Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Sezgin Tanrıkulu’nun çiğnenen onuru

Tanıl Bora’nın “Demirel” antolojisinden (İletişim Yay. 2023), müteveffa cumhurbaşkanınca 1975’te bambaşka bir bağlamda dile getirilmiş ama benim burada son Sezgin Tanrıkulu “vakası” (!) bağlamında alıntılamak istediğim ifadesi: “Agâh da değiller (bilmiyorlar – T.B.)… Türkiye’yi lâlü ebkem (dili tutulmuş –T.B.) bir ülke manzarasından çıkarmamız lâzımdır.” Haklı, bence de amaç bu olmalıdır.

Dağarcık zenginleştirme çabamıza Ali Topuz’dan da bir katkı alalım: “Mektum, konuşamayandır. Ketmedilmiştir. Konuşmak için ortaya çıkmak gerekir, mektum gizlenmiştir, ortaya çıkamaz. Konuşamaz, ne konuşması ses çıkaramaz. Yok gibidir, varsa da.” Ve devamla: “Konuşmak, parlamenter olmanın anlamıdır. Parlamento kelimesi ‘konuşma’ anlamına gelen ‘parle’ kelimesinden türemiştir. Parlamento konuşulan yer, parlamenter de konuşan kişi.”

Bir diğer merhum cumhurbaşkanı Özal da kimi yabancı sözcükleri, terimleri herhalde zihinlerimizi sarsmak, çığır açmak için apartırdı: “Transformasyon” gibi. “Litmus testi” diye de herhalde yine o söylemişti, “turnusol kağıdı” anlamında. İşte Diyarbakır Milletvekili ve meslekten insan hakları avukatı Sezgin Tanrıkulu’nun konuşması, onun konuşmasına susulması, hepsi mükemmel bir turnusol kağıdı oldu.

Murat Sevinç’in sorduğu üzere: “E hani siz Cumhuriyet’i demokrasiyle taçlandıracaktınız!” E hani taçlandıracaktık, biz, hepimiz, hakikaten? Yoksa “canım şimdi de olur olmaz bazı şeyleri şey etmemek mi lâzımdı” yine alelusul? Söyledikleri doğruydu da, onları söyleme biçimi, seçtiği mecra, yöntem, zamanlama mı yanlıştı? Rahatsız mı oldunuz? Öyle ya, “burası Norveç değil” miydi yoksa?  

“Burası Norveç değil” göreliliğin arka yüzü “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmam/satılmaz.” Oysa demokrasi bağlamında görelilik devreye girdiyse, geçmiş olsun. Peyderpey, hassasiyetler, hoşgörü, kardeşlik: Bu dördünden birini bile duyarsanız ve eğer kendinizi bir cumhuriyetçi yurtsever olarak görüyorsanız, oradan ardınıza bakmadan kaçın. Ne özgürlüğün peyderpeyi olur; ne kısıtlarını hassasiyetlerin çizdiği hukuktan adalet beklenir; ne hoşgörü ve kardeşlik, eşit anayasal yurttaşlığın yerini tutar.

Bir ara “lan bırakkk…” moda deyiş olduydu ya, aynen öyle. Nicedir “iradesinin egemen kılındığı” milletin çocuk kalması isteniyor ve bu sağlanıyor da. Adı konmamış bir olağanüstü hal uygulaması sürüp gidiyor. Seçmen sersemletilmiş durumda tutuluyor. Dilerseniz adına “şok doktrini” deyiniz, dilerseniz “bu kaçıncı sarı öküz?” diye sorunuz.

Milletin iradesine “vasi” tayin edilirse, millete dahil olamayan Kürdün belediye başkanına da kayyum atanır. Devlet sözde sivilleşir, ama silâhlı kuvvetlerin genelkurmay başkanlığı makamına gelmek, Milli Savunma Bakanı atanmaya tam karine teşkil eder. Milletvekilinin kürsü dokunulmazlığı aşındırılır, yeri gelir kaldırılır ama askeri dahil güvenlik bürokratının ayrıcalığı, cezasızlığı süregider.

Ne yargının bağımsızlığı tamdır, ne düşündüğünü ifade özgürlüğü vardır. “Ceza muhakemeleri usulü” denilen kurallar bütününün insan haklarıyla ne ilgisi olabilir, bilinemez. Anayasamıza göre gösteri ve toplanmak izne tabi değildir: Öyleyse Cumartesi Anneleri’nin yanına gitmeye üşenen vekiller, Sezgin Tanrıkulu’nu da ama sızlanarak ama alkışlayarak ama yuhalayarak yarın öbür gün meclisten karakola, oradan da zindana yolcu edecektir. 

Kamu düzeni/güvenlik ve özgürlük “dengesi” denilen, Soğuk Savaş’tan kalma bir galat-ı meşhur, toplumu devletin çelik kollarına sığınmaya zorlayan bir gayrınizami harp hilesidir. Üşenmeyen uğursuz 90’larda bizde olduğu denli İtalya’da ne kanlı ve karanlık olaylar yaşanmış biraz kurcalar, açar bakar, öğrenir. Ama ardından ne gelmiş, ne olmuş, ona da bir zahmet bakar.

Tanıl Bora’nın kitabından ikinci bir Demirel alıntısı – 1979’dan bu defa: “Askere iş gördürmek çok zor… Komutanlar Erdelhun’un, Faik Paşa’nın, Elverdi’nin durumuna düşmek istemiyorlar. Kafalarında hala Mustafa Muğlalı kompleksi var.” Acaba Tanrıkulu’na sahip çıkamayan barolarda misal, halen neyin kompleksi var?

Thomas Ricks’ti sanırım, haşa kendimle karşılaştırdığım sanılmasın lütfen, mealen “eğer köşeyazarı içi sıkılarak bir yazı kaleme aldıysa, bu duyguyu okur hemen algılar, dolayısıyla bundan kaçınmak gerekir, eğer yazarken sizin içiniz sıkılıyorsa, o yazıyı hiç yazmayın” yollu bir uyarıda bulunmuştu aklımda kaldığı kadarıyla. Bu yazı kesinlikle o hatayı yansıtıyor, affınıza sığınırım.

Özetle Sezgin Tanrıkulu da çorak ülkemizde ikincisini bulmak zor olan insanlardan biri. Tıpkı Hrant Dink gibi, tıpkı Tahir Elçi gibi. Değerini bilelim, destek olalım. Onun için değilse, hiç olmazsa kendimiz ve cumhuriyetimiz için.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.