Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sinan Ülgen yazdı: Yalan haberle yaşamak zorunda mıyız?

İnternet, ilk günlerinde çoğulcu söyleme olanak sağlaması, ademi-merkeziyetçiliği güçlendirmesi ve inovasyonu özendirmesi ile yeni bir çağın habercisi gibiydi. İnternet, daha geniş kitlelerle içerik paylaşmanın ve çok çeşitli bilgilere erişmenin önündeki engelleri azaltarak muazzam toplumsal faydalar sağladı. Farklı coğrafyalarda birbiriyle iletişim içinde olan yeni topluluklar yarattı, hesaplanamayacak sayıdaki yenilikleri mümkün kıldı, seyahat acentelerinden banka veznedarlarına, televizyon yapımcılarından borsa yatırımcılarına kadar alıştığımız birçok hizmeti aracısızlaştırdı.

Aracısızlaşan bir diğer alan da bütün demokrasiler için kritik önem taşıyan enformasyon alanı oldu. Artık neredeyse birçok insan haberlerini televizyondan olduğu kadar internetten de alıyor. Dünya nüfusu nasıl ki ticari işlemlerini internete kaydırdıysa enformasyon ihtiyacını da gittikçe dijital alandaki mecralardan karşılıyor. Bir zamanlar gazeteler için para ödeyen toplum, bilgilenmek için başta Facebook, Twitter ve YouTube olmak üzere reklam destekli dev dijital platformlarının kullanıcısı haline dönüştü. İstanbul Ekonomi Araştırma’nın verisine bakılacak olursa, ülkemizde de benzer bir eğilim var. Twitter (%20), Facebook (%14,5) ve Youtube (%17,7) gibi dijital ve sosyal medya platformlarının haber tüketimi için tercih edilme oranının toplamı Haber Sitelerini (%40,9) geçmiş durumda. Genç kuşağa baktığımızda bu fark daha da açılıyor. 18-24 yaş arası kesimde haber sitelerini tercih edenler %30’da kalırken, dijital platformları tercih edenlerin oranı %71’e ulaşıyor. 

Aracısız gazetecilik modelini yaygınlaştıran bu dijital platformlar ister istemez enformasyon eko-sisteminde de köklü değişiklikleri tetiklediler. Geleneksel medya kuruluşlarındaki editoryal kararlarının yerini, cazip içeriğe öncelik veren etkileşimi optimize eden algoritmalar almış durumda. Tam da bu nedenle dijital platformlarda, doğrulanabilir gerçekler ve yalan haberler eşit derecede yan yana yer alıyor.

Dezenformasyon meselesi geleneksel medyaların iş modellerini sarsan dijital platformların ortaya çıkması ile çok daha yaygın bir sorun haline geldi. Mesela ABD’de 2019 yılında yapılan bir araştırmada, en fazla yaygınlık kazanan 100 yalan haberin toplam 159 milyon kere görüntülendiği ortaya çıkmış. Aralarında Türkiye kökenli bilim insanı Sinan Aral’ın da bulunduğu bir diğer araştırmacı grubunun prestijli Science dergisinde 2018 yılında yayımladıkları bir araştırmaya göre, yalan haberler gerçek hikayelerden daha hızlı yayılmakla kalmayıp, aynı zamanda çok daha geniş bir erişime sahip oluyorlar. Yalan haberler en yaygın yüzde biri bin ila yüzbin kişiye ulaşırken, gerçek bilgiler nadiren binden fazla kişiye ulaşmış. Üstelik en hızlı ve yaygın olarak yayılan yalan haber türü de siyasi haberler olarak tespit edilmiş. Reuters Gazetecilik Enstitüsü tarafından 2022 yılında birçok ülkede yapılan anketin sonuçlarına göre Türkiye’de toplumun %62’si için çevrimiçi ortamda karşılaşılan yanlış ve yanıltıcı bilgi yaygın bir endişe olmaya devam ediyor. Toplum, en fazla yalan habere ise siyaset (% 53) ve sağlık/koronavirüs (%46) alanında maruz kaldığını düşünüyor. 

Dezenformasyonun yayılmasının birbiriyle ilişkili ekonomik, teknolojik, politik ve ideolojik nedenleri var. Ekonomik güvensizlik, yükselen radikal akımlar ve kültürel sınamaların tetiklediği sosyal gerilim, kutuplaşma ve güvensizlik ortamı, yalan haberlerin daha kolaylıkla yayılabildiği bir toplumsal sosyolojiyi yaratmıştır. Öte yandan, yalan haberler her toplumda aynı etkiyi yaratmazlar. Dezenformasyonun etkisi, eğitim düzeylerine, demokratik kültüre, kurumlara güvene, sosyal ve ekonomik eşitsizliklere bağlı olarak bir toplumdan diğerine farklılık gösterir. 

Oysaki bilgi ekosisteminin bozulması Türkiye dahil bütün demokrasiler için önemli bir tehdit. Zira demokrasinin bir yönetim biçimi olarak yaşayabilmesi, vatandaşların güvenilir bilgiye erişimine ve şiddet içermeyen fikir alışverişinde bulunabilmelerine bağlıdır. Enformasyon ekosisteminin kirlenmesi bağımsız basından yargıya ve hukukun üstünlüğüne, sivil haklardan özgür ve adil seçimlere kadar demokrasinin kilit kurumları ve süreçlerini tehdit etmektedir. Bu zaafiyeti avantaja dönüştürmek isteyen yabancı devletler ve devlet dışı aktörler, seçimleri ve demokratik kurumları kolayca ve ucuza etkileyebildikleri ve baltalayabildikleri zaman, egemenlik ve ulusal güvenlik de risk altında kalmaktadır. 

Bugün artık bilgi ekosistemini korumak için yeni kurallara ve mekanizmalara ihtiyaç duyulduğu açık. Bu bağlamda politika yapıcılar bakımından temel hedef, bir yandan dezenformasyonu engellemeye çalışırken diğer yandan da toplumların dezenformasyon karşısında daha dirençli olmalarını sağlayan bir çerçeve oluşturmaktır. Dezenformasyonun engellemesi amacıyla politika yapıcıları öncelikle yalan haberlerin yayıldığı büyük dijital platformlara sorumluluk getirmeye başlamışlardır. Bu alanda öncü rol oynayan Avrupa Komisyonu’nun girişimi ile sosyal medya platformları 2018 yılında “Code of Practice on Disinformation” adını taşıyan ve bu alandaki öz denetim ilkelerini belirleyen bir mutabakat metnine taraf olmuşlardır. Yasal bağlayıcılığı olmayan bu girişime ilave olarak bir yandan AB çapında diğer yanda ise üye ülkeler seviyesinde yasal girişimler de hayata geçirilmiştir. Nitekim AB seviyesinde bu yıl içinde onaylanan Digital Services Act (DSA) bu nitelikteki yasal girişimlere bir örnek teşkil etmektedir. 

Dezenformasyon ile mücadele amacıyla kamusal düzeyde alınan tedbirlerin bir diğer ayağını ise enformasyon eko-sisteminin güçlendirilmesi teşkil etmektedir.  Bu çerçevede özellikle dijital okuryazarlığın güçlendirilmesi, “fact checker” olarak adlandırılan ve yalan haberleri tespit etmeye çalışan teyit kuruluşların desteklenmesi, medyada çoğulculuğun sağlanması ve ifade özgürlüğünün korunması gibi hedefler ön planda yer almaktadır.

Türkiye’de de 2022 yılında hayata geçen ve toplum içinde “Dezenformasyon Yasası” olarak adlandırılan yasal düzenlemenin yanısıra, yeni dönemde DSA benzeri bir yasanın da TBMM’nin gündemine geleceği bilinmektedir. Tam da bu noktada yasa koyucunun bir tercihte bulunması gerekmektedir. Yalan haberle mücadelede de demokratik ülkeler ile otoriter sistemler arasında da belirgin bir ayrım oluşmuştur. Rusya, Çin veya bazı Arap monarşileri gibi otoriter sistemlerde yasalar, kamunun ön planda olduğu, zorlayıcı ve polisiye boyutu ağır basan, basın ve ifade özgürlüğüne zarar veren tedbirlere ağırlık verirken, demokratik ülkeler tam tersine devletin yol gösterici ilkesini esas alan ve özünde bu bilgi manipülasyonuna karşı vatandaşların, sivil toplumun, gazetecilerin, teyitçilerin ve platformların daha büyük sorumluluk taşıdığı çözümleri benimsemiştir. Demokrasilerin özündeki sosyal mukaveledeki güvenlik ve özgürlük dengesinin korunması için bu kritik tercihte bulunulmuştur. Ülkemizde bu zor konu etrafında yapılan tartışmalar ve bilahare hayata geçirilecek düzenlemeler bakımından bu genel çerçevenin hatırda tutulması faydalı olacaktır.

  • Sinan Ülgen. Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Direktörü. 

EDAM’ın Dezenformasyon ile ilgili son araştırmalarına şu linkten ulaşılabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.