31 Mart, Kurum, Erdoğan ve 2028: İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ruşen Çakır ve Göksel Göksu’nun sorularını yanıtladı

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır ve Medyascope Haber Müdürü Göksel Göksu’nun sorularını yanıtladı. İmamoğlu 31 Mart Yerel Seçimleri’ne doğru izlediği stratejileri, rakibi Murat Kurum’un performansını, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini eleştirmesini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Göksel Göksu: Merhaba. Medyascope ekranlarına hoş geldiniz. Yerel seçime sayılı günler kaldı ve geri sayım başladı. Seçim Türkiye’nin dört bir yanında olacak, ama Türkiye’nin de, Ankara’nın da gözü İstanbul’da,  İstanbul seçimlerinde. Bu seçimin en iddialı adaylarından Ekrem İmamoğlu’nu konuk ediyoruz. Emirgân’da, Çelik Gülersoy imzâsı taşıyan Beyaz Köşk’ten yayındayız. Hoş geldiniz. Ruşen Çakır ve ben Göksel Göksu, bugün, size herkesin merak ettiği soruları sormaya çalışacağız. Dilerseniz ilk soruyla başlayayım ben. 

İmamoğlu: Hay hay, memnûniyetle. Hoş geldiniz.

Göksu: Sağ olun. Siz 2019’da seçimi kazandınız. Hem de iki kez üst üste kazandınız. Aradan beş yıl geçti. Tekrar seçime giriyoruz. Fakat 2019’da sizi destekleyen bir ittifak vardı. Karşınızda iktidar bloku vardı. Bu kez tek başınıza seçime giriyorsunuz, ama karşınızda hâlâ bir iktidar bloku var. Kıyaslamanızı istersem, 2019’da nasıl bir Ekrem İmamoğlu yarışıyordu? Şimdi, 31 Mart seçimi için nasıl bir İmamoğlu var karşımızda?

İmamoğlu: 2019’da, seçime girmeden önce, adaylık lansmanı yapacağım ilk gün, konuşmamda “İstanbul İttifâkı” diye bir târif yapmıştım. Aslında bu kararlılığımı, bana adaylık teklif edildiği an îtibâriyle, “Kendini bütün İstanbul’a anlatmalısın. Her tabandan oy almalısın” diye bir odağa oturtarak adaylık teklifini kabul etmiştim. Zâten öyle bir Ekrem İmamoğlu rûhu taşıyorum ve “Benim bunu insanlara anlatmam lâzım” demiştim. O lansmanda, bu sözü sâdece kendi özgür irâdemle dile getirmedim. Bu kararlılığımı iki Sayın Başkan’a; hem Sayın Kılıçdaroğlu’na hem Sayın Akşener’e, böyle bir duyguyu ifâde etmem gerektiğini ve istediğimi dile getirmiştim. Onlar da bunun doğru olacağını söylemişlerdi. Zîra o günkü matematiğe bakarsanız, buna ihtiyaç vardı. İstanbul’un tamâmına kendimi ifâde etmem ve o insanların kalbini kazanmam gerektiğini bütün araştırmalar da ortaya koyuyordu zâten. 

Günün sonunda şu oldu bu oldu, seçim iptal edildi; ama İstanbul târihinin en yüksek oyuyla, yüzde 55’e yakın bir oyla belediye başkanı seçildim. Aslında neredeyse kendi partimin oyunun iki katından fazla oy almıştım ve iki ittifak partisinin oyunun neredeyse yüzde 60-70’inin üzerinde bir oyla seçilmiştim. Bu muazzam bir sorumluluk. Bu zemin, inanılmaz bir beş yıl yaşattı. 

Tabiî ki partimle gurur duyuyorum. En iyi hizmet eden, en başarılı olan belediye başkanı olarak da partime lâyık olma çabası içerisindeyim. Belediyeyi bir partizanlık okulu, partizanlık merkezi hâlinden, halka âit bir yer, her ânını halka gösteren, halkla buluşan bir yer hâline getirdim. Her ay iki üç defa pazara gittim, hiç çıkmadım oralardan. Ya da bir esnaf lokantasında randevu verdim. Bir otelde, “Turizm nasıl gidiyor?” diye sorarken, odalarında toplantılar yaptım. Halkla iç içe bir beş yıl geçirdim. 

Geçtiğimiz yıl genel seçim, ardından parti içi süreçler tartışılırken, duygularımı kaleme dökerek, bir gazetede, İstanbul İttifâkı’na tâlip olduğumu ve bunun “partiler ötesi bir ittifak” olduğunu tâ o zaman söyledim. Daha o dönemde ne partimde kurultay olmuştu ne bugünkü manzara ortadaydı. Cumhur İttifâkı net değildi. Millet İttifâkı’nın bozulması mevzûubahis değildi. Çünkü hâlâ İstanbul gerçeği o. O günkü gerçekle, bugünkü gerçek arasında sâdece şöyle bir fark var: Uygulamalarıyla, tavrıyla, her kesime kendisini yakın görmesiyle, her kesimi dinlemesiyle, hiç kimseyi yok saymamasıyla, kendimi bu ittifak rûhuna ispat etmiş bir belediye başkanı olarak görüyorum. Demokrat rûhumun çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Her partinin aday çıkarmasına saygı duyuyorum. Her partinin kendi fikrine, kendi târifine saygı duyuyorum. Ama ben de bütün bu târiflerimi yapacağımı, bütün bu târiflerle er meydanına çıkacağımı, Sayın Genel Başkanım ve partimin belli kurulları ile istişâre ederek ortaya koyduğum için, açıkçası bir değişim yok. Aynı yerdeyim. Oy almak istediğim insanlar aynı yerde. Sâdece aramızdaki bağlar çok gelişti.

Çakır: DEM Parti’ye bir parantez açalım. Beş yıl önce adı HDP’ydi. O dönemde aday çıkarmadı ve sizi desteklediler. Özellikle ikinci turda Selahattin Demirtaş doğrudan devreye girdi. Şimdi, DEM Parti İstanbul’da Meral Danış Beştaş’la seçime giriyor. Belli bir oy potansiyeli olduğunu biliyoruz. 

Siz geçenlerde Gaziosmanpaşa’da düzenlediğiniz miting öncesinde, seçim otobüsünde Altan Sancar’la yaptığınız söyleşide  “Kürtlerle arama kimse giremez” dediniz. Burada ne kastettiğinizi anlıyorum. “DEM Partili olsa bile, İstanbul’da yaşayan Kürtlerin önemli bir kısmının tercihi Ekrem İmamoğlu olacak” diyorsunuz, ben öyle anladım.  Hangi deneyimden hareketle bunu söylüyorsunuz?

İmamoğlu: Nietzsche’nin bütün genellemeleri yanlış bulduğu bir târifi vardır. Biz siyâseti, böyle genellemelerle kalıplara oturtmayı çok seviyoruz. Kürtler, DEM Parti’ye, milliyetçiler şu partiye, demokratlar ve Atatürkçüler şu partiye gibi… Böyle bir şey yok. Araştırmalarda da yok zâten. 

Ben neyle gurur duyuyorum? Buluştuğum miting meydanları ile gurur duyuyorum. Beş yılın müthiş özeti orada. Bir pazarla gurur duyuyorum meselâ. Pazara giriyorum. Ama partimin ilçe başkanı, aday bile bilmiyor o gün o pazara gideceğimi. Sâdece 5-6 kişilik yakın ekibim biliyor. O pazara giriyorum. İki üç kişiyi yanıma alıyorum, dört beş arkadaşım da notlar alsın diye etrâfımda. Bir süre sonra, pazara gelen insanlar ve pazar esnafıyla orası miting alanına dönüşüyor. Çok az eleştiri, çok az tepki, ama muazzam bir ilgi ve teveccüh oluyor. Bu halka saygı anlamında benim için târifsiz bir olay. Orada, Kürtçe bilen ama Türkçe bilmeyen vatandaşım var. Bana duygusunu takır takır anlatıyor. Ben niye birkaç kelime Kürtçe bilmiyorum diye de hayıflanıyorum. Öğrenmek için de bir gayret içerisinde olmaya başladım. O vatandaşımdan o duyguyu alıyorum. O duyguyla temas kuramıyorum, ama sevgi muazzam seviyede. Gözünden yaş akıyor. Sarılıyor. Bir anne, Kürtçe konuşurken göğsümü sevgiyle okşuyor, dua ediyor. Bu, târif edilemez. Onunla benim arama bir parti ya da parti amblemi nasıl girebilir? Partiye saygı duyarım. O partiye oy verenlere de saygı duyarım. “Aramıza kimse giremez” derken, kendimi değil, Kürt vatandaşlarımı yüceltiyorum. Kürt vatandaşlarımızın da bir özgür irâdesi var. Evet, siyâseten DEM Parti’ye oy verebilirler ama, İstanbul’da da memnun oldukları, 650 bin insana “Anne Kart” dağıtan ya da 100 bin gence burs dağıtan bir Ekrem İmamoğlu var. Çünkü onların içinde, İstanbul’un ortalaması neyse, o kadar Kürt var, o kadar Kürt anne var. Ben bu bağı güçlendirdiğimi düşünerek, onların özgür irâdesiyle, benim bu duygularımın ve bağımın arasına hiç kimse giremez diyorum ve giremeyeceğini düşünüyorum.

Çakır: Kayyum meselesinde, DEM Parti çevrelerinden, Ekrem İmamoğlu’nun yeterince tavır göstermediği yolunda birtakım sesler geliyor. Biliyorsunuz özellikle 2019’da hızlı bir şekilde kayyum atandı bölgede. 

İmamoğlu: Doğru. Kayyum atandı. Ben de şöyle bir iddia ortaya koyuyorum: Konumu îtibâriyle ve demokrat Ekrem İmamoğlu kimliğiyle, en yüksek dozda ve en şiddetli tepkiyi gösteren kişi benim. Bu kadar iddialı söylüyorum. Tabiî ki haksızlık yapıldı. Ben o siyâsî cenahtan böyle bir eleştiriyi birebir yaşamadım. Ama insanların bakışı böyle olabilir. Ama biliyorsunuz, ben sıcağı sıcağına gidip, tam yerinde, Diyarbakır’da ve henüz kayyum atanmamış bir yeri ziyâret ederek Belediye Başkanı’na desteğimi vermiştim. 

Çakır: Selçuk Mızraklı’dan söz ediyorsunuz.

İmamoğlu: Evet, Selçuk Bey’e desteğimi verdim. Bir hanımefendiyi de ziyâret ettim ve daha sonra oraya da kayyum atandı. Ama esas, gözden kaçırılan bir şeyi hatırlatmak isterim. Biliyorsunuz “Ahmak Dâvâsı” nedeniyle benim 2 yıl 7 ay hapis cezâm var. Artık hukuk literatürüne girdi bu dâvâ: “Ahmak Dâvâsı”, benim Avrupa Konseyi’nde, kayyum atamalarına karşı yaptığım konuşmaya, dönemin İçişleri Bakanı’nın, bana seviyesizce “ahmak” demesi ve benim de ona cevap vermemle başladı. “Ahmak” meselesinin kökünde ne yatıyor? Benim, hapis cezâsına çarptırılarak siyâsî yasaklı hâle getirilmemin temelinde, bir nevi, benim de olduğum yere kayyum atanması var. Yani, siyâset eliyle yargının silâh olarak kullanılmasına gidilen yol, yine bu kayyum meselesine bağlı. 

Ben kimseye yaranmak için bunu yapmadım. Netîcede DEM Parti ya da X, Y, Z partiye, kime haksızlık yapılırsa yapılsın, kendi rûhumdaki demokratlık ve adâlet duygusunu inciten bir şey varsa ben bunu içimde tutamam. Hiçbir zaman da tutmadım. İnciten bir şey varsa, bunu pat diye söylerim. “Ben bunu söylersem oy kaybederim” diye düşünebilirdim. Susup, beş sene otururdum İstanbul’da sırça köşklerde, belediye başkanlığımı öyle yapardım. Ama yapmadım. Milletin derdiyle dertlendim. Kars’takinin, Edirne’dekinin, Soma’dakinin, İliç’tekinin derdiyle de dertlendim. Ben oturup arkama yaslanıp, hiçbir şey söylemeden belediye başkanlığımı yapabilirdim. Öyle bir dönemde değiliz. Hele İstanbul Belediye Başkanı’ysan, seni, Gazze’de yardım bekleyen insanlar da ilgilendiriyor, Odessa’daki mağdur, yaralanmış insanlar, kadınlar da senden yardım bekliyor. Biz bunlara karşılık veriyoruz. Vermek zorundayız.

Göksu: Bir önceki soruya cevap verdiğinizde, “İstanbul İttifâkı”ndan söz ettiniz. Konu DEM Parti’ye geldiğinde, bir “Kent Uzlaşısı”ndan söz ediliyor. İstanbul Esenyurt’ta DEM Parti’yle bir uzlaşı sağlandığını biliyoruz. Ama diğer yandan, fotoğrafa baktığımızda, İstanbul’un 39 ilçesi var ve DEM Parti yirmi ilçede aday göstermedi. Bu anlamda da bir ittifak söz konusu mu? Daha doğrusu, İstanbul’da DEM Parti ile bir ittifak var mı yok mu?

İmamoğlu: DEM Parti ile tabii ki bir ittifak yok. Netîcede DEM Parti’nin eş başkanlık üzerinden İstanbul’da iki adayı var. Meral Hanım en güçlü adaylarından birisi. Kendisine saygı duyuyorum, başarılar dilerim. 

Göksu: Başak Demirtaş konusu?

İmamoğlu: DEM Partililerin duygusuna bir şey diyemem tabiî. Ama istatistiklerde, Başak Demirtaş’ın Meral Hanım’dan bir tık yukarıda olduğu söyleniyor, anlatılıyor. Ben böyle bir özel araştırma yapmadım. Daha ötesi, eş başkanlardan bir tânesi Karadenizli. Aslında şu anda stratejik bir ikili aday var sâhada. Güçlü bir aday pozisyonu oluşturmuş durumdalar ve bu adaylık pozisyonu ile İstanbul’da yüksek bir oy talep ediyorlar. 

Tabiî ki onlar “Ben Karadenizliyim”, “Ben Kürdüm”, “Ben Kürtçe biliyorum” diye yola çıkarlarsa, bu söylemler oy kazandırır mı bilmem. Ama benim söylemim farklı: “Ben çocukların yanındayım. Ben 0-4 yaş arası çocuğu olan annelere ‘Anne Kartı’ verdim; daha fazlasını vereceğim.” “Kentsel dönüşümde şunu şunu yapıyorum.” “Sizin okula gitmenize, kadınların eğitimine önem veriyorum.” “Kürtçe mi öğrenmek istiyorsunuz? İSMEK’te kurslarımız var; daha da fazlasını yapmak için hazırlık yapabilirim.” 

Geçenlerde Çerkes günlerindeydim. Çerkes vatandaşlarımızın ısrarla üstünde durdukları şey: “Biz kaybolmak üzere olan dilimizi öğrenmek ve öğretmek istiyoruz”. Ne yapacağım? Sırtımı mı döneceğim buna? Mümkün mü? Bir târihçinin anlatımıyla, 19. yüzyılda İstanbul’da 30’un üzerinde dil konuşuluyordu. İstanbul kadim bir kültür, kadim bir târih. Bu şehirde Kürtlerin varlığı Kanûnî Sultan Süleyman döneminden bugüne kadar geliyor. Bu şehirde Kürt vatandaşlarımız var. Bu şehre “Karadenizlilerin şehri” diyebilir misiniz? Dersiniz. Belki Karadeniz’den daha fazla Karadenizli var burada. Kürt şehri diyebilir misiniz? Dersiniz. Belki en çok Kürt nüfusunun bulunduğu şehir İstanbul. Bu bakımdan, İstanbul aslında Türkiye Cumhuriyet Devleti gibi. İstanbul, ulusumuzun bir özeti gibi. 

Çakır: Biz Lazları da unutmuyorsunuz değil mi? Sayımız az, sesimiz çıkmıyor.

İmamoğlu: Estağfurullah, unutur muyum? Lazca şarkıların, türkülerin büyümesinde, 90’lı yıllarda, daha 20’li yaşlarda genç bir iş insanıyken, birçok sanatçıya destek olmuş birisiyim. Laz değilim. Lazcayı da bilmem, ama hayâtımda duyduğum ilk yabancı dil Lazca. Çünkü babam inşaat malzemesi satardı. Rize-Artvin hattına giderdi her hafta. Bir gün ben de gittim. 6-7 yaşındaydım. Ben de uyanık esnaflık yapıyorum, girip esnafın tezgâhını siliyoruz, boyaları yerleştiriyoruz. Dükkân sâhibiyle amcam hesap yapıyorlardı. Bir kadın geldi. Beni tezgâhtar zannetti, konuşmaya başladı. Ben de şaşkın şaşkın bakıyorum, hiçbir şey anlamıyorum. Dükkân sahibi Ardeşenli Refik Ağabey –kulakları çınlasın, inşallah hayattadır– kadına benim için “Trabzonludur o, Trabzonlu” deyince, kadın Türkçe konuşmaya başladı. Sonra dediler ki o konuştuğu dil Lazcadır. Lazca benim ilk duyduğum yabancı dildir.

Göksu: Ama bu arada ben Karadenizlilerin dominasyonu arasında kaldım. Hepimiz Karadenizli değiliz.

İmamoğlu: Yok, bunu şunun için anlattım: Bu şehrin kadim dilleri, bu şehrin kullanılan dilleri, kadim kültürleri… Geçen günlerde Boşnak Derneği’ne gittim. Bosna-Hersek ilk ziyâret ettiğim ülke oldu. Hem Sayın Kılıçdaroğlu’na hem Boşnak hemşerilerime söz vermiştim. Bu insanlar bu toplumun çok önemli bir parçası. Aynı zamanda bizi kuvvetlendiren, güçlendiren, bizi ivmelendiren unsurlarıdır. Atatürk Cumhuriyeti’nin, Atatürk milliyetçiliğinin bütün bu söylediğim duyguları kapsadığını düşünüyorum. Bakın ben Türkçe hayranıyım. Türklüğüme hayranım. Onunla coşuyorum, ona doyamıyorum. Ama aynı zamanda bu toprakların Kürtlerine, Kürtçesine de hayranım. Onun zılgıtına, türküsüne, tınısına da hayranım. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Bunu yaşamayan, hissetmeyen insanın rûhu fakirdir, kupkurudur. Ben yemyeşilim. 

Çakır: Tekrar sıkıcı siyâsi konulara dönelim. Buğra Kavuncu’yu sormak istiyorum. Beş yıl önceki kampanyada siz, Canan Kaftancıoğlu, Buğra Kavuncu hep birlikteydiniz. O fotoğraflar hep gözümün önünde. İlk turu kazandığınızda da öyle. İlk tur dedim ama, şimdi öyle bir şey olmaz. 

İmamoğlu: Öyle deyince toplum yanlış anlıyor. Sanki bu seçim de iki tur olacak gibi düşünmesinler.

Çakır. Öyle değil tabiî. Sizin 2019’daki başarınızda Buğra Kavuncu’nun ve partisinin, ama daha çok İl Başkanı olarak Buğra Bey’in katkısını yadsımak mümkün değil. Kendisi şu anda rakibiniz. Ne diyorsunuz?

İmamoğlu: Hayat böyle bir şey. Sonuçta Buğra Bey bir parti mensubu. O dönem il başkanıydı. Bir ittifâkımız vardı. Çok değerli bir yol arkadaşlığı yaptık. Kucaklaştık, sarıldık, o duyguları birlikte yaşadık. O kazanımı birlikte yaşadık. Bugün başka bir karar verildi. İYİ Parti bir aday çıkarma kararı aldı. Sayın Genel Başkan Meral Akşener Buğra Bey’i İstanbul adayı olarak îlân etti. Bana sâdece başarı dilemek düşer. Bunun ötesinde bir cümle söylemek ne bana yakışır ne ortamı târiflemek için gerekli bir lâf olur.

Göksu: Ben bu noktada bir de diğer adayı sormak istiyorum. Karşınızda bir ittifak bloku olduğunu söyledik. Ama o bloktan ayrılan bir unsur var: Yeniden Refah Partisi, İstanbul’da Mehmet Altınöz’ü aday gösterdi. Son günlerde, adaylıktan çekileceği yönünde çok sık polemik duyuyoruz. Fakat kendisi üst üste yaptığı açıklamalarla çekilmeyeceğini söyledi. Yeniden Refah Partisi’nin aday göstermesi, iktidar bloku açısından önemli, dolayısıyla sizin açınızdan da öyle. Oylardaki dengeyi etkileyip etkilemeyeceği tartışılıyor. Adaylıktan çekilmese bile, sâhada aktif olmaması da, dolaylı yoldan adaylıktan çekilme şeklinde değerlendirilebilir mi? Ne düşünüyorsunuz siz adaylığı konusunda? 

İmamoğlu: Az önce ifâde ettiğim DEM Partisi ve oradaki ikili aday pozisyonu, onların aksiyonları ya da yaptıkları, yapabilecekleri veya yapamadıkları hiçbiri benim konum değil. O onların performans alanı. Tıpkı onun gibi, Yeniden Refah Partisi ile ilgili de hiçbir şey diyemem. Sayın Altınöz’le de ilgili de hiçbir şey diyemem. Hem hadsizlik olur hem haksızlık olur. Sonuçta Mehmet Altınöz Millî Görüş Hareketi için önemli bir isimdir. Bugün Erbakan Âilesi Türkiye Cumhuriyeti siyâsî hareketleri için belki de en önemli beş altı isimden birisidir. Dolayısıyla Erbakan Âilesi, Erbakan isminin, markasının ağırlığı Yeniden Refah Partisi’nin neyi hedeflediği, bu seçimde nasıl ivmelenmek istediği, Fatih Bey’in Türkiye siyâseti ve geleceği için neleri okuyup okumadığı, bunlar benim yorumlayabileceğim sâhaya girmiyor. O bakımdan bir iddia koymuşlardır. Dün bir ittifakları vardır, oradan kopmuşlardır. Dört parti yine Cumhur İttifâkı olarak devam ediyor. Bu tarafta ise Yeniden Refah Partisi, tıpkı İYİ Parti’nin veya diğerlerinin yaptığı gibi bir iddia koyuyor ortaya. 

Ben, böyle iddialı isimler, böyle iddialı markaların çatısı altında bulunan isimlerin, bugün böyle, yarın başka türlü tavırlar alabileceğini düşünmüyorum; çünkü ağır yükler bunlar. Tıpkı Buğra Kavuncu’ya olduğu gibi Sayın Altınöz’e de başarılar dilerim. 

Çakır: Esas rakibiniz Murat Kurum. Kendisine “Acemi aday” diyorsunuz. Kimileri bu sözün sizin aleyhinize olduğunu söylüyor, kimileri de doğru söylediğinizi düşünüyor. Daha önceki seçimde, meselâ Binali Yıldırım’la böyle bir polemik içine girmediğinizi hatırlıyorum. Hattâ birlikte yayına da çıktınız. Her şey karşılıklı bir saygı temelinde gelişmişti. Şimdi biraz farklı bir durum var. Neden böyle?  

İmamoğlu: Ben asla saygısızlık yaptığımı düşünmüyorum. “Acemi” sıfatı bir tespit, bir alay değil. Dersine iyi çalışmamış. Bu da bir tespit. Ben kendisinin İstanbul’la ilgisi olduğunu da düşünmüyorum. Meselâ semt isimlerini şaşırmıyor, bence bilmiyor. Bu bir tespit ve belki bir bölüm tahmin de olabilir, ama bilmiyor bence. Çünkü İstanbul’la bir bağı yok. Kendi yaşam geçmişine de baksanız, bu tespitli zâten orada. Eğitimi, yaşamı, vakit geçirdiği bir alanı yok İstanbul’da. Evet, bakanlık yapmıştır, ama 81 vilâyete bakan bir bakanlık bu. “Çok hizmet yaptı, her gününü İstanbul’da geçirdi.” Vallahi ben onun bakanlık döneminde beş yıldır İstanbul Belediye Başkanı’ydım. Neler konuştuğumuzu o da biliyor. Bunların dördü, beşi, özel konuşmalardır. On, on ikisi, birlikte olduğumuz toplantılardır. Özel statüye girdiği için bir bölümünü anlatmak istemiyorum, ama gerekirse anlatırım. Bunu niye söylüyorum? Bunlar gereksiz polemikler. 

Göksu: Anlatabileceğiniz bölümde ne var?  

İmamoğlu: İstanbul’la ilgisi ve alâkasında eğer bir tâlîmat mercii varsa, ne tâlîmat veriliyorsa o yapılıyorsa, o kişi 16 milyonu temsil edemez. O kişi bir kişiyi temsil eder. Bunu ispat etmiş birisi; biliyorum yaşadım. “Kanal İstanbul” sorusunu geçiştiriyorsunuz, “İstanbullu’nun gündeminde olmayan benim de gündemimde yok” diyorsunuz. Kanal İstanbul konusunda böyle bir târif sizi tatmin eder mi? Beni değil, sizi ya da herhangi bir vatandaşı eder mi?

Göksu: Bir parantez açmak istiyorum, sizi desteklemek açısından. Ulaştırma Bakanlığı’ndan Kanal İstanbul’la ilgili çalışmaların %65’inin tamamlandığına dâir yeni bir açıklama geldi

İmamoğlu: Karayolları ya da Ulaştırma Bakanlığı’nı bırakın, TOKİ Başkanı bu anlamda açıklama yaptı. Bir yandan o bölgedeki bir kısım ihâleler arka planda yürüyor ve veriliyor, biz mücâdele ediyoruz. O zaman dâvânızı çekin ya da gidip siz de bir dilekçe verin; “Ben istemiyorum. Ben de bu dâvânın bir parçasıyım” deyin. Bunlar aldatmaca. Bu durumda, ben, “Evet, mûteber İstanbullu bir aday” mı diyeceğim? Diyemem. 

Ben 35 yılımı İstanbul’da geçirmiş bir insan olarak meselâ üç nesildir, beş nesildir İstanbullu’nun önünde önümü ilikliyor, ona saygı duyuyorum ve can kulağıyla, dört gözle onu dinliyorum. Niye? Ondan öğreneceğim o kadar çok şey var ki. Dolayısıyla “İstanbullu” olmak başka bir kavram. İstanbul ithal adayı kaldırmaz. Burası herhangi bir şehir değil. İstanbul’un rûhu, kimliği, insanı… İstanbullu’ya sormadan, Büyükşehir Belediyesi’ni, ilçe belediyelerini yok sayarak, İstanbul’da son 5 yılda sâdece onun imzâsıyla, kaç parselde, kaç yerde îmar çıkartmış? Listeleyelim. Böyle mi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı yapacaksınız? Ya da önceki dönemki görevlerde kaçında imzânız var? Akşamdan sabaha, hiçbir farklı fonksiyonu olmayan koca koca binâlara, kulelere imzâ atan ya da izin veren kişilik. 

Peki, biz ne yaptık? Bütün bu haksız, hukuksuz, kişiye rant sağlayan unsurlarla mücâdele ettik. Bir tek parsel için bile, 5 yıl boyunca o Meclis’e bir dosya sokmadık, sokturmadık. Biz İstanbul’un muhâfızlığını yapıyoruz. İstanbul’u iyileştiriyoruz; târihini, mâneviyâtını, alanlarını, meydanlarını, metruk alanlarını… İstanbul son 25 yılından sonra hiç bu kadar iyileşmemişti.

Çakır: Tam anlatıyordunuz, sözünüz balla kesiyorum. “Murat Kurum ne yaptı?” dediniz. Ekrem İmamoğlu, yıllar sonra torunlarına anlatacağı zaman ya da anılarını yazacağı zaman, ilk 5 yıldan, en çok övünerek bahsedeceği şey ne olur? 

İmamoğlu: 65 km. metroyu hizmete açmak. Aynı anda 15 bin insanı, yeraltında, o metrolarda çalışır hâle getirmek. İhâle yapmak mârifet mi? Ben de şu an üç tâne ihâle yaptım. İmzâlamamalarına rağmen Bayrampaşa Metrosu’nu yaptım. Kirazlı-Halkalı Metrosu’nun, iptal edilen ihâleden ötürü tekrârını yaptık ve başlayacağız. İhâle yapmak mârifet değil. Mârifet, iş yapmak.  

Elimde, 5 yıllık gelir-gider kıyaslaması tablosu var. Kamera bunu alabiliyor mu? Bakın burada bir rakam var. Bizden önceki 5 yıl, 22 milyar 795 milyon dolar gideri olmuş İBB’nin. Bizim dönemde 18 milyar 669 milyar dolar. Yani arada neredeyse 4 milyar dolar gider farkı var. Gelirde de, bizden önceki 5 yıl, 19,5 milyar, bizim dönemimizde 17,5 milyar. Arada 2,5 milyar gelir farkı var.  

Göksu: Peki, bu gelir ve giderler nereden?

İmamoğlu: Bizden önceki dönemdeki gelirin içinde, büyük oranda İDO’nun satışı var, büyük arâzi satışları var. Onların döneminde merkezî pay %65-70 oranında. Bizim dönemimizdeki merkezî pay %85’lerde. Niye? Çünkü tek bir arsa satışına bile, yani mâkul satışa bile imzâ vermediler. Burada esas mesele ne biliyor musunuz? Bizden önceki 5 yılda açılabilen metro yok. Bizim 5 yıllık dönemimizde 65 km. gürül gürül çalışan metro var. 30’a yakın meydan, 9 milyon metrekare yeşil alan… 

Göksu: Sekiz adımlık yeşil alan değil yani. 

İmamoğlu: Hayır. Yüz bin gence burs, 6 katına çıkmış sosyal yardım ve giderde, 4 milyar 200 milyon dolar fark var. Bu kadar az paraya bu kadar çok iş yapıldı. Başka bir fark daha söyleyeyim size — ki siz de bunu çok iyi biliyorsunuz: Bizden önceki 5 yıl ile bizim dönemimizdeki 5 yıl arasındaki emtia farkı, döviz bazında %40-45. Biz daha pahalıya iş yaptık. Yani 2014-2018 arasındaki emtia mâliyetleri ile, 2019-2023 arasındaki mâliyetler döviz bazında… Türk Lirası bazında saymıyorum bile… 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

2019-2023 arası dönemde dövizdeki kur artışının bize mâliyeti ne kadar biliyor musunuz? Sâdece şuradaki 18 milyar 669 milyar dolar giderin içinde. 70 milyar lira. Niye? Çünkü bizim de dış borcumuz var. “Peki bunların hepsi olurken, o zaman sen bu işi nasıl başardın Başkan? Borcu mu artırdın?” diye soracaksınız. Hayır. Biz 30 Haziran 2019’da, Belediye’yi 4,1 milyar dolar borçla devraldık. 31 Aralık 2023’te yine 4,1 milyar borcumuz vardı. Biz o günkü kasayı bomboş aldık, sıfır. O günün parasıyla İBB’nin, toplam 270-280 milyon lira maaş ödemesi vardı. Kasada 6 milyon lira vardı. Niye, biliyor musunuz? Bunu çok defalar anlattım. Normalde Hazîne’den gelen pay, her belediyeye ayın son günü yatar. Ne yaptılar biliyor musunuz? 23 Haziran’da seçimi kaybedeceklerini anladılar. Hazîne payımızı, hattâ bir kamulaştırmadan gelen payla berâber 1 milyar 600 milyon lirayı, 14 Haziran’da hesaba yatırdılar. Yani ay sonunda İBB’ye yatması gereken parayı 23 Haziran’dan önce dağıttılar. Kasa 6 milyon lira olarak bize kaldı. Dolayısıyla biz târih yazdık. 

Bakın bu söylediğim rakamlar, Ekrem İmamoğlu’nun ya da Esenler İstatistik Bürosu’nun rakamları değil. Bu rakamlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin resmî rakamları. Dolayısıyla, biz gerçekten târih yazdık; çok güzel işler başardık. Hiç olmadığı kadar târihî envanterini iyileştirdik, güçlendirdik. Hiç olmadığı kadar metro yaptık. Hiç olmadığı kadar yeşil alan kazandırdık. Kadınlar, gençler, çocuklar, ilk defa bu şehrin gündemi oldu. 100 kreş açtık, 100 tânesi daha geliyor. Bugün bile gidip bir kreş açılışı yapacağım. 

Daha gurur duyacağım şeyler söyleyeyim. Ben Genel Sekreter Yardımcısı olarak 3 kadın ataması yaptığımda, bana, “Başkanım, İstanbul Belediyesi’nin târihinde ilk kez kadın Genel Sekreter Yardımcısı oluyor, bilginiz var mı?” dediler. Genel müdür ve üst yöneticilerde 4 kat, 5 kat artış yaşadık. Kadın istihdâmında, yüzde 38, yüzde 45, bâzı şirketlerimizde yüzde 150. Bunlar benim gurur duyduğum şeyler. 13 ayrı işkolunda ilk kez kadınlar çalışmaya başladı. Zâbıtanın belli birimlerinde, özellikle itfâiyede, vatmanlar, kadın şoförler… Yani o kadar kapsayıcı, o kadar geniş hatları olan bir 5 yıl yaşattık ki biz bu şehre, kelimelere sığmıyor. Bâzen bana, “Hepsini anlatmıyorsun” diyorlar. O kadar çok işimiz var ki sığmıyor. Meselâ dün gece saat 00.00’da sunum aldım. Açılışlara zaman yetmiyor, sığmıyor. Yapacağım 50-60 tâne açılış için arkadaşlarıma, “Benim yapacağımı ayırın, diğerlerini siz gidip yapın” dedim. Zaman yetmiyor, sığmıyor. Bütün bu hizmetler kolay değil.

Göksu: Sığmayanlar arasında ne var meselâ? Olur da önümüzdeki 5 yıl için bir aksilik oldu sizin açınızdan ve seçimi kazanamadınız. “Şunları da yapmalıydım” dediğiniz, içinizde ukde kalacak ne var?

İmamoğlu: Geçtiğimiz 5 yılda, meselâ oturduğum, yaşadığım Sefaköy-Beylikdüzü Metro Hattı’nın bütün yanlışlarını hallettik, projeyi yeniledik ve inanılmaz bir tasarruf sağladık. Metro duraklarını, her şeyini olağanüstü bir şekilde bitirdik. Tam 18 ay oldu. Sâdece bir kalem ve bir mürekkep lâzım. Sayın Cumhurbaşkanı bunu imzâlamayarak kimi cezâlandırıyor? Biz bunun kaynağını Avrupa Yatırım Bankası’ndan bulduk. EBRD (Avrupa Îmar ve Kalkınma Bankası) Başkanı bana, “Niçin imzâlanmıyor bu?” diye sordu. Avrupa Yatırım Kalkınma Bankası Başkanı Hanımefendi’ye bunun cevâbını veremiyorum ki ben. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı, 2,5-3 milyon insanın yaşadığı, Küçükçekmece, Avcılar, Beylikdüzü, Büyükçekmece, Esenyurt’ta kimi cezâlandırıyor? Sâdece CHP’liler mi yaşıyor orada? AK Partililer de yaşıyor. Herkes yaşıyor. Kimi cezâlandırıyor?  On sekiz ay önce o imzâ atılsaydı… Biz EBRD’den kaynak bulduk. Fransız Yatırım Kalkınma Bankası kaynak verdi. Yüzde 60’a yakın kaynağını temin ettik. Bu dediğim yatırım, neredeyse 1 milyar dolarlık bir yatırım.  İlk kez, İstanbul’un güneybatı bölümüne… Çünkü bir yandan da Mahmutbey’den Esenyurt’a kuzeyden giden bir hattı sıfırdan başlattık. Yüzde 36 seviyesine geldik. Böyle iki taraftan sarıyoruz metroyla İstanbul’u. Ama Sayın Cumhurbaşkanı başlatmıyor. 

Hayıflandığım bir şey var. Biz geçen sene genel seçimi alsaydık, bu işe takır takır başlar, giderdik. Ama şimdi ne olacak biliyor musunuz?  Bu yerel seçimde, Sayın Erdoğan, bu tavrıyla öyle bir ders alacak şekilde dibe vuracak ki İstanbul’da. Milletin demokrasi dersi, onun oyunu aşağı çeken ve bizim oyumuzu yukarıya çeken dersi, gücün Millet’te olduğunu ispat edecek. Ben iddia ediyorum bir ayda imzâlayacak. 

Göksu: Ama Cumhurbaşkanı “Oy yoksa hizmet de yok” diyor. Zâten sizin anlattığınız da bununla örtüşüyor.

İmamoğlu: Ama bir öyle, bir böyle. Ordu’ya gidiyor, öyle. Bir başka yere gidiyor “Ben öyle söylemedim” diyor. Muğla’da da başka konuşuyor. Ben ne dediysem aynı şeyleri söyledi: “Oy versin vermesin herkese eşit davrandık” dedi. Milletteki gücü gören Erdoğan’ı en iyi sizler bilirsiniz, ben bilmem. Onun için, o konuda milletin oyu 2028 için çok önemli olacak. Burada düşüşü gördüğünde, kendisine çeki düzen veren, gerçek sorumluluklarına dönen, atmadığı imzâları atan, ekonomiyle ilgilenen, hakkını vermediği emeklilere hakkını vermeye gayret edecek olan bir Erdoğan’ı görecek bu ülke. Yapabilir yapamaz, becerebilir beceremez, başarabilir başaramaz, onu bilmem. Ama bambaşka bir profili yaşayacak. Onun için bu seçim, sâdece İstanbul, sâdece yerel seçim değil. Bu seçim, aynı zamanda hükûmete, vatandaşına had bildirene haddini bildirme seçimi. Vatandaşa had bildiremezsin. Vatandaş demokrasinin ana merkezi. Vatandaş görevini sana tebliğ ediyor, sen de görevini yapıyorsun. Yönetici asla “had bildiren” olamaz, “haddini bilen” olacak. 

Dedemin güzel bir lâfı var: “Makamın büyüdükçe, boynun eğilsin” der. Vatandaşla konuşuyorsun, boynun eğilecek; hizmet ediyorsun. Ben bu hizmete tâlibim. Vatandaşa buyruk vermeye, emir vermeye kalkışamazsın. Burada bir kültür gelişmiş, “tensipleriyle” atanıyorlar, “buyruklarıyla” iş yapıyorlar. Bir örnek vereyim: Rum Vakfı’nın bir hastânesi yandı. Bizim itfâiyemiz gitti oraya. Cumhurbaşkanı’nın en önemli danışmalarından biri kalkıp, “Sayın Erdoğan’ın tâlîmatlarıyla yangını söndürdük” dedi. Bu dil sürçmesi değil. Bu, zihne yerleşmiş bir duygu. Bakanlardan biri görevinden istifâ ediyor, “görevden affımı talep ediyorum” diyor. Böyle bir şey olur mu? Ne affı? Krallık mı var bu ülkede?

Çakır: Beş yıl önce siz Erdoğan’ı muhâtap almıyordunuz. Sâdece Binali Yıldırım’la tartışıyordunuz belki, ama daha çok belediyeyle ilgili işleri anlatıyordunuz. Ama şimdi, daha fazla Erdoğan’ı eleştiren bir Ekrem İmamoğlu görüyoruz. Kimileri bunun yanlış olduğunu söylüyor. Kimileri de doğru yaptığınızı düşünüyor. Meselâ ben yazdığım bir analizde, artık durumun değiştiğini söylüyorum, ama diğerlerini de ciddîye alıyorum. Burada sizin “Acemi aday” dediğiniz bir adayla yarışırken, Türkiye’yi 20 küsur yıldır yöneten güçlü bir ismi karşınıza almanızda, stratejik olarak bir sorun var mı sizce?

İmamoğlu: Hayır. Bir kere, ben bir kişiliği ya da Sayın Cumhurbaşkanı’nın özelini, kişiliğini muhâtap alıp, ya da karşıma alıp, kendisiyle bir müzâkere içerisinde değilim. İkincisi, ben onu muhâtap almıyorum, Sayın Cumhurbaşkanı beni muhâtap alıyor. Bana “zat” diyor, “zevat” diyor, ismimi dillendiremiyor. Çünkü Allah’a şükür, rahmetli dedemin verdiği güzel ismi dile getirirse, “Ekrem” dese –çünkü Peygamber Efendimizin ismi diye bana bu ismi verdi dedem– herhalde ondan imtinâ ediyor. “İmamoğlu” dese, “Oylar hepten İmamoğlu’na gidecek” diye “Ekrem İmamoğlu” diyemiyor olabilir. Çünkü bu kadar ince hesap yapan birisi. İsmimi söyleyemiyor, ama her yerde ismimi anıyor, her yerde bana lâf atıyor. Muğla’da atıyor, Hatay’da atıyor, Ordu’da atıyor. Atmadığı yer yok. Ben, o lâflara cevap vermem gerekiyorsa veriyorum. 

Ama benim esas derdim, İstanbul’un etkilendiği, yapmadığı, yaptırmadığı işler. Kanal İstanbul’un muhâtabı kim? Sayın Erdoğan. UKOME’nin muhâtabı kim? UKOME’nin omurgasını değiştirdi. UKOME’yi teknik bir masadan aldı, siyâsî bir masaya dönüştürdü. Orada teknik tartışılıp, İstanbul ulaşımıyla ilgili kararlar alınması gerekirken, taksi sorunu çözülmesi gerekirken, taksi meselesinde AK Parti militanı hâline gelmiş bir Taksiciler Odası Başkanı üzerinden süreç yönettiler ve taksi meselesinde İstanbullu’yu mağdur ettiler.  Dolayısıyla UKOME’de muhâtabım Sayın Erdoğan. UKOME’yi tâkip ettiğini kulaklarımla duydum. Adalar’daki fayton meselesini bile, “Şuna izin verin, buna vermeyin” diye adım adım tâkip ediyor. Yatıyor kalkıyor: Ekrem İmamoğlu. Ben ne yapayım? Cevap vermeyeyim mi? Rüyâsında bile beni görüyor, yani bu kadar içselleştirmiş. UKOME meselesi onda, Kanal İstanbul meselesi onda, Beylikdüzü Metrosu’nu imzâlamıyor, başka izinleri de imzâlamıyor. İstanbul’daki Meclis, şu bu –bakın hepsine– tek noktadan idâre ediliyor. “Şunu söyleyin” diyor, şunu söylüyorlar. “Bunu söyleyin” diyor, bunu söylüyorlar. Bugün siyah, yarın beyaz. Böyle bir şey olmaz. Ben AK Parti adına ya da bir parti adına bir şey söyleyemem, haddim değil, ama bence siyâseten, kurdukları siyâsî dünya bile çok büyük zarar görüyor. Zâten, kurulduğu günle bugün arasına bir bakın; muhtemelen kurucu kadrolarından en az yüzde 80’i yoktur şu anda orada. Böyle bir tek kişilik irâde var. 

İnsan fânî değil mi? Ben bugün varım, yarın yokum. Yarın ne olacağını biliyor muyum? Bilmiyorum. İnsanoğlunun fânî olduğu yerde kurumlar önemli değil midir? Kurumları öldürürseniz, tek kişilik sürece taşırsanız, olmaz. Biz niçin uğraşıyoruz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde? Her şeyi kurumsallaştıralım, “İBB Mîras” diye bir marka yaratalım, “İBB Çocuk” diye bir marka yaratalım, “İBB Kadın” diye bir marka yaratalım, “Bölgesel İstihdam Ofisleri” diye bir marka yaratalım, “Yuvamız İstanbul” diye bir kreş markası yaratalım. Bütün bu markalaşma meselesi niye biliyor musunuz? Ekrem yarın gitti, görevi bitti, başka bir göreve geçti. Burası yürüsün tıkır tıkır işlesin diye. Siyâsette de kurumsallaşmazsanız böyle bir durum ortaya çıkıyor. Bizim temel sorunumuz bu.  

O bakımdan, bence bundan en fazla, geçmişten bugüne AK Parti’ye gönül vermişlerin hayıflanması lâzım. Ben bu seçimde, AK Parti’nin siyâsî bir parti olarak güçlenmesini isteyenlerin de oylarını istiyorum. Bana oy verirlerse, AK Parti’nin yönetici kadroları belki kendilerine gelir.

Göksu: “Siyâsette kurumsallaşma” demişken, yeni bir kurultaydan çıktınız. Bir önceki seçimlerde, “değişim” bayrağıyla yola çıktınız ve bunun kurultaya giden süreci, “değişim” talebiyle yola çıkan siz ve Özgür Özel’in zaferiyle sonuçlandı. Şu anda bu kurumsallaşmayı sağlayabildiğinizi düşünüyor musunuz? Aday belirlerken de Özgür Özel’le ne kadar fikir teâtîsi hâlindeydiniz, özellikle İstanbul adaylarını belirlerken? Siz mi belirlediniz?

İmamoğlu: Estağfurullah. Biz, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği seviyede, saygı, sevgi, samîmiyet, adanmışlık, içtenlik duygularını kapsayan bir diyalog içindeyiz ve Sayın Genel Başkan’ımızla aramızda hiç kimse yok. Yani bu, gönül bağı olduğu kadar, aynı zamanda, ülkenin ve insanlarımızın, bu toplumun ihtiyaçları üzerinden bir hedef birliği. Tek başına partinin ideali üzerinden değil yani. Partili ideali ya da partinin konumu bir araç. Esas amaç, bu milletin birliği, berâberliği, mutluluğu, refâhı kalkınması, gelişmesi, zenginleşmesi, çağdaşlaşması, demokratikleşmesi meselesi. Bütün bu idealler, bu dâvâ üzerinde bir yolculuk. Tabiî ki içinde samîmiyet ve saygı var. O bakımdan çok memnunum ve çok râzıyım, her hususta. Bir konuda bir şey sormam gerekiyorsa, elbette soruyorum Genel Başkan’ıma. Ama tabiî ki kendisini her gün meşgul edecek durumda birisi olamam; benim de sorumluluklarım, işim var. Karşılıklı güven içerisinde bir süreç yönetiliyor.

Geçen sene çok zor bir genel seçim süreci yaşandı. Ne yazık ki başaramadık, ne yazık ki olmadı; Türkiye değişimini elde edemedik. O gün vaatler veren hükûmet, bugün o günden daha kötü bir ekonomik pozisyona sürükledi bizi. Bu bağlamda da hayıflanıyorum, çünkü biz daha iyisini yapabilirdik. Türkiye’nin her kaybettiği günden, kendimi bu anlamda da sorumlu tutuyorum, “Çok çalışmam gerekir” diyorum, ne kadar sorumluluğum varsa. O gün de sorumlu tutuyordum ve bir değişimin partimize iyi geleceğini iddia ettim. Bunun mücâdelesini de ortaya koyduk. 

Ama bu bir başlangıç. Parti içi süreçleri hatırlayın: Yedi, sekiz ay sürdü. Ardından bir kurultay oldu. Her biri, siyâset târihi açısından çok önemli târihî vakalardır. Ve hemen ardından, kendimizi yerel seçimin içinde bulduk. Yani daha şu anda değişimle, dönüşümle ilgili yeni bir dönemin, yeni bir siyâsetin, yeni nesil bir siyâset anlayışının kurumsallaşmasıyla ilgili… Aslında kurumsallaşma tarafını yeni doğmuş bir bebek gibi düşünelim; daha emekliyor. Ama bir yanıyla da var olan güçlü hâfızamızda yerel yönetim sürecini inşâ etmeye, bir model ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu seçimi kazandıktan sonra o modeli hareketlendirirken, bir yandan da, o kurumsallaşmayı bununla berâber yükseltme çabası içerisinde olacağız.

Çakır: “Seçimi kazanırsak” dediniz. Yaklaşık bir buçuk ay kadar önce Özer Sencar’la bir yayın yaptım, izlediğinizi tahmin ediyorum. Özer Bey çok net bir şekilde, “Ekrem İmamoğlu seçimi bir kez daha kazanırsa, 2028’in Cumhurbaşkanı olur ve önümüzdeki en az 20 yılın lideri olur’’ dedi. Hattâ daha da iddialı bir şey söyledi: İmamoğlu bu seçimi alırsa Türkiye İkinci Cumhuriyeti’nin bânîsi olur.

İmamoğlu: Ruşen Bey, herkesin fikrine saygı duyuyorum, ama hatırlayın: 2019 seçiminden sonra yabancı bir televizyon kanalı gelip benimle röportaj yaptı. 2023’te cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağına dâir bir soru sordular, ben de “God knows” dedim. Yani “Allah bilir” dedim.  Bu lâfı aldılar, “İmamoğlu ‘Allah bilir’ dedi, demek ki olacak” diye taşıdılar. Ben bir şey demedim ki, “Allah bilir” dedim. Bir gün ağzımdan öyle bir şey çıkmadı. Sonra Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayımız oldu. İddia ediyorum, adayımızdan sonra en çok çalışan, en büyük emek veren, gecesini gündüzüne katan ben oldum. Başaramadık. Sonra, “Değişim” dedik, “İmamoğlu Genel Başkan olmak istiyor” dediler. Ne oldu? Genel Başkan Özgür Özel oldu. “İmamoğlu başka partiden aday olacak” dediler. Ne oldu? Oldu mu? Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı oldu. Hangi tahmin tuttu? 

Dolayısıyla ben meseleye şöyle bakıyorum: Benim şu anda harâretim, arzum, hayallerim, yaptıklarımız yapacaklarımız… Benim İstanbul’a dâir hayallerim ne bir programa sığar ne 100 programa. Çünkü bu şehrin kapasitesini görüyorum. Bu şehrin her ürettiğinin, ülkeye de nasıl iyi geldiğini görüyorum. O bakımdan, benim şu anda tek konuştuğum mesele, gerçekten İstanbul’a dâir hayallerim. Önümüzdeki beş yılın muazzam bir tırmanma süreci olacağını, İstanbul adına her anlamda iyileşme olacağını görüyorum. Bunu yaşamak ve bu şehre yaşatmak istiyorum. 2028’e daha dört yıl var. Bugünden onu konuşmak benim adıma hadsizlik olur. Sizler adına hiçbir şey diyemem. Herkesin fikri vardır; konuşacak. 

Göksu: Ben sorumu tekrar etme gereği duyuyorum: “İstanbul adaylarını siz mi belirlediniz?” derken…

İmamoğlu: Hayır.

Göksu: Çok özür dilerim, ama bunun sormamım bir nedeni de şu: İstanbul’un 39 ilçesi var, biz sâdece 4 kadın aday görebildik. İzmir’de, yanlış bilmiyorsam, 30 ilçe var ve 9 kadın aday var. Eğer siz belirlediyseniz, neden sâdece 4 aday belirlediniz diye sorma gereği duydum.

İmamoğlu: Doğru, haklısınız. Dört aday bile belki CHP târihindeki en yüksek kadın aday sayısı. Ama yetersiz olduğunu hayıflanarak söylüyorum. Meclis’te kadınadaylarımız neredeyse iki katına çıktı. Büyük çaba gösterdik kadın aday meselesinde. Her yerin kendine has planı, programı hazırlığı var. Tabiî tek başına “kadın aday’’ meselesi üzerine de yolculuğu târifleyemiyorsunuz, bu mümkün değil. Belki kadın adayın olduğu yerde bir erkek aday çıkardık, ama hiç kadın adayın olmadığı yerde bir kadın adayı çıkardık; bunları da yaptık. Ama bunun daha fazlası olması gerektiğini zâten söylüyorum. Bunun mücâdelesini vermeye devam edeceğimi de söylüyorum.

Göksu: Neden olamıyor peki? 

İmamoğlu: Dediğim gibi, birçok yerde kadın aday yoktu. Gerçekten yoktu. Listeleri alıp bakabilirsiniz.   

Göksu: Biliyorum. Medyascope’ta “Kurtlar Sofrasında Kadınlar” diye bir program yaptık. O yüzden, özellikle İstanbul’daki kadın aday profiline çok hâkimim. Epeyce bir kadın aday vardı. Çok güçlü adaylar vardı.

İmamoğlu: Var, ama şöyle düşünün. Orada da, beş yıldır yerele hazırlık yapan, yerelde yaşayan, 7/24 orayı yaşayan ve tabanda da sâhada da sevilen ve “yerelden bir isim olsun” duygusunu en iyi besleyen bir ilçe başkanını aday yaptık. Doğma büyüme Adalı bir insan. Yani havuzunda, suyunda, denizinde, suyun altından dağın tepesine, atın sırtından her tarafını bilen yerel bir insanı aday yaptık oraya. Bizim bu seçimdeki en büyük karakterimiz yerellik. Bunu hiç bozmamaya gayret ettik. Birkaç yerde belki tam istediğimiz olmadı. Ama 39 ilçenin 39’unda da yerellik meselesi üzerinden yürüdük.

Çakır: Geçenlerde, Fatih Erbakan Murat Yetkin’e verdiği bir söyleşide İstanbul’la ilgili şöyle bir şey söyledi: “Özellikle Fatih, Üsküdar, Eyüp’te CHP sürpriz yapabilir”. Eyüp deyince bâzıları sâdece Eyüp Sultan Camii etrâfı zannediyor, halbuki Göktürk’e kadar hep Eyüp. Anladığım kadarıyla, bu seçimde bayağı bir ilçeyi de artırma çabanız var. Meselâ Fatih’te Mahir Polat, Üsküdar’da Sinem Dedetaş. Bu isimler, Büyükşehir Belediyesi’nde berâber çalıştığınız isimler. 

İmamoğlu: Evet. Hem siyâsî geçmişleri var, artı beş yıllık da İBB deneyimleri var. Yani tek başına İBB deneyimleri üzerinden bir târif yok burada. Aynı zamanda siyâsî geçmişleri de var. Meselâ Sinem Hanım’ın 10 yıllık parti üyeliği var. Ama beş yıldır da çok başarılı bir kadın yöneticiydi. 

Göksu: Şehir Hatları’nda.

İmamoğlu: Evet. Şimdi Üsküdar’da da inşallah kazanacağına çok inandığım adaylarımızdan birisi. Çok iyi temsiliyet ortaya koyacağını biliyorum. Bu anlamda, tabiî bu bir seçim nihâyetinde, ama şu anda andaki veriler üzerinden, iktidar olduğumuz 14 ilçenin 14’ünde de sorun yaşayacağımızı düşünmüyorum. Artı 14 ilçede de çok etkili bir mücâdelenin içindeyiz. Yani şöyle düz bir çizgi düşünün: Tık üstünde, tık altında aynı çizgide 14 ilçe var. Belki de İstanbul târihi böyle bir seçimi ilk kez yaşayacak. Bu 14 ilçenin dışındaki ilçelerde de öyle uçurum yok. Orada da çok enteresan veriler var. Ben, toplumun içinden hizmet edecek, beni temsil edecek, benimle göz göze olacak, beni dinleyecek, sıkıştığında yukarı bakıp “Acaba o ne diyor?” diye düşünmeyecek, yereli, vatandaşını hissedecek, kendisi olacak, vatandaşıyla konuşacak, pazara girip çıkacak, esnafıyla buluşacak bir aday kimliği üzerinden, yerel kimlik üzerinden, tâsîrihî bir yerel seçimi bize yaşatacağını düşünüyorum. Çok iddialıyız.

Çakır: O zaman, İl Genel Meclisi’nde de çoğunluğunuz olabilir.

İmamoğlu: Gayet tabiî. Zâten bu dediğim sonuçlar, aynı zamanda bize meclis çoğunluğunu da sağlayacak. 

Göksu: Meclis çoğunluğunun olmaması çok büyük dezavantajdı. Geçtiğimiz dönem bunu yaşadınız.

İmamoğlu: Elbette her şeyin sonu değil; ama bir yanıyla da birçok sıkıntının merkezinde duruyor.

Göksu: Ruşen de ben de Mayıs seçimlerinde Türkiye’nin pek çok ilinde sizin de katıldığınız pek çok mitingi izledik. Kezâ aynı şekilde, İstanbul’da da sizin mitinglerinizi izledik. Siz kürsüye çıktığınız anda, hakîkaten o meydanın havası, dinamizmi değişiyor. Ben bunu somut olarak sâhada gözlemledim. İstanbul’da şu anda gittiğiniz meydanlarda da benzer bir sevgi, ilgi yoğunluğunu görüyoruz. Fakat biz bir önceki seçimlerde, o meydanlara baktığımızda “A, evet” deyip sonucu gördüğümüzü zannettik. Ama o seçimler büyük bir hezîmetle sonuçlandı. Kendi adıma söylemiyorum, Türkiye açısından mevcut tabloyu ortaya koyuyorum. 

Şimdi tam da bu nedenle sizin o coşturduğunuz kitleler, kalabalıklar, sokakta, pazarda, size dokunmaya çalışanlar, otobüsünüze el uzatmaya çalışanlar… Evet, çok büyük bir ilgi olduğunu görüyorum, ama bu, çok temkinli davranma gereğini de doğuruyor. Yani, “Aynı hezîmet olabilir mi? Bu tablo seçim sandığına nasıl yansır?” konusunda temkinli bir duruş var. Bu, seçmende de var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

İmamoğlu: Kesinlikle seçim sandıkta kazanılır. Seçim başka bir yerde kazanılmıyor; ne miting alanında kazanılıyor ne başka bir yerde. Seçim sandıkta kazanılır. Dolayısıyla sandığın rûhuna ve sandığın o ânına sâhip çıkmak, oraya kadar mücâdelenizi vermek gerekir. Beni iknâ eden miting meydanları değil elbette. Miting meydanlarındaki o çeşitliliği görünce, inanılmaz onurlanıyorum, gururlanıyorum; ama o başka bir şey. Ama oranın bir sonuç olmadığını da biliyorum. Meselâ oradan daha etkili manzarayı bana hissettiren, az önce anlattığım, pazara giriş ânım. Orada elde ettiğim organik duygular, organik geri dönüşler, yüzünü çevirip gidenden, yüzünü dönüp samîmiyetle duygularını ifâde edenler arasındaki orantılar. Orada daha iyi ölçülüyor. Ben bu tür yerlerde yüzde 80, yüzde 90 oranında geri olduğumuz mahallelere gidiyorum. Bu bağlamda bunlar daha önemli.  

Ama sizin göremediğiniz, farklı kollardan çok farklı çalışmalarımız var. Biz hizmetlerimizi anlatıyoruz. Hizmetlerimizin geri dönüşünü almak için personellerimiz çalışıyor. Sâhada, İBB kadromuz da çalışıyor. İBB kadromuz Ekrem İmamoğlu kampanyasında çalışmıyor. “Biz beş yıl hizmet ettik. Bu hizmetimizden memnun musunuz, bu hizmetimiz sizi mutlu etti mi, daha iyisini nasıl istersiniz?” anlamında, kendi yaptıkları hizmetleri vatandaşlarımıza anlatıp geri dönüşler alıyorlar. Dolayısıyla buradan aldığımız puanlar, daha samîmî, daha kapalı devre puanlar. Bunları da alıyoruz. Onun dışında farklı iletişim kanallarımız üzerinden yürüyoruz. Ama çok net ifâde ediyorum: Beni tatmin eden ya da iknâ eden şey asla meydanlar değil, sandık.

Çakır: Programı bitirmek üzereyiz. Son sorumuzu soralım. Seçim sonucundan ne bekliyorsunuz? Bana bu soru sorulduğunda, kestirmeden “başa baş” diyorum. Ama siz herhalde böyle demiyorsunuz. Ne bekliyorsunuz?

İmamoğlu: Önde olan bir aday için başa baş duygusu iyi bir duygudur. Yani ben önde olan bir aday olarak, başa baş duygusunu seviyorum, çünkü o beni diri tutar. Zâten başka türlüsü beni aldatır, yanıltır. Ben öyle bir duyguya asla tav olacak birisi değilim. Ben spor yaptım, çok kalabalık tribünlere maç oynadım, öyle gaza gelmem. İnsanlar beni alkışladı diye, maç bitmeden gol sevinci yaşayıp kendi kalesine gol yiyen bir kaleci olmadım. Onun için, tribünler ne kadar coşkulu olsa da maçın 90 dakikada bittiğini bilen birisiyim.

Çakır: Evet, çok sağ olun.

Göksu: Çok teşekkür ediyoruz, bizi kabul ettiniz, yayınımıza katıldınız.

İmamoğlu: Teşekkür ederim, sağ olun.

Göksu: Evet, yarışa sâdece 25 gün kaldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu’yla bir söyleşi gerçekleştirdik. Emirgân’da Beyaz Köşk’teydik. Son derece merak ettiğiniz sorulara, bu programı izlediğinizde cevap bulmuş olacaksınız eminim. Hoşça kalın.