2024 Fransa Turu’nda ilk hafta alışılmadık bir çakıl etabıyla tamamlandı. Medyascope Spor’dan Ceyda Akbulut, Anthony Turgis’in kazandığı günü genel klasman liderlerine odaklanarak anlattı.
Tour de France ilk haftasında genel klasman mücadelesi ve dokuzuncu etap
Her yıl uyguladığım bir rutinim vardır. Bahar klasikleri bittiğinde hepsini listeler ve onları kategorilerine göre naçizane iyiden kötüye doğru sıralarım. Fosforlu renklerle en vahşiyi, en zevkliyi ve eğer yarış içinde büyük farklar açmış biri olursa onu izlediğimden daha keyifli hatırlayabilmek için en ikoniği diyerek bunları tek tek ayırırım. Sonunda da Top 3 başlığını çıkarırım.
Bu sene listemin başında Paris-Roubaix Femmes vardı. Lotte Kopecky’nin tarihi Roubaix Veledromu’ndaki unutulmaz sprinti beni mest etmişti. Elisa Balsamo ve Pfeiffer Georgi gibi saf sprinterleri ve bir efsane Marianne Vos’u, hayret edici bir soğukkanlılıkla yenmişti dünya şampiyonu. Göz kamaştırıcı beyaz mayo kombini de keyfime keyif katmıştı. Bisiklet yarışı işte budur demiştim. Sonra Milan-Sanremo’yu ekledim listeye. Alpecin – Deceuninck takımının iki büyük yıldızı Mathieu van der Poel ve Jasper Philipsen mükemmel bir oyun oynamıştı. Yarışın final bölümünü Mathieu’nün Jasper’in önüne bıraktığı ustaca bir son pas olarak hatırlıyorum.
Top 3 listemin son sırasına ise Mads Pedersen’in kazandığı Gent Wevelgem’i eklemiştim. Ancak sanırım temmuz ayının sıcak bir pazar gününde bazı şeyler değişti. İzlediğim, yılın en büyük turunda onun izin verdiği müddetçe ilginçleşen bir etap olmalıydı ama ben muhtemelen yıllar sonra, olağanüstü vasat hafızamla bahsettiğim pazar gününü bir klasik olarak hatırlayacağım ve onu çok sevdiğim Mads’in Wevelgem zaferinin önüne koyacağım.
Yıllar sonra hafızama meydan okuyacak ve kuvvetle muhtemel galip çıkacak o yarış Tour de France’ın 111. edisyonunun dokuzuncu etabı oldu. Pelotonun Troyes topraklarında dolandığı yarışta iyi bir tek günlük klasikten beklediğimiz her şey vardı. Çakıl, kum, taş, toz, ardı arkası kesilmeyen sektörler, soluklanmak için bile bulunamayan vakit, agresifler ve korunanlar, vahşiler ve merhametliler, kanı deli akanlar ve ağırbaşlılar… En sonunda da bir Fransız galibiyeti ve trash talk’lar. Daha ne isteyebiliriz ki?
Günün önemini ve pelotonda yarattığı gerginlik seviyesini açıklayabilmem için ilk olarak biraz geriye gitmem ve arkama yaslanmam lazım.
Artık bisiklet sporu çok farklı. Hayır, ben on yıllardır takip eden bir iki teker tutkunu değilim. Muhtemelen ilgim yeni yeni ilk onuna yaklaşıyordur. Ama farklılıkları anlayabiliyorum. Mesela artık para öncelik. Eskiden de öyleydi diyeceksiniz tabii ama önce beni bir dinleyin. Artık takımların taktikleri ilk olarak “kasalarından” geçiyor. Burada yarış kazanmak, tek bir bisikletçinin sonunu bilmemize rağmen kaçışta fiziksel acı ve zihinsel bir meydan okumayla dolu saatler geçirmeyi bile isteye tercih edip gelecekte anlatabilecek bir anı edinmesinden daha değerli. Sanırım bu yüzden Tur’un 111. edisyonunda çoğunlukla kaçış grubundan yoksun bir ilk hafta izledik. Artık en “küçük” takım bile günün sonunda çizgiyi ilk sırada geçmenin derdinde. Anılarını meydan okumalarla değil zaferlerle doldurmak istiyorlar.
Aslında bu durumda şikâyet etmeye hakkımız yok. Sporun genel olarak amacı zaten ucunda zafer barındıran bu rekabetten geçiyor. Ama geçmiş bisiklet efsanelerini okuyup izledikçe kendime soruyorum, bu spor kazananları kadar kaybedenleri sayesinde de sevilmemiş miydi?
Her neyse… Bu oldukça subjektif fikirlerden oluşan konuya nerden ve neden geldim biliyor musunuz? 111. edisyonun dokuzuncu etabını hedef tahtasına eklemiş sayısız takım ve sporcunun varlığından bahsetmekti amacım. Bazı sprint etaplarında kılını bile kıpırdatmayan takımlar buradaki olası mutlu son için saatlerce uğraş verdi. Büyük turlarda bu tip etaplarla sık sık karşılaşmayız. Ama karşımıza canlı kanlı dikildiğinde, neredeyse herkesin zafer şansı olur. Peki bu durumda talep çok olduğundan kazanma olasılığı da bir o kadar düşmez mi? Bilemiyorum, karar sizin. Bisiklet matematik değil, değil mi?
Tamam, çok çetrefilli derin konulardan biraz daha özele ve sevdiğimiz alana dönüyorum. Çakıl dolu etabın sürücüler ve takımlar bazında iki farklı algısı vardı. Bir taraf söylediğim gibi bunu büyük bir zafer fırsatı olarak görüyordu. Diğeri ise şikâyetçiydi. İşin ucunda her şeyden ve hatta tüm seyir zevkinden önemli bir genel klasman mücadelesi vardı. Yarış içinde oluşabilecek herhangi bir aksilik, kayan veya patlayan bir teker, vakitsiz bir kaza ya da yanlış zamanda yanlış yerde bulunmak üç hafta sürmesi beklenen emeği yerle bir edebilirdi. Takımların mali açıdan sürekli gelişen bisiklet sponsorlukları da bu tip yarışlarda sınıfta kalabilirdi pek tabii. Yani sonuç olarak kimileri için dokuzuncu etap eşittir risk demekti.
Genel klasman liderleri Tadej Pogacar, Remco Evenepoel ve Jonas Vingegaard etap öncesi bahsettiğim nedenler yüzünden gergindi. Ancak 47. kilometrede ilk çakıl sektöre girildiğinde gerginlik yerini bilinçli bir vahşiliğe bıraktı. Remco ve Tadej bıçkın benlikleriyle etabın tadını çıkarmak istiyordu. Jonas alışık olduğumuz şekilde sakin oynayan taraftı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Akılda kalıcı ilk hamle Remco’dan geldi. Temposuyla günün sonunda galibiyete gidecek kaçış grubunu bile yakalamıştı. Peşindeki iki lider de onu izledi ama Jonas tempoya yardım etmeyi reddedince arkadaki geniş gruba geri döndüler. Son kilometrelere doğru Tadej de benzer denemelerde bulundu ama Jonas ve ekibi onu da takip edip yarışmayı reddederek hamleleri söndürdü.
Günün sonunda havada uçuşacak sözleri o anlarda tahmin edebiliyorduk. Büyük üçlünün diğer tüm genel klasmancıları geride bırakıp zaman farkı yaratması önümüzdeki iki hafta adına kurgulanan tüm planları değiştirebilirdi. Buna engel olmak kimisi için delilikti. Öyle ki Remco ve Tadej, onlarla çalışmayı reddeden rakipleri için pek de olumlu konuşmadı. Bir nevi meydan okudular. Remco eğer Jonas işbirliği yapsaydı podyumu ilk haftadan oluşturmuş olabileceklerini ama rakibinin yeterli “cesareti” olmadığını söyledi. Tadej bu kadar sert değildi ancak o da durumdan hoşnutsuzluğunu yeterince açık şekilde dile getirdi.
Kanı deli akan bu iki sporcu, bisikletle bütünleştikleri her bir dakikayı ruhlarına ayak uydurarak geçiriyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Jonas’ın ise farklı bir tarzı var. Onun da iki tekerle bütünleştiği ve farklı boyutlara yolculuk yaptığı günlere tanık olduk tabii. Ama bunlar belirli hedefleri içeriyordu, o boyuta ulaşması için öncesinde plana sadık kalmalıydı. Son iki yılın şampiyonu olan Danimarkalı, bu olay özelinde de disiplini elinden bırakmadı.
Evet, çoğu genel klasmancıyı eleyip sadece iki rakiple zirvede yer alması ona avantaj sağlayabilirdi. Ancak biliyoruz ki Jonas’ın amacı en sonunda arkadakileri değil önündekileri geride bırakmak. Yani büyük ihtimalle podyumla değil şampiyonlukla ilgileniyor. Tur’un ilk haftasında kendini beklediğinden daha iyi bir formda buldu ve devam edebilirse zafer yoluna tez canlılıkla değil klasik yoldan çıkmayı tercih ediyor. Bu sebeple takımının desteğine sadık kalıp deli yürek rakiplerine ayak uydurmamış olması bu yönden anlaşılabilir.
Remco ve Tadej’in söylemlerini kaos dolu günün geride bıraktığı adrenalin kırıntılarına bağlayabiliriz. Önümüzde belirsiz, rekabetçi ve Jonas sayesinde bol adaylı bir iki hafta var.
Yazının başındaki coşkulu girişten de görüldüğü gibi geride bıraktığımız bu tozlu topraklı klasikvari günü uzun süre unutmayacağız. Hatta kimimiz muhtemelen benim gibi bunu gerçekten bir tek günlük klasik gibi hatırlayacak. Günü tamamlayan 173 bisikletçi de, bazen değişime baş koyduğunu çok hissettiren bu sporda gelecekte tam da bugünü anlatacağı bir anıya sahip olacak.
Yazan: Ceyda Akbulut
Editör: Doğa Üründül