Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Oscar’a 10 ayrı dalda aday gösterilen “Roma” tamamen yanlış mı anlaşıldı?

Yönetmenliğini ve senaristliğini iki Oscar ödüllü Alfonso Cuarón’un üstlendiği, Netflix yapımı Roma filmi, 2019 Akademi Ödülleri’ne (Oscar) 10 ayrı dalda aday gösterildi. Aday gösterildiği dallar arasında En İyi Film, En İyi Yabancı Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu ödülleri de bulunan film, hem Netflix finansmanıyla hayata geçirilmesi hem de Meksikalı yerlilere dair olması sebebiyle izleyiciler ve eleştirmenler tarafından yoğun ilgi gördü.

Roma’nın hikayesi, 1970’li yılların başında Meksika’nın orta sınıf ailelerinin yaşadığı bir mahallede hizmetçi olarak çalışan Cleo adında genç bir kadının hayatı etrafında şekilleniyor. Film aynı zamanda Meksika’nın kültürel yapısına, sınıfsal ayrımlarına ve politik atmosferine temas ediyor. Alfonso Cuarón’un kendi çocukluk anılarıyla ördüğü Roma önce yalnızca Netflix’te izlenebilecekti. Ancak prömiyerini yaptığı ve Altın Aslan kazandığı 75. Venedik Film Festivali’nde yoğun ilgi görünce Netflix geri adım atmak zorunda kaldı ve film, 14 Aralık 2018’de Netflix’le eş zamanlı olarak vizyona girdi. Çeşitli festivallerde 100’den fazla ödül alan Roma, yolculuğuna 2019 Akademi Ödülleri’ne (Oscar) 10 dalda aday gösterilmesi ile devam ediyor.

Meksikalı yönetmen Alfonso Cuarón, bu filmi kendi çocukluğunun geçtiği Mexico City’deki Roma mahallesinde çekti, başrol için tecrübeli bir oyuncu yerine Meksika yerlilerine mensup ‘sıradan’ bir kadını seçti ve filmi çocukluğunun dadısı Libo’ya adadı. 75. Venedik Film Festivali’nde kazandığı Altın Ayı ödülünü ise filme ilham veren dadısı Libo için “doğum günü hediyesi” olarak kabul etti. Tüm bunlar filmin bir nevi otobiyografi olduğunu gösteriyor, zaten yönetmenin kendisi de bu filmin “Meksika’daki çocukluğuna dair” olduğunu söylemekten çekinmiyor.

Roma, ilk gösteriminden bu yana eleştirmenlerin yoğun ilgisine mazhar oldu ve büyük beğeni topladı. Time dergisi, The Guardian ve New York Film Eleştirmenleri Birliği gibi etkili mecralar Roma’yı 2018’in en iyi filmi seçti. The New York Times’ın film eleştirmeni Manohla Dargis, bir başyapıt olarak nitelendirdiği Roma’yı “şiddetin harap ettiği bir yaşamın zengin ve duygusal tasviri” olarak değerlendirdi ve yönetmenin “sıradan yaşamın derinliklerini gün yüzüne çıkarmak için samimiyeti kullanmış olmasını” takdirle karşıladı.

Roma’yı hakkında bu kadar konuşulur yapan nedenlerinden biri de filmin 25 yaşındaki başrol oyuncusu Yalitza Aparicio. Akademi Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu dalında aday gösterilen Aparicio, herhangi bir oyunculuk eğitimi almadı. The New York Times’ın haberine göre Aparicio, bundan üç yıl önce kız kardeşini köylerinde düzenlenen bir oyuncu seçmesine götürdü. Ancak kardeşi dokuz aylık hamile olunca, seçmelere onun yerine kendisi katıldı ve Roma filminin başrol oyuncusu seçildi.

Şu an fotoğrafları Vanity Fair ve Vogue gibi önemli dergilerin kapaklarında yer alan Aparicio’nun yarattığı sansasyon, Meksika sınırlarını çoktan aşmış durumda. Aparicio’nun Roma filmindeki performansını “yılın en iyisi” seçen Time dergisi, ortaya koyduğu oyunculuğu şu sözlerle özetliyor: “Tüm hayatınız boyunca oyunculuk çalışmış ve hâlâ iyi olmadığını düşünen biri olabilirsiniz. Ya da Aparicio gibi hiçbir zaman bu hayatı düşlememiş biri olur ve kimsenin kamera önüne daha önce hiç ayak basmadığınıza inanamayacağı usta bir performans ortaya koyarsınız.”

Filozof ve Slavoj Žižek ise Spectator’da yayınlanan eleştiri yazısıylaRoma’ya çok daha farklı bir yerden bakmamızı söylüyor. Žižek’e göre eleştirmenlerin Roma’yı bir başyapıt olarak ele almalarında bir sakınca yok ama bu baskın algı, neredeyse müstehcen bir yanlış okuma ile oluşturulmuş durumda.

1970’lerin Meksika’sında, büyük öğrenci protestolarının ve toplumsal kargaşanın olduğu bir dönemde geçen film, orta sınıf bir ailenin evinde hizmetçi olarak çalışan Cleo’ya bir “hürmet” olarak okunuyor. Oysa Žižek bazı sorular üzerine düşünmemiz gerektiğini söylüyor: “Gerçekten de Roma, yalnızca Cleo’nun saf iyiliğini ve kendisini hiç düşünmeksizin aileye adamasını mı kutluyor? Cleo, onu fiziksel ve duygusal anlamda daha rahat sömürebilmek için kendilerinden biri olarak gören şımarık bir üst-orta sınıf ailenin aşırı düzeydeki bir sevgi nesnesine indirgenebilir mi?”

Žižek’e göre Cuarón, filmde mahrem aile meselelerine odaklanarak, toplumsal mücadelelerin baskıcı varlığını, her şeye nüfuz ettiği oranda her yerde yaşayan bir arka plan olarak, tamamen somut bir hale getiriyor. Filmin yapısı ise bizzat Cleo’nun iyiliğine dair imajın kendisinin bir tuzak olduğuna işaret eden ince göstergelerle dolu. Üstelik onu ideolojik körlük sonucunda hissettiği bağlılığı kınayan örtük eleştirinin hedefi olarak ortaya koyuyor.

Filmin son anlarında Cleo, kendisi gibi bir hizmetçi olan Adela’ya “Sana anlatacağım çok şey var” diyor. Žižek’e göre belki de bu söz, Cleo’nun nihayet kendi “iyilik” tuzağının dışına çıkmaya hazır olduğu, kendini yok sayarcasına bu aileye adanmışlığının tam da kendi kulluk biçimi olduğunu fark ettiği anlamına geliyor. Başka bir deyişle, Cleo’nun politik kaygılardan tamamen uzak durması ve kendini yok sayarak hizmetkarlığa adanmışlığı, tam anlamıyla onun ideolojik kimliğinin biçimi, yani ideolojiyi ‘yaşama’ şekli. Belki Adela’ya kişisel açmazlarını anlatması, Cleo’nun ‘sınıf bilincinin’ başlangıcı ve onu, sokağındaki protestoculara katılmaya götürecek ilk adım. Bu yönden bakınca ortaya çok daha soğuk ve acımasız, ideolojik zincirlerinden kurtulmuş yeni bir Cleo figürü çıkıyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.