Ahmet Şık ile söyleşi: Komisyondan beklentiler, komisyona eleştiriler ve komisyonda yaşananlar

Komisyonda neler yaşandı? Komisyonda hangi tartışmalar öne çıktı? Ruşen Çakır’ın konuğu Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yürütülen çalışmalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Şık, komisyonda yaşananları değerlendirirken hem eleştirilerini hem de çözüm sürecine dair beklentilerini videoda anlattı.

Komisyon beşinci toplantısında konuşan Cumartesi Anneleri gözaltında kayıplarda sorumluluğu bulunduğunu söyledikleri Tansu Çiller, Mehmet Ağar gibi isimlerin ifadesinin dahi alınmadığını söylerken Besna Tosun “30 yıldır beyaz Toros’un peşinden koşuyoruz” dedi. Komisyonda Kürtçe konuşma talepleri reddedilen Barış Anneleri ise Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını ve çalışmalara destek olmasını savundu. Barış Annesi Rabia Kıran “Kimse çocuklarını ölüm için büyütmedi, bizi asker anneleriyle yan yana getirin, birbirimize sarılalım” dedi. 

Komisyonun bir sonraki toplantısı 27 Ağustos Çarşamba günü saat 11.00’de, önceki dönem Meclis Başkanları’nın katılımıyla devam edecek. 28 Ağustos Perşembe günü ise Türkiye Barolar Birliği (TBB) ile hukukçular dinlenecek.

“Komisyon çalışmaları bu hafta başladı”

Şık, “Son iki oturuma kadar toplantılar daha çok şekli bir şekilde yürütüldü. Toplantıların biçimi nasıl olacak, içerik nasıl sağlanacak gibi konular konuşuldu. Komisyon çalışmalarının bu hafta başladığını söylemek mümkün” dedi.

Son iki oturumda konunun doğal öznelerinin dinlendiğini belirten Şık, “İki taraftan da çocuklarını kaybetmiş insanlar, kimi kurumsal bir kimlikle, kimi ise anne-baba sıfatıyla oradaydılar” ifadelerini kullandı.

Ancak oturumların ardından değerlendirme yapılmamasını eleştiren Şık, “Onları dinledik, fakat oturum bittikten sonra başkan toplantıyı kapattı. Dinlediklerimizden ne anladığımıza dair bir fikir alışverişi yapılmadı. Bunu açıkçası hatalı buluyorum” dedi.

Ahmet Şık ile söyleşi: Komisyondan beklentiler, komisyona eleştiriler ve komisyonda yaşananlar
Komisyonda neler yaşandı? Komisyonda hangi tartışmalar öne çıktı? Ahmet Şık ile söyleşi: Komisyondan beklentiler, komisyona eleştiriler ve komisyonda yaşananlar

Ankara’da 19 Ağustos’ta TBMM bahçesi önüne gelen bir kişi, Çankaya Kapısı civarında beyaz Toros marka aracı ateşe verdi. Yangına hızla müdahale edilirken aracını ateşe veren kişi gözaltına alındı.

Meclis önünde bir vatandaşın Beyaz Toros’u yakmasına da değinen Şık, şu ifadeleri kullandı: “İçişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamaya zerre inanmıyorum ve güvenmiyorum. Tam şehit ailelerinin dinleneceği gün Beyaz Toros’un yakılması bana hiç normal gelmiyor. Birileri bir şeye kaşınmaya çalışıyor.”


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarını sürdürüyor. Komisyon salı ve çarşamba günü, yani önceki gün ve dün iki gün üst üste toplandı, biz de bunu yakından takip etmeye devam ediyoruz. Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Ahmet Şık’la daha önce de komisyon hakkında bir yayın https://medyascope.tv/2025/08/13/komisyon-umut-veriyor-mu-ahmet-sik-anlatti-video/ yapmıştık. Ahmet hem siyasetçi hem gazeteci olarak bizi, izleyicilerimizi yine bilgilendirecek. Ahmet merhaba. 

Ahmet Şık: Merhaba, iyi yayınlar. 

Komisyonda sadece bir oturum kapalı oldu. Onun dışındaki bütün oturumlar açık yapılıyor. Basın var ama görüntü alınmıyor, ancak not alabiliyorlar. Dolayısıyla dün ve önceki gün yapılan toplantılar, meslektaşlarımız tarafından da izlendi. Yani bir devlet sırrı yok. Ama hem bir siyasetçi hem de bir gazeteci olarak, seninle bu komisyonu konuşmaya devam edelim. Çünkü daha başlar başlamaz ‘’bu iş komisyona havale mi ediliyor? Buradan bir şey çıkmaz. Onu dinliyorlar, bunu dinliyorlar, şunu dinleyecekler, bu yıllar sürer’’ gibi konuşmalar başladı. Önceki gün ve dün neler konuşulduğunu birazdan soracağım, ama başından itibaren bu olayın içinde olan birisi olarak, komisyona yönelik bu tür duygular sana ne ifade ediyor. Söylenenlere katılır mısın? 

Şık: İnsanların kaygılanmakta çok haklı nedenleri var. Önce onu belirteyim. Bu arada bir parantez açayım, toplantılar basına açık dedin, doğru söylüyorsun. Gazeteci arkadaşlarımız izliyorlar. Öte yandan, Meclisin web sitesinde de toplantıların bitiminden sonra toplantı tutanakları düzenli olarak yükleniyor. İsteyen her yurttaş da girip bakabiliyor oradan. Böyle bir şeffaflık var. Baştan zaten bunun olması için, tartışma demeyeyim ama bir müzakere yürütülmüştü. Şimdi bu yurttaşların ya da bu işe mesafeli duranların kaygısını anlıyorum, ama eleştirileri biraz haksızca buluyorum. Şu manada söylüyorum: Ben sosyal medya kullanmıyorum ama arkadaşlar anlatıyor, gösteriyorlar. Sosyal medyada biriken çeşitli siyasi gruplara angaje olan bir grup insanın yürüttüğü ya da hiçbirine angaje olmayan, ama iktidar karşıtlığı üzerinden bir pozisyonla bu işe karşı çıkan insanlar olduğuna dair yorumlar okuyorum. Ortak paydaları biraz şöyle: Türkiye’de siyaset çok kutuplaştırma üzerinden gittiği için ve Bekir Ağırdır’ın sözüyle söylersek, seçmen kime oy vermeyeceğinden çok emin ve tam bunun üzerinden pozisyon alınmış. Ben biraz şöyle bir ortak payda görüyorum orada. ‘’Acaba bu süreç olumlu sonuçlanırsa, iktidar buradan güçlü mü çıkar?’’ kaygısının altında yatan bir neden olduğunu ve bunun üzerinden farklı farklı gerekçelerle bu işe karşı pozisyon alındığına dair bir hissiyatım var. Yanılıyor olabilirim elbette, ama bunu çok doğru bulmuyorum. Çünkü bakın, Cumhuriyet tarihinden daha eski bir sorunun son yarım asrı, sadece çatışmayla geçmiş, ölümlerle geçmiş. Resmi sayılar bize 45 bin civarı diyor, ama STK’lar ve ilgili kurumlar 65 binin üzerinde insanın hayatını kaybettiğini söylüyor ki zaten mevzuya sadece insani kayıplar üzerinden baktığımızda bile çok ağır bir tablo var. Öte yandan da Türkiye’nin demokratikleşmesini ya da hukuk devletinin standartlarını aşındıran bir meseleden bahsediyoruz. Ve herkesin geleceğini de ipotek altına almış bir mesele varken, bunun çözümüne dair bir adım atılmaya çalışılıyor. Ne kadar gerçekçi, samimi, bunu süreç içerisinde göreceğiz. Dolayısıyla burada böyle yekten bir karşı çıkışı çok doğru bulmuyorum açıkçası. Ama elbette herkesin itirazlarını dile getirmeye hakkı var. 

Bir şey daha ekleyeceğim bu kaygılara dair. Şu ana kadar beş oturum yapıldı. Dediğin gibi birisi gizliydi. Bu arada daha önce de demiştim ya, gizli olmasa da olurdu. Ama sürecin hassasiyeti üzerinden bir pozisyon alarak bu gizliliğe karar verildiği söylenildi. Eyvallah. Ama şu ana kadar, daha doğrusu düne kadar, son iki oturuma kadar, çok şekli bir toplantı yürüdü. Yani biraz şekil şemail verildi. Biçim nasıl olacak, içerik nasıl sağlanacak vesaire. Aslında komisyon çalışmalarına bu hafta başladı demek mümkün. Neden dersen, son iki gün dinlenilen insanların üzerinden diyorum. Ama orada da şöyle bir sıkıntı var, ki birileri geliyor ve konunun doğal özneleriydi zaten gelenler. Çocuklarını kaybetmiş, iki taraftan da çocuklarını kaybetmiş insanlar ya kurumsal bir kimlikle ya da anne, baba sıfatıyla oradaydılar. Onları dinledik. Fakat o oturum bittikten sonra başkan toplantıyı kapattı. Yani o dinlenilenlerden, bize anlatılanlardan ne çıkardığımıza dair bir fikir teatisi olmadı ve bunu hatalı buluyorum açıkçası. 

O zaman ona gelelim. İlk gün şehit ve gazi ailelerini hem asker hem de emniyet mensuplarını dinlediniz. Dün de daha çok, karşı taraf diyelim, Barış Anneleri’ni, Cumartesi Anneleri’ni dinlediniz. Başka dinlenilenler de var ama senin söylediğin husus önemli. Siz sadece dinlediniz. 

Şık: Evet. Peki, ne anladık? Bence bunu ifade etmek gerekiyordu. Ya da insanların bize bahsettiği sorunun ne olduğuna dair hepimiz bir ortak payda belirleyebilecek miyiz? Ve bu sorunu nasıl çözeceğimize dair ne düşündüğümüzü ifade etmemiz gerekiyordu. Fakat bu engellendi. Belki ilk iki gün gelen kişilerin kayıpları üzerinden ya da sahip oldukları travma üzerinden biraz hassas bir süreç olduğu için de bu yapılmamış olabilir. Ama umarım bundan sonra böyle devam etmez. Eğer böyle devam ederse çok manasız bir yere dönecek.

O söylediğin husus bence de önemli. Herhangi bir partiden, herhangi bir milletvekilinin, belki de bilmeden, kayıpları olan, hâlâ acıları taze olan insanlara sorduğu, onları rencide edebilecek bir soru ya da yaptığı yorum işin rengini kaçırabilir belki. Ama yine de dinlenilmiş olmaları önemli. Onu bir yere yazıyoruz herhalde. İlk günkü kapalı oturumla ilgili, bakanların konuşmalarının açık ya da kapalı olmasının hiçbir anlamı olmadığını, sadece MİT başkanının konuşmasının istisnai olduğunu söylemiştin yanlış hatırlamıyorsam. 

Şık: Evet. 

Mesela ilk günden bir bakanın konuşması vardı. Orada bir şey öğrendiniz mi? 

Şık: Neredeyse hiçbir şey. Şimdi kronolojik bir değerlendirme yaparsam, biraz da eleştirel şeyler söyleyeceğim bir gözleme dayanarak. İlk gün dinlediğimiz insanlar şehit ve gazi ailelerinin temsilcileriydi. Kurum temsilcileri olarak geldiler. Ama herkesin bir kaybı var. Bu arada, evlat acısı gibi hiç kapanmayacak bir yara üzerinden söz kuran insanların ne dediğini eleştirecek bir yerde duramam yani. Çünkü öyle bir kaybım yok ve biraz anlamak gerektiğini düşünüyorum. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim: Şehit ve gazi dernekleri adına konuşan herkes süreci desteklediğini söyledi. Ama talepler noktasına gelindiğinde bu sorunun çözümüne dair yapıcı tek bir şey konuşulmadı. Ve burada belirteyim, sadece Emniyet Teşkilatı Vazife Malulü ve Şehit Aileleri Vakfı Başkanı Abdurrahman Yılmaz’a buradan da bir teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten çok güzel bir konuşma yaptı. “Meselenin siyasi boyutu yıllardır göz ardı edildi. Terör diye adlandırılan bu sorunu çözerken sadece teröristle mücadele ediliyor, hâlbuki bir de işin siyasi ayağı var. O ayak hep eksik bırakıldı. Tek ayaklı yürüyen bir süreç hiçbir zaman başarıya ulaşmaz. Geçmişte de bunun tecrübelerini gördük. Umarım bu sefer böyle olmaz” dedi. Biraz da terörle mücadele biriminde çalışmış birisi. Ve aslında biliyorsunuz, bu sol örgütlerle uğraşırlar daha çok ve oradan okuduğundan, yazdığından, dinlediğinden de etkilenerek bir şey söyledi. “Biraz meslek tecrübesiyle bir yol yordam tarif etmeye çalışıyoruz.” Bunu çok kıymetli buldum. 

Tam da burada birtakım kurum temsilcileri çağırılırken daha yapıcı ve sorun çözmeye odaklı bir dilden konuşulması gerekiyordu. Ama dediğim gibi bu insanların kaybı var. Çocuklarını kaybetmişler, bir şey diyemem. Ama o insanların da temsil edildiği bir bakanlık var; Aile Bakanlığı. Bakan hanım geldi. Mahinur Göktaş. O kadar berbat bir sunum, bir konuşma yaptı ki, üşenmedim girdim baktım tutanaklara. Çünkü çok dinlediğim şeylerdi. Geçen yılki Plan Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşmanın, şehit, gazi ailelerine ve derneklerine, kurumlarına yaptığı yardımları anlatan kısımlarını metinden okudu ve çıktı gitti. Çıktı gitti derken, başka hiçbir şey söylemedi. Bakın, bu kadar önemli bir şey konuşuyoruz. Travma sahibi insanların bulunduğu binlerce üyesi olan dernekleri, vakıfları temsil eden bir bakanın, bu sorunun çözümüne dair ya da sorunun kendisine dair bir tek cümlesi olamaz mı? Bunun dışında en büyük eksik şuydu. Finalde, ‘’oylarınızı bize verin, bana verin’’ deseydi tam bir seçim konuşması olurdu. Ben orada şehit ve gazi ailelerinin salla kazandan 5 GB bedava internet hakkı edindiğini öğrenmek istemiyorum. Ya da indirimli sağlık hizmetinden yararlandığını, %50 doğalgaz indirim aldığını. Bize bunları anlattı. Bu olmaz. Eğer bir bakan sıfatıyla oraya geliyorsanız ve meseleye dair, kurumlara, kişilere, öznelere dair bir temsiliyetiniz varsa, elbette başka bir şeyler söylemeniz gerekiyordu ama maalesef yapmadı. Bir yandan da, tuhaf bulmakla birlikte şaşırmıyorum da. Çünkü Türkiye’de siyaset ya da siyasi partiler çoğulculuk ve katılımcılık üzerinden yürümediği için kendisine verilen talimatı yerine getirmiş de olabilir ya da gerçekten hiçbir fikri de olmayabilir. 

Dünkü toplantıda, özellikle Barış Anneleri’nin dili konusunda birtakım sorunlar yaşamışsınız galiba, değil mi? Kürtçe konuşma. O nedir özetle? Nedir, ne oldu? 

Şık: Aslında bu, komisyonda yaşadığımız bir sorun ama tam da çözümü için bir komisyon oluşturuldu ve ‘’biz bu işi çözeceğiz’’ diye konuşan siyasi iktidara bakarak söylüyorum. Sorunun nedenlerinden, en önemli nedenlerinden birine dair bir şey yine bu komisyonda karşımıza çıktı. ‘’Bu işi çözeceğim’’ ya da ‘’buna dair bir toplumsal rıza, yasal düzenleme önerisi yapacağım’’ denilen bir komisyonda… Barış Anneleri’nin hepsi Kürt ve anadilleri Kürtçe. Üçü de zaten konuşmasında anadilleriyle konuşmak istediklerini, kendilerini daha iyi ifade edeceklerini söylediler, ama maalesef izin verilmedi. Zaten ilk konuşmayı alan Nezahat Teke, ‘’ben kendi dilimle konuşacaktım ama bunun olmayacağı söylendi’’ diye başladı. Bu arada gerçekten güzel de Türkçe konuşuyordu ki zaten Numan Bey ve diğer partililer de söylediler. Ben sıklıkla bölgeye gidip gelen birisi olduğum için, ki kendi anadilim de Türkçe, insanın kendini anadiliyle ifade etmesi çok daha kıymetli. Öte yandan da bu meselenin en önemli sacayaklarından biri anadili kullanıp kullanamamak ve burada bile bunun engelleniyor olması bana çok tuhaf geldi. Ve Numan Bey kalktı “Bir şeyleri yaparken bir şeyleri yıkmayalım” dedi. İyi niyetle söylediğini düşünüyorum, ama sözünün nereye gittiğini hesaplayacak bir siyasi pozisyonda bulunuyor. Bunu duyduğum anda aklıma şu geldi: ‘’Türkçe konuş, çok konuş.’’ Diyarbakır Cezaevi’nin meşhur duvar yazısıdır, biliyorsun. Yani böyle bir şey olamaz. 

Bir de şu çok tuhaf değil mi? Diyelim ki burada bize uluslararası deneyimlerin de ışığında bir şey yapılacağı anlatıldı. Başarılı örnekler üzerinden öyle de olması gerekiyor. Diyelim ki Kolombiya’daki FARC ile ilgili süreci anlatmaya birisi geldi. Doğal olarak İspanyolca anlatacaktı. Biz buna hayır mı diyecektik? ‘’Türkçe konuş’’ mu diyeceğiz? Ya da İngiltere ile İrlanda arasındaki IRA sürecini anlatacak kişi İngilizce konuşma yapmak istediğinde, ‘’hayır Türkçe konuş’’ mu diyecektik? Oraya bir çevirmen gelecekti, ki Kürt vekil arkadaşlarımız Meral Danış Beştaş, Sezgin Tanrıkulu çevirmenlik yapabileceklerini söylediler. Ona rağmen duymazlıktan gelindi. Böyle bir şey olamaz. Bu, gerçekten komisyonun ne için toplandığını, amacını çok anlatamayan bir pozisyon. Bir sorunun çözümüne katkı sunmak için kurulan bir komisyonda bile inkârcı bir tutum sergilenirken, bu komisyon Kürt sorununu yaratan temel konuları çözmeye talip olmadığını, hatta aynen devamından yana olduğunu, henüz yolun başındayken bize göstermiş olmuyor mu diye ben sorayım dedim.

Peki, haftaya Salı yine toplanıyorsunuz, değil mi?  

Şık: Çarşamba günü. Bu seferi daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başkanlık etmiş, başkanlık ve başkan vekilliği yapmış kişiler gelecek. Yani onları dinleyeceğiz. Bir sonraki gün de Türkiye Barolar Birliği ve çeşitli hukukçular gelecek diyerek Numan Bey kapattı toplantıyı. Umarım bir karşılıklı konuşma imkânı olur. 

Komisyonda çok sayıda parti var. Grubu olan partiler, grubu olmayan partiler. İYİ Parti dışında herkes var. Sana, burada bir siyasetçiden çok bir gazeteci olarak şunu sorayım. Partilerin performansını, yani komisyona angajmanlarını, komisyona katkılarını nasıl görüyorsun? Hazırlıklılar mı? Konuya hâkimler mi? Motiveler mi? O konuda bariz birtakım şeyler var mı? Şu ana kadar beş oturum yaptınız. Son iki toplantıda soru-cevap olmadı, ama en azından birbirinizle de sohbet ettiniz. Daha öncekilerde soru-cevap, tartışmalar da oldu. Bundan sonra da olacak. Ama ilk izlenim olarak baktığında, bu komisyon iş yapar mı?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Şık: ‘’İş yapar mı?’’ sorusu çok ucu açık bir soru ya da yanıtına dair kesin bir hüküm verebileceğim bir soru değil açıkçası. Gazetecilik gözlemiyle söyleyecek çok şeyim var. Ama sonuçta orada partiler arası eşitlik üzerinden baktığımızda, sıfat olarak söylüyorum, maalesef niceliksel ve niteliksel olarak değiliz, bir sözü biraz sakınarak ya da temkinli konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Yani grubu olan partiler içerisinde bence en başarılı grup Yeni Yol grubu. Hiç haklarını yemeyeyim. Gelecek, DEVA ve Saadet’ten birer kişi geldiler. Zaten Mehmet Emin Ekmen’i sen de bilirsin, Hak mücadelesinin içinden gelen, eski MAZLUMDER’ci Kürt bir avukat arkadaşımız. Bülent Kaya, gayet liberteryen bir yerden ve demokratik bir tutum alarak konuşmalar yapıyor. Mustafa Bilici de gerçekten konusuna, dersine çalışarak bir söz kurmaya çalışıyor. Grubu olan partiler içerisinde ilk sıraya koyacağımın Yeni Yol grubu olduğunu söyleyebilirim açıkçası. Tabii her partinin, her kişinin birtakım zaafları, eksikleri olabilir, buna ben de dâhilim. Şöyle bir şey var tabii. Şimdi CHP için bu komisyona nasıl geldiği çok önemli. Herkesin canı acıdığı yerden konuştuğu bir süreç bu. Hâliyle yolsuzluk gerekçesiyle çok ağır bir siyasi operasyona maruz kalıyorlar ve sürekli söz oraya geliyor doğal olarak. Zaten eğer bu süreç bir demokratikleşmeyi sağlayacaksa, bu var olan yargı terörünün de sonlanması gerekiyor bir şekilde ya da bir ciddi bir rehabilitasyon gerekiyor, ıslah etmek gerekiyor. Dolayısıyla oradan söz kuruluyor. Bu da DEM Partili arkadaşlarımızı biraz rahatsız ediyor, iş mecrasından kayıyor diye. 

Ama ben burada dostane bir şekilde iki tarafa da şunu söylemeyi bir borç biliyorum: Biz ne Kürt hareketini ve tabanını toplumsal muhalefetten uzaklaştırmalıyız ne de CHP, Kürt tabanıyla arasındaki makası açacak bir üslup ve davranışta olmalı. Herkes için söylüyorum bunu. Sonuçta burada hepimizin kaygısı ortak. Elbette ki CHP’ye veya bir başka partiye dönük siyasi operasyonların da sonlanmasını istiyoruz. Yargının gerçekten evrensel hukuk normlarıyla çalışan, etik değerlere sahip hâkim ve savcıların elinde adalet tesis eden bir kurum olmasını istiyoruz. Bunu DEM Parti de istiyor, ben de istiyorum, CHP de istiyor. İddia edilen o ki, iktidar partileri de istiyor ama buna dair adım atmıyorlar. Şimdi hâl buyken, gerçekten herkesin birbirine karşı biraz daha empati göstererek ya da tabanlarına dair yahut da boğuştukları soruna dair biraz daha empati diliyle yaklaşmasını kıymetli buluyorum. Çünkü burada kazanacağımız her şey, parti çıkarı, kişi çıkarı değil, ülke ve yurttaş menfaatine olacak. 

Ahmet, geçenlerde İYİ Parti Ankara Milletvekili Yüksel Arslan, sosyal medyada acayip şeyler söyledi. 

Şık: Trollük yaptı dersen bence yakışır yani.

Ordu kuruyorlarmış, Vali atanmıyormuş, şuymuş, buymuş. Bir de bunu komisyonda konuşuldu diye verdi, değil mi? Yanlış bilmiyorum. 

Şık: İYİ Parti’nin bir itirazı varsa ben o komisyonda duymak isterdim. Gelmediğiniz bir komisyona, kaynağının neresi olduğunu, kaba bir şekilde söylemeyeyim, ama bir yerinden uydurarak böyle tevatürleri ortaya yaymayı hiç iyi niyetli bulmuyorum. Bu gerçekten toplumsal barışı da zedeler. Var olan süreç de herkesin faydasına olacak bir demokratikleşme kapısı açacaksa, o kapının üstüne kilit üstüne kilit vurur. Her şeyden öte bu çok ayıp. Ahlâki değil, politik olarak doğru değil, vicdani değil, insani değil. Yani on yıllardır hapiste olan ya da sürgünde olanlar var. ‘’Çocuğum ölmesin’’ diyen insanlar var. Bakın, annelerden biri, “Barış da, barış istemek de suç değil. Barış altın tahttır ve herkes oturmalı” dedi. Bu çok kıymetli bir şey. O paylaşımı yapan kişinin bir de siyasetçi kimliği var. Bu lafın altında kalır. Bunu hiç doğru bulmuyorum ve gerçekten hiç iyi niyetli bir yaklaşım değil. Ama bu biraz devrin, çağın da hastalığı. Yani bunu gazetecisi de, siyasetçisi de, sıradan yurttaşı da, bir sıfata sahip olsun olmasın herkes bu işin peşinde. Sosyal medyada ‘’etkileşim alma’’ deliliği, tutkusu, şehveti diye bir şey var. Herkes bunun esiri olmuş durumda. Yani aldın oradaki etkileşimi, bir sürü insanı da yanılttın. Ne olacak şimdi? Bakın, komisyon toplantısının yapılacağı gün, Meclis kapısının önünde neyi simgelediğini çok iyi bildiğimiz bir beyaz Toros’un yakılması… Onu yakan kişi meczup demeye getirdiler şimdi, ama bayağı da politik bir meczup. Yani Muhsin Yazıcıoğlu baskılı tişört giymiş bir meczuptan bahsediyoruz. Bu, kimseye manidar gelmiyor mu? Çok açık söyleyeyim. İçişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamaya zerre inanmıyor ve güvenmiyorum. 

Nedir sence o? Nasıl bir şey olabilir, Ahmet?

Şık: Birileri bir şeyi kaşımaya çalışıyor. Bakın, Ogün Samast gibiler nasıl devşirildiyse, birileri tarafından böyle çok kolaylıkla devşirilebilecek insan yığını var bu ülkede ve bu da onlardan biri olabilir. Yapılan açıklama doğru da olabilir, ama ben koca bir kuşkuyla yaklaşıyorum. Tam şehit ailelerinin dinlenileceği gün, faili meçhullerin, gözaltında kayıpların, işkencenin, infazların simgesi olmuş bir araç markasını, beyaz Toros’u orada yakmak, üzerinize de Muhsin Yazıcıoğlu baskılı tişört giymek bana hiç meczup işi gelmiyor yani. 

Bu arada bu arada şeyi de hatırlatmak lazım. Özgür Özel’e saldıran adamın motivasyonu, şusu, busu… 

Şık: O da meczuptu.

Hâlâ yok ortada. Unutuldu gitti. Ahmet, nasıl toparlayalım? 

Şık: Şöyle bir şey söyleyeceğim ben. Tam da bu beyaz Toros işinden gidersek: Bu sürece olumlu katkı sunmaya çalışan da var, karşısında olan da var elbette. İYİ Partili kişinin yaptığı paylaşım bu sürecin karşısındaki bir pozisyondur. Ama bunu sadece muhalefetin içinde ya da dışarıda aramamak lazım. Devlet içinde birtakım odakların, birtakım güç merkezlerin de bu işin karşısında olduğuna dair hepimizin bir fikri var. Bunu biz güvenlik bürokrasi ile yapılan toplantıda sorduk ama bir yanıt alamadık açıkçası. Biliyorlarsa da 50 kişinin olduğu bir komisyonda elbette söylemezler. Bir önceki yayınımızda da söylemiştim. Hakan Fidan’ın açıklamaları bir tek bana mı tuhaf geliyor? Gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Şimdi sadece o açıklamalara bakarak şu da olabilir: Elbette ki bu sorunun çözüm mecralarından birisi Suriye’deki oluşum ve bu, Türkiye’nin sorununu çözmek için çok önemli bir fırsat yaratıyor. Ama biraz da sanki karşı tarafın kozunu almaya çalışıyormuş gibi söylem de olabilir. Anlatabiliyor muyum? Ama şimdi siz tutup da bu ülkedeki herkesin canını yakmış, bombalı eylemlerle, şiddetle yakmış Selefi örgütlere bu kadar kol kanat gererken, içeride, sınırınızın içerisinde bir sorunu halletmeye çalışmanızda, gerçekten size ön açıcı olacak, yol açacak, hatta bu ülkenin güvencesi olabilecek bir pozisyonda olacak seküler bir yapıyı sürekli hedef gösteren, kaşıyan, bir çözümsüzlüğe doğru iten açıklamaları gerçekten çok tuhaf buluyorum. 

Şimdi o zaman şöyle bir soru sorayım sana.

Şık: Sen sorunu aklında tut. Şunu bitireyim, sen yine sor. Bakın ilk toplantıda da söyledik. Hakan Fidan’ın bu komisyona gelip bir sunum yapması gerekiyor. Neden derseniz? Kürt meselesi tabii ki Türkiye’nin iç meselesi bizim tartıştığımız yer üzerinden, ama Kürt halkının dağıldığı coğrafya üzerinden baktığınızda, İran, Irak, Suriye, Türkiye, bir de diasporası var. Ve Ortadoğu coğrafyasındaki bu Avrupa ve Amerikalı emperyalistlerin birtakım hesapları, jeopolitik hesapları, menfaat hesapları üzerinden, orası sürekli bir çatışma alanı ve hâlen kan akıyor Filistin’de ve başka yerlerde, görüyoruz. Bu kadar uluslararası bir denklemin içinde olduğu bir yerde, Hakan Fidan, en azından Dışişleri Bakanı olarak gelip orada bir sunum yapmalı. Artı bir şapkası daha var. Maalesef akamete uğrayan, başarısızlığa uğrayan bir önceki sürecin de en önemli figürlerinden biri. Nerede hata yaptıklarını, neden akamete uğradığını ne yapılmalıydı ve ne yapılmamalıydı konusunda da bir şey söylemesi gerektiğini düşünüyorum. Ama Hakan Fidan sadece medyaya kışkırtıcı demeçler vermekle uğraşıyor. Hakan Fidan’ın açıklamalarıyla beyaz Toros’un yakılması arasında bence bir korelâsyon var. Ya da İYİ Partili vekilin yaptığı açıklamada… Bunların arasında bir korelâsyon var. Sosyal medyada biriken iki tarafın milliyetçileri, bunu söylüyorum diye kızıyorlar ama Türk milliyetçilerinin niye karşı olduğunu anlıyorum. Çünkü bu ülkede en kolay şey Kürt nefretine sahip olmak ve bunu kazımak çok kolay. Kürt milliyetçilerinin yazdıklarına bakıyorum. Onlarda PKK ve Abdullah Öcalan’ın güçlenmesini istemeyen bir pozisyon üzerinden, bir rekabetçilik üzerinden sorunun çözümüne dönük hiçbir katkı dili yok. Ve sürekli kaşıyan, akamete uğratmaya çalışan bir pozisyon alıyorlar. Bakın bunların hepsi çok tehlikeli. Bunların hepsinin arasında bir korelâsyon var. 

Sorum da tam bu bağlamda. Varsayalım ki diyeceğim, ama kesinlikle temenni etmediğim bir şey, Suriye’de, Ankara’nın da dâhil olduğu bir çatışma yaşanırsa siz komisyon olarak toplanabilir misiniz? 

Şık: O komisyon hareket edemez ki, yol alamaz. Ya da ne yapacağız? Çünkü biz bir karar mecrası değiliz. Bu komisyon, meselenin çözümüne dair elini taşın altına koymuş ya da travması olan, acısı olan herkesi dinleyip veya bu konuda uzmanlığı olan hukukçuları, sivil toplum kuruluşlarını, siyasetçileri dinleyip, hangi yasaların çıkmasına gerektiğine ve toplumsal olarak siyaseti yumuşatarak bu işin nasıl çözüleceğine dair bir tavsiye raporu hazırlayacak. Ama tekrar Kürt hareketini hedef alan bir çatışma ortamı başladığında, bu iş nasıl sürer gerçekten hiç emin değilim. Çok kuşkuluyum ve herkesin diline, üslubuna gerçekten dikkat etmesi gereken bir dönem. 

Ama benim sürece dair de şöyle bir kaygım var, çok açık söylüyorum. Ben hâlâ çok umutlu bir yerden konuşmuyorum. Temkinli olmaya çalışıyorum ama ‘’temkinli iyimserlik’’ diye tarif etmeye çalışıyorum. Çünkü gerçekten samimiyetle bu işin çözülmesini, kimsenin onurunu zedelemeyecek bir barışla çözülmesini ve bu ülkede barışın hâkim kılınıp, Türkiye’nin de evrensel demokrasi ve hukuk devleti normları üzerinden çoğulcu ve katılımcı bir siyasetin hâkim olduğu bir ülke olmasını istiyorum. Bunu, senin, benim çocuğum için istiyorum, kendimiz için de değil. Ama iktidarın takındığı pozisyona baktığımızda ya da son yargı operasyonları üzerinden saray içi kavgaya, iktidar bileşenleri arasında bir pürüz olduğuna baktığımızda ve AKP’nin direncine bakarak ben şöyle hissediyorum: Recep Tayyip Erdoğan, Kürt meselesinin silahlı şiddet kısmını, Kürtleri dövmekten vazgeçerek ama demokratikleşmeyerek çözmek istiyor. Bence bu işin özeti bu. Gerçekten bunu çok tuhaf buluyorum. Yani böyle çözemezsiniz hiçbir sorunu. 

Evet, Ahmet. Bunları son söz olarak alayım. Yoksa kapatırken bir şeyler daha söylemek ister misin? 

Şık: Neyse, çok konuştum herhalde. 

Yok, yok. Onunla alakası yok.

Şık: Ne zaman konuşsak bir arıza çıkıyor ya. Bir de böyle pusuya yatmış bir sürü insan var. Neresinden bunu çarpıtırım, manipüle ederim diye pusuya yatmış bekliyorlar. Ben onlara da fazlasıyla malzeme verdiğimi düşünüyorum. Buyursunlar, yine başlasınlar. Ama ben kendimden eminim, senden eminim. Ve bu ülkede gerçekten demokrasiyi, barışı, hukuku egemen kılmak isteyenlerin ortaklığında biz bir şey yapacağız. Bunu da hiç ayırt etmeden herkes için istiyorum. Bu arada şeyi de söyleyeyim. Dün kurum temsilcileri de konuştu. Buradan da söyleyeyim, yüzlerine söyledim. En iyi sunumu da MAZLUMDER yaptı, bilginiz olsun. Gerçekten 10 numara bir sunum yaptılar. Takınmamız gereken tutum, bu ülkede Kürt meselesini çözmekse ya da Kürt meselesinin çözümüyle bu ülkeye bir demokratikleşme ve barışı egemen kılmaksa, istisnasız herkes için eşitlik, adalet, özgürlük talep etmek hepimizin boynunun borcu.

Çok teşekkürler Ahmet. 

Şık: Ben teşekkür ederim. 

Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu Üyesi Ahmet Şık’la bugüne kadar yapılan beş toplantıyı, ama özel olarak salı ve çarşamba günleri yapılan oturumları konuştuk. Komisyonun performansını ve bundan sonra yapabileceklerini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.