Hatem Ete ile söyleşi: Seçmen 19 Mart operasyonuna ve yeni çözüm sürecine nasıl bakıyor?

Seçmen 19 Mart operasyonuna ve yeni çözüm sürecine nasıl bakıyor? PanoramaTR’nin Mayıs araştırmasını Hatem Ete, Ruşen Çakır’a anlattı. Hatem Ete videoda, 19 Mart operasyonlarını ve çözüm sürecini seçmenin gözünden değerlendirdi.

PanoramaTR Direktörü Hatem Ete, kurumun Mayıs 2025 araştırmasının sonuçlarını Medyascope’ta Ruşen Çakır’a anlattı. Seçmenin hem 19 Mart operasyonuna hem de yeni çözüm sürecine yaklaşımı bu yayında detaylı biçimde değerlendirdi. Ete, “19 Mart, hem siyasi kutuplaşma hem AK Parti’nin oy oranını hem CHP’nin oy oranını yükseltti.” dedi.

19 Mart’tan sonra seçmen ve siyaset

Ete, “Bu ay CHP’de de bir 1-1.5 puanlık bir düşüş yaşanmış fakat buna rağmen CHP hem
birinciliği koruyor hem bu yüksek oy oranını muhafaza ediyor.” dedi. AK Parti’nin de oy kaybetmediğini vurgulayan Ete, şunları söyledi: “AK Parti oy oranını muhafaza ediyor bu siyasal canlanma dolayısıyla.”

Toplumun önemli bir kesimi, 19 Mart’ta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyonu siyasi buluyor: “Toplumun yarıdan fazlası bu meselenin hukuki bir meseleden öte siyasi bir mesele olduğunu düşünüyor.”

Hatem Ete, “CHP’nin ve AK Parti’nin oy oranı belli bir doyum noktasına ulaştı diye gözlemliyorum. AK Parti son iki yılın en yüksek oy oranına ulaştı. CHP de Nisan’da yüzde 24 oy oranına ulaştı. Bundan sonraki bu şeyler biraz daha tabanı keskinleştirir bu iki parti etrafında. Yani oy verme dinamiklerini çok ciddi bir şekilde etkileyebileceğini zannetmiyorum. Oy artırma düzeyinde ama oyların düşmesini engelleyebilir. Fakat siyasi süreçleri etkileyebilir bu.”

Hatem Ete ile söyleşi: Seçmen 19 Mart operasyonuna ve yeni çözüm sürecine nasıl bakıyor?

Hatem Ete, seçmenin çözüm sürecine bakışını değerlendirdi. Ete, “Şubat açıklamasından sonra, Öcalan’ın silah bırakma yani PKK’ya çağrı yaptığı tarihten sonra sorduğumuzda, toplumun çok büyük ekseriyeti, Öcalan bunu dese bile, PKK’nın silah bırakmayacağı kanaatindeydi. Biz Mayıs ayında bunu bir daha sorduğumuzda yine toplumun büyük çoğunluğu PKK silah bırakmayacak eğilimindeydi. Yani 30’a 60 civarı bir yerde; 30’a yakın, ‘Evet, PKK silah bırakacak’ kanaatinde.”


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. PANORAMATR’nin Mayıs 2025 araştırmasını, direktörü Hatem Ete ile konuşuyoruz. Malum, araya bayram girdiği için yayını biraz geciktirdik, normalde ayın ilk günlerinde yapıyorduk.  Hatem merhaba.

Hatem Ete: Merhaba.

Şimdi bu araştırmaya baktığımda, aslında parti tercihlerinde genel trendin çok değişmediğini görüyorum. CHP’nin birinci parti olması sürüyor. Siz kararsızları partilere dağıtmıyorsunuz. O anlamda baktığım zaman %20 kararsız var. Biraz azaldı sanki. Yanılıyor muyum?

Ete: Azaldı, evet. 19 Mart’tan sonra oy vermeyenlerle, kararsızların oranında, %10’a yakın bir azalma oldu. 

Evet. Şimdi baktığımız zaman CHP birinci parti ve şöyle çarpıcı bir husus var. Kararsız %20’yi bir kenara koyuyoruz. AK Parti ve MHP’nin toplam oyları %35’i bile bulmuyor. Başkalarının yaptığı gibi kararsızlar dağıtılsa, herhalde %40 civarında olacak sanki. Bu, iktidarın kamuoyu desteğini bayağı bir kaybettiği anlamına gelmiyor mu? 

Ete: O anlama geliyor, ama 19 Mart’tan sonraki ilk yayınımızda da konuşmuştuk. Bu siyasi kutuplaşma hem AK Parti’nin hem de CHP’nin oy oranını yükseltti. Yani seçmen iki blokta toplandı, özellikle de kararsız seçmen. Öyle olunca da AK Parti son 2 yılın en yüksek oy oranına ulaştı; kararsızları dağıtmadan %25’i geçti. Bu ay, o oy oranından biraz geriye düşmüş vaziyette. O da beklediğimiz bir şeydi. O sert hamle sonrasında biraz geri çekilme bekleniyordu. Ama buna rağmen, bu siyasal canlanma dolayısıyla AK Parti oy oranını muhafaza ediyor. Ancak bu siyasal gerilim, AK Parti’den daha fazla CHP’nin oy oranına katkı sağladı. CHP en yüksek ilk oy oranını 31 Mart seçimlerinden sonra görmüştü, ondan sonra gelgitli bir çizgisi oluşmuştu. Zaman zaman AK Parti’nin önüne geçiyordu, zaman zaman gerisinde kalıyordu. Nisan 2024 oy oranına ulaştı CHP. Yani seçimlerden hemen sonra, CHP’nin aldığı en yüksek oy, 2024 Nisan ayında aldığı oydu. Nisan 2025’te de o oy oranına yeniden ulaştı CHP. Bu ay CHP’de de 1, 1,5 puanlık bir düşüş yaşanmış. Fakat buna rağmen CHP hem birinciliği koruyor hem bu yüksek oy oranını muhafaza ediyor. 

Onun dışında, hemen ikinci sırada DEM Parti ile MHP yer alıyor. İkisinin de çizgisinde aslında istikrarlı bir gidiş var. Kararsızlar dağıtılmadan DEM Parti ve MHP %5’ler etrafında duruyor. Bir adım gerisinde de Zafer Partisi var. Biz Zafer Partisi’nin de uzunca bir süredir ne oy arttırdığını, ne oy kaybettiğini gözlemliyoruz. Ortalama %3 civarında bir yerde duruyor. Diğer partiler de daha aşağıda bir yerde duruyor. Bizim araştırmamıza göre Yeniden Refah Partisi ve İYİ Parti %2 civarında bir yerde duruyorlar bize göre. Genel bir özet olarak şöyle söyleyebiliriz: 19 Mart, AK Parti ve CHP’nin oy oranını yükseltti. Hatta CHP’nin oy oranını daha fazla yükseltti. Bu genel trend Mayıs ayında da devam ediyor. CHP birinci parti, AK Parti ikinci. İkisinin arasında CHP lehine 2, 3 puanlık bir fark var. Diğer siyasi partilerin oy oranında ciddi bir değişim yok, bu bir. İkincisi, Ekim ayından beri siyasi gündemi meşgul eden PKK’nın silahsızlandırılması ile ilgili süreç. 

Ona ayrı bir kalem olarak konuşacağız. Şimdi partiler meselesini biraz daha konuşalım. Sen bahsettin ama geçen ay yaptığımız yayında da konuşmuştuk, yine aynı şeyi vurgulamak istiyorum. Bence bunlar önemli. Çünkü İYİ Parti ve Yeniden Refah Partisi’nin etkisinin bayağı bir azaldığını görüyoruz ve diğer partiler, ‘’Diğer’’ bölümünün içerisine girmiş. Yani şu anda %1’in üstüne çıkan 7 parti görüyorum. Ama Türkiye’deki parti sayısının maşallahı var. Anahtar Parti’yi bazı araştırmalar buluyor. Siz Anahtar Parti’yi buluyor musunuz? Sizde de belli ki %1’in altında. 

Ete: Biz kuruluşu ilk ilan edildiğinde Anahtar Parti’yi %2’nin üzerinde, 2 civarında gördük. O zaman da raporladık ‘’Diğer’’ bölümünden çıkardık. Ama sonraki aylarda Anahtar Parti bizim araştırmalarımızda %1’in üzerinde çıkmıyordu. O yüzden ona da yine ‘’Diğer’’in içerisinde yer veriyoruz. Mecliste temsil edilen, ama bir grup niteliğine kavuşmamış diğer partilerde, bunu biraz siyasal gündemin ekseniyle ilişkilendiriyorum. Bu siyasal gündem içerisinde aslında sadece İYİ Parti ve Yeniden Refah Partisi’nin yükselme ihtimali daha yüksekti. Çünkü seçimlerden sonra, İYİ Parti Mecliste, Yeniden Refah da yerel seçimlerde ciddi bir varlık gösterdiği için, bu iki partinin gündemdeki siyasal tartışmalara katılıp, bu tartışmalar üzerinden kendi eksenlerini belirleme ve bunun üzerinden oy alma imkânları vardı aslında. Seçimlerden sonra da sürekli bunu konuştuk yayınlarda, raporlarımızda. 

İYİ Parti, PKK’nın silahsızlandırılması sürecinde net ve sert bir çizgi izleyerek, CHP’ye kaptırdığı ve Zafer Partisi’ne giden oylarını geri alabileceği gibi bir duyguya kapıldı. Ama biz bugüne kadar İYİ Parti’nin buradan bir fayda sağladığını gözlemlemiyoruz. Yeniden Refah ise siyasal sürece etkili bir şekilde katılmıyor. Yani gündem oluşturan bir siyasal canlılık göstermiyor. Evet, yerel seçimlerde bir varlık gösterdi, fakat yerel seçimlerdeki oy verme dinamikleri de farklı biliyorsun. Birçoğu aday üzerinden, farklı sosyolojiler, daha bölgesel dinamikler üzerinden oy aldı. Fakat ulusal siyasete yansıyan bir gündem oluşturma kapasitesi göstermediği için, oy oranına yansıyan bir şey de gözlemlemiyoruz. 

19 Mart’ı, geçen ayki yayınımızda da konuştuk. Her iki kişinin birinden fazlası, %54’ü, İmamoğlu’na yönelik yargı sürecini siyasi olarak değerlendiriyor. Hukuki diyenler %32. Daha öncekine kıyasla nasıl bir değişim var?

Ete: Biz 19 Mart’ın olduğu hafta hızlıca bunları değerlendirdiğimizde, bunun siyasi bir operasyon olduğunu söyleyenler %60 civarındaydı. Fakat Nisan ve Mayıs araştırmalarımızda bu oran %55’e düştü ve orada kaldı. Bu, şunu gösteriyor bize: Genel olarak eğilimler durulduğunda, toplumun yarıdan fazlası, bu meselenin hukuki bir meseleden öte siyasi bir mesele olduğunu düşünüyor. Parti seçmenlerine daha derinlikli bakıldığında da, muhalefet partilerindeki ‘’bu bir siyasi operasyondur’’ algısı, iktidar partisindeki ‘’bu yargısal bir süreçtir’’ kanaatinden çok daha yüksek, çok daha yoğun. AK Parti ve MHP’li seçmenler yoğunlukla bunun yargısal bir süreç olduğunu düşünseler bile, ‘’fikrim yok’’ diyenler çok fazla. Yani burada, kendi iktidar seçmeninde de net bir hukukilik algısı henüz oluşmamış durumda. Muhalefet seçmeninde ise çok yoğun bir şekilde bunun siyasi bir süreç olduğuna, siyasi bir operasyon olduğuna yönelik kanaat yerleşmiş. 

19 Mart’ın üzerinden 3 ay geçti. Üç ay boyunca üst üste yapılan araştırmalarda bunun %55’lerden aşağı düşmemesi, toplumda genel bir kanaatin oluştuğunu gösterir. Biz hemen sonrasında, “CHP’nin en önemli imtihanı, bu toplumsal tepkiyi sürdürülebilir bir düzeyde tutabilecek mi? Hem meşru bir zeminde tutabilecek mi, hem de sürdürülebilir bir düzeyde tutabilecek mi? Bu tepkisel enerjiyi siyasete aktarabilecek mi?” diye konuşuyorduk. Üç aylık araştırma bize, CHP’nin büyük oranda bunu başardığını gösteriyor. Yani seçmende ‘’bu operasyonlar siyasi niteliktedir, İmamoğlu’na yapılan hukuki değildir’’ yargısı, en azından %55’lik bir kesim nezdinde yerleşmiş gözüküyor.

Peki, burada ayrıca ‘’yolsuzluk iddialarına inanıyor musunuz?’’ sorusuna %38 ‘’yapmamıştır,’’ %36 ‘’evet yapmıştır’’ diyor. Neredeyse başa baş. Ama çok sayıda da ‘’fikrim yok’’ diyen var. Yani şöyle bir şey mi gözüküyor? ‘’Yolsuzluk iddiası doğru olsa bile, yapılan olay siyasidir’’ düşüncesi var.

Ete: Evet. Biz haziran ayındaki araştırmada, çok derinlikli olarak yolsuzluk odağı yapıyoruz. O yolsuzluk odağında hem kamu sektöründe, hem belediye sektöründe, hem genel olarak siyasetin yolsuzluklarla ilişkisinde, elimizde çok daha ayrıntılı veriler olacak. Önümüzdeki ay bunu daha net konuşuruz. Çünkü bu yolsuzluk meselesinin toplum tarafından nasıl algılandığını ölçme imkânımız olacak. Ama sadece bu veriye baktığımızda ben buradan şunu anlıyorum: Toplum, kabaca üçe bölünmüş vaziyette diyelim. Bir kısmının fikri yok. Fikri olanlar da ortadan ikiye bölünmüş vaziyette. Bir kısmı, ‘’İmamoğlu yolsuzluk yapmıştır’’ diyor. Yarısı da ‘’yolsuzluk yapmamıştır’’ diyor. Bunlar üzerine odaklanıp toplumda genel olarak şöyle bir algı oluştuğunu söyleyebiliriz: Ben bunu, toplum hem belediyelerde yolsuzluk meselesinin yapıldığına dair genel bir kanaate sahip hem de ‘’bu tür meselelerde yolsuzluklar var’’ kanaati mevcut diye okuyorum. Fakat bu yargılama süreçleri meselesinde, iktidar toplumu ikna edememiş gözüküyor. Eğer buna iki üç farklı şey yapılmış olsaydı, bence ‘’bu bir siyasi operasyondur’’ yargısı bu kadar yüksek çıkmayacaktı. Mesela bazı AK Partili belediyelere yönelik de yolsuzluk soruşturmaları yapılmış olsaydı, o zaman…

Orada sözünü keseceğim. Geçenlerde iktidara yakın bir televizyon kanalında, ‘’muhalefet iktidara gelince de AK Parti belediyelerine soruşturmalar açılabilir ‘’diye açık açık söylediler. Örneğin Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı, bir önceki belediye başkanının yaptığı ihaleden dolayı tutuklandı. O kadar iddia var, hiçbir soruşturma yok. Ama ‘’Onlar iktidara gelirse yaparlar’’ diyorlar. 

Ete: Evet. Toplumda genel olarak hem belediye işlerinde, hem kamu sektöründe yolsuzluk olduğuna dair bir kanaatin var olduğunu anlıyorum ben buradan. Dediğim gibi önümüzdeki ayki araştırmada elimizde daha net verilerle konuşuruz. Bir oran veremem, ama ben bunu spesifik olarak İstanbul Belediyesi ve İmamoğlu ve oranlar bu şeklinde okumanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Bu genel bir kanaat. Toplum ‘’İmamoğlu yolsuzluk yapmıştır’’ diyebilir ya da yarı yarıya, ‘’evet, belediye işlerinde yolsuzluk var, İmamoğlu da yolsuzluk yapmıştır’’ diyenler de var, demeyenler de var. Fakat bu operasyonun bir yolsuzluk operasyonu olduğuna dair kanaat, siyasi operasyon olduğuna dair kanaatin çok altında kalıyor. Çünkü sadece İstanbul eksenli ve CHP’li belediyelere yönelik bir yolsuzluk operasyonu var. Bu, toplumu ikna etmiyor. Öncesinden, yani diplomadan, bilirkişi raporlarından, önceki ‘’ahmak’’ davasından, bir sürü meseleden, CHP’ye yönelik kayyum tartışmalarından, toplumda genel olarak ‘’iktidar CHP ile uğraşıyor’’ algısı daha baskın olduğu için, toplumun, bu yolsuzluk meselesini bir yolsuzluk olarak okumama eğiliminde olduğunu görüyorum.

Zaten Cumhurbaşkanı da ‘’turplar’’ diye işaret etmişti, onun ardından başladı. Bu araştırmada ilginç bir şey var. İnsanlara ‘’ İmamoğlu 2028’de Cumhurbaşkanı adayı olur mu?’’ diye soruyorsunuz. Katılımcıların yüzde 40’ı ‘’evet’’ diyor, %50’si ‘’hayır’’ diyor. Bu ilginç. Ben %40’ın içindeyim. Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olamaması, Türkiye’nin normalleşememesi anlamına gelmez mi?

Ete: Biz biraz toplumun bu meseledeki algısını ölçmek istedik. Operasyonun üzerinden 3 ay geçti. İktidarın bu meseledeki yaklaşımı, CHP’nin bu meseleye bakışı, üç aşağı beş yukarı netleşti. Bu meselenin geneli için elimizde bir baz oran olsun diye, toplumun buradan ne anladığını bir ölçelim istedik. Aslında birbirine çok yakın rakamlar. Fakat toplumda, ‘’İmamoğlu bu önümüzdeki seçimlerde yarışamayacak’’ kanaati daha baskın. ‘’Bu iş bir şekilde bitti’’ kanaati, ‘’bu işin hâlâ bir çözümü var’’ kanaatinden daha fazla.  Aradaki fark çok fazla değil, fakat genel eğilim bu yönde oluşmuş. Elbette olayın hukuki boyutu nereye evrilir, siyasi dengeler nereye evrilir, asıl belirleyici olacak olan bu ikisi. Bu meselede, siyasi dengeler ile hukuki süreçler, hatta siyasi dengeler hukuki süreçlerden de daha ağırlıklı olarak belirleyici olacaktır. Fakat bugün itibariyle toplumsal kanaatte, İmamoğlu meselesi önümüzdeki seçimlere yönelik kesinleşmiş bir hamle olarak yer alıyor duygusu daha ağırlıklı vaziyette. Bu aslında CHP’nin de bu meseleye yönelik olarak, iktidara etkili ve geri adım attıracak güçlü bir muhalefet sergilemediği şeklinde de okunabilir. İktidarın, toplum nezdindeki ‘’muhalefet ne yaparsa yapsın, Erdoğan çizgisini değiştirmeyecektir’’ algısı da olabilir. Ben bunun hem iktidara, hem muhalefete dersler çıkaran güzel bir toplumsal algı verisi olduğunu düşünüyorum. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bu çözüm sürecine gelmeden son olarak Özgür Özel’e yönelik yumruklu saldırı…

Ete: Orada abonelerimiz açısından net rakam vermesen diyorum. Biraz yuvarlarsan daha güzel olur.

Şimdi, her iki kişiden birisi bunu siyasi bir eylem olarak görüyor. 

Ete: Evet.

Bu arada tabii bu kadar ciddi bir olayın bu kadar kısa sürede unutulmuş olması da Türkiye’nin ne garip bir ülke olduğunun kanıtı değil mi? Ana muhalefet liderine Taksim Meydanı’nın ortasında bir yumruklu saldırı oluyor. İki üç gün konuşuluyor ve bir kenara atılıyor. 

Ete: Aslında şöyle oldu, çok doğru bir şey söyledin. Raporlandırma aşamasında bu soruyu rapora koysak mı, koymasak mı diye düşüneceğimiz kadar gündemden düşmüştü bu konu. Biz araştırmaya çıktığımızda, bu çok gündemde olan bir meseleydi. O yüzden de sormuştuk. Raporlandırma aşamasında, ‘’aboneler bununla ilgilenir mi, bu mesele gündemden kalktı bile’’ diye düşündük. O kadar gündemden kalktı. Ama buna rağmen bu veriyi abonelerimizle paylaşmak için raporlandırdık. Toplumdaki ağırlıklı kanaat, bunun bir siyasi mesaj niteliğinde olduğu, siyasi bir saldırı olduğu şeklinde. Bunu münferit olarak görenler çok daha küçük bir oranda kalmış gibi gözüküyor.

Son olarak gelelim sürece. Siz ne diyorsunuz bunun adına? İsimde hâlâ anlaşamadık. PKK’nın feshi ve silah bırakma süreci.

Ete: Evet. 

Çok çarpıcı bir şekilde destek artmış. Öcalan’ın açıklaması ve PKK’nın da kongre yapması bununla alâkalı bir şey mi? 

Ete: Evet. Biz süreçle ilgili 3, 4 tane soru sorduk. Bence oradan toplumsal algıyla ilgili çıkan önemli iki nokta var. Biri, toplumsal algı sürece destek yönünde peyderpey yükselmesi. Başlarda bunu sorduğumuzda, destek verenlerle karşı çıkanlar 50’ye 30 civarı bir yerdeydi. Bu ay, 12 Mayıs’ta PKK’nın fesih ve silah bırakma açıklamasından sonra, destek %60’ların üstüne çıktı. Bu çok güçlü bir veri bence. Toplum bu meselenin ciddiyetini algıladıkça, gözlemledikçe, sürece yönelik destek oldukça yükseldi. Sürece karşı çıkanların oranında da kısmi bir azalma var. Ama biz bugün itibariyle bunu iki farklı soruyla ölçtük, her ikisinde de çok benzer sonuçlar çıktı. Toplumun %60’ı bu süreci destekliyor. Üstelik siyasal çizgi olarak kendisini bu sürecin tam karşısında konumlandıran İYİ Parti seçmeninde bile, sürece destek %50’lere yakın bir yerde. Parti çaprazlarına baktığınız zaman bile, sürece destek neredeyse bütün siyasi parti eğilimlerine de yansımış vaziyette. Aksi takdirde zaten %60’lara varan bir destek çıkmazdı buradan. Dolayısıyla destek yükseliyor. Bu sürece destek vermeyi düşünen, önümüzdeki dönemlerde adım atmayı düşünen siyasi karar alıcılar için toplum bir engel oluşturmuyor denilebilir. Toplum bu sürece destek veriyor. 

Fakat burada ihtar düzeyinde bir veri daha var. Biz üç defa, “Sizce PKK silah bırakacak mı?” diye de sorduk. Burada elimizde üç tane veri var. Öcalan’ın 27 Şubat’ta PKK’ya silah bırakma çağrısı yaptığı tarihten sonra sorduğumuzda, toplumun çok büyük ekseriyeti, ‘’Öcalan bunu dese bile PKK silah bırakmayacak’’ kanaatindeydi. Biz mayıs ayında bunu bir daha sorduğumuzda, yine toplumun büyük çoğunluğu, ‘’PKK silah bırakmayacak’’ eğiliminde. Yani %30’a yakını, ‘’evet, PKK silah bırakacak’’ kanaatinde. Geriye kalanı ise PKK’nın silah bırakmayacağını düşünüyor. PKK 12 Mayıs’ta silah bırakma açıklaması yaptıktan sonra, o iki gün içerisinde araştırma bitmeden dönüp sorduğumuzda, 10 puanlık bir yükselme oldu. ‘’Evet, silah bırakacak’’ diyenlerde kısmi bir yükselme oldu. Fakat buna rağmen, ‘’silah bırakmayacak’’ eğilimi 50’lerin altına düşmüş değil. PKK fesih açıklaması yaptıktan sonra bile toplumun %50’si, PKK’nın silah bırakacağına inanmıyor. Ben bunun da PKK’ya, Kürt çevrelerine ve iktidarda bu meseleyi yürüten aktörlere önemli dersler çıkaran bir şey olduğunu düşünüyorum. Toplum sürece destek veriyor, bu sürecin Türkiye için iyi olacağına inanıyor. Bu meselenin bu şekilde devam etmesine destek vereceğini söylüyor. Fakat PKK’nın silah bırakmayacağına yönelik kanaat yüksek olmaya devam ediyor. Burada bir inandırıcılık sorunu, özellikle Öcalan ve Kandil çevresine yönelik toplumsal bir şey devam ediyor. Bu önümüzdeki dönemlerde kafa karıştırıcı mesajlar çıktıkça da bu meselenin bu şekilde devam edeceğini de gözlemliyorum.

Tam onu soracaktım. Sen bu olayı çok eskiden beri çok yakından takip eden birisin ve kaynakların da var. Ne oluyor hakikaten? Sanki bir duraklama anına girilmiş gibi. İnfaz yasası DEM Parti’yi tatmin etmedi, biliyoruz. Somut olarak gözle görülür hiçbir şey yok şu anda. Herhalde bizim görmediğimiz birtakım şeyler oluyordur diye varsayıyoruz. Ama burada, her iki taraf da zamana mı oynuyor? Böyle bir yaklaşım var. Bu sabah yaptığım yayında da söyledim; bir yandan Öcalan’ın ve Bahçeli’nin hiç öyle zamana yaymak gibi bir düşünceleri yok. Onlar acele edip, bir an önce bir şeyler olsun istiyorlar. Ama Kandil ve belki Erdoğan biraz daha ağırdan alıyor gibi. Çok basitleştirerek söylüyorum. Sen nasıl okuyorsun? 

Ete: Katılıyorum. Elli yıllık bir silahlı örgütlenme sürecinden bahsediyoruz. Bu örgütün silah bırakma süreci kolay ve suhuletle işlemeyecek. Bunu bir genel kanaat olarak benimsiyorum. Ama öte taraftan, dediğin gibi, bugüne kadar yapılan açıklamaları, Bahçeli’nin bu meseleye odaklanmasını, gündemi saptırmaya ya da sabote etmeye yönelik en ufak girdilere anında cevap vererek, süreci, bu bozucu unsurlardan kurtarmaya yönelik eğilimini gördüğümde, bu meseleye yönelik inancımı muhafaza ediyorum. Gecikme olsa bile, bu mesele suhuletle bir şekilde çözülecek kanaatindeyim. Fakat hatırlarsan, 27 Şubat’la 12 Mayıs arasında da epey süre geçmişti. Öcalan’ın çağrısının Kandil tarafından bir karara dönüştürülmesi sürecinde de epey vakit geçmişti ve dışarıdan bakıldığı zaman, yapılan farklı açıklamalarla ‘’bu mesele rayından çıkıyor mu, niye burada bir ayak direme süreci var?’’ diye tartışmaya başlamıştık. Hatta bir kısmımız 19 Mart’la da ilişkilendirmişti. ‘’Acaba 19 Mart süreci kafa mı karıştırdı?’’ diye konuşmuştuk. 

Şimdi yine benzer bir şeyi gözlemliyorum ben de. 12 Mayıs’ın üzerinden bugün itibariyle bir ay geçti. Bu bir aylık süre içerisinde, henüz bu silah bırakma mekanizmasına dair kamuoyuna yansıyan bir hareketlilik gözlenmedi. Buna karşın, Kandil cephesinden bu silah bırakma mekanizmasını geciktirmeye yönelik de birçok açıklama yapılıyor. Bunu iki şeye yorabiliriz diye düşünüyorum. Birincisi, içeride bir görüşme var, bu görüşmeler devam ediyor diye yorumlanabilir. İkincisi de, bir meseleyle ilgili çağrıda bulunmak ya da karar vermek işin en kolay kısmı. Ben, Kandil’in bu işi fiiliyata dökme meselesinde biraz zihinsel olarak henüz bu işe hazır olmadığı kanaatini de taşıyorum. Yani orada hem Bahçeli’nin hem Öcalan’ın, senin dediğin gibi önümüzdeki dönemde siyasetin çok daha net, çok daha açık, tartışmaya yer bırakmayan açıklama ve adımlarına ihtiyaç olduğunu gözlemliyorum. Burada iki tane hazır olmama hâli görüyorum. Bir, genel olarak Türkiye siyaseti de yasal mevzuatı, siyasal tartışmaları PKK’sız bir eksene dönüştürmeye hazır gözükmüyor. Bu komisyon sürecindeki tartışmalar, tereddütler, geciktirme bunu gösteriyor. Ama öte taraftan, Kandil de 50 yıllık silahından vazgeçmeye hazır gözükmüyor. Dolayısıyla kamuoyunun önünde ikisinde de biraz karşılıklı, ‘’önce sen yap, önce sen başla’’ tartışması yaşanıyor. Ama ben en nihayetinde bu pürüzlerin aşılma ihtimalini daha yüksek görüyorum. Yani biraz zaman geçecek, takvim öngörülenden biraz daha gecikse bile, bu mesele bir yere varacağını düşünüyorum. 

Ben yine bu sabahki yayında dile getirdim. Öcalan kendisini çok merkezi bir yere oturtuyor. DEM Parti de bunu yapıyor biliyorsun. Öcalan yeni sürecin çok önemli bir aktörü olmak istiyor ve her şeyi de ona bağlamış. Bahçeli de buna onay vermiş gibi gözüküyor. Ama yarın öbür gün bu süreç ilerledikçe ve Öcalan daha fazla kamusal alanda gözüktükçe, belki röportajlar verdikçe, sürekli birileri ona gidip geldikçe, kamuoyu buna nasıl tepki verecek? Ben hâlâ bunu tam kestiremiyorum. Daha doğrusu Öcalan’ı bebek katili, terörist başı olarak gören insanlar, sineye çekecek mi? Nasıl olacak? Bu, zor bir iş değil mi? 

Ete: Bugüne kadar biz ‘’çözüm süreci niye siyasi partilerin oy oranına doğrudan bir yansımada bulunmadı?’’ derken, hep bunu konuşuyorduk. Yani ‘’fiili olarak bir adım atılmadı. Henüz toplumun elinde somut bir gösterge yok. Neye bakıp oy oranını ve eğilimini değiştirecek?’’ diye konuşuyorduk. İkincisi, ‘’iktidar genel olarak çok suhuletli ve temkinli bir şekilde bu süreci yürüttü’’ diye okuyorduk. Bu kadar yoğun, çatışmalı bir süreç, önümüzdeki dönemde suhuletle yol açacaksa, bu, PKK ve genel olarak Kürt cenahında bir aldatılma, Türk ve devlet cenahında da bir taviz duygusu oluşturmayacaksa, bir yere doğru gidecek diye düşünüyorum. Bu ayki kamuoyu araştırmasında sürece verilen desteğin artmasını da ben biraz buna yoruyorum. Bugüne kadar, bu meseleyi yürüten aktörlerin büyük oranda sorumlulukla, sağduyuyla hareket ettiğini gördükçe, toplumun sürece yönelik desteği arttı. Hem bu meseleyi yürüten iktidar kanadı soğukkanlı bir şekilde götürdüğü, hem de DEM Parti ve Öcalan’dan gelen çağrılar, açıklamalar, demeçler de çok sağduyulu ve soğukkanlı bir düzlemde ilerlediği için bu destek devam ediyor. 

Şimdi bu son iki üç gün, senin bu bahsettiğin açıklamaların kamuoyu yansıması bence hiç doğru olmayacak. Ben bu önümüzdeki dönemde herkesin bir testten geçtiğini görüyorum. Sağduyusunu kaybeden, bu süreçte maksimalist taleplerle bir an önce bohçasındaki bütün kavram setlerini, bütün taleplerini, bütün arzularını herhangi bir sağduyu ve sorumluluk filtresinden geçirmeden kamuoyuna yansıtan aktörler bu sürece yönelik desteğin çok hızlı bir şekilde azalmasına da sebebiyet verebilirler. Ben burada DEM Partililerin de, Öcalan ve Kandil üzerinden konuşan, onların mesajlarını aktaran aktörlerin de gerçekten silah bırakma niyetleri varsa, çok ciddi bir sorumlulukla hareket etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Dediğin gibi, bunlar kamuoyunu çok hızlı bir şekilde sürece karşıt evresine getirebilirler ve bu karşıtlık oluştuğu andan itibaren, iktidar kanadının da bugüne kadar olduğu gibi bunu çok güçlü bir şekilde götürme ihtimalini az görüyorum. Yani bu risk var. Bu riski göz önünde bulundurarak, bu maksimalist taleplerden mümkün mertebe geri adım atmak lazım diye düşünüyorum. Dün ve bugünkü açıklamalarda şöyle bir vurgu gördüm: Öcalan bulunduğu yerde bütün siyasi parti temsilcileriyle görüşecek, bölgedeki bütün Kürt liderlerle görüşecek. Yani Öcalan’ı merkezde konumlandırıp, Türkiye’deki bütün siyasal aktörleri, bölgedeki bütün Kürt aktörlerini Öcalan ekseninde konumlandırmaya yönelik, bu DEM Parti zihin dünyası bu sürece zarar verebilir endişesindeyim ben de. Bu maksimalist talepler toplumun destek algısını çok hızlı bir şekilde azaltabilir.

Son olarak şunu soracağım. Siz araştırmayı belli bir tarihte yapıyorsunuz. Sonra hazırlanıyor, ama ondan sonra da bir şeyler yaşanıyor. Bu araştırmanın hazırlık aşamasından, saha aşamasından sonra çok büyük olaylar yaşanmadı belki, ama yine de süreçler, özellikle 19 Mart süreci devam etti. Sence araştırmanın sahasıyla, bugün itibariyle arada seçmen davranışına etki etmiş herhangi bir şey oldu mu? Mesela bu Manisa olayı. Manisa olayı derken, Ferdi Zeyrek’in talihsiz bir şekilde hayatını kaybetmesi ve cenaze. Bu siyasi bir olaydı. Çok çarpıcıydı. Mitingler devam etti. Sonra operasyonların beşinci dalgasında servis edilen video kaydı var. Hastaneye giderken toplama kampına gider gibi çekilmiş görüntüler ve Özgür Özel’in bu konuyla ilgili çok sert çıkışı. Tabii en önemlisi bu ‘’mutlak butlan’’ olayı. CHP’nin Kurultay davası. Bunlar etkiler mi sence? Herhalde bu ay onları soruyorsunuzdur bir şekilde.

Ete: Evet, bu dediğin gelişmeler yaşandı kabaca. Biz araştırmamızı gerçekleştirdikten sonra, İstanbul’daki bazı başka ilçelere yönelik operasyon yapıldı. Şu belediye başkanlarının sıraya dizildiği fotoğraf sergilendi. CHP’ye yönelik tartışma biraz daha ciddi bir hâl aldı. Temel olarak AK Parti, CHP ya da iktidar- CHP ekseninde eğilimleri daha keskinleştirecek, kutuplaşmayı arttıracak hamleler yaşandı. Ben bunu, bu ana eğilimi biraz daha keskinleştirme eğilimi olarak görüyorum. Yani CHP’nin ve AK Parti’nin oy oranı belli bir doyum noktasına ulaştı diye gözlemliyorum. Biraz önce bahsettiğim gibi, AK Parti son 2 yılın en yüksek oy oranına ulaştı. CHP de Nisan 2024’ün oy oranına ulaştı. Bundan sonraki şeyler bu iki parti etrafında tabanı biraz daha keskinleştirir diye gözlemliyorum. Oy verme dinamiklerini, oy arttırma düzeyinde çok ciddi bir şekilde etkileyebileceğini zannetmiyorum, ama oylarının düşmesini engelleyebilir. Fakat siyasi süreçleri etkileyebilir bu. Mesela, Cumhurbaşkanı geçtiğimiz ay içerisinde anayasa meselesini yeniden gündeme taşıdı ve AK Parti’nin bununla ilgili bir komisyon kurduğunu söyledi. Meclis Başkanı partileri gezerken, bu komisyonun yanı sıra anayasa meselesini de gündeme taşıdı. Çözüm süreci, bu bahsettiğimiz PKK’nın silahsızlandırılması süreci, bir Meclis komisyonu formunda önümüzdeki dönemin en önemli siyasal faaliyeti olmaya devam edecek gibi gözüküyor. İktidar-CHP kavgası, bu iki sürecin de akamete uğramasını ya da bu iki sürecin de suhuletle ilerlemesini engelleyebilecek bir düzlemde yürümeye devam ediyor. O anlamda ben, oy verme davranışını çok ciddi bir şekilde etkilemeyebilir, zaten etkilediği kadarıyla etkiledi diye düşünüyorum. Ama asıl, siyasetin gidişatını etkileme potansiyeli yüksek olaylar olarak okuyorum. Gerçekten iktidar anayasa meselesinde ciddiyse, bunu gündemi etkilemeye, gündemi meşgul etmeye yönelik retorik bir hamle olarak düşünmüyorsa, anayasa meselesini eninde sonunda gündeme getirip bunun üzerinden, hatta PKK’nın silahsızlandırılma süreciyle de ilişkilendirip, bu bağlamdaki bazı unsurları da içerecek bir şekilde sonuçlandırma eğilimindeyse, CHP’yle yaşanan gerilim, bu anayasa sürecini sabote edecektir. Bu çok açık. 

Komisyon meselesinde de benzer şeyler yaşanacak. Yani PKK’nın silahsızlandırılması sürecinde, CHP, iktidara rağmen doğru bir yerde duruyor, bu sürecin sabote edilmesine engel oluyor. Fakat bir süre sonra CHP tabanı da buna direnç göstermeye devam edecek. O anlamda ben bunun temel karar verici merciinin iktidar olduğunu düşünüyorum. Eğer iktidar bu meselelerde ciddiyse, belediye üzerinden siyasal gündem belirleme meselesinin kendisini bir yere götürmediğini fark etmesi lazım. Bir tarafta Türkiye’nin ikinci yüzyılını, Türkiye yüzyılını içeriklendirecek iki önemli meseleden bahsedip, İstanbul’daki birkaç belediye üzerinden bu iki büyük meseleyi boğmaya yönelik aklı, bir strateji olarak görmüyorum. Bu bir strateji olarak gözükmüyor. Ya diğerleri sadece retorik; Türkiye yüzyılını PKK’nın silahsızlandırılması ya da anayasayla taçlandırma gündemi samimi değil, retorik. Ya da eğer bu böyleyse, İstanbul’daki birkaç belediyedeki meseleyle değiştirme meselesini akıllıca bir iş olarak görmüyorum. 

Hatem, noktayı koyalım. PANORAMATR’nin Mayıs 2025 raporunu değerlendirdik. Çok sağ ol. Özellikle 19 Mart ve çözüm süreci meselesinde, 19 Mart’ın siyasi olduğunu düşünenler yüksek ve çözüm sürecine destek artıyor. Bu tespitler önemli, zaten başlığa da bunları çıkardık. Çok teşekkürler. 

Ete:  Ben teşekkür ederim. 

Bir dahaki ayı, haziran ayı değerlendirmesini de temmuz başında yapacağız. Evet, Hatem Ete ile PANORAMATR’nin Mayıs raporunu konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.