Açık Oturum’un 491. bölümünde CHP İstanbul İl Başkanlığına kayyum atanması ve 15 Eylül’de görülecek CHP ana davası ele alındı. Göksel Göksu’nun sorularını yanıtlayan Siyasetbilimciler Gülgün Erdoğan Tosun ve Onur Alp Yılmaz ile Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.Ali Çarkoğlu mahkemenin mutlak butlan kararı alması halinde olabilecekleri, Türk siyasetinin evrildiği noktayı ve CHP’yi bekleyen bölünme tehlikesi ile muhalefetin hangi zeminde nasıl kenetlenmesi gerektiğini değerlendirdi.
“İktidara seçim kazandırmakla mükellef bir sistemle karşı karşıyayız”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Yönetimine kayyum atanması ve bunun Türkiye siyasetindeki olası etkilerinin ele alındığı Açık Oturum’da konuşan Onur Alp Yılmaz, bu hamleyi siyasi müdahale ve muhalefeti çökertme girişimi olarak değerlendirdi. Kayyum atanması kararını, 19 Mart süreciyle başlayan “Cumhuriyet Halk Partisi’ni çökertme harekâtının” bir uzantısı olarak nitelendiren Yılmaz, iktidarın muhalefeti kaybedecek duruma getirerek kazanma peşinde olduğunu söyledi:
“Türkiye’de 2023 koşullarında dahi seçimleri kazanamayacağını düşünen bir iktidar var karşımızda. Dolayısıyla kendisinin kazanamayacağı seçimleri, muhalefeti kaybedecek hale getirerek kazanmanın peşine düşmüş bu kaygıyı yaşayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Artık iktidarın seçim kazandığı bir Türkiye değil, iktidara seçim kazandırmakla mükellef bir sistemin olduğu bir Türkiye’deyiz maalesef. Bu son derece tehlikeli bir eşik. Tabii bunu artık Türkiye’de Siyasi Partiler Kanunu’yla, hukukun normal işleyişiyle falan adlandırmamız mümkün değil.”
Siyasi Partiler Kanunu’nun 21. maddesinin, seçim süreçlerindeki usulsüzlüklere itirazların kısa sürede kesin olarak karara bağlanmasını öngördüğünü, ancak mevcut kararın bu hükmü açıkça ihlal ettiğini söyleyen Onur Alp Yılmaz, “YSK neden bu kadar net hükümler koymuş? Aslında tam olarak siyasi iktidarın işine gelmediği anda yargıyı araçsallaştırıp siyasi rakiplerini tasfiye etmemesi için muhalefet ve o ülkedeki seçim sistemi adına garanti ortaya koymak için yoruma açık bir boşluk bırakmamış burada, kesin hüküm koymuş. Siyasi Partiler Kanunu’nda o yüzden bu kadar güçlü vurgular var. Eğer ki bu yoksa, yani bu kadar açık hükümler yoksa tartışmalı alanlar varsa Medeni Kanun’a ya da Dernekler Kanunu’na başvurur. Ancak burada böyle bir durum söz konusu değil. Ve geldiğimiz noktada açık bir biçimde iktidar herhangi bir şekilde yargı kararlarının verilebileceği teamülleri tanımadan bir hukuk süreci işletiyor” dedi.
YSK kararlarının kesinliğine rağmen, Asliye Hukuk Mahkemeleri’nin YSK’ya adeta kayyum atamış gibi davrandığına dikkat çeken Yılmaz, YSK’nın yetki alanının gasp edildiğine vurgu yapılan programda, bu durumun 2017 referandumundaki mühürsüz oyların geçerli sayıldığı karar başta olmak üzere geçmişteki YSK içtihatlarının sorgulanmasına yol açabileceği uyarısı yapıldı.
Ali Çarkoğlu da sistemin rekabetçi otoriterlikten, tam otoriterliğe evrildiğine vurgu yaptı:
“Türkiye uzun zamandır demokrasi olarak tanımlanamayan bir siyasete sahip. Seçimler olduğu için biz rekabetçi olduğunu düşünüyorduk. Neden? Öncelikle yerel seçimlerde kazanamayan, önemli şehirleri kaybeden bir iktidar vardı karşımızda. 2015’ten bu yana da aslında kendileri ittifak olarak isimlendiriyorlar ama açıkça bir koalisyonla ancak yönetebiliyorlar ülkeyi. Bunun da başlıca sorumlusu ilk başta seçimlere katılan Kürt hareketiydi. 2015’te biliyorsunuz ancak bir ara seçim yaparak ve bu arada da – yani terörün yardımıyla diyebiliriz – seçmeni yeniden cezbederek seçimi yeniden kazanabilmişlerdi. MHP’den başka, Yeniden Refah Partisi ve Hüda-Par gibi partileri de ittifaka kattılar. Bu partilerin ittifaka katılması seçmen desteği açısından çok önemli değilmiş gibi gözükebilir ama aslında önemli. Çünkü ittifakı muhafaza etmeden seçime girmeye bir anlamda cesaret edemeyen bir AK Parti var artık karşımızda.”
Geçmişte İçişleri ve Adalet Bakanlarının seçim süreçlerinde görevlerinden istifa ettiğini hatırlatan Çarkoğlu, bu durumun da ortadan kalktığını söyleyerek “Tarafsızlıklarının ortadan kalkması ve YSK’nın yetkilerinin gasp edilmesiyle ‘rekabet’ kısmı da iptal edilecek ve sistem tamamen otoriter bir rejime evrilecek” dedi.
15 Eylül’de görülecek ana davadan “mutlak butlan” kararı çıkması halinde sürecin nereye evrileceğini değerlendiren Çarkoğlu, “Bir ihtimal iki tane CHP olacak karşımızda. Bir tanesi, karşımızda bu kayyumla yönetilen CHP’ye doğru evrilecek. Onların da kongreleri iptal edilecek vesaire. Kayyumla eski yöneticiler yine göreve gelecekler. Bir de ‘yeni öz CHP’ olacak. Böyle bir siyasi arenada seçime girmeye çalışacağız. Kime yarar sağlayacak? Bölünmüş bir muhalefet, birbiriyle dahi anlaşamayan bir muhalefet nasıl olacak da seçimlerde halkı kucaklayan politikalar üretebilecek? Yani bugün itibariyle gazetelerde okuyorum, CHP’de yeni siyaseti belirlemek üzere bir çalışma içine girilmiş. Bunun anlamlı olabilmesi için muhalefetin seçimlere en azından tek parti olarak girebilmesi lazım. Yani ana muhalefet partisinin iki değil, tek parti olabilmesi lazım. Şu an itibariyle sanki öyle olmayacak gibi gözüküyor. Peki o zaman YSK böyle bir itirazı yapmazken bu bir sonraki seçimin nasıl serbest bir sistem olacağını iddia edebileceğiz, onu da iddia edemeyeceğiz. Dolayısıyla Türkiye rekabetçi bir otoriter rejim değil, sadece otoriter bir rejim haline dönüşecek.”
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Programda Kemal Kılıçdaroğlu’nun “mutlak butlan” davasına ilişkin sessizliğinin kabul olarak yorumlandığı, ancak kamuoyu araştırmalarının Kılıçdaroğlu’nun başına geçmesi halinde CHP’nin oy oranında düşüş eğilimi olduğunu gösterdiği aktarıldı.
Prof. Dr. Gülgün Erdoğan Tosun da GÜNDEMAR Araştırma’nın 3-4 Eylül 2025 tarihlerinde gerçekleştirdiği “Anlık Gündem Araştırması” sonuçlarına dikkat çekti. “Buna göre Türkiye genelinde seçmenin yaklaşık yüzde 60’ının CHP İstanbul İl’e kayyum atanmasını ‘siyasi bir müdahale’ olarak gördüğünü, toplumun yarıdan fazlasının da Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa yeniden dönmesini ‘demokrasi açısından yanlış’ bulduğunu ifade ediyor” diyen Tosun, Pazartesi günü Gürsel Tekin ve ekibinin il binasına gitme planı ile CHP İstanbul İl Başkanlığı’ndaki mevcut “nöbet”in potansiyel bir kitlesel karşı karşıya gelişe yol açabileceği ihtimaline karşı, tarafları toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmeye çağırdı.
Programda muhalefetin “Cumhuriyetçi blok” etrafında kenetlenmesi gerektiğine dikkat çekildi. Demokrasiyi ve Cumhuriyeti savunan herkesin önceliklerini bir kenara bırakarak asgari müştereklerde birleşmesi gerektiğini söyleyen Onur Alp Yılmaz, beyin göçüyle ülke dışına gidenler ile bağların güçlendirilmesi ve Türk diasporasının, Türkiye’deki demokratik sorunları uluslararası alanda dile getiren bir propagandist rol üstlenmesi gerektiğini ifade etti. Muhalefetin iktidarı evrensel değerlerle sıkıştırarak ahlaki üstünlüğünü ele geçirmesi gerektiğine vurgu yapan Yılmaz, toplumla yeniden bağ kurulması gerektiğini söyleyerek “Siyaset elitler arasındaki müzakerelere indirgenmemeli, aksine toplumla meseleleri tartışan, halkın süreçlere katıldığı bir siyasi önderlik gösterilmeli” değerlendirmesini yaptı.
Onur Alp Yılmaz: “CHP iktidarın da güvencesi”
Onur Alp Yılmaz, hiçbir otoriter rejimin sonsuza kadar gitmediğini, mutlaka kırılganlaştığını, ancak bu iradenin kırılmaması gerektiğini vurgulayarak CHP’ye yönelik müdahalenin iktidarın da işine gelmemesi gerektiğini söyledi:
“Bence iktidar orada kendisi açısından da şöyle bir hata yapıyor: CHP aslında iktidarın da bir yerde güvencesi, yani Türkiye’de bir muhalefet olması, böyle bir muhalefetin olması iktidarın da güvencesi. CHP’nin, kurumsal muhalefetin alanı kapatıldığı anda, sizden huzursuzluk duyan insanların, yüzde 50’yi aşma potansiyeli olan bu grubun, yani toplumun yarısından fazlasını temsil etme ihtimali günden güne artan bu grubun nereye savrulacağını siz de bilemezsiniz. Demokrasinin zaten ortaya çıkışının en temel sebeplerinden biri, hatta en temel sebebi, iktidarın barışçıl yollarla teslim edilmesiydi muhaliflerine. Dünyanın her yerinde, her zaman iktidar değişiklikleri oldu. Bu nasıl oldu? Mesela kardeş katliyle oldu değil mi? Mesela darbeler yoluyla oldu değil mi? Şimdi bunlar olmasın diye demokrasi var zaten, tam olarak. O yüzden siz toplumsal patlamayı yaratacak bir yola da savruluyor olabilirsiniz. Bu da Türkiye’nin demokrasisini, Türkiye’nin toplumsal barışını hiç olmadığı kadar zedeleyecek bir yoldur. Yani hiçbirimizin çıkarına bir şey yok o yolda. O gidilen yolda ne muhaliflerin ne iktidara oy veren kitlelerin çıkarına bir şey yok. O yüzden burada demokrasiyi ayakta tutmak için, her şeyden önce CHP’ye geldiği noktada her bir muhalif aktörün sahip çıkmasında son derece büyük fayda var. Bu son derece önemli.”