin tepedeki gündem maddesi olacağını düşünmek doğal olandı. Bu takoz kalktıktan sonra Erdoğan’ın ziyaretinin önü açılacaktı.

Oysa Fidan 22-24 Ağustos’ta Bağdat ve Erbil’deyken, Irak Petrol Bakanı Abdülgani de mevkidaşı ETKB Bayraktar tarafından yine 22-23 Ağustos günlerinde Ankara’da kabul ediliyordu. Fidan ortak basın toplantılarında PKK vurgusunu öne çıkardı. Süleymaniye’yi de dışlayıp, ayrıştırdı. Boru hattı konusuna o da yalnızca “çözüm temennisi” dile getirerek evsahibi bakan değindi.

Alparslan Bayraktar ve Hayyan Abdulgani

Bu kez Fidan’ın hemen ardından Ticaret Bakanı Bolat Bağdat’ı ziyaret etti. Iraklı mevkidaşı Sadavi’yle görüşmesine atıfla, Türkiye’yi Basra’ya bağlayacak karayolu-demiryolu hattı (ve artık yanlışlamaktan benim de bıktığım “yeni sınır kapıları”) projesini yeniden duyurdu. Bu proje belki arada Ukrayna işgalinden kaynaklanan yaptırımların o bakımdan “kardeşleştirdiği”,  Rusya-İran ulaşım koridorunun güncelleşmesine yanıt olarak tekrar gündeme getirildi. Söz konusu projeyi (tasarı mı, hayal mi demeli?) mart ayında Irak Başbakanı Sudani’nin Ankara’yı ziyareti sırasında Erdoğan duymuştuk. 

Anlaşılan, PKK’yla mücadele Fidan’ın Irak gündemini kaplarken, boru hattının yeniden açılması ve tazminat konusu Bayraktar’a, ulaşım koridoru dosyası da Bolat’a havale edilmiş. Buradan bakış Fidan’ın MİT başkanlığında edindiği “istihbarat diplomasisi” birikim ve deneyimini Dışişleri’ne taşıması yerine kimilerinin iddia ettiği üzere Dışişleri’nin MİT’leştirilmesi yaklaşımının baskın geldiği savına katılmak mümkün gözüküyor. Dışişleri’nin yerkürede gerçekleşen her olayda açıklama yapmak hastalığından kurtulması olumlu bir gelişme olarak görülebilecekken, bu defa adeta bir istihbarat teşkilatı gibi ketumlaştığı da gözleniyor.

Hakan Fidan ve Mesrur Barzani

TPAO’nun uluslararası iş yapan TPIC kolu dururken, Irak Kürdistan Bölgesi petrolleri baş ağrıtmasın diye Jersey’de TEC kurdurulmuştu. IKB’nin mevcut boru hattından ihracatı için de TEC memur edilip, bir yandan piyasa fiyatı altına küresel pazara erişim, diğer yandan geçerli sözleşmenin boru hattı kullandırma ücreti olanakları yaratılmıştı. Aynı zamanda hakemlik de BM’den Paris’teki uluslararası ticaret mahkemesine geçmişti. Esasen Bağdat, tazminatı bu yoldan ve bu gerekçelerle kazandı.

Bu defa Ankara vanayı kapatıp, anlaşmazlığın Bağdat ile Erbil giderilmesini dayattı. Herhalde Rusya’dan alınan indirimli petrolün de sağladığı rahatlıkla, siyasal gücünü sonuna dek kullandı. Bu sonuca gelişmelere bakarak ulaşabiliyoruz, dudakları okuyarak değil, zira konuşan yok. Birer derebeyi gibi davranan IKB’li Kürt liderler de boru hattının kapanmasının kendi kişisel kazançlarını olumlu etkilediğini gördü.

Böylece, boru hattı sözleşmesinin 2025’te yenilenmesi, verili ortamda, Ankara açısından “olsa da olur, olmasa da olur” görünümü kazandı. Yahut Ankara pazarlıkta elini güçlendirmek için bu izlenimi vermeyi yeğledi. Buna karşılık geçtiğimiz günlerde ETKB Bayraktar, “bakım çalışmalarının sona yaklaşmasıyla” hattın yeniden işletmeye alınmasının yakın olduğunu açıkladı. Oysa tazminat konusunda gelişme yok. 

Türkiye’nin siyaseten haklı olması, ileride Irak’ın hukuken tahkim kararına dayanarak Türkiye devletinin THY uçakları gibi araçlarına ve yurtdışında tutulan hesaplarına haciz koydurmak olasılığını ortadan kaldırmıyor. Doğal olarak, hiçbir konuda kendi söküğünü dikemeyen ve tümüyle yolsuzluğa batmış Irak devleti açısından da bir siyasal cüret meselesi. Başka deyişle, tarafların karşılıklı “kimin önce göz kırpacağını” kolladıkları varsayılabilir.            

Girişteki sınamalar ve fırsatlar meselesine dönersek, çevremizdeki çatışmalar “açık ve yakın tehlikeler” yarattığı gibi, somut ve güncel işbirliği olanakları da (hani “buzlar tekrar donmadan demir almak…”) sunuyor. Ukrayna’yla, Rusya işgali olmasa, bu denli derinleşerek gelişemeyecek Sich Motor, korvet ve SİHA üretimi gibi dosyalar ülkemize hem girdi hem yüksek teknoloji kazandırarak hızla ilerleyebiliyor. 

Irak’la ve Irak içinde IKB’yle ilişkilerde de aynı yaklaşımla hareket etmek olası. 2003 model “Kerkük’ü kimse Kürtlere yedirmez” saplantısından çıkılabilir. Boru hattının Ceyhan’a taşıdığı zaten Kerkük petrolüydü. Bağdat, IKB’yi idari, askeri ve mali bakımlardan “bükmüş” durumda. IKB’nin ne demokrasi ve serbest piyasa pırıltısı, ne bağımsızlık iddiası kalmadı. Erbil ile Süleymaniye, kısa bir aranın ardından, yine gırtlak gırtlağa.

Kerkük deyince petrol sahası mı, vilayet mi, kent ve suriçi mi anlaşıldığı belli değil. 2025 sözleşme yenileme ufkunda Kerkük meselesinin halli, Ankara’nın güncel ve kendi açısından olumlu piyasa koşullarını değerlendirerek IKB ve Kerkük sahalarına doğrudan girişim paydaşı olması mümkün. Bu tür bir yaklaşım diplomatik açıdan da “yeni sınır kapıları” gibi galat-ı meşhurlar yerine gerçek bir “big bang” toptan çözüm sonucuna ulaşılmasını sağlayabilir.   

*Tannenberg-Enver bağlantısına kim bilir kaç kere değinmişimdir, “30 Ağustos” tesadüfünü nedense şimdi fark ettim. Belki Enver’e nasip olmayanın Kemal’e olması ve ikisinin arasındaki düşünüş. eyleyiş farkları bakımından nice dersler barındırmaktadır uyanık zihinlere, kim bilir?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.