Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Deprem Üçlemesi (1) | BİR SES DUYDUM: Madencilerin hikâyesi

Medyascope, 6 Şubat depremlerinin 1. yıldönümü için üç belgesel hazırladı. BİR SES DUYDUM, bu üçlemenin ilk videosu. BİR SES DUYDUM, arama-kurtarma çalışmaları için Hatay’a giden madencilerin zaman zaman hüzünlü zaman zaman da umut dolu hikâyesini anlatıyor. Bu belgesel, deprem bölgesinde özveriyle çalışan bütün madencilere adanmıştır.

Bu belgesel Research Institute on Turkey – Türkiye Deprem Fonu desteğiyle hazırlanmıştır.

Türkiye’yi paramparça eden 6 Şubat 2023 depreminin ardından ülke, kendini tarifsiz bir acının pençesinde buldu. O gün yeryüzü sadece sismik bir güçle değil, paramparça olmuş hayallerin ve kırılmış kalplerin ağırlığıyla da titredi. Sismik dalgaların 50 binden fazla kişinin hayatını kaybetmesine sebep olması, Türkiye halkı için neredeyse her şeyi değiştirdi. Bir zamanlar kahkahalar, gözyaşları ve günlük hayatın koşuşturmacası ile dolu olan hareketli sokaklar derin bir sessizliğe gömüldü, şehirlere yas hâkim oldu. Etkilenen bölgelerin her bir köşesi, aramızdan ayrılanların bıraktığı boşluğun acı bir hatırası haline geldi. Sismik dalgaların etkisinin azalması ile birlikte şehirleri ürpertici bir farkındalık sardı. Koskoca şehirler artık bir cenaze alayına tanıklık ediyordu.

Ani bir depremle boğuşan milletin çığlıkları enkazın ortasında yankılanıyor, hayatta kalanlar sevdiklerini acı dolu bakışlarla bekliyordu. Dışarıda, o soğukta bekleyen aileler, gözyaşlarıyla enkaza dönüşen evlerinde herhangi bir yaşam belirtisi arıyordu. İnsanlar sevdiklerinin ismini bağırıyor, umutsuzca enkaz altından çıkacaklarına olan inançlarını canlı tutmaya çalışıyordu. Saatler geçiyor, yardım gelmiyordu, o umutlu bekleyiş yerini çaresizliğe bırakmıştı. Soğuk hem dışarıda bekleyen hem de enkaz altında kalanların kemiklerine kadar işliyordu. Saatler geçtikte enkaz altından gelen belirsiz sesler azalmaya başlamıştı. Tüm bu yaşanan acının derinliklerinden bir grup isimsiz kahraman ortaya çıktı: Madenciler.

“’Geldiler’ diye bir ses duydum”

Hatay-Kırıkhan’da yaşayan Veli Gövtaş o gün özel bir şirkette gece vardiyasında çalışıyordu. Depreme işyerinde yakalanan Gövtaş, deprem bittikten sonra iş arkadaşının aracıyla evine gitmeye çalıştı. Ancak binalar yıkıldığı ve yollar kullanılamaz durumda olduğu için araç ile bir noktaya kadar gittikten sonra arabadan inip evine koştu. Gövtaş’ın o sırada dilediği tek şey evini sağlam görmekti. Eve vardığındaysa bir enkaz yığınıyla karşılaştı. Elleriyle enkazı temizlemeye çalışsa da, evinin geldiği durum Veli Gövtaş’ın bedensel gücünü aşıyordu. Akrabaları sayesinde delik açarak evin içerisindeki eşi ve iki kızının sesini duydu. Yaşadıklarına dair sesi duydu ancak yapacakları bir şey yoktu. Çünkü Gövtaş ailesinin sıkıştığı yer çok dardı… Veli Gövtaş hayatta kalanlardandı ancak bu bir zafer değil, enkazının başında yorgun bir yürüyüş, çaresiz bir bekleyişti… 17 saat boyunca ailesini enkazdan çıkarmak için uğraşan ve gücünü yitiren Gövtaş, madencilerin geldiğini öğrendiği anı şöyle anlatıyor:

“Ateş kenarında veya arabalardayız, artık mayışmışım. Yorgunluktan mı, bitkinlikten mi bilmiyorum. ‘Geldiler’ diye bir ses duydum. Biz kurtarma ekibi, itfaiye, AFAD veya kolluk kuvveti bekliyoruz. Kendime geldim. ‘Kim geldi?’ diye sordum. ‘Kurtarma ekibi geldi’ dediler.”

Fosforlu tulumları, yüzlerinde ter, gözleri yaşlı yorulmak nedir bilmeyen bu işçiler, yıkımın kalbine, yani hiçbir arama kurtarma ekibinin henüz ayak basmadığı bölgeye indiler. Maden işçileri bir insanın bile olsa canını kurtarmak için kendi canlarını tehlikeye atarak, “Buraya girilmez, çok riskli” denilen göçüklere girdiler. Yeraltı ayaklarının altında titrerken onlar göçüğün içerisinde her zaman yaptıkları gibi o soğukkanlı yüz ifadeleriyle çalıştılar. Kafa lambalarındaki loş ışıkla enkazın içinde ilerlediler ve dışarıda bekleyenlere ve göçükte sıkışanlara umut oldular. Her kürek ve balta darbesi bir zamanlar orada yaşayanların hayatlarından bir parça çıkardı. Bu belki bir çocuğun oyuncağı, belki bir aile fotoğrafı ya da bir çocuğun ilkokul karnesiydi…

Enkazın altında devam eden artçı sarsıntıları yaşayan madenciler asla yorulmak nedir bilmediler. Bu isimsiz kahramanlar, o güne kadar hayal bile edemeyecekleri acı ve üzüntüye tanık oldular. Mesleklerinin zorlukları nedeniyle sertleşen ve duygularını iyi saklamayı öğrenen madencilerin soğukkanlı ifadeleri, karşılaştıkları acı karşısında adeta yok oldu…

Madenciler deprem bölgesine vardıklarında etrafta hiçbir arama kurtarma çalışması yoktu. Kozlu Tahlisiye Ekibinin Başmühendisi Yasin Sever, Kırıkhan’a gittiklerinde karşılaştıkları manzarayı şöyle özetledi: “Daha önce hiç arama kurtarma ekibi veya yardım edecek profesyonel bir ekibin gitmemiş olduğunu anladık. Çünkü her yer çok karanlıktı ve her yerde yardım sesleri vardı.”

İşte o zaman anladılar, her geçen saat, dakika ve saniye onlar için çok önemliydi. Sadece ölenler için değil, hayatta kalmak için enkaz altında umutsuzca mücadele edenlerin de onlara daha fazla ihtiyacı olduğunu biliyorlardı. Üstlerine yüklenen o sorumluluğu hissettiler. Deprem bölgesi artık madencilerin kazma, kürek sesleriyle yankılanmaya başlamıştı.

Madenciler deprem bölgesinde

Kimisi gece vardiyasında çalışıyor kimisi de gündüz vardiyasının gelmesini bekliyordu. Bu ekip yeraltı tahlisiye ekibi: Yeraltı maden işletmelerinde, tehlikeli durumların bulunduğu ortamlara, can ve malzemeyi kurtarmak için görevlendirilmiş ve çeşitli madencilik sanatlarından seçilmiş özel olarak eğitilmiş kişiler.

Yasin Sever, 6 Şubat sabahı bir telefonla uyanıyor. Arayan tahlisiye merkezi, büyük bir deprem olduğu haberini veriyor. Sever, tahlisiye ekibini topluyor. Zonguldak’tan deprem bölgesine doğru yola çıkıyorlar. Yasin Sever ve ekibi ilk başlarda depremin büyüklüğünü anlamıyor çünkü bölgeden alınabilen bilgi sayısı çok sınırlı:

“Yoldayken Niğde’ye gelmeden önce ikinci depreminin haberini aldık ve büyük bir depremle karşı karşıya olduğumuzu anladım. O yüzden şu kararı verdim: Niğde’ye girelim, bir mola verelim, üç gün yiyeceğimiz erzakı alalım ve donanımlı bir şekilde çıkalım. Tabii depremden sonra iyi ki o kararı vermişim diyorum çünkü o üç günlük erzak bizi orada ayakta tuttu.”

Tahlisiye ekibinden Mustafa Özsoy, Kırıkhan’a gittiklerinde şehrin yaklaşık yüzde 80’inin hasarlı ve dağınık bir halde olduğunu söylüyor. Ekip arkadaşı Ertan Akar, gördüğü manzaranın televizyonda gösterilenlerden daha kötü olduğunu eklerken, İsmail Coşkun da diğer ekip arkadaşları gibi manzaranın dehşet verici olduğunun altını çiziyor. Ersin Ertuğrul, gördüklerini “küçük kıyamet” olarak adlandırıyor: “Biri oğlum diye ağlıyor, biri annem diye ağlıyor. Hangi birine koşacağını şaşırıyorsun. İnsanlar umudunu kaybetmemek için enkaz altında ses gelmese bile, ‘Ses alıyoruz abi, gelin’ diyorlar, gidiyoruz.”

Her gün yerin yüzlerce metre altında çalışan madenciler yeraltına girdiğinde çıkamama ihtimali olduğunu biliyor. Her gün bu ölüm riskiyle karşı karşıya olan madenciler, yeraltından çıktıklarında birbirlerine “geçmiş olsun” diyorlar. Bu, “Bugün canını orada bırakmadın, sağ çıktın” anlamına geliyor. Yasin Sever, madencilerin canın kıymetini iyi bildiklerini söylüyor: “Geçmişte maden kazalarından dolayı eşini dostunu, akrabasını yitirmiş madenciler canın kıymetini çok iyi bilir. Kenarda enkazın başında aileler yakınlarına ulaşmayı beklerken madencilerin orada durma şansı yok.”

Madenciler deprem bölgesine geldiklerinde yardımın henüz ulaşmadığını fark ediyor ve her yerde yardım çığlıklarını duyuyor. Depremin büyüklüğü karşısında inisiyatif alarak ekibi bölen Yasin Sever ve her yere yardım etmek için uğraşan tahlisiye ekibinin yanına, Veli Gövtaş isimli bir vatandaş geliyor. Eşinin ve iki kızının enkaz altında olduğunu, ses verdiklerini ama yanlarına yaklaşamadıklarını söylüyor Gövtaş. Yasin Sever, böldüğü ekibi de ikiye ayırarak Veli Gövtaş’ın ailesinin yanına gönderiyor. Gövtaş’ın eşinin ve çocuklarının sesini duyan madencilerden İsmail Coşkun, “Sesi duyduktan sonra bitti bizim için… Biz orada ya öleceğiz ya alacağız, isterse o bina üzerimize çöksün” diye anlatıyor o anları.

“Ya hiç gelmeselerdi?”

Ekip arkadaşı Ertan Akar, Veli Gövtaş’a evin odalarını çizmesini söyleyerek ailenin nerede olabileceğini saptamaya çalışıyor ve aileyi canlı kurtarıyor. 17 saat boyunca çaresizce bir kurtarma ekibinin gelmesini bekleyen Veli Gövtaş ise ailesine kavuşması şöyle anlatıyor: “Çocuklarına, eşine kavuşmak ikinci bir hayat gibi. O 17 saati ne onlar anlatabilirler ne de ben. Bu çalışmayı başlatanlar gönüllü arama kurtarma ekibi. Zonguldak neresi, Hatay neresi… 12-13 saatte gelmişler, ya hiç gelmeselerdi?”

Enkazdan çıkan Gövtaş ailesi, yaşanmışlarını, hatıralarını, her şeyi geride bırakarak Hatay’dan Ankara’ya taşınıyor. Enkazdan çıkan Veli Gövtaş’ın eşi Tuğçe Gövtaş, Kozlu Tahlisiye Ekibi’ne ulaşıyor. Ekip de yaşanan bütün acıların iyi bir sonla bitmesi için Gövtaş ailesini ziyarete, Ankara’ya gidiyor. Konuştuğumuz bütün madenciler de Gövtaş ailesi de aynı şeyi söylüyor: “Yeni bir ailemiz oldu.”

Geldiler: Fosforlu kıyafetleri, baretleri ve kafa lambaları…

Veli Gövtaş, “Eşim hep şöyle söylüyor: Kahramanlar… İnsanlara umut oldular, güneş oldular. Hâlâ kulağımda mesela ‘geldiler’. Böyle kendime geldim, gözlerimi açtım. Fosforlu kıyafetleri, baretleri ve kafada kafa lambaları… Hani biz de daha resmi kıyafetli, iş makinalarıyla gelen bir ekip bekliyoruz. Bir felaket daha yaşansa inancınız olsun kafamda hiçbir soru işareti olmaz” diyerek Karadeniz’de yeni bir ailesinin olduğunu vurguluyor.

Enkazın maden ocağına dönüşü

Madenciler aslında depreme en hazır ve en donanımlı insanlardır. Çünkü her gün yerin altına iniyorlar ve orayı tahkim ediyorlar. Başka insanların, arama kurtarma ekiplerinin girmeye cesaret edemediği yerlere girdiler. Çünkü kendi doğal elementleri olan toprakla, taşla uğraşıyorlardı. Maden ocağında kömür çıkarmak için parçalanan eller, bu sefer bir insan canını kurtarmak için savaşıyordu. Yeryüzünde yürüyenlerin göremediği ama her gün yeraltında zorlu koşullarda çalışmalarının verdiği bilgi birikimiyle insanların hayatını kurtarırken öne çıktılar.

Maden işçisi Hasan Ören mesleklerini, “Kömürle alakalı bir şey yaptığımız zaman, deliyoruz tahkimatını yapıyoruz sonra göçertiyoruz. Bunu yaparken elektrikle, havayla, gazla ve metanla mücadele ediyoruz. Enkazda ise canla mücadele ediyoruz” diye özetliyor aslında.

“Biz dünyayı sırtlamışız”

İlyas Açıkgöz, maden ocağındaki çalışma şekillerini deprem bölgesine adapte ederek çalışan madencilerden yalnızca biri: “Bir tarafta kömür var dediler çıkardım, diğer tarafta can var dediler aldım. Biz dünyayı sırtlamışız, içeride can varsa o binanın yıkıntısını gözümüz bile görmüyor.”

Enkaz, maden işçileri için bir maden ocağına dönüştü. Teknik bilgi ve becerileriyle korkusuzca ama temkinli adımlarla ilerlediler. Ersin Ertuğrul, günlerce hiç durmaksızın çalıştıklarını, yorulduklarını ancak enkaz altından bir ses aldıklarında bütün yorgunluklarının gittiğini anlatıyor: “Sanki 24 saat uyumuşsun, canlanmışsın gibi.”

Madenciler için iş sağlığı ve güvenliği çok önemli, insan canı ise daha önemli. Maden ocaklarında da zaman zaman kazalar meydana geliyor. Bu kazalarda madenciler arkadaşlarını sırtlarında taşıyarak yeryüzüne çıkarıyor. Hatta kimi zaman arkadaşının canını kurtarmak için kendi canlarını tehlikeye atıyorlar.

“Orada göçük olmuş, şu olmuş, bu olmuş, hiç önemli değil. Onun çaresi sensin, başka kimse değil. Annesi babası dışarıda bekliyor, o bile giremiyor. O giremediği yere sen girmek zorundasın, zorunda hissediyorsun, çünkü bu işi sen biliyorsun” diyor Hattat Enerji ve Maden tahlisiye işçisi Gökhan Gökdağ.

Madenciler kendi çalışma teknikleri ve özel becerilerini enkazda bir insanın canını kurtarabilmek için adapte etti. Bu sadece işlerini iyi bildiklerini değil, insanların hayatını kurtarmak için olağanüstü bir çaba sert ettiklerini ve yeraltı ile yer üstünü birleştirdiklerini gösteriyordu.

Hasan Ören, yeraltı mücadelelerini yer üstüne taşıdıklarını şu sözlerle açıklıyor: “Yer üstündeki insanlar bizim yeraltındaki çalışma şartlarımızı gördü ve dedi ki, ‘Siz bu işi gerçekten biliyorsunuz’. Bir de orada bir başarısızlık vardı. Bu olaya müdahale etmesi gereken insanların başarısızlığıydı. Bu sefer insanlar bize sempati duymaya başladı.”

Çağlayan Kılavuz ise enkaza nasıl gireceklerini, nasıl çalışacaklarını ve sağ birini nasıl kurtaracaklarını bildiklerini ve bu bilinçle hareket etmenin onları hızlandırdığını aktarıyor: “Hangi tahkimatlarla gireceğimizi, insana nerden ulaşacağımızı, nerede bulunabileceğini tahmin ediyoruz. Deprem oldu, insan kaçtı. Nereye kaçtı bu insan? Ya merdiven boşluğuna kaçtı, ‘Ben bir önce çıkayım’ diye ya da yatağının yanında yakalandı.”

Ve tabii ki emniyetlerini alarak giriyorlar. Cemre Mert Aslan, madencide cahil cesareti olmadığını, her gün yaptıkları iş dolayısıyla göçük altında çalışmaya alışkın olduklarını anlatıyor: “Biz olayın risklerini çok iyi biliyoruz. Bu yüzden dışarıdan buraya girilmez bunlar cahil cesaretiyle çalışıyorlar diye söylenebiliyor ama yaptıklarımızı izleyen insanlar bilgili bir şekilde çalıştığımızı görüyor.”

Sahaya ilk indiklerinde ellerinde kazma, kürek, balta, tokmak, demir kesici makas, domuzdamları, ağaç malzemeler götüren madenciler ilk iki gün ekipman konusunda sıkıntı çekti. Madencilerin yeraltında kullandıkları malzemeler hava ile çalıştığı için yanlarında götüremediler. Afet anlarında ilk ekip olarak yola çıkan tahlisiye ekipleri ekipman konusunda bir sıkıntı yaşamadı çünkü sahaya donanımlı bir şekilde gittiler.

Sahada madencilerin en çok ihtiyaç duyduğu malzemelerin başında hidrolik makaslar, jeneratörler ve hilti yer alıyordu. Bölgeye gelen itfaiye veya diğer ekiplerden temin ettikleri hidrolik makaslar, sonradan sahaya gönderilen jeneratörler ve halkın kullanıma izin verdiği bireysel araçlarla yol aldılar. Yanlarında götürdükleri demir makaslar işlerini uzatıyordu ve saniyelerle yarışıyorlardı. Bu nedenle hidrolik makaslar arama kurtarma çalışmaları sırasında işlerini hızlandırdı. Ancak depremin büyüklüğü karşısında bölünmek ve parçalanarak çalışmak zorunda olan ekiplere kazma, kürek ancak düşüyordu.

İsmail Coşkun, malzeme sıkıntısı yaşadıkları yerde madencilerin çevredeki materyallerden kendilerine pratik malzemeler oluşturduklarını söylüyor: “Aletin yetişemediği yerde ustalık devreye giriyor. Çevrenizdeki materyallerden kendinize orada kurtarıcı bir malzeme yapmak zorunda kalıyorsunuz.”

“Önce Allah sonra domuzdamı”

Domuzdamı, madencilerin yeraltına indikleri zaman kendilerini güvende tutabilmek için kurdukları bir tahkimat sistemi. Tavanın yükünü direkt olarak tabana iletiyor. Çeker gücü fazla olan ağaç malzemelerden yapılıyor. Madenciler ilerledikleri hat boyunca kilit sistemi yaparak diziyorlar. Yani binanın yükünü ağaçlara veriyorlar ve ilerliyorlar. Madenciler de enkaz altında kalan canlı birinin üzerine moloz düşürmemek için domuzdamı yöntemiyle enkazın yanlarından girmeyi tercih ediyorlar. Depremden sonra haberlere konu olan domuzdamları aslında madencilerin vazgeçilmezlerinden. Bu nedenle madenciler domuzdamı için “Önce Allah sonra domuzdamı” diyerek aslında kullandıkları ağaç malzemelerin madenciler için ne kadar önemli olduğunu vurguluyor.

Domuzdamlarını kurduktan sonra enkaz içerisinde artçılar olsa bile madenciler güvende olduklarını biliyor. “Koskoca madeni tutan domuzdamları bir binayı da tutar” diyerek özetliyor madenciler bu durumu. Enkazda artçılara denk gelseler ve bina üzerlerine çökse bile madenciler sıra sıra dizdikleri domuzdamları sayesinde hayatta kalacaklarının farkında. Sarsıntı anında domuzdamlarının yanları taş ve betonla dolabilir ancak madenci içeride hayatta kalıyor. Arkasından gelen kişi domuzdamları sayesinde kurtarma çalışması yapabiliyor.

Madenciler, ocaklarda yaptıkları bağ tahkimatlarını deprem bölgesine adapte ederek hem kendilerini hem de kendilerinden sonra içeri girecek diğer arama kurtarma ekiplerini sağlama aldı. Kendilerini sağlama aldıktan sonra kullandıkları tahkimat türleri ile enkaz içerisinde bulunan canlı veya cansız bedeni çıkardı. Bu madencilik tecrübesi onları, bölgede çalışan diğer arama kurtarma ekiplerinden ayırıyor.

Domuzdamı en çok gündeme gelen tahkimat türü olsa da kuyu açma, kurtağzı gibi tahkimat türleri de madenciler tarafından sık kullanılıyor. TTK Armutçuk İş Güvenliği Eğitim Baş Güvenliği Başmühendisi Sinan Taydurdu, arama kurtarma faaliyetleri sırasında en çok kuyu açma yöntemini kullandığını söylüyor: “Kuyu açtığımız zaman artçı veya sarsıntılarda açtığımız kuyu bozulmuyordu. Kurtarma çalışması yapan ekibi de riske atmamak için kuyu inmeyi çok tercih ettik. Domuzdamı çok gündeme geldi, kuyuda dik iniyorsanız domuzdamıyla giderken, yatay ilerleniyor. Bunun için tavan ve taban tabyasının bozulmaması iki tabya arasında domuzdamının örülmesi gerekiyordu. Bu daha riskli ve daha sancılı bir yöntemdi. Biz onun için kuyuyu tercih ettik, mecbur kaldığımız yerlerde de domuzdamı ve ilave tahkimatlar yaptık.”

Madencilerin, eleştirilerin odağındaki AFAD ile imtihanı

Madenciler diğer arama kurtarma ekiplerinden farklıydı. Bu fark, bu insanların her gün yerin 500 metre altına inerek verdikleri hayatta kalma mücadelesinden kaynaklanıyordu. Elinde kazma küreği ile insanlara yardıma giden madenciler aynı zamanda bölgeye geç gelen ve insanların tepkisi ile karşılaşan AFAD ile çatışıyordu. Madenciler, bölgeye geç gelen AFAD’ın, madencilerin çıkarmak için günlerce uğraştığı canlıyı ellerinden alarak kendileri çıkarmış gibi gösterdiğini söylüyor.

Ersin Ertuğrul, “Canlıyı tam yukarı çıkartıyoruz, ‘Halk alıyor’ diyoruz. AFAD, bizim arkadaşı itmiş, düşürmüş, almış elinden canlıyı, ‘Biz kurtardık’ diyorlar. Bu saçmalık! Biz Allah rızası için can kurtarmaya gittik” diyor.

Mesut Aslan, çalışma adresleri belli olduğu için canlı birini çıkaracakları zaman AFAD’ın kendilerini aradığını ve gelip canlıyı kendilerinin çıkaracakları yönünde konuşmalar yaptığını söylüyor: “Ben ve ekibim 17 saattir enkaz başındayız, ellerim paramparça olmuş. Telefonda onlara ‘Size canlı vermem, biz ekibimle sabahtan beri çabalıyoruz’ dedim. Arkamızda da ordudan rütbeliler vardı, ‘Siz sıkıntı yapmayın, biz konuşuruz’ dediler. Sonuçta AFAD oraya geldiğinde kaos çıkıyor, biz arama kurtarmayı bırakıp onların kavgasını ayırıyoruz. Bizim yaptığımız işi hep onlar üstlenmeye çalıştı ama biz oraya reklama gitmedik.”

AFAD ile canlı çıkarma tartışması yaşayan madencilerin sayısı epey fazla. Madenciler AFAD ekiplerinin bölgeye gelen son ekipler olduğunu, ilk başlarda jandarmalarla, polislerle, itfaiye ekipleriyle beraber çalıştığını ama AFAD’ı göremediklerini söylüyor. Hasan Ören, madencilerin bölgede, depremden etkilenen halk tarafından nasıl karşılandığını şu hikâyesiyle aktarıyor: “Dördüncü veya beşinci gün, bir çocuk gördüm. İtfaiyede kolu kırılmış sanırım, öyle AFADa geçmiş. Bana ‘Abi şu TTK yeleğini bana verir misin, çok tepki görüyorum, sövüyorlar bana’ dedi. Verdim yeleğimi, iki gün sonra yeniden karşılaştık, ‘Abi, bu madenci neymiş böyle ya, malzeme istiyorum veriyorlar, çorba içeceğim en ön sıraya koyuyorlar’ dedi.”

Ören AFAD’ın koordinasyon eksikliğini ise şöyle anlatıyor: “Herkes AFAD’dan bir şey bekledi ama biz enkazda hiç denk gelmedik. Bir kere denk geldik, 21 saat uğraştığımız canlı birini çıkarmaya yakın AFAD’dan iki çocuk geldi. Fotoğraf ve video olayına girmeye çalıştı. Bizim genç madencilerle sıkıntı yaşadılar. Orada, ‘Bırakın onlar şovunu yapsın, Allah biliyor, kul biliyor’ dedim.”

Madenciler, diğer arama kurtarma ekiplerinin girmek istemediği, kepçe ile temizlenmesi gerektiği söylenen binalarda çalışıyor, herkesin terk ettiği apartmanlara ihbar aldıkları zaman giriyorlardı. Gerek canlı kurtarmak için, gerek ailelere cansız bedenleri vermek için… Madenciler aslında bir övgü veya ödül de beklemiyordu, tek amaçları canlı çıkarmaktı.

Madenciler, deprem zamanı bölgeye sonradan gelen AFAD ile ortak çalışabileceklerini ancak AFAD’ın bölgede buna yanaşmadığını söylüyor. AFAD’ın elindeki teknik malzemelerle madencilere destek vermesi ve yardımcı olmasının daha sağlıklı olduğunu aktarıyorlar.

“Biz bir can için 100 kişiyi feda ederiz”

Elleri paramparça, gözlerinden uyku akan madenciler sahaya hakim olmuşlardı. İsmail Coşkun sahada insan kurtarmak için verdikleri mücadeleyi şöyle aktarıyor: “Yabancı bir arama kurtarma ekibi geldi. Ellerinde her türlü alet vardı ama binayı riskli gördükleri için girmediler. Bir can kurtaracağım hesabına 10 kişiyi feda etmek istemiyorlardı. Ama biz bir can için 100 kişiyi feda ederiz.”

Madencilerin temel prensibi cansız veya canlı herkesi ailesine teslim etmekti. Madenciler, cenaze teslim ettiklerinde dahi ailelerin sevindiklerini gördüklerinde de etkilendiler. Bu nedenle cenazeleri beden bütünlüklerini bozmadan çıkarmaya dikkat ettiler. Yorgunlardı ve duygusal olarak çökmüşlerdi… Canlı veya cansız dokundukları her bir insanın onurlu bir vedayı hak ettiğini düşünüyorlardı… Bu yüzden cansız bir bedene dahi canlıymış gibi dokundular: “İnsanlar çok çaresizdi. Cenazesini aldığı için bile elimiz ayağımızı öpecek hale gelen, bir saat dua eden insanlar vardı.”

Halk madenci kıyafetini gördüğü zaman gözlerinde bir sıcaklık oluşuyordu. Depremden etkilenen vatandaşların yakınları madencilere teşekkür ediyor, sarılıyordu. Madencilerin yolları açılıyordu. Emrah Açıkgöz, vatandaşların beyaz baretlerini gördüğünde alkışlandıklarını ve buna şaşırdığını belirtiyor: “Bizi görünce insanların gözündeki o duyguyu, o mutluluğu bir görmeniz lazım. Hani o kadar büyük bir acının içinde nasıl sevinebiliyorlar? İnsanların gözündeki o mutluluğu görünce biz de duygulandık. Böyle değişik olduk çünkü bir acı var ve acı varken mutluluk çok zordur.”

Madenciler dahi, diğer madenci arkadaşlarını görünce güvende hissediyordu. Yaptıkları işin önemini ve değerini o gün anladılar. Madencilikleriyle gurur duydular. Yine de enkaz altında gösterdikleri bu üstün başarının ortasında kendilerini de bu acıdan derin bir şekilde etkilenmiş buldular. Kaybedilen her bir hayatın ağırlığı, özellikle çocukların cansız bedenleri söz konusu olduğunda derin acı hissedilir hale geldi.

Gökhan Gökdağ için de durum böyleydi: “Sağa bakıyorum, sola bakıyorum her yerde bir ceset var. Bakıyorum annem, bakıyorum babam, bakıyorum kardeşim… Bu sefer sen duygusala bağlıyorsun. Bu sefer daha da hırslanıyorsun, ses geldiğinde içeriden onu almak istiyorsun. Adamın karısı çocuk elinde bekliyor, ‘Kocam içeride’ diyor. Ne yapabilirsin buna? Giriyorsun, dalıyorsun içeriye. En kötü şey de çocukların oyuncakları oldu benim için. Her girdiğim odanın kenarlarında çocukların oyuncakları vardı. Ya, bu çocuk az önce oynuyordu… Burada aynı çocuğun kanları var!”

Madencilerin emeğinin etkisi fiziksel alanın ötesine ulaştı. Günlerce uyumadan çalıştılar. Gökdağ, dönüş yolculuğunun zor olduğunu ve evlerine gitmekte zorlandıklarını söylüyor: “Kurtaracağımızı kurtardık ama bizde de enerji bitti. Herkes birbirinin suratına bakıyor. Dönüp baktığımızda yolun kenarında çuval gibi bir şey görüyoruz, hepimiz onu ceset sandık. ‘Psikolojiniz bozulur’ dediler, ‘Bozulmaz’ dedik. Ama yolun yarısında bunun farkına vardık, psikolojimiz gerçekten bozulmuş.”

Madenciler gittikleri bölgedeki insanların hiçbirini tanımıyor, hiçbirinin ailesi, arkadaşı değil. Ama her birine bir tanıdık gibi yaklaşıyorlar. Gelmeden önce böyle bir manzara ile karşılaşacaklarını düşünmediklerini söyleyen madenciler, televizyonlarda gördükleri haberlerin toz pembe olduğunu da ekliyor: “Hani dizi çekersin ya, aynı öyle geldi bana. Gördüğüm manzara karşısında bir durdum. Baktım, düşünün 10 katlı bir binanın sadece bir katı kalmış, binalar tost gibi olmuş.”

Meslekleri gereği her ne kadar korkusuz, gözü kara ve soğukkanlı gözükseler de depremin sonuçlarından en çok etkilenen insanların başında geliyor madenciler. Ama motivasyonlarını canlı tutan ve çalışma azmi veren tek bir şey var: Bir insanın bile canını kurtarabilmek. Ertan Akar, insanları enkazdan çıkarırken yaşadığı duyguyu şu şekilde tarif ediyor: “Çocuğum oldu, daha büyük sevinçlerim oldu ama daha önce hiç insan canı kurtardığım zaman yaşadığım sevinci ve mutluluğu yaşamadım.”

Şartlar zordu, imkanlar da kısıtlıydı. Getirdikleri malzemeler bölünmüş, herkese cüzi miktarda malzeme kalmıştı. Tüm bu imkansızlıklara rağmen madenciler, ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İnsanlara daha fazla yardım edebilmek için bütün imkanlarını zorlayan ve inisiyatif alan Sinan Taydurdu, imkanları yaratabilmek için sınırları zorlayanlardan: “Askeriyeden araç aldık, ‘Şoför veremem’ dedi, aracı aldık ve 12 gün kullandık. Daha sonra başka kurumların araçlarını kullandık. Vatandaşlarla tanıştık ve onlardan küçük araç istedik. Vatandaş bizi tanısa da tanımasa da arabasının anahtarını verdi. Malzeme eksikti, bir hırdavatçı bulduk ama sahibine ulaşamadık belki de öldü bilmiyoruz. Jandarmaya söyledik inisiyatif aldık kapıyı kırdık. Bütün şartları zorladık, kimseden emir, talimat beklemedik. Biz oraya insanlara yardım etmek için gittik.”

Yaşam üçgeni önemli

Madenciler, buldukları cansız bedenlerin çoğunun giriş kapılarında veya hollerde olduğunu söylüyor. Yaşam üçgeninin önemli olduğuna ve yatağın yanında kalmanın kurtulma olasılığını artırdığına dikkat çekiyor. Canlı kurtardıklarının birçoğunu yatağında veya odasında buldular. Hayatını kaybedenler ise deprem anında hızlıca binadan çıkmaya çalışan ve kaçarken merdiven boşluğunda kalanlardı. Bu madencilerin acı bir şekilde tecrübe ettikleri bir gerçeklikti: “Deprem olursa heyecan yapmayın, sakince yatağınızın yanında veya ağırlığı olan bulaşık makinası, buzdolabı gibi kolay kolay yıkılmayacak bir nesnenin yanında durun. Ve depremin bitmesini bekleyin. Depremin bittiğine güveniyorsanız evden çıkın. Bir anda hemen çıkayım da kurtulayım psikolojisi kötü tecrübelere neden oluyor.”

Madencileri en çok etkileyen, depreme yakalanan çocuklardı… Çocuklar, onların üzerindeki duygusal ağrılığı daha çok derinleştirdi… Kollarındaki minik bedenlerin ağırlığı soğukkanlılıklarını yok etmişti. Madencilerin o derin acı içerisinde zafer anları da çok oldu. Sevdiklerinin canlı veya cansız bedenlerine ulaşan aileler bütün acıyı unutmuş madencilere gözyaşları ile teşekkür ediyordu.

Günlerce süren çalışmanın ardından madenciler, bedenleri yorgun, ruhları ağırlaşmış bir şekilde evlerine döndüler. Yıkım sahneleri zihinlerinde defalarca tekrarlandı ve gördüklerinin ağırlığıyla bölgeyi terk ettiler. Felaket bölgesinin derinliklerinde kurulan dostluk soldu, yerini yalnızlık duygusu ve kurtaramadıklarının unutulmaz anıları aldı. Depremin yıktığı bölgeden ayrılmak bir rahatlama değil, ortak bir görevden ayrılmaktı ve madencileri derin bir üzüntü, yalnızlık ve çaresizlik duygusuyla boğuşmak zorunda bıraktı.

Tanık oldukları trajedilerin yankıları rüyalarında yankılandı ve kalplerinin manzaralarına uzun gölgeler düşürdü. Ama hepsinin ötesinde yerin derinliklerinden çıkan kahramanlar, binlerce insanın hayatına dokundu. Döndüklerinde dahi herkes deprem bölgesini düşünüyordu. Bir sigara içtiler, huzursuz oldular. “Biz burada ne yapıyoruz, orada hâlâ insanlar yaşamaya devam ediyor” dediler. “Acaba burada deprem olsaydı ne olurdu?” diye düşündüler. Bir daha hiçbir şeyin onlar için eskisi gibi olamayacağının farkındalardı. Kimse eskisi gibi değildi…

Ersin Ertuğrul, dönüşündeki yaşadığı psikolojik buhranı anlatıyor: “Sessiz bir yerden çocukların sesleri geliyor. Rüyama giriyor bir tanesi, ‘Beni neden kurtarmadın?’ diyor. O çocuğu ben canlı görmedim, cenazesi biraz kötüydü. Ama rüyamda o çocuğun gerçek yüzünü görebiliyorum. Parkta oynarken rüyama giriyor.”

Gökhan Gökdağ ise depremden döndükten sonra karşılaştığı manzaralardan sonra oturduğu altı katlı binadan ayrılıp çadırda veya karavanda yaşamayı düşünmüş o acının verdiği psikoloji ile kendini ve ailesini korumaya çalışan Gökdağ, şimdilerde yine aynı apartmanda aynı dairede oturuyor: “‘Eşime buradan çıkmamız lazım’ dedim. Çünkü dehşeti yaşamışım. ‘Arsa alacağız, çadırda yaşayalım’ dedim. Şimdi yavaş yavaş atlatıyoruz, her şey aynı, yine aynı binadayım, yine bekliyorum. Kimsenin elinden bir şey gelmiyor, bu paraya bu binalarda oturabiliyoruz.”

Türkiye büyük bir depremin büyüklüğü ile boğuşurken madenciler direncin sembolü haline geldi. Terden sırılsıklam olmuş kir ve toz içindeki yüzleri bir simgeydi. Onlar sadece kömür çıkarmakla kalmayıp insanların canını kurtarmışlardı. O yıkıcı depremin ardından madenciler sadece kurtarıcı olarak değil, kurtarmaya çalıştıkları insanların hikâyelerine karışan gözyaşları ile hayatlarına devam etmeye çalışıyorlar. Onların mirası sadece kayaya ve kömüre değil, dokundukları kalplere de kazındı ve herkeste derin bir iz bıraktı. Madenciler, yaşadıklarının kolay olmadığını her seferinde dile getiriyor. Bunu en iyi bilenler de depremi yaşayanlar. Bölgede soğukkanlılıklarıyla insanlara ulaşmaya çalışsalar da artık evlerindeler ve o psikolojiyle baş başalar. Bu yüzden “Benim sonucuma göre” diyor Yasin Sever, “İnsan hayatının bir önemi yok”:

“Eğer insan hayatının bir önemi olsaydı biz deprem ülkesiyiz, depreme maruz kalıyoruz ama bunların önlemlerini almıyoruz. Neden almıyoruz? Çünkü insan hayatına değer vermiyoruz. Önlem alsaydık ‘Arama kurtarmada çok iyiyiz, kahramanlarız, şunları yapıyoruz’ sözlerimizin hiçbir önemi olmazdı. Bizim etkimiz bir sonucun etkisini azaltmak için yapılan şeyler, önce önlem alsak hiçbir sorun kalmayacak.”

Madenciler, deprem bölgesinde tek bir amaçla çalıştılar: İnsan kurtarmak. Arabalara atlayıp bölgeye gitmek için yola çıktıklarında böyle bir manzara ile karşılaşmayı beklemiyorlardı. Gördüklerinin psikolojik etkisi devam ederken deprem olmayan şehirlerindeki manzaralar da madencileri etkiledi. Çünkü yaşam olduğu gibi akıyor ve insanlar diğer tarafta neler olup bittiğine dair hiçbir şey bilmiyordu. Bu nedenle İsmail Coşkun, insanların deprem bilincine erişebilmesi için yaşananların şeffafça insanlara gösterilmesi gerektiğini savunuyor:

“O kadar insanımız ölmüş, her yerde 7-24 eğlence programları veriliyor. Neymiş efendim, insanların psikolojisinin bozulmaması lazımmış. İnsanların deprem bilincine erişebilmesi için psikolojilerinin bozulması lazım. İnsanlar depremin boyutunu televizyonda gösterildiği gibi hayal ediyor ama öyle bir dünya olmadığını bilmesi gerekiyor. Televizyondaki karenin aynı kalıp ölü sayısının yükselmesi olabilir mi? Demek ki farklı kareler de var. 1999 yılındaki çaresizlik 2023 yılında olmamalı. Ben 36 yaşındayım ölene kadar gördüklerimi unutamayacağım. Oraya giden İsmail’den eser yok. Hiçbirimiz aynı değiliz, hepimiz değiştik.”

Madenciler yeraltından yine zaferle ama derin yaralarla çıktılar. Evet, hepsi bu yaşadıklarını unutamayacağını söylüyor. Enkaz altında kafa lambalarının ışıklarıyla aydınlanan yüzleri artık daha yorgun bakıyor. Zihinleri ise acı deneyimlerle kaplı. Hayat kurtarmak için çalışan bu isimsiz kahramanlar, aradan geçen zamana rağmen hâlâ kurtardıkları veya kurtaramadıkları yüzlerin kendilerinde bıraktığı zihinsel ve duygusal bir savaşla mücadele ediyorlar.

Teşekkürler,

Veli Gövtaş,
TTK Kozlu Tahlisiye Ekibi:
 Ertan Akar, İsmail Coşkun, Ersin Ertuğrul, İlyas Açıkgöz, Mustafa Özsoy, Yasin Sever
TTK Armutçuk Ekibi:
 Hüsnü Gün, Nuri Erol, Soner Kaya, Sinan Taydurdu, Sercan Asan, Mesut Aslan, Çağlayan Kılavuz, Hasan Ören
TTK Kozlu Ekibi
: Cemre Mert Aslan, Akın Ertürk
Hattat Enerji Maden ve Tic. A.Ş:
 Emrah Açıkgöz, Gökhan Gökdağ

Kamera & Prodüksiyon: Murat Türsan
Görüntü Yönetmeni: Servet Dilber

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.