Sporcular üzerinde yaratılan baskının sebebi çoğu kez onlarda görülen potansiyeldir. Tom Pidcock da bu sene baskıdan nasibini alanlardandı. Medyascope Spor’dan Ceyda Akbulut, iki kez olimpiyat şampiyonu hakkında yazdı.
Tom Pidcock: Vaat
Yeni yıla girerken özel olarak seçtiğim bir sporcuyu tüm sene aldığı nefese kadar takip etmeyi âdet haline getirdim.
Böyle söyleyince kulağa ne kadar normal geliyor bilmiyorum. Ama zaten uzun zamandır vaktimin büyükçe bir bölümünü spora ve hikâyelerine adıyorum. Bu sırada her saniyeme, uzansam çoğu kez tutamayacağım ama düşününce reçetesini çıkarabileceğim türlü türlü profesyoneller sığdırıyorum. Özel olarak seçtiğim kişiyi bunlardan ayıran tek şey, sene sonunda kendisi hakkında yazma isteğim oluyor.
2024’te multidisipliner yetenek Tom Pidcock’a eşlik ettim. İniş ustasının bol tümsekli yılında birlikte bir oraya bir buraya savrulduk. Paris’te boynumuza altından bir madalya da taktık, kendimizi bir Netflix şovunda kötü karakter olarak da bulduk.
Şimdi biraz bu Yorkshirelı dostumuz hakkında konuşacağım. Bulunduğu ve bulunmadığı vaatlerinden bahsedeceğim. Ayrıca şimdiden uyarayım. Devam eden satırlarda, tıpkı az önce olduğu gibi, çoğul birinci kişi adılı kullanıp “biz” diyebilirim. Sonuçta benim de vaadim olimpiyat şampiyonumuza eşliğim olacak.
Tam 12 ay önce Tom ile yeni senemize kasvetli bir havada adım attık. Ben elime Damon Galgut’ın 2021 Booker ödüllü Vaat kitabını almıştım. Orijinal isim The Promise’in neden “vaat” şeklinde çevrildiği, sayfaları çevirmeden hemen önce kafama takılmıştı ama hikâyenin içine girdikçe niyeti anladım.
Kitap ana bir vaadin yanında kişisel hayatlarında da kendilerine ve başkalarına çeşitli vaatlerde bulunup bunların altında ezilen bir aileyi anlatıyor. Sayfaları çevirdikçe aile bunalımlar atlatıyor ve cenazeler kaldırıyordu. Verilmemesi gereken sözlerin yanında göz ardı edilen ana vaadin çarpıcı karşılaşmasıyla da son buluyordu hikâye.
Galgut’ın eseriyle geçirdiğim bu birkaç kasvetli günü, kış mevsiminin sıcacık bisiklet yarışlarıyla aydınlatmayı tercih ettim. Yarışlara turuncu Lamborghini’siyle gelen Hollandalı süper star Mathieu van der Poel yine harikalar yaratıyordu. Sadece o olmadığında kürsünün ilk basamağını görebilen Tom ise yoğun kış takvimi içinde cyclocross’un o bol promilli sıcacık havasını içine çekememiş gibiydi; gergin ve keyifsizdi. Dışarıdan bunu nasıl anlayabilmiş olabilirsin derseniz, ona türlü yollarla eşlik ettiğimi hatırlatayım… Ayrıca bunu kendisi de dillendiriyordu.
Britanyalı multidisipliner yıldız Çekya’daki gökkuşağı mayo yarışını es geçti. Önündeki aylar için sağlam planları olduğunu ve bir an önce bunlara çalışmaya başlaması gerektiğini söylüyordu. Fakat bu söylemlerde inanç veya tutku zerresi bulunmuyordu. Sezon sonunda verdiği samimi röportajların birinde, işinde adeta bir orta yaş krizi geçirdiğini itiraf etmesi de bunun kanıtı olacaktı.
Yol bisikleti sezonuna rekabetçi olmaya çalıştığı Algarve, Tirreno-Adriatico ve İsviçre turlarıyla başladı. Haftalık mücadelelerin sonunda çoğu meslektaşının hayallerini kuracağı sonuçlar alıyordu ama zirvede değildi. Hatta oradan çok uzaktı. Tadej Pogacar’ın göz korkutucu resitali Strade Bianche’de dördüncü olunca iki tekere olan tutkusu içinde ulaşamayacağı yerlere, iyice derinlere çekilmişti.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yılın en korkutucu kazasının gerçekleştiği Bask Turu’nu ilk gün yarışmadan terk edince belki de bir felaketten kurtuldu. Yarışamayacağını açıklarken yine keyifsizdi. Onu tanıdığımız tüm yıllarda mikrofonlara daimi bir bağışıklığı varmış gibi gözüken cool dostumuz, o sırada hepsinden köşe bucak kaçmayı tercih ediyordu.
Sonra kendisini birden sporun en çetin yarışının başlangıç listesine attı. Paris-Roubaix’nin bol tozlu ve tempolu edisyonunda bitiş çizgisini 17. sırada geçebilmişti ama ikonik Roubaix Veledromu’na girdiğinde o depresif halinden eser yoktu. Sürdüğü her kilometreden ve bastığı her pedaldan keyif almışa benziyordu. Kazanmayı elbet dilerdi ama onun derdi profesyonel olarak yaptığı işe olan tutkusunu yeniden yakalamaktı. Sonraki hafta Ardenlerde kazandığı yarış belki de bunun kıvılcımı oldu.
Zaferinin ardından haftalık turlarına ve artık gözüne ulaşılması imkânsız gibi gelen genel klasman mücadelelerine tekrar girişti. İki sene önce unutulmaz Alpe d’Huez zaferini aldığı ve bunun ardından adına tonlarca vaadin biçildiği yere, Fransa Turu’na gitmeden önce elinde karmaşık bir karne vardı. Katıldığı haftalık turları sırayla altıncı, dokuzuncu ve yine altıncı sırada bitirmişti. Fransa’da işi elbet daha zordu ama kafasını kurcalayan farklı bir konu vardı. Hedefi neydi? İlk 10 yeterli miydi? Kazancı ne olacaktı? Olası bir yedincilik, Alpe d’Huez zaferinden daha mı değerliydi? Zafer için yarışamayacaksa mirası neydi? İstemeden bulunduğu vaatlerin yükü çok mu ağır gelmişti? Ve tabii bu kişisel soruların yanında takımı ondan ne istiyordu? Lider kimdi? Yakın geçmişin büyük patronu, eskinin Sky’ı, şimdinin INEOS Grenadiers’ı nereye gidiyordu?
Bu kapkara soru bulutunun altında İtalya topraklarında başlayan Fransa Turu’na adımımızı attık Tom ile. Fakat daha ilk haftadan işler rayından çıktı; planlananlar -artık her neyse- istendiği gibi gitmedi. Son haftaya girmeden Pogacar’ın fişi çekmesini beklerken Tom’dan Tur’a veda geldi. INEOS ile ayrılık dedikoduları sene boyu köpürtülmüştü. Bu vedayla birlikte hiç olmadığı kadar konuşuldu.
Bir Britanyalı için Olimpiyat şampiyonluğu diğer her şeyden önemli olabilir. Tamam, kabul ediyorum, bu fazla popüler ve biraz da kolaya kaçan bir düşünce. Ama karşı çıkamazsınız. Fransa Turu’na bir kez daha hayal kırıklığıyla veda eden Tom’un 2024’teki kırılma anı da yeni bir olimpiyat şampiyonluğuyla geldi. Boynuna bir kez daha altın madalyayı takınca, adına alınan kararlarda en büyük yetkilinin yine kendisi olduğunu anladı. Gücünün yeniden farkına varıp iki tekere olan tutkusunu hatırlamıştı. Artık atacağı adımı da, bulunacağı vaadi de kendi belirlemeye karar verdi.
Sonrası, bugün edindiğimiz bilgilerden de yola çıkarak, takımıyla yaptığı müzakerelerle geçti. İki sene önce Alpe d’Huez’de aldığı zafer çok yönlü yıldıza taşıyamayacağı ya da belki de daha doğru ifadeyle taşımak istemeyeceği vaatlerde bulunmasına sebep olmuştu. Tercihini bunların yükünden kurtulmakta kullandı. Senelerini pelotonun en popüler ve cebi en bol takımlarından birinde, büyük turlarda ilk 10’u hedefleyip şans kovalamaya çalışarak “heba etmek” istemedi. Alt kademe bir İsviçre takımında, tutkunu olduğu işi yapmayı seçti.
Yeni yıla Tom ile beraber kasvetli başlamıştık. Okuduğum kitabın satırlarındaki tutulamayan vaatler beni germişti. Tom da onun adına belirlenenlerin altında eziliyordu. Neyse ki Britanyalı dostum sancılı da olsa zorlu senenin ardından vaadini biçimlendirdi. Önüne yepyeni bir sayfa açtı.
Q36.5 Pro Cycling Team’de kendisine kasvetten uzak günler diliyorum.
Yorucu bir yıldı be Tom!
Yazan: Ceyda Akbulut
Editör: Doğa Üründül