Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yorum: Kadri Gürsel (8): Cumhuriyetçiler yine hapiste… Neden şimdi?

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal 

Herkese merhabalar. Bildiğiniz üzere dün Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanları, Cumhuriyet Vakfı’nın eski yönetim kurulu üyelerinden karikatürist Musa Kart, Önder Çelik, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör, Güray Öz ve muhasebeci Emre İper haklarında verilen hapis cezalarının infazı için Kandıra Cezaevi’ne teslim oldular. Şu an 6 arkadaşımız yeniden hapiste. 6 arkadaşımız… Çünkü ben de bu davada yargılandım ve 2,5 yıl hüküm giydim. Bunu da hatırlatmak lazım. 

Yayının başlığı “Neden Şimdi?” Cumhuriyetçiler yine hapiste, evet bunu biliyoruz ama “Neden Şimdi? “sorusunun cevabı bir yorumu gerektiriyor. O yorumu da İstinaf Mahkemesi tarafından bu cezaların onanmasını müteakip geçen süreç içinde değerlendirerek aktaracağım sizlere. 18 Şubat’ta, İstanbul’daki İstinaf Mahkemesi, Cumhuriyet Davası’nda verilen cezaların tamamını onadı. 2018’in 25 Nisan’ında verilmişti bu hükümler. Aylarca hapis yatan Cumhuriyet sanıkları, terör örgütüne üye olmamakla birlikte, bilerek ve isteyerek örgüte yardım etme fiiline verilen cezaları düzenleyen 220/7’den mahkûm edildiler. İstinaf Mahkemesi, 5 yıldan az olan cezalar hakkında karar verdiğinde bu karar kesinlik arz ediyor. Yani, İstinaf Mahkemesi eğer bu cezayı onarsa, hükümlü için hukuk yolu kapanmış oluyor. O yüzden bu arkadaşlarımız 5 yıldan az ceza aldıklarından dolayı şu an hapisteler. 

Diğer arkadaşlarımız ise, 5 yıldan yukarı ceza alanlar. Örneğin, Ahmet Şık ve Cumhuriyet Vakfı’nın eski İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet gazetesinin Eski Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, aralarında. Onlara verilen cezalar ortalama 7 yıl civarında olduğu için, onlara Yargıtay yolu açık. Önce neden hapiste olduklarını bu teknik çerçevede izah etmek lazım. 

Ama benim için esas konu, “Neden Şimdi?” sorusuna cevap oluşturan husus, zamanlamayla ilgili. 18 Şubat’ta İstinaf Mahkemesi cezaları onadı. Normal prosedürde, ortalama iki hafta bir süre geçer. İstinaf Mahkemesi’nin kararı, dosya halinde ya da gerekçeli karar olarak, hükmü veren 1. derecede mahkemeye gönderilir. Orası da İnfaz Savcılığı’na bildirir. İnfaz Savcılığı gerekeni yapar.  Eğer yakalama kararı gerekiyorsa, yani hükümlülerin yatacak, tamamlayacak hapis, hüküm süreleri varsa, bu kişiler hakkında yakalama kararı çıkarılır. Yoksa da hükümlüler tebligatla savcılığa çağrılır. Bu konuya daha sonra değineceğim. Ama nedense bu olmadı; maksimum 2 ya da 3 hafta alan süre böyle geçti. Biz de ‘’tebligatlar ne zaman gelecek?’’ ya da ‘’yakalama kararları ne zaman çıkacak?’’ diye bekledik. Bu olmadı. Ondan sonra yerel seçim oldu. Yerel seçimin sonrasında, iktidar tarafından suni tartışmalar başlatıldı biliyorsunuz. İktidar, yenilgisini kabul etmedi. Nihayet 17 Nisan’da İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’na mazbatası verildi. Çok enteresandır, ne ilginç tesadüftür -ki ben bunun bir tesadüf olduğuna inanmıyorum- tam 1 gün sonra, 18 Nisan’da Cumhuriyet Davası hükümlüleri hakkındaki İstinaf Mahkemesi kararı UYAP’a yüklendi. Bunun anlamı şuydu: Sıra, artık bu hapis hükümlerinin infazına gelmişti. Peki, neden 2 ay beklendi? Bu “Neden 2 ay beklendi?” sorusuna verilecek cevabın, usul ile hiçbir alakası yoktur; cevap tamamen siyasidir. Benim cevabım ise şu, siyasi cevap tabii ki: Eğer Cumhuriyet Davası hükümlülerinin cezaları 18 Şubat’tan sonra ya da 31 Mart Yerel Seçimleri’nden önce onansa ve bizler, 31 Mart Yerel Seçimleri’nden önce hapse girecek olsaydık, bunun siyasi sonuçları olacaktı. Muhtemelen bu sonuçlar sandığa yansıyacaktı. Çünkü seçim öncesinde bir infiale neden olabilirdi bu. Seçim sonrasında da bir infiale neden oldu ama seçim öncesi siyasi konjonktür nedeniyle daha büyük bir infiale neden olabilirdi. Küskün oldukları tespit edilen ve yine araştırmalar sonucu, oranlarının %20 civarında olduğu görülen küskün CHP’li seçmeni aktive eden, harekete geçiren, kışkırtan bir karar olacaktı bu. İktidar da tabii ki bu küskün CHP seçmeninin sandığa gitme eğilimi içine girmesini istemezdi. İşte sadece budur. Yoksa İstinaf Mahkemesi’nin onayladığı bir dosyayı 2 ay elinde bekletmesinin başka hiçbir izahı olamaz. 

Onama kararı 18 Nisan’dan sonra UYAP’a yüklendi ve arkadaşlarımız nihayet, -nihayet diyorum maalesef- dün Kandıra Cezaevi’ne teslim oldular ve haklarındaki infaz başladı. Şimdi aylarca hapiste kalacaklar. 5’i 13 ay kadar yatacak. Muhasebeci arkadaşımız Emre İper’in, sanıyorum 6 ay kadar hapiste kalması söz konusu. Aslında bunların hiçbirisinin olmaması lazım. Bu arada bir parantez açmak istiyorum, çünkü ortada fevkalade haksız bir durum var. Bütün dava sürecinin, bütün operasyonun başından sonuna haksız, hukuksuz ve adaletsizliklerle dolu bir süreç olması gerçeği gibi. Nedenini dün Kandıra’da cezaevine teslim olan arkadaşlarımız da belirttiler ama ben de belirteceğim: Bakın, Cumhuriyet Davası’nda sanıkların hepsi, aynı maddeden yargılandılar ve farklı hapis cezalarına çarptırıldılar. Bu, ortaya şöyle bir tuhaf durum çıkarttı: 5 yıldan az ceza alan arkadaşlarımız temyiz hakkından mahrum kalırken, 5 yıldan fazla ceza alan arkadaşlarımıza Yargıtay yolu açık durumda. Onlar belki de önümüzdeki dönemde Yargıtay’da cezalarının bozulduğunu görecekler. 

Ama bu arada, iki ihtimal söz konusu. Birincisi, Yargıtay’ın, üst düzeyde bir Yüksek mahkeme olmasından dolayı varsayılan bir hukuk yaklaşımı olabilir. Böyle bir beklenti var. Bu iyimser bir bakış açısı tabii. Yani, Yargıtay bu dava sürecindeki hukuksuzlukları, adaletsizlikleri, iddianın saçmalığını, delillerin delil olma niteliğini taşımamasını göz önüne alarak cezaları bozabilir, beraat kararı verebilir. Böyle olduğu takdirde, şu an cezaevindeki birinci günlerini doldurmak üzere olan arkadaşlarımızın da, yasa gereği bu bozma kararlarından olumlu yönde etkilenecekleri açıktır. Peki yatacakları, yattıkları hapis süresi ne olacak? Bu düşünülüyor mu?

İkincisi, 1,-1,5 yıl ya da artık önümüzdeki dönemde Türkiye’deki siyasi iklim değişir ve yargı da bundan gerekli sonucu, kendisi için gerekli dersi çıkarır, iktidarla ilişkilerinde, iktidara karşı pozisyon alışında daha bağımsız, daha profesyonel, -daha tarafsız diyecektim ama daha az taraflı diyeyim, öyle düzelteyim- daha az taraflı, göreceli bir bağımsız pozisyon içine girerse, yine bu cezalar bozulabilir. Yani, ileride bu cezaların bozulması için hem siyasi, hem de hukuki muhtemel nedenler mevcuttur. İşte şu an, işlenmekte olan büyük bir adaletsizlik var. Bu adaletsizliğin bir an önce durdurulması ve arkadaşlarımızın hemen serbest bırakılması gerekiyor. Hapisten hemen çıkartılmaları gerekiyor. Bu dava, başından sonuna adaletsizlik ve hukuksuzlukla malûl bir süreçtir. 

En başından itibaren alalım; Bu, ‘’Neden şimdi?’’ sorusuna cevaben; 2016’nın 31 Ekim’inde neden Cumhuriyet’e o operasyon düzenlenmişti?  Bu sorunun da cevabını da kısaca vermeden geçmek olmaz. Daha önce pek çok kez bundan bahsettik. Ama yeri gelmişken tekrar bahsetmek lazım ki konu bir bağlama otursun. 2016’nın Ekim ayının başında, MHP Genel Başkanı ve iktidar ittifakının küçük ortağı Devlet Bahçeli, fiili durumun hukukileşmesinden bahsetti. Bu aslında, Türkiye’de fiilen uygulanmakta olan başkanlık rejiminin anayasal bir zemine kavuşturulmasını işaret ediyordu. Ve bunun da yolu ancak bir referandumdan geçerdi. 2017’de bir referandumun Türkiye’yi beklediği böylece ortaya çıktı. İşte Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyon da, medyaya gözdağı vermek, sindirmek, medyayı bastırmak ve Cumhuriyet gazetesini tasfiye etmek amaçlı bir yol temizliği harekâtıydı; o zamanki nedeni buydu. Cumhuriyet gazetesine yapılan bu operasyonun her aşamasında iktidarın bir siyasi beklentisi vardı, böyle oldu. 

Gelelim bugüne. (Ekrem İmamoğlu’na mazbatanın verilmesinden bir gün sonra) 18 Nisan’da onama kararının UYAP’a yüklenmesi de, iktidarın uyguladığı güç kaybının maskelenmesi, perdelenmesi amacını taşıyor. Tıpkı, Kılıçdaroğlu’na karşı düzenlenen planlı, örgütlü linç eyleminde olduğu gibi, Cumhuriyet gazetesinin eski mensuplarının hapse atılması da bir güç gösterisidir. Fakat iktidarın bu güç gösterisinden umduğu faydayı elde edebileceği kanaatinde değilim. Bilakis, eğer muvaffak olurlarsa ve seçimi tekrarlatma yoluna giderlerse, bu bir bumerang etkisi de yaratabilir. Bakmayın siz şu an medyada tepkilerin çok cılız olduğuna. İnsanlar görüyorlar, duyuyorlar, anlıyorlar ve kavrıyorlar. Türkiye’de neyin nasıl algılandığını ölçmek için ilk bakılacak yer medya değildir. Çünkü Türkiye’de bir medya düzeninin, işleyen bir medyanın, faal bir medyanın olduğundan da söz etmek mümkün değil. Eğer varsa böyle bir düzen, bu bir iktidar medyası. Ana akım ortadan kaldırılmış durumda. Evet, bugün pek çok gazetenin 1. sayfasında Cumhuriyetçilerin yeniden hapse atılmaları yer bulamadı. Fakat sanılmasın ki halk olan biteni görmüyor. 

Bu arada, benim de dün hapse girdiğim haberleri yayıldı internet sitelerinde. Çok saygın bazı uluslararası haber kanallarında da ‘’Kadri Gürsel de diğer eski Cumhuriyetçilerle birlikte hapse girdi’’ şeklinde haberler çıktı. Ama bakın bugün karşınızda duruyorum. Demek ki hapse girmemişim. Bunda gülünecek bir şey yok fakat açıkçası konunun benim açımdan trajik ve komik bir yönü var o yüzden gülüyorum. Aslında hapse girecek olmam, tamamen teknik bir tâbir. Tabii kimsenin hapse girmemesi gerekiyor, o ayrı mesele. Fakat benim -hukukçu jargonuyla söyleyecek olursak- hiç yatarım yok. Dolayısıyla benim bu şartlarda dahi diğer arkadaşlardan farklı olarak hapse girmemem gerekiyor aslında. 

Niye hapse girdiğime dair haberler çıktı? Bundan ilk kez bahseden de benim aslında; Cumhuriyet gazetesi aleyhinde cezaların UYAP’a yüklendiğini ve ben dahil 8 Cumhuriyetçi’ninhapse gireceğini twitter’da izleyicilerimle paylaşmıştım. Şöyle bir durum söz konusu: Bunun kamuoyu tarafından bilinmesi lazım, konuşmamı bitirmeden önce bunu anlatacağım:  ‘’Denetimli serbestlik’’ diye bir uygulama var. Hapis cezasının bitmesine 1 yıldan az kalan hükümlüler, denetimli serbestlikten yararlanmak üzere bırakılıyorlar. Denetimli serbestlik demek, her gün ya da haftanın belirli günleri karakola gidip imza atıyorsunuz. Buna ‘’adli kontrol hükümleri’’ deniyor. 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişiminden sonra, cezaevlerinde oluşan ağır yük hafifletilsin diye getirilmiş bir uygulama. Öyle anlaşılıyor ki, sadece ve sadece, hapisteki hükümlülerin dışarı çıkması gözetilerek, düşünülerek dizayn edilmiş, düzenlenmiş, tarif edilmiş bir uygulama. Yani benim durumumda olan biri için ne yapılacağı belirsiz. Şöyle ki; ben iddianamesiz 6 ay kadar tutuklu kaldım. Daha sonra tutuklu yargılandım ve serbest bırakıldım. Sonra hakkımızdaki hüküm, biz serbestken verildi. Yine dışarıdayken hükmün kesinleşmesini bekledik. Ve hakkımda, yatmamı gerektiren bir durum yok. Tekrar edeyim; 2,5 yıl ceza aldım, 11 ay yattım. Ben hapiste olsaydım, son 1 yıllık hapis süremden zaman almış olacaktım ve dolayısıyla denetimli serbestlikten doğrudan faydalanma hakkım olacaktı. Şimdi bu hakkın bana verilmesi için benim hapse girmem gerekiyor. Böyle bir saçmalık olamaz. Bu uygulama süratle düzeltilmelidir. Benim değil 1 gün, değil 3 gün, 1 saniye bile hapiste tutulmamın gereği yoktur. Böyle bir şeyin hakkı da yoktur, temeli de yoktur, hukuki temeli, mesnedi yoktur. Bana gönderilen tebligat, benim savcılığa başvurmam için geçen süre zarfında düzenlenecek olan müddetname ışığında, içeride yatacak süremin kalmadığının da anlaşılmasından sonra ‘’Kadri Gürsel’in denetimli serbestlikten yararlanma hakkı var mıdır?’’ diye cezaevine sorulur. Cezaevi – Silivri Cezaevi- ‘Kadri Gürsel ’11 ay nasıl bir hapis yatmış, görevli memura direnmiş mi, cezaevinden kaçmaya kalkmış mı, isyan çıkarmış mı, disiplin suçu işlemiş mi diye bakar. Bunların hiçbirini yapmamışsam, zaten denetimli serbestliğe doğrudan hakkım vardır. Ayrıca, ‘’Kadri Gürsel gelsin, bizim için biraz daha yatsın, bakalım nasıl yatıyormuş, bakalım, o saçma sapan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu yeniden işlemeye temayülü var mıymış, yok muymuş, görelim’’ diye bir akıl yürütme sonucunda, benim hapse girmem diye bir durum vaki olamaz. Gerçi oldu, daha önce meslektaşımız Murat Aksoy’un başına geldi. Kendisi 22 Kasım’da tekrar hapse kondu. 2 yıl 1 ay hapis cezası almıştı, 14 ay hapiste kalmıştı. Devlet kendisine borçluydu. Buna rağmen, 42 gün cezaevinde keyfi nedenlerle tutuldu. İstismara uğratıldı. Yine Atilla Taş’ın durumu da benzer; denetimli serbestlik hakkının kendisine verilmesine bir engel olmadığının tescillenmesinden önce içeride 3 hafta fazladan tutuldu. 

Bu tür durumların yaşanması,  Türkiye’deki hukuk düzeninin, yargı düzeninin ve de infaz düzeninin ne kadar sakat ve yanlış temeller üzerinde yürüdüğünün bir başka emaresidir. Bunun önüne geçilmesi lazımdır. Dolayısıyla, Kadri Gürsel’in hapse girdikten sonra içeride geçireceği her gün, her saat, bir hukuksuzluğun, bir adaletsizliğin bu açıdan da büyüdüğü bir zamanı işaret edecektir. Tıpkı, bugün cezaevinde olan 6 eski Cumhuriyetçi arkadaşımızın hapiste geçirecekleri her günün, aynı şekilde bir adaletsizliği, bir hukuksuzluğu büyüteceğinde olduğu gibi. 

Bitirmeden, Cumhuriyet Davası’ndaki haksızlık ve hukuksuzluklardan da bahsetmek istiyorum: Aslında bunları da hatırlatmak lazım. Unutulmaması için her zaman konuşmak lazım bu konuları. Cumhuriyet gazetesi ile ilgili iddianame hazırlanırken, bunun soruşturması, kendisi de bir FETÖ sanığı olan bir savcı tarafından yürütüldü ve bu FETÖ sanığı savcı hakkında 2 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası istenmekteydi. Bizler, FETÖ sanığı filan değildik bu arada. ‘’Kendisi de FETÖ sanığı’’ derken kendimizi kastetmedim. Ayrıca, iddianamenin vahim yanlışlarla dolu polis fezlekelerinin yanı sıra, omurgasını oluşturan bilirkişi raporunu hazırlayan bilirkişinin de, bilirkişi olma vasfı yoktu. Kendisi bilirkişi olarak atandı, gizli bilirkişiydi öncelikle. Daha sonra adını öğrendik. Neden bilirkişi olarak atandığına dair herhangi bir gerekçe de sunulmamıştı.  Son derece partizanca yazılmış, konspiratif bir dille yazılmış, hukukla da alakası olmayan bir bilirkişi raporu çıktı karışımıza. Daha sonra yargılandık. Savunmalarımız ve suçsuzluğumuzu ispat eden deliller göz önüne alınmadı. Ve en nihayetinde, İstinaf Mahkemesi, hakkımızdaki yargılama sürerken, mahkeme heyeti başkanının bile bir duruşmada “Biliyoruz, bu iddianamede sorunlar yok mu? Var. Varsa, gidersiniz İstinaf Mahkemesi’ne, Yargıtay’da, düzeltirsiniz” demesine rağmen -ki bu zımnen aslında iddianamenin sorunlu olduğunun kabulü anlamına geliyordu- İstinaf Mahkemesi adeta kopyala yapıştır mantığıyla bir gerekçeli karar yazdı. Sanki bu davada her şey dört dörtlükmüş, bütün deliller delil niteliğini taşıyormuş, iddianame de gerçekten kusursuzmuş ve dolayısıyla suçlarımız da sabitmiş gibi bir gerekçeli karar yazdı. 

Sözlerimi bitirmeden önce altını çizeceğim, Cumhuriyet Davası şöyle bir davaydı bakın: Bizim el konulan ve polisin, yargının dijital diye tabir ettiği cep telefonlarımız, tablet bilgisayarlarımız, dizüstü bilgisayarlarımız, masaüstü bilgisayarlarımız, bizlere kontrol edilmeden verildi aslında. Birer kopyaları çıkarıldı ama kontrol edilmeden verildi ve verilirken mahkeme heyeti başkanı şunu dedi: “Biz zaten sizin dijitallerinizde örgüt videosu filan aramıyoruz.”  Bu ne demektir? ‘’Biz zaten sizin örgütle irtibatlı olmadığınızdan eminiz’’ demektir. Buna rağmen, bizler yargılandık ve son derece ağır cezalara çarptırıldık. Ve bugün, işte bu son derece ağır cezaların infazına geldi sıra. 

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. En kısa sürede tekrar görüşmek üzere, hoşçakalın.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.