Geçtiğimiz cuma Diyanet’in okuttuğu cuma hutbesi büyük tepki çekti. Bunun üzerine akademisyen Berrin Sönmez, “Eğer bir gün bu ülkede başörtü zorunlu tutulacak olursa o gün başımı açarım, dedim. Ve yazık ki şimdi hutbedeki kurumsal yapılar ifadesi geçmişteki başörtü yasağının rövanşı için bir başörtü dayatmasının kadınlara yükleneceğini düşündürüyor. Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi ihtimaline karşı şimdiden başımı açıyorum” diyerek başörtüsünü çıkaracağını duyurdu. Antikapitalist Müslüman, hak savunucusu Hadiye Yolcu da Medyascope’a ilettiği yazısında, Berrin Sönmez’e destek verdi.
Geçtiğimiz cuma Diyanet tarafından Türkiye’nin dört bir yanındaki camilerde okutulan cuma hutbesi, yine kadınlara dair “ahlak” anlatısıyla şekillendi. Kıyafet, estetik müdahale, dövme gibi konular haram ilan edilerek kadınların bedenleri hedef tahtasına oturtuldu. “Giyinik çıplaklar” ifadesiyle kadınlar aşağılandı. Bu söylemler, dini değil, siyasi bir hat çiziyor. Kadınların ne giyeceği, nasıl görüneceği, hangi sınırlar içinde yaşayacağı hutbelerde tarif ediliyor. Bu hutbe Kur’an’dan değil, kadınlara biçilen politik rollerden besleniyor. Oysaki dinin özü, kadını giyimiyle değil, kişiliğiyle değerlendirir. İman, beden üzerinden değil vicdan üzerinden sınanır.
İslam, kadını bir “ahlaki risk” olarak değil, özgür ve sorumlu bir birey olarak tanımlar. Kur’an’da başörtüsüne dair ayetlerde (Ahzab 59, Nur 31) zorlayıcı bir ifade yoktur. Bugün bu tavsiyeleri birer ceza ve kontrol aracına dönüştürmek, Kur’an’a değil, ataerkilliğe sadakattir. Kaldı ki Allah’ın haram demediğine haram diyerek Allah adına konuşmak şirktir. Takva sorumluluk bilinci demektir. Bu bilinç, başkasının bedenine karışmayı değil, kendi vicdanıyla hesaplaşmayı gerektirir. Takva, nefsin arzularına karşı durmak kadar, iktidarın zulmüne karşı da direnç göstermektir. Bugün halkın açlığına, işçinin güvencesizliğine, hukukun katledilişine, kadının şiddet görmesine karşı sessiz kalan hutbelerin, “ahlak” anlatısı ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.
Müslüman bir kadın olarak bu hutbeye ve temsil ettiği zihniyete itiraz ediyorum. Çünkü bu hutbede ne Allah’ın rahmeti var, ne Kur’an’ın hikmeti, ne de İslam’ın adaleti. Bu ülkede kadınlar için kaygılıyım.
Kaygılıyım çünkü…
Medeni hukuk hedefe konuluyor, laik hukuk sisteminin yerini geleneksel cemaat düzeni alıyor. İstanbul Sözleşmesi bir gece yarısı kaldırılıyor. Cinsel istismarda kadının beyanı tartışmaya açılıyor, tarikat ve cemaatlerin denetimsiz yurtlarında çocuklar istismar ediliyor, ama Diyanet susuyor. Kadınların nafaka hakkı, miras hakkı ve boşanma hakkı sürekli budanmaya çalışılıyor. Ve tüm bunlar olurken, kadınların dövme yaptırması, saçını boyatması, dar pantolon giymesi “haram” diye hutbe konusu yapılıyor.
Bugün bu ülkede giyinik kravatlılar halkı soyuyor. İhale yolsuzluklarıyla, vergi kaçakçılığıyla, kamu kaynaklarının talanıyla milyonlarca insanın geleceği gasp ediliyor. Sınav soruları çalınarak gençlerin geleceği çalınıyor. Ülkenin dört bir yanı sahte ÇED raporlarıyla talana açılıyor. Devletin her bir kurumu iktidarın elinde oyuncak ediliyor. Halk yoksulluk içinde kıvranıyor. İktidarın suçları tüm çıplaklığıyla ortada olmasına rağmen tek kelime etmeyen Diyanet, kadınların hayatını zindana çevirmek için karanlık zihniyete hizmet ediyor, dini iktidarın çıkarlarına göre yorumluyor. Ahlakı yalnızca kadınların bedeniyle sınırlamak zulmün, yolsuzluğun, hırsızlığın üzerini örtüyor. Bu suskunluk, bu çarpıklık bizim inancımız olamaz!
Aylardır, iktidar cenahı üzerinden sürekli olarak kadınların hayatını dizayn etmeye yönelik yapılan algıların hepsini görüyoruz. Çalışma hayatındaki kadınların zor koşullarını dile dolayarak kadınların çalışmaması gerektiğine dair, üstelik bunu da yine din üzerinden yorumlayarak empoze etmeye çalışanların da aynı yere hizmet ettiğini çok biliyoruz. Kadının emeğinden rahatsız olanlar, aslında onun bağımsızlığından rahatsız oluyor. Din kisvesi ile konuşan ama toplumsal cinsiyet eşitliğinden korkanlar, İslam’ı kendi ataerkil çıkarları için araçsallaştırıyor. Kadının çalışması, sokağa çıkması, kendi bedeni üzerinde kendisinin karar vermesi bu zihniyet için dine değil, kurmaya çalıştıkları düzene aykırıdır. Kadınlara çalışmayın demek, “bağımlı yaşayın, itaat edin, sessiz olun” demektir. Kurmaya çalıştıkları bedevi düzene boyun eğmeyeceğiz.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Kur’an, kadını ev içi rollere hapseden bir sistem öngörmez, aksine insanın emeğini ve üretkenliğini över. “İnsan için ancak emeğinin karşılığı vardır.” (Necm: 39) Kazanç, emek, rızık erkeklerin tekelinde değildir. Çalışan kadının anneliği ihmal ettiği, evini ihmal ettiği gibi algılar ortaya koyanlara hatırlatmak isteriz: ebeveynlik annelikten ibaret değildir, ev sadece kadının sorumluluğunda değildir. İşte tam olarak burada erkeğin emeği tartışmaya açılmalıdır. Kadının üzerine yıktığı sorumluluklar tartışılmalıdır. Hadi biraz din konuşalım tam burada: “Allah adaleti emreder.” (Nahl: 90) Erkekler ev içi işleri eşleriyle eşit yükleniyorlar mı? Erkekler ebeveynlik sorumluluklarını, çocuğun tüm bakımını eşleriyle eşit yükleniyorlar mı? Yüklenmiyorlarsa Allah’ın adalet emrine mi karşı çıkıyorlar? Buyursun Diyanet bir cuma hutbesinde de bunu sorsun.
Direncimizi göstermek zorundayız
“Ülkede çok daha büyük sorunlar var, Diyanet tartışma yaratarak gündemi oyalıyor” diyenler için de şunu söylemem gerekiyor: esas sorun tam olarak bu. Bu bedevi zihniyetin etrafımıza örümcek ağı gibi ördüğü düzende nefes almakta zorlanacağız. Evet, konuşulacak çok konu var, üzerinde durulacak çok sorun var bu ülkede, ancak adım adım üstümüze çöreklenen bu karanlığın her hamlesine cevap vermezsek bir zaman sonra o karanlıkta boğulacağız. Kazandığımız hakların elimizden alınmasına razı olacak değiliz. Bu, varlık mücadelesidir. İrademizi gasp eden her kuruma her politik tavra, her din kisvesine karşı direncimizi göstermek zorundayız.
Başörtüsü ancak özgürse değerlidir
Bu sebeple Berrin Sönmez’in yaptığı “başörtüsünü çıkarma” eylemini destekliyorum. Bu eylem başörtüsüne değil, başörtüsü üzerinden kadınlara çizilen siyasal rotaya bir başkaldırıdır. Bu çağrı, “benim başım değil, benim hayatım beni tanımlar” diyen kadınların direnişidir. Biz, başörtüsünü baskıyla taktıranlara da, baskıyla çıkarttıranlara da karşıyız. Kadınların iradesi haktır. İnancın özü özgürlüktür. Başörtüsü ancak özgürse değerlidir.
Bugün kadınlar hem kendi haklarını hem inançlarını savunuyorlar. İnancı istismar eden söylemlere karşı ses çıkarıyorlar. Bu mücadeleyi dine karşıymış gibi algı yaratanlara aldırmayın, aksine, bu mücadele dinin özüne, yani adalete, özgürlüğe ve vicdana sadakattir. Ve biz biliyoruz ki: Kadının özgürleşmediği bir toplumda ne takva kalır ne de adalet. Neyi tercih ediyoruz, karar verelim: Medeniyet mi bedeviyet mi?