Elif Gökçe Aras yazdı: Kılıçdaroğlu için CHP

Meselenin buralara kadar varması kendime, geleceğe ve siyasette desteklemeyi düşüneceğim tüm aktörlere olan güvenimi zedeliyor. Kılıçdaroğlu’ndan ağzımız yandı, yoğurdu üfleyerek yiyoruz. Özgür Özel de aynı diyenlere “yok değildir” diyemiyoruz. Çünkü “tek adam rejimini değiştireceğim, bugünün sorumlularıyla hesaplaşacağım, ayrıştıklarımızla helalleşeceğim” diyen Kılıçdaroğlu’nun iş kendisiyle hesaplaşmaya gelince kendisine tanıdığı imtiyaz, büyük hayal kırıklığı oldu. Onu da aştı, bir an önce istifa etmesini bekleyen insanlara “önce gemiyi güvenli limana teslim etmeliyim, kriterlerime uygun biri olursa” dedi. CHP saltanatla mı yönetiliyor, yoksa yeniden mi aday olacak diye kafalar karışınca “ısrar ederlerse kıramam” dedi! Ve inanılmaz bir biçimde, seçimden sonra sırtını dönüp giden seçmene rağmen Kılıçdaroğlu’nun yeniden genel başkan olmasını isteyen vekiller çıktı!

Seçmenin hayal kırıklığı umurlarında değil. Biz AKP ile baş başa kalmamızın şokunu yaşarken, güneşli pazartesiler fotoğrafları paylaşıyorlardı. Bir daha hiçbir seçimi kazanamayacakları önemli değil, bir seçimlik canları kalmış, hâlâ o seçimde “ne koparırız” derdindeler. Bu kadar seçmeninden kopuk ve başarmak isteyeceği hiçbir ideali kalmamış insanlar elbette AKP’yi yenemez. Bu küçücük vizyon elbette ağızlarından köpükler saçarak kazanmak isteyenlerle mücadele edemez. Ülke yanıyor, bazı vekiller sedirime kadar gelsin de sigaramı yakayım diye bekliyor. 

Kılıçdaroğlu’nu destekleyen hiç kimse onun politik dehasından bahsetmiyordu. Ama en azından güvenilir buluyordu. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı düzende siyaseten yetersiz ama güvenilebilir biri gibi duruyordu. Sonrasına sonra bakarız dedik ve güvenebileceğimiz biri olduğunu düşünerek destekledik. Ben dâhil destekleyen birçok kişi eleştirmekten de eksiklerini söylemekten de geri duramıyordu çünkü sahip olmadığı politik dehayla kör göze parmak hatalar yapıyordu.

Seçimden aylar önce yazdığım “Herkes için CHP” ve “CHP PRO 2023” yazılarımda Kemal Kılıçdaroğlu’nun ıskaladığı ve ıskalamakta ısrar ederse muhakkak kaybedeceği alternatif yol haritasını yazmıştım. CHP’yi lokomotif parti olarak görüp, sol politikalarla sosyal devleti ön plana çıkaracağı, kendi partisinden bir yıldızlar takımı kurarak kampanyayı örgütlemesi gerektiğini yazmıştım ve sormuştum; Herkes için CHP sloganıyla diğer partilere hizmet veren bir partiyi mi anlamalıyız, yoksa her vatandaşın kendisinden bir şeyler bulacağı bir parti mi?

Kemal Bey, AKP’nin yıllardır aldığı oyun hipnozuna kapılarak sağcılara sağ övmeyi bırakıp, sağ partilerle ittifak yapmaktan vazgeçmeli, diğer muhalif partilerin tümüyle dirsek temasında olmalı ama hiçbirisiyle organik bağ kurmamalıydı. En büyük muhalefet partisi olmasını sağlayan ama tek başına iktidar olmaya yetmeyen kısıtlı gücünü küçük partilere dağıtmaktansa, onların katkılarıyla kendi gücünü ve hızını artıran bir lokomotife dönüştürmeliydi. Ancak sönük ve ilgi çekmeyen masa toplantıları sürecinde gerçekleşen Vizyon Belgesi Toplantısı ile CHP’nin yarattığı heyecandan sonra bile seçimdeki yol haritasının nasıl olması gerektiğini fark edemedi Kemal Bey. Kendi kadrolarına güvenmektense küçük partileri ihya etmeye devam etti. 

Bu davranışın seçmende hiçbir karşılığı olmayacaktı. Çünkü Erdoğan dururken hiçbir mütedeyyin ve muhafazakâr seçmen masasındaki küçük partilere oy vermezdi. Hele hele yıllar süren iktidarlarından sonra yeniden CHP’nin kanatları altına girmeyi ve ondan anlayış beklemeyi asla kabul etmezlerdi. Tüm partilere eşit mesafede durarak krizin yıprattığı, depremin vurduğu, kutuplaştırmanın gerdiği insanlara “bizim iktidarımızda kimse öteki olmayacak” mesajı vermek, ekonomik kaygılarını gidermek yerine iaşe dağıtma düzeninin devam edeceğini vaad etmiş oldu.

Seçim döneminde en çok eleştirdiğim tavrı, söylemlerinde muhalif seçmenin duymak isteyeceği kavramları ön plana çıkarıyor, eylemde tam zıddını uyguluyordu. Bir yandan hesaplaşacağım diyor, öte yandan Erdoğan’dan sonra ilk hesaplaşması gereken aktörlerden Davutoğlu ve Babacan ile müttefik oluyordu. Dış politikadan, düzensiz göçten şikâyet ediyor, Suriye politikasının mimarlarından olan ve IŞİD için “öfkeli çocuklar” diyen Davutoğlu ile aynı masada oturuyordu. Özelleştirmelerden şikâyet ediyor, Babacan’ı ekonomiyi kurtaracak aktör olarak sunuyordu. Hâlbuki kendi partisinde Selin Sayek Böke gibi sosyal devletin önemini kavramış biri var. Hacer Foggo’yu, Sevgi Kılıç’ı övüyor ama onları seçim bölgelerinde son sıralara yerleştirirken, Sadullah Ergin gibi FETÖ’nün yargıda top sektirdiği sürecin en kritik aktörünü Çankaya’dan aday gösteriyordu.

Akşener’in muhalefet için yıkıcı etkisini cümle âlem gördü bir o görmek istemedi. Kendi belediye başkanlarını rakip olarak karşısına diktiği halde oturup sorunu çözmek yerine sorun yokmuş gibi davrandı. Kurduğu masayı değersizleştiren tavırlarına rağmen ittifaka devam etti. Ağır hakaretlerle masadan kalktığı halde ayağına kadar elçi gönderdi. Zannetti ki bir oya bile muhtaç olduğu seçimde Akşener masada olmazsa kaybeder. Şimdi kaybın başrolünü birlikte paylaşıyor büyük kaybın eş başkanları.

Sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun değil; siyaset bilimci akıl hocalarından, anket şirketlerinden, trollerden hatta Cumhur İttifakından aldığı desteğe rağmen büyük bir başarısızlığa imza atmış Akşener’in de siyasi geleceği bitmiştir. Sadece Kılıçdaroğlu’nun değil, Davutoğlu’nun da, Babacan’ın da siyasi geleceği bitmiştir. Tüm başarısızlıklarına rağmen liderlikte ısrar eden, oturacak koltuk da, onu onaylayacak dalkavuk da bulur elbette, ama o kadar. Bunu ilk seçimde tecrübe edecekler.

***

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Kemal Bey, Erdoğan’ı yenmek için göstermediği dirayeti kendi partisinde gençlerin önünü kapatmak için gösteriyor. Demokrasi? Hem Atatürk’ün koltuğunda oturuyorum diyeceksiniz hem saltanatla yönetmeye kalkacaksınız. Cumhuriyet neden mi kutlanmadı? Sizin yüzünüzden. Siz cumhuriyet değerlerine inanmadığınız için. Söylesenize, seçim gecesi trafoya kedi kaçıran akıldan ne farkınız kaldı? Aynı zarfın içindeki iki oydan birini saymayan düzenden, tensipleri ile buyuran Erdoğan’dan ne farkınız kaldı?

Tıpkı bomboş saray danışmanları gibi kendi partinize ve Atatürk’e hakaret eden bom boş insanlara danışman kadrosu açmışsınız. Sorulduğunda “yeterince araştırmamıştım” diyorsunuz, peki onlara danıştığınızda partinize düşman kafa yapılarını anlamadınız mı? Yoksa hiç danışmadınız da, sadece vitrin kalabalık görünsün diye mi tuttunuz?

Siz egemenliğin halkta olduğuna da inanmamışsınız anlaşılan. Halkın seçme hakkına saygı duysaydınız, CHP seçmeninin asla oy vermek istemeyeceği kişileri listelerinize yerleştirmezdiniz.

CHP seçmenine ve örgütüne bu kadar hakaret etmişken, CHP Genel Başkanlığını kazanacağınızı nasıl düşünebiliyorsunuz? A, evet, delege pazarlıkları. Sen bana şunu ver ben de sana şunu vereyim. İşte bu iğrenç sistem değişmedikçe yani CHP’ye demokrasi gelmedikçe, Türkiye’ye demokrasi gelmeyecek. Atatürk’ün kurduğu partinin lideri görevi bırakmak için şartlar koşar, veliaht belirler, yani saltanat yanlısı olursa, bu ülkede cumhuriyet elbette devlet tarafından değil, halk tarafından kutlanır. İktidar da sizler de demokrasiye inanmıyorsunuz.

Şahsım rejimiyle mücadelesinde yapayalnız kalan muhalif seçmenler olarak kurultay sürecinde tanık olduklarımız, AKP’nin neden yenilemediğini de ortaya koyuyor. Bir yanda şahsım rejimi, bir yanda bahtım rejimi. CHP’de AKP’nin kırmızısıymış.

CHP değişmedikçe Türkiye değişmeyecek.