Ruşen Çakır yorumluyor: CHP’yi neden bölemiyorlar?

Ruşen Çakır “CHP’yi neden bölemiyorlar?” başlıklı yayınında, iktidarın CHP’yi bölme girişimleri olduğunu fakat bu konuda başarısız olduğunu nedenleriyle birlikte anlattı.

Ruşen Çakır, siyasi iktidar ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP’yi bölmek istediğini söyledi, “Bunun delili çok ama çok hızlı bir örnek vereyim: Gürsel Tekin kayyum olarak atanıp İstanbul’da CHP İl Başkanlığı Binası’na gittiği zaman çok yoğun bir medya ilgisi vardı. Özellikle de iktidar medyası vardı” dedi.

CHP’nin hukuki ve siyasi direnci sonrasında Tekin’e yönelik basının ilgisinin azaldığını, kendisi hakkında eleştirel yayın yapan muhalif medyadan şikayet ettiğini hatırlatan Çakır, şöyle devam etti:

“Geçenlerde biliyorsunuz bir kayyum olarak yine kayyuma devredilen Habertürk’e çıktı. Orada canlı yayında kendisinin kayyum olmadığını anlatmış. Kendisi o görevi kabul etmezse görevi kabul etmezse iktidara yakın İstanbul 2 No’lu barodan kayyum atanacağını iddia ederek ‘fedakarlık’ yaptığını söylemiş. Gürsel Tekin olayı bize bu girişimin fiyaskoyla sonuçlandığını gösteriyor.”

“Erdoğan’ın bütün hesapları boşa çıktı”

CHP’yi bölemeyen iktidarın, parti içinden üyeleri ve belediye başkanlarını (örn. Bayrampaşa, Muğla, Ankara, Adıyaman) transfer etmeye çalıştığını belirten Ruşen Çakır, “Ama Erdoğan’ın bütün hesapları boşa çıktı. Tam tersine CHP kenetlendi. Özgür Özel bir genel başkanlıktan liderliğe sıçradı. Erdoğan onun önünü istemeyerek açtı. Erdoğan tarafından hediye edilmiş bir davası var artık CHP’nin ve bununla ayakta duruyor. Kaçmıyor, pes etmiyor” dedi.

Ruşen Çakır şöyle devam etti:

“Peki CHP’yi neden bölemiyorlar? Rakibini, hedefini küçülttü. İki, Erdoğan bu saldırılarla rakibine bir fırsat verdi. Hep o söylenir ya, krizler hem risk hem fırsattır. Bu krizi CHP fırsata dönüştürdü. Buradan kendine bir dava yarattı ve bence en önemli sorun şu: İktidar CHP’ye karşı siyasi olarak herhangi bir mücadele yürütmüyor. AK Parti siyaset üretemediği müddetçe, siyasi olarak topluma bir vizyon sunamadığı müddetçe CHP karşısında etkisiz kalmaya bence mahkum. Buna karşılık CHP siyaset üretiyor mu? Hâlâ çok büyük sorunları var ama en azından iktidarın yargı üzerinden kendisine yönelttiği saldırıları siyasetin alanını bir direniş cephesi örgütleyerek genişletmeye çalışıyor.”


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. CHP’yi niye bölemiyorlar? Diyeceksinizki böyle başlık atıyorsun ama kim bölmek istiyor? Tabii ki siyasi iktidar ve esas olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan. Nedir bunun delili? Bunun delili çok. Ama çok hızlı bir örnek vereyim. Mesela Gürsel Tekin kayyum olarak atanıp İstanbul’da CHP il binasına gittiği zaman çok yoğun bir medya ilgisi vardı. Fotoğrafta göreceksiniz. Bu medyanın da büyük bir kısmı iktidar medyasıydı. Oradaki gazeteci arkadaşlar bilir, oralarda mikrofon uzatabilmek başlı başına bir sorundur. Ve ilk gittiğinde, İstanbul il binasına girmek istediğinde büyük bir mikrofon tutuldu kendisine. Evet, görüyorsunuz, her yerden var ve Halk TV, Tele1 de var ama büyük ölçüde iktidar yanlısı medya var. Daha sonra ne oldu?

İki gün önce yanılmıyorsam Gürsel Tekin ilçe seçim kuruluna yaptıkları başvuruyu anlattı ve orada yine basına konuştu ve bu sefer gördüğünüz mikrofonların neredeyse üçte ikisi, belki de beşte dördü kaybolmuştu. Şu anda benim gördüğüm dört mikrofon, iki tane de cep telefonu var ve görüldüğü gibi iktidar medyası da büyük ölçüde kendisine mikrofon tutmaktan vazgeçmiş.

Şimdi ilkine baktığımız zaman ne oluyor: Bir operasyon var. CHP’yi karıştıracak büyük bir olay var. Canlı veriliyor televizyonlarda. Ama sonra CHP buna karşı bir direniş sergiliyor. Hem hukuki olarak hem siyasi olarak ve bunu püskürtüyor. Resmen püskürttü bence ve ondan sonra Gürsel Tekin çok az sayıda mikrofon ve sürekli şikâyet hâlinde. Kimden şikâyet ediyor? Özellikle medyadan ve özellikle muhalif medyadan şikâyet ediyor ve gazetecilerden şikâyet ediyor.

Kendisi hakkında eleştirel konuşanlardan ve geçenlerde biliyorsunuz bir kayyum olarak yine kayyuma devredilen Habertürk’e çıktı. Orada canlı yayında uzun uzun kendisinin kayyum olmadığını anlatmış. İzlemedim, kısmen biliyorum. Kayyum olmadığını anlatmış ve kendisi o görevi kabul etmezse İstanbul ikinci baro… İkinci baro ne? İşte AK Parti’ye ya da iktidara yakın avukatların kurduğu baro. Oradan kayyum atanacağını söylemiş. Bir kahramanlık yapmış, yani bir fedakârlık yapmış.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Şimdi Gürsel Tekin olayı bize bu girişimin fiyaskoyla sonuçlandığını gösteriyor. Nitekim on beşindeki kararın çıkmaması, ertelenmesinde de muhtemelen Gürsel Tekin olayındaki yaşanan başarısızlık etkili oldu. Çünkü şu gözüktü: İçeride en etkili olabileceği düşünülen isimlerden birisiyle bir hamle yaptı iktidar yargı eliyle ve başarısız oldu. Şimdi benzer bir olayı büyük kurultayla ilgili yapıp yine CHP içerisinden birilerini Gürsel Tekin gibi CHP’nin başına geçirse yine bir fiyaskoyla sonuçlanacağını herhâlde düşündüler ve vazgeçtiler. Aslında bu olayın geçmişi var. 19 Mart var. 19 Mart’taki hedeflerden birisinin CHP’ye kayyum atmak olduğunu biliyoruz. Bir diğeri İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyum atamaktı. Ne olacaktı?

Bu kent uzlaşısı soruşturmasında da Ekrem İmamoğlu’na tutuklama kararı verilecekti ve tıpkı Şişli’de Resul Emrah Şahan’ın başına geldiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyum atanacaktı ve hemen ardına CHP’ye kayyum atanacaktı. Ama olmadı. Son anda birden âdil olmaya karar vermediler ama 19 Mart’ta gösterilen büyük toplumsal tepki bu geri adımı atmalarına neden oldu. Şimdi tekrar denediler yaklaşık altı ay sonra. İstanbul’da provası yapıldı ve sonra tekrar şu anda frene basmış durumda siyasi iktidar. Yarın tekrar gaza basmayacağının garantisi yok. Çünkü şöyle bir realite var: CHP iktidarı, Erdoğan’ın iktidarını tehdit ediyor. 31 Mart seçimlerinde bu çıktı. %37 oyla ülkenin batısının neredeyse tamamını belediyeler aldı. Anadolu’da da çok şaşırtıcı yerlerde belediyeler kazandı. Sonra o yaşadığımız bir garip normalleşme süreciyle bir dinginlik oldu ama hep böyle AK Parti’yle başa baş kamuoyu araştırmalarında gitti ve Erdoğan CHP meselesini kökten halletmek için, bana göre tabii, 19 Mart hamlesini yaptı.

Orada beklenen şuydu: soruşturmalar çıkacak, iddialar, yolsuzluk iddiaları ve belki de kanıtlar çıkacak ve bunları gösterecek kamuoyuna iktidar medyası, yargı ve bunun üzerine CHP içerisinde Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’e karşı tepkili olan, onlarla mücadele eden kesimler kendilerine bir güç atfedip bu olayın üzerinden, bu yolsuzluk iddiaları üzerinden, ortaya çıkartılmış iddialar üzerinden kazan kaldıracaklar ve CHP’de bir altüst oluş olacaktı. Beklenen buydu ve bu arada tabii bir başka beklenen de Ekrem İmamoğlu içeride olduğu sırada Özgür Özel bu yükün altından kalkamayacak ve yanlışlar yapacak ve CHP böylece kapanın elinde kalacaktı resmen. Ama öyle olmadı. Bütün hesaplar boşa çıktı. Tam tersine CHP kenetlendi.

Özgür Özel bir genel başkanlıktan liderliğe sıçradı. Erdoğan onun önünü istemeyerek açtı ve CHP o andan itibaren toplumsal muhalefetle bütünleşerek ve kendisine daha önce de söyledim; Erdoğan tarafından hediye edilmiş bir davası var artık CHP’nin ve bununla ayakta duruyor. İktidarın saldırılarına cevap verirken aynı zamanda saldırıyor. Yani kaçmıyor, pes etmiyor.

Bir yandan hâlâ bu deneniyor. İşte İstanbul Kongresi büyük kurultay davalarıyla bu deneniyor. Bir yandan o deneniyor. Şimdi iktidarın yaptığı başka bir şey var, bir süredir Aydın’da bunun provasını gördük: CHP’yi bir parti olarak bölemiyorsa da içeriden parçalar kopartmak. Gidenler oluyor. Tek tük gidenler oluyor ama gitmeyenler de oluyor. Bayrampaşa Belediye Başkanı: ‘‘Bana bir gün önce teklif ettiler. Teklifi kabul etmeseydim herhâlde içeride değildim’’ dedi ve tutuklandı. Bu başka bir yöntem olarak CHP’yi bölemese de CHP’yi içinden zayıflatma girişimi var. Daha önce de bu konuyu konuşmuştuk. Birçok belediye başkanının adı geçirildi ve o belediye başkanları mesela aklımda olanlar: Muğla vardı mesela, Ankara için bile hatta geçirdiler.

Mansur Yavaş için. En son Adıyaman’da gözaltına alınıp ev hapsine ve sonra ev hapsi  de kalkıp göreve iade edilen Adıyaman Belediye Başkanı için de çıkartmışlar. O da açık bir şekilde reddetti. Şimdi böyle bir şey yapıyor transferlerle. Ve en son Erdoğan uçakta bunu şöyle tarif etti: CHP’deki yolsuzlukları görenler temiz siyaset arzusuyla AK Parti’ye geliyorlar. Yani bunun hiçbir inandırıcılığı olmadığını herkes herhâlde biliyordur. Hâlâ bir CHP’yi etkisizleştirme, bölemese bile etkisizleştirme var.

Tekrar başlığa dönecek olursak, neden bölemediler? Bir, Erdoğan rakibini yani hedefini küçümsedi. İki, Erdoğan bu saldırılarla rakibine bir fırsat verdi. Hep o söylenir ya, krizler hem risk hem fırsattır. Bu krizi CHP fırsata dönüştürdü. Buradan kendine bir dava yarattı ve bence en önemli sorun şu: İktidar CHP’ye karşı siyasi olarak herhangi bir mücadele yürütmüyor. Yani CHP şunu diyor, aslında doğru olan budur gibi bir siyasi tartışma yok.

Siyaset yapan CHP ve CHP’nin alanını yargı eliyle daraltmaya çalışan bir iktidar var. AK Parti siyaset üretemediği müddetçe, siyasi olarak topluma bir vizyon sunamadığı müddetçe CHP karşısında etkisiz kalmaya bence mahkûm. Buna karşılık CHP siyaset üretiyor mu? Hâlâ çok büyük sorunları var ama en azından iktidarın yargı üzerinden kendisine yönelttiği saldırıları siyasetin alanını bir direniş cephesi örgütleyerek genişletmeye çalışıyor. Şu anda bir program çalışması yürütüyorlar. O program çalışması nasıl sonuç verecek bilemiyorum. Yarın öbür gün birtakım sloganlarla, birtakım programlarla belki bir vizyonla, yeni bir Türkiye vizyonuyla çıkması bekleniyor CHP’nin. Ama şu hâliyle direnirken aynı zamanda yani kendini savunurken aynı zamanda saldırabiliyor olması CHP’yi güçlü kılıyor ve bölünemez kılıyor. Dolayısıyla Gürsel Tekin, Kemal Kılıçdaroğlu ve benzerlerinin beklentileri, umutları da bence hiçbir geçerliliği kalmıyor.

Evet, bugünün itafı ‘‘Umut’’ dedik. ‘‘Umut’’ filminin oyuncusu ve yönetmeni Yılmaz Güney’e. Şimdi Yılmaz Güney benim çok sevdiğim bir sinemacı ama aynı zamanda her yönüyle, siyasi duruşuyla da çok önemli bir isim. Ama şunu da biliyorum ki Yılmaz Güney bir cinayetten mahkûm olmuş birisi. Bir savcıyı öldürmekten ve maçoluğuyla bilinen birisi. Öyle diyelim. Çok değişik detaylar iddia ediliyor, dile getiriliyor. Bütün bunların hepsi doğru olabilir ama onun çok büyük bir sinemacı olduğu gerçeğini hiçbir zaman ortadan kaldırmıyor. Hatasıyla, sevabıyla ama yaptığı filmlerle Yılmaz Güney benim için her zaman çok önemli birisi olmuştur. Çocukluğumuzda Çağlayan’da sinemada onun siyah beyaz macera filmleriyle, ‘‘çirkin kral’’ filmleriyle büyüdük. Sonra onun politikleşmesi, daha doğrusu politikleşmesini sinemaya yansıtması olaylarını yakından takip ettik. Peş peşe ‘‘Umut,’’ ‘‘Acı,’’ ‘‘Ağıt,’’ ‘‘Baba,’’ ‘‘Umutsuzlar…’’ Hepsini herhâlde çıkar çıkmaz izlemiş birisiyim. Hepimiz öyleydik zaten. Ve hepsi ayrı güzellikte ve farklı filmlerdi. O günün Türkiye’sinde, Türk sinemasında Yılmaz Güney filmleri bambaşkaydı. Birçok filmi vardır Yılmaz Güney’in. ‘‘Arkadaş’’ mesela, Melike Demirağ’la. Çok konuşuldu, edildi. Ama ben Yılmaz Güney’in hep ‘‘Baba’’ filmini özel olarak çok severim. Beni nedense çok etkilemiştir. Tabii bu ‘‘Umut’’un, ‘‘Ağıt’’ın, ‘‘Arkadaş’’ın, ‘‘Acı’’nın… Mesela ‘‘Umutsuzlar’’, orada Filiz Akın’laydı yanılmıyorsam, orada birtakım sahneler hâlâ gözümün önündedir. Cezaevindeyken de film çekti diyelim, ama çekmedi. Filmler, senaryolar yazdı ve ‘‘Sürü’’yü Zeki Ökten yönetti. 1979’da Locarno’da en büyük ödülü aldı. Ama daha sonra 1982’de ‘‘Yol’’ filmi Cannes’da büyük ödül aldı. O sırada Cannes’daki ödül törenine Yılmaz Güney katıldı. Çünkü açık cezaevinde cezasını çekmekteyken kaçtı, Fransa’ya gitti. Ödülünü de aldı. Ama o ödül, tabii ki hâlâ bu konuşulur. ‘‘Sürü’’nün yönetmeni Zeki Ökten, ‘‘Yol’’un yönetmeni Şerif Gören’di. Tabii ki bunlar Yılmaz Güney’in senaryosuydu. Yılmaz Güney’in yapımcılığını üstlendiği filmlerdi. Ama yönetmenlerin hakkını gözetmemiz kesinlikle şart. Onu özellikle vurgulamak istiyorum. Yılmaz Güney siyasi olarak da, mesela 12 Mart döneminde hapis yapmışlığı var. Solcu olduğu için başına gelmedik kalmamış. Ama mesela Adana’daki yargı mensubunun ölümü olayının siyasi bir yönü çok fazla olduğunu sanmıyorum. Bir içkili lokantada yaşanan bir cinayetti. Bütün bunlarla birlikte Yılmaz Güney Türkiye’de gerçekten çok önemli yer tutmuş, benim için çok önemli olan birisi. Ve 47 yaşında — yani 47 yıla neler sığdırmış, çok şaşırtıcı — Fransa’da öldü ve Paris’te gömülü ve oraya yolu düşenler Yılmaz Güney’in mezarını muhakkak ziyaret ederler, benim gibi. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.