Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gazze günlükleri: “Başka bir sabaha tanıklık edebilecek miyiz?”

Gazze, tarihinin belki de en karanlık günlerini yaşıyor. Milyonlarca Filistinli her gün, her dakika yaşam savaşı veriyor. İsrail bombardımanları altında yaşananları anlatanlar da var. Onlardan biri de, 35 yaşındaki Ziad. Ziad’ın Guardian’da yayınlanan günlüğünü, sizler için çevirdik.

7 Ekim Cumartesi
Sabah 06.00’daki tenis seansımı düşünerek uyanıyorum. Tenis! Kulağa hava geliyor değil mi? Bu yıl zihinsel ve fiziksel sağlığıma dikkat etmeye karar verdim. Stres yok, negatif enerji yok ve kesinlikle daha fazla tenis…

Bugün başka neler planladığımı görmek için cep telefonumu kontrol ediyorum. Bir doktor ziyareti ve bazı ayak işleri… Arkadaşımdan buluşamayacağımızı söyleyen bir mesaj görüyorum. Bir “durum” var. Bir Gazzeli olarak bunun ne anlama geldiği konusunda hiçbir kafa karışıklığı yok. Bir gerilim var. Yine…

Bunu daha kaç kez yaşamak zorundayız? 2000 yılından bu yana durmaksızın devam ediyor, ruhlarımızda daha fazla yara bırakıyor ve hayatlarımızdan büyük parçalar alıp götürüyor. Klişe, değil mi? Ancak yaşananların etkisini tarif etmenin tek yolu bu. Gazzeliler hayatları ve gelecekleri için sürekli korku içinde yaşıyorlar.

Yüzümü yıkıyorum ve haberleri kontrol etmeye çalışıyorum. İnternet bağlantısı kötü. Aklıma bir fikir geliyor ve çılgınca evin içini aramaya başlıyorum. Kız kardeşimin kafası karışmış görünüyor: “Ne arıyorsun?

“Kat mülkiyeti sözleşmesini” diyorum. “Onu bulmam lazım. Eğer binamız bombalanırsa, bu dairenin bana ait olduğuna dair kanıta ihtiyacım olacak.”

Dairenin anahtarlarına sahip olmak yeterli değil. Yıllardır bu dairede yaşamak da yeterli değil. Sözleşmeyi bulduğumda biraz rahatlıyorum. Sefalete bu kadar alışmış olmamız şaşırtıcı. Bir “durum” başladığında aklımıza gelen ilk düşünceler ölüm ve bombalar oluyor.

Koltuğuma oturuyorum, mesajlarıma bakıyorum ve merak ediyorum. Bu sefer ne kaybedeceğiz? Ruhumuzun hangi parçası, eğer kaldıysa, kırılacak? Hangi arkadaşım hayatını kaybedecek? Yoksa ben mi olacağım? Ben mi olacağım?

Filistinli olmasaydım Finli olmak isterdim. Bir keresinde Finlandiya’nın dünyanın en mutlu yeri olduğunu okumuştum. Tek önemsediğim şeyin sağlığım ve tenis seansım olduğu bir yerde mutlu olmak istiyorum.

8 Ekim Pazar
Akşam 20.00’de susadım. Evde olduğunu sandığım su şişesini bulamıyorum.

Bir arkadaşımdan mesaj aldım. “Gece geldi. Dehşet içindeyim. Başka bir sabaha tanıklık edebilecek miyiz?” Gazzeliler en çok bombardımanın gerçekleştiği gece saatlerinden korkuyor. Kız kardeşim bana pencereleri hafifçe açmamı hatırlatıyor çünkü yakınlardaki bir saldırı camları kırabilir. Arkadaşıma umutlu olmasını söyledim.

23.00 – Kaçmamız gerekirse diye gerekli eşyalarımızı topladık. Kedilerimizi koymak için iki çantamız var. “Balıklar ne olacak?” diye kız kardeşime soruyorum. Ağır bombardıman devam ederken, patlamaların nereden geldiğini bilmeden, kız kardeşim ve ben balıkları kurtarmak için yaratıcı yollar düşünmeye başladık. İster inanın ister inanmayın, o ailemizin bir üyesi ve bizimle birlikte çok şey atlattı. Tahliye etmemiz istenirse, küçük su tankını elimizde tutabilir miyiz diye düşündük ama hayır, altıncı katta yaşıyoruz ve panik içinde merdivenlerden aşağı koşacağız. Depo kırılabilir. Uzun uzun düşündükten sonra, 36 saattir uyumayan yorgun beyinlerimiz kapaklı plastik bir kavanoz kullanmaya karar verdi. Üstüne küçük delikler açtık ve suyla doldurduk. Bir planımız var.

9 Ekim Pazartesi
01.00
– Tamamen karanlık, elektrik yok, su şişesini nereye koydum? Gerçekten içecek bir şeye ihtiyacım var.

Dışarıdaki komşuların tartışmalarını duyabiliyorum. Görünüşe göre, birinin hala biraz ekmeği var ve diğerine teklif ediyor, o da almaktan çok utanıyor ve ona para ödemeyi teklif ediyor. Gazzeliler tuhaf. Elimizdeki son yiyecek parçasını da size ikram edebiliriz. Bazı fırınlar hala çalışıyor ama herkes temel ihtiyaçlarını almak için sokağa çıkmaya korkuyor. Hiçbir yer güvenli değil, hiç kimse güvende değil.

Saat 02:30’da bir şişe su buldum.

Yurtdışındaki bir arkadaşımdan yeterince uyuyup uyumadığımı soran bir mesaj geldi. Ona bombalamanın bizi uyanık tuttuğunu söylüyorum. Ne kadar üzgün olduğunu söylüyor ve sonra bir fikir paylaşıyor. Bunun faydalı olduğunu düşündüğünden yüzde 100 eminim. “Neden kulaklık takmıyorsun? O zaman uyuyabilirsiniz.”

İnsanlar sempati duyuyor ama sizin yaşadıklarınızı anlayamıyorlar. Arkadaşım bombalamanın seslerle ilgili olmadığını, ani ölüm olasılığıyla ilgili olduğunu anlamıyor. Sevdiklerimizle vedalaşmadan, başladığımız projeleri tamamlamadan, değer verdiklerimize sarılıp onlardan af dilemeden. Durumun ciddiyetini biliyor ama kesinlikle farkında değil. Mesaja yanıt vermemeyi seçiyorum.

05.00 – Bir geceyi daha atlattık. Vücudumun her santimi ağrıyor. Uykusuzluk bir işkence. Boğazım kurudu. El değmemiş su şişesine bakıyorum. Gerçekten içmem gerekiyor.

Daha sonra evimi boşaltmak zorunda kaldım.

Mesaj binanın WhatsApp grubundan geldi. Sakince ayağa kalktım ve kız kardeşime zamanımızın geldiğini söyledim. “Tüm bölgenin boşaltılması gerekiyor.” Başka hiçbir mesaj paylaşılmadı, ne yapacağımızı biliyorduk, bunun için plan yapmıştık.

Yakalaması daha kolay olan küçük kediyi almaya gittim.Onu kapının yanındaki çantaya koydum. Kız kardeşim daha büyük olana gitti. Biraz uğraştıktan sonra onu yakaladı ve diğer çantaya koydu. Balığı akvaryumdan çıkardı ve üstünde delikler olan plastik kavanoza koydu. Sonra kapıya gittik, yasal belgelerimizi, pasaportlarımızı ve temel ihtiyaçlarımızı içeren çantaları aldık ve çıktık.

Her katında dört daire bulunan on dört katlı bir binada yaşıyorum. Bina sakinlerinden hiçbiriyle gerçekten etkileşim kurmadım. İnsanları çoğunlukla asansörün yanında görüyorum ve kendi kapılarımızın ardına geçmeden önce kibarca gülümsüyoruz.

İnsanlar merdivenlerden aşağı koşuyordu. Bir adam iki çocuğunu kucağına almış, karısı ise küçük bir bavulu sürüklüyordu ve genç kızları gözlerinden yaşlar akarak bağırıyordu: “Gitmek istemiyorum… Gitmek istemiyorum.

Kız kardeşime sordum: “Balığı kavanoza sen mi koydun?”

“Evet.”

“Onu aldın mı?”

“Senin aldığını sanıyordum.”

Anahtarı kapıya geri koydum, kilidi açtım ve kız kardeşim içeri koştu, balığı aldı ve çıktık. Aşağı inen birçok insanın arasından koşmak için elimizden geleni yaptık.

“Ama nereye gideceğiz?”

“Nereye olursa, sonra düşünürüz.” Caddeye ulaştık ve herkes farklı yönlere gitmeye başladı. İnsanlar birbirlerine kızıyor, bazıları ağlıyor, bazıları şaşkındı. Sokağın ortasında durduk ve arkadaşlarımızı aramaya başladık. İkisiyle karşılaştık.

Bitkin bir halde evlerine ulaştık. Yedinci katta oturuyorlar ve elektrik olmadığı için asansör çalışmıyor.

Arkadaşlarımız dokuz kişilik bir aile: Karı-koca, altı çocuk ve büyükanne. Uykusuzlar, hepsinin ne kadar yorgun ve korkmuş olduğunu görebiliyorsunuz. Bizi zayıf gülümsemelerle karşıladılar. Bize kahve ve hurma ile doldurulmuş kurabiye ikram ediyorlar.

Hepimiz orada oturuyoruz, kahve ve tatlılara dokunmadan önümüzdeki uzun geceyle yüzleşiyoruz.

Dört yaşında bir erkek ve altı yaşında bir kız olan en küçük çocuklarının arasında otururken, onları bekleyen hüzünlü hayatı, tanık olacakları birçok gerilimi merak ediyorum, eğer bu sefer hayatta kalacak kadar şanslılarsa. Ona soruyorum: “Çocuklarınız nasıl?”

“İyi başa çıkıyorlar ve bombalama olduğunda korkmuyorlar, özellikle de Nur.” Özellikle kelimesini öyle bir şekilde söylüyor ki dürüst olmadığını anlayabiliyorum. Çocuklardan içeri girmelerini istiyor ve sonra bana kısık bir sesle kızının çok korktuğunu söylüyor.

Bombardıman başlıyor; bloğumuzu boşaltmak, hedef alınan bir bölgenin yüksek tehlikesinden uzak olduğumuz anlamına geliyor, güvende olduğumuz anlamına gelmiyor.

İlk hava saldırısıyla birlikte bina sallanıyor. Nur çığlık atmaya başlıyor, annesinin yanına gidiyor ve ona sıkıca sarılıyor. Bunu bir dizi saldırı takip ediyor ve hepimiz koltuklarımıza sıkıca tutunarak oturuyoruz, her bombada irkiliyoruz. Annesi Nur’un omzunu okşuyor ve şöyle diyor: “Her şey yoluna girecek.”

Birkaç saat sonra büyük oğlan geliyor ve bize yakın oturan amcasının binasının yerle bir olduğunu söylüyor. Şok içindeyiz. Annesi kardeşinin arkadaşlarını aramaya başlıyor, haberi olup olmadığını öğrenmek için. Ağlamaya başlıyor, bir yandan da ona destek olmalarını ve onu asla yalnız bırakmamalarını istiyor. Dairesini satın almak ve yenilemek için ne kadar çok çalıştığından bahsediyor.

Onun kaybı için çok üzülüyorum ve sıranın benim binama gelmesinden korkuyorum. Kocası ve çocukları onun etrafında oturuyor, hepsi sessiz. Sonra Nur’un annesinin omzunu sıvazladığını ve ona şöyle dediğini görüyorum: “Her şey yoluna girecek anne, her şey yoluna girecek.”

10 Ekim Salı
Dört gündür uyumadım.

Denemediğim için değil; gözlerimi kapatıp rahatlamak için elimden geleni yaptım.

Geceler dehşet içinde geçiyor ve şafak söktüğünde hayatta kalma adrenalini devreye giriyor ve yeni gün başlıyor. Haberleri izliyor, sevdiklerimizle konuşuyor, zayıf internet bağlantısından ve elektrik olmamasından şikayet ediyoruz.

“Bize günde dört saat elektrik verileceği söylendi, neredeyse iki gün geçti ve hiçbir şey olmadı” diyor birlikte kaldığımız kadın.

Gazze’deki insanlar yıllar boyunca elektrik sorununa karı; telefonları şarj etmek için yedek bataryalar, LED ışıklar ve internet yönlendiricisi de dahil olmak üzere birçok çözüm kullandı. Kısmen kiralanan elektrik jeneratörleri yaygınlaştı ve insanlar normal elektriğin sekiz katı fiyat ödedi. Bu tabii ki sadece ödeme gücü olanlar için geçerli.

Vücudumun her santimi ağrıyor ama sinirliyim. İçimde çığlık atma isteği var ama çok yorgunum.

Arkadaşım bana “Duş almak ister misin?” diye soruyor.

Aman Tanrım! Dört gündür duş almadım. Sinirlenmemin bir başka nedeni. Genellikle başkalarının evine sığınmak için gittiğinizde duş almak söz konusu değildir. Sizi misafir etmeleri, beslemeleri ve “güvende” tutmaları yeterlidir.

Birlikte kaldığımız ikinci aile geniş bir aile. Bir grup bizim bulunduğumuz ikinci katta, diğerleri ise beşinci katta yaşıyor. Geceleri hepimiz ikinci katta toplanıyoruz çünkü mecbur kalırsak kaçmak daha kolay ve, bunun doğru olup olmadığından asla emin değilim, sözde üst kattan daha güvenli.

11 Ekim Çarşamba
Annem öldüğü için minnettarım.

Geçen yıl öldü. O zamandan beri bir iyileşme ve kendimi yansıtma yolculuğundan geçiyorum. Sevdiklerinizi kaybetmenin kalbinizi birçok gerçeğe ve farkındalığa açması garip.

Şimdi, yıkımın ortasında, annemin anıları gelmeye devam ediyor. Kimi komik, kimi hüzünlü. Sığındığımız ilk ailenin evinde kadın bize annemi ne kadar çok sevdiğini anlattı. Yedi yıl boyunca kapı komşumuz olmuşlardı ve annem günlerinin çoğunu küçük çocuklarıyla birlikte bizim evde geçirirdi.

Sabah 04.00’te uyandım.

Birisi şöyle diyor: “Annenin yaşadığımız bu korkunç günlere tanık olmaması daha iyi.” Buna inanıyorum. Annem başka bir gerilim yaşamak, korkuyu hissetmek ve evinden tahliye edilmek zorunda kalmadığı için minnettarım.

Annemin güvenliği eskiden benim en büyük endişemdi. Yaşlı, kilolu ve zar zor yürüyebilen bir kadındı. Bir keresinde bombalama olmuştu ve binadaki herkes tahliye edilmişti ama biz dördüncü katta oturuyorduk, dolayısıyla onun hızıyla merdivenlerden inecek zaman yoktu. Onu hatırlıyorum, kanepesinde oturuyordu, ben vücudunu kendi vücudumla sarmıştım ve ona güvende olacağını söylüyordum.

Annem şimdi güvende mi? Geçmişte Gazze’de bir mezarlık bombalanmıştı. Annemin gömülü olduğu mezarlık da bombalanacak mı? Gidip mezarını bedenimle kapatabilecek ve ona güvende olacağını söyleyebilecek miyim?

Annemi çok özlüyorum.

12 Ekim Perşembe
“Ailemin izini kaybettim; hava çok karanlıktı ve her yer bombalanmıştı. Kızım ve ben teyzemin evine ulaşana kadar yalın ayak yürümeye devam ettik. Ertesi gün ailemin tanımadığımız bir aile tarafından misafir edildiğini öğrendim. Onları kaçarken görmüşler ve evlerinde ağırlamışlar.

Arkadaşım Samar telefonda. Hava saldırıları evinin yakınındaki bir yeri hedef almıştı.

Samar herkesin arkadaşıdır. Rehberliğe ya da desteğe ihtiyaç duyduğunuzda başvurduğunuz kişidir. Herkesi kontrol etmek ve iyi olduklarından emin olmak için onlarla iletişime geçiyordu.

Bana eşyalarını toplamak için evine geri dönmek istediğini söyledi. Daha önceki gerilimlerde hiç evi boşaltmak zorunda kalmamıştı, bu yüzden kendimi bir kez olsun ona yol gösterirken buldum.

İşte yanına alman gerekenler…“. Konuşurken, buna çok alışkın olduğumu hissediyorum. Herkese karşı nazik olan bu iyi insanın bu korkunç durumla karşı karşıya olması kalbimi kırıyor.

İlacınız, alabildiğiniz kadar alın. Para, pasaportlar. Kıyafetler, yanınıza fazladan iç çamaşırı alın. Mendiller. Ev anahtarlarınız – asla yanınızdan ayırmayın, tahliye sırasında benimkini düşürmek üzereydim. Deodorant, diş fırçası, dizüstü bilgisayarınız, şarj aleti ve powerbank…”

Diğer tarafta sessizlik hissediyorum, korkarım bağlantıyı kaybettik.

“Samar, orada mısın?”

“Evet. Sadece bunaltıcı.”

Sonra şöyle dedi: “İçinde bazı değerli şeyler sakladığım küçük bir kutu var, kızımın ilk elbisesi ve bazı mektuplar gibi. Onu alacağım. İçinde başka ne var biliyor musun? Tüm grubumuzun dondurmacıya gittiği zamanı hatırlıyor musun? Bir peçete almıştık ve hepimiz isimlerimizi imzalamıştık. Bize gülmüştün ve gençler böyle yapar demiştin. O hala bende ve onu alacağım.”

Arkadaşıma yardım edemediğim için kendimi çaresiz hissettim. Samar’a iyi şanslar diliyor ve telefonu kapatıyorum.

Gazze’de erkekler ağlamaz. Çocukluktan beri erkeklere ağlamamaları öğretilir çünkü onlar erkektir ve serttir. Büyüdükçe, duygularını ifade etmenin nadiren hoş karşılandığını ve bunu yaparlarsa yargılanacaklarını ve kadınsı olarak kategorize edileceklerini (asla kötü bir şey değil!) fark ederler. Duygularını bastırma alışkanlığı edinmiş yetişkinler haline geliyorlar.

Bu yıkıcı zamanlarda arkadaşlarımla iletişim halinde kalmaya çalışıyorum. Kadın arkadaşlarım üzüntülerini, korkularını ve sahip oldukları tüm duyguları paylaşıyorlar. Erkek arkadaşlarım ise birkaç kelimeyle yetiniyor. “Ben iyiyim.” “İyiyim.” “Durum kötü.” “Böyle ve böyle olması bekleniyor.” Onları daha fazla paylaşmaları için teşvik ettiğimde bile paylaşmıyorlar.

Gazze standartlarına göre, ben erkeklik spektrumunun “yumuşak” tarafına aitim. Ağlarım ve asla utanmam. Bu bana pek çok sorun yarattı. Ancak itiraf etmeliyim ki ilk kez tahliye edildiğimizde, toplumumuzun erkeklere kendilerini asla ifade etmemeleri yönünde uyguladığı baskıdan faydalandım.

Sokakta insanların konuştuğu, çığlık attığı ve ağladığı çok uzun bir gün olmuştu. Gittiğimiz aile endişeliydi ve kötü bir haber almışlardı. Kafamın içinde durmak bilmeyen bir kaos vardı. Gece geç saatlerde, sürekli ve dehşet verici bombalama sesleri arasında, ev sahibi kadın, çocukları ve kayınvalidesi daha güvenli olması için bodruma inmeye karar verdiler; kız kardeşim de onlarla gitti. Üst katta, kocası, büyük oğlu ve ben dairede kaldık.

Her birimizin çok şey yaşadığı belliydi, gözlerimiz çok şey anlatıyordu. Ancak dört saat boyunca neredeyse hiç konuşmadık, sanki sessiz bir anlaşma gibiydi. Ya haberleri takip ediyor, ya cep telefonlarımıza bakıyor, ya bir şeyler okuyor ya da önümüzdeki boşluğa bakıyorduk. Kocası kendine bir şeyler atıştırdı ve yedi. Bombalama devam ediyordu, içinde bulunduğumuz bina sağa sola sallanıyordu ama biz yine de sessiz kalıyorduk. Yorgunduk, düşüncelerimizi tüketmiştik ve en önemlisi sessizdik. Buna gerçekten ihtiyacım vardı.

Başka bir eve taşınmak zorunda kaldık. Sonunda bizi götürecek bir şoför bulduk. Binamızın hala ayakta olup olmadığını görmek için sokağımızdan geçmesi için ona yalvardım. Bütün gece bombalamanın nerede olduğuna dair söylentilerden başka bir şey duymadık.

Taksi şoförünün sokağımıza ulaşması 10 dakika yerine yarım saat sürdü. Yıkım inanılmazdı, sanki dünyanın sonu gelmiş bir aksiyon filminde gibiydik.

Araba yıkılmış binalar, kablolar ve kayalarla dolu yollarda çok yavaş ilerliyordu. Nesneler ya da onlardan geriye kalanlar ağır çekimde beliriyordu. Yıkılmış bir bina gördüm, karşısında üç adam durmuş ona bakıyordu ve gözlerinden ağır yaşlar dökülüyordu.

Gazze’deki erkekler ağlar.

Tüm hayatlarını harcayarak inşa ettikleri evlerini kaybettiklerinde ağlıyorlar.

Hayallerinin ve umutlarının yok olduğunu gördüklerinde ağlarlar.

Geleceklerinin ne kadar korkutucu ve belirsiz olduğunu fark ettiklerinde ağlarlar.

Ve insan oldukları, his ve duygularla dolu oldukları için ağlarlar.

Kaynak: Guardian

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.