Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Açık Oturum (210): Osman Sert, Kemal Can ve Seren Selvin Korkmaz ile siyasette yeni arayışlar ve ittifakların geleceği

Açık Oturum’da bu hafta Alphan Telek, konukları Osman Sert, Kemal Can ve Seren Selvin Korkmaz ile yeni partilerin kurulma planlarıyla başlayan siyasetteki değişimlerin ittifakların geleceğine ve yeni ittifak ihtimallerine etkisini ele aldı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Alphan Telek: Medyascope.tv’den herkese merhaba. Medyascope Açık Oturumu’nun 210. bölümüyle karşınızdayız. Bugün ele alacağımız konu ‘’Siyasette yeni arayışlar ve ittifakların bugünü ve geleceği.’’ Konuklarımızla bu konu etrafında 3 turlu bir tartışma gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Konuklarımı size tanıtmak istiyorum. Stüdyodaki konuklarım, sol tarafımda gazeteci Kemal Can. Hoş geldin.

Kemal Can: Hoş buldum. 

Telek: Sağ tarafımda, Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Osman Sert. Hoş geldiniz.

Osman Sert: Merhaba. 

Telek: Skype hattımızda ise Stockholm Üniversitesi öğretim üyesi ve akademisyen Seren Selvin Korkmaz var. Hoş geldin.

Seren Selvin Korkmaz:Merhaba. 

Telek: Bugün ele alacağımız konu az önce de bahsettiğim gibi ’Siyasette yeni arayışlar ve ittifakların geleceği.’’ Son günlerde siyaset kazanı yeniden kaynamaya başladı. İttifaklar arası görüşmeler de yapılmaya başlandı. Bunların çoğu kamusaldı zaten, görünür bir seviyede gerçekleşiyor. Bugün bu meselenin etrafında bir tartışma gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Birinci turda ‘’Siyasette yeni arayışlar,’’ ikinci turda ‘’İttifakların bugünü,’’ son turda da bütün bu siyasal arayışların ittifaklara etkisini ele alacağız. Ben hemen uzakta olması nedeniyle Seren Selvin Korkmaz’la başlamak istiyorum. Gördüğümüz kadarıyla yeni siyasal arayışlar spektrumun sağında, özellikle merkez sağda gerçekleşiyor.  Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu etrafında yeni parti oluşumları, yeni siyasal hareketler söz konusu. Bunlar çokça konuşuldu aslında ama senin görüşünü de merak ediyorum: Spektrumun solunda bir şeyler oluyor mu? Sen ne dersin?

Korkmaz: Bu yeni siyasal arayışların nasıl çıktığına bakarak başlarsam, oradan bağlamak daha anlamlı olacak. Siyasetbilimci olarak benim bakacağım nokta Türkiye’nin rejimi ve siyasal yapısıyla ilgili. Türkiye uzun zamandır rekabetçi otoriter rejim özellikleri gösteriyor. Bu tarz rejimlerde seçimler mevcut iktidartarafından özellikle yenilmezliğin bir işareti olarak kullanılır. Adalet ve Kalkınma Partisi uzun yıllardır hem merkezi iktidarı hem de yerel yönetimleri elinde bulunduruyordu. Aslında her seçim, bir taraftan seçmenini mobilize ederken, bir taraftan da -her ne kadar muhalefet mobilize de olsa- onları demoralize etmek için kullanılan bir yöntemdir. Bu, tüm rekabetçi otoriter rejimlerde gözlemlediğimiz iktidarı elinde tutma stratejisidir. Tüm bu konjonktürde, uzun süre seçim kaybeden muhalefet, 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri sonrasında ciddi bir canlanma gördü. Bu tarz bir rejime muhalefet etmenin hem maddi, hem duygusal anlamdaki maliyeti düşmeye başladı. Haliyle de yeni siyasal oluşumları gördük. Bu duygusal ve maddi maliyetlerden kastım şu: Siz muhalefet ettiğinizde, siyasal partilerin yöneticileri olarak veya birey olarak başınıza birçok şey gelebilir; birçok yaptırımla karşılaşabilirsiniz, giriştiğiniz hareket başarısızlıkla sonuçlanabilir. Ama 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri sonrasında Türkiye’de yeni siyasal oluşumlar için bir ortam oluştuğunu gözlemledik. Bu, özgürlüklerin veya çok daha yapısal sorunların önündeki engellerin kalkması anlamında değil ama ‘’Evet, demek ki Türkiye’de muhalefet hâlâ seçim kazanabilir’’ anlamında, hem siyasal parti yöneticilerini, hem seçmeni mobilize etti. 

Aslında spektrumun sağ tarafına baktığımızda bir boşluk var. Türkiye’de bir süredir tartıştığımız şey, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, MHP ile birlikte girdiği ‘’Cumhur İttifakı’’ ile daha milliyetçi bir pozisyona kayması ve merkez sağın boşalması. İYİ Parti’nin de, merkez sağda olan bu boşluğu doldurma iddiası ile ortaya çıkmasına rağmen kendi yaşadığı kimlik bunalımı ve dayandığı tabanın milliyetçi-ülkücü tabanı olması sebebiyle yaşadığı bir takım krizlerden dolayı, merkez sağda hâlâ bir boşluk var. Dolayısıyla, Cumhur İttifakı’ndan veya partisinden memnun olmayan Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeninin bir arayışı söz konusu. Haliyle, sağ kanatta yeni oluşumların ortaya çıkmasının biraz daha geçerli bir sebebi var. 

Sola baktığımızda ise, her ne kadar ittifak sonucu elde edilse de, özellikle kazanılan belediyelerle, CHP’li belediye başkanlarının hem söylemleriyle, hem de seçmenlerini mobilize edebilen güçlü stratejileriyle beraber, soldaki o boşluğudoldurduklarını görebiliriz. Haliyle, soldan umutlu olan, biraz daha sol tandanslı seçmen, CHP’nin bu alanda neler yapabileceği ile ilgili performansını görmek istiyor bana kalırsa. Açıkçası, bu alanda yeni parti veya yeni hareket girişimlerini görmüyoruz, böyle bir hareketlenme yok. Ama belki CHP’nin biraz daha hedefe yakınlaşması, solda bir şeyler bekleyen, kendini ‘’Solcu’’ olarak tanımlayan seçmeni tarafından arzulanan bir şey olabilir. Tabii bu homojen bir grup değil, görüşler farklı olabilir. Dolayısıyla, ‘’Solda yeni hareketler oluşur mu?’’ sorunsun cevabı için biraz daha beklemek gerekiyor. Bence, CHP, belediyelerde sergileyeceği performansla, Türkiye soluna yeni bir dinamizm kazandırabilir.Özellikle merkez solda, daha merkez bir parti olarak, solun çeşitli gruplarını toparlayabilir. Belediye başkanlarının yürüteceği yeni politikalarla yeni aktörler olarak yer alması, söylemleri ve faaliyetleriyle Canan Kaftancıoğlu figürünün çok öne çıkması, soldaki bu boşluğu doldurabilir. Haliyle, solun yeni arayışı, sağa göre, sanki biraz daha ertelenmiş gibi. 

Telek: Stüdyoya dönmeden önce kısaca şunu sormak istiyorum sana: Henüz ortaya çıkan -müstakbel de diyebiliriz- bu yeni siyasal oluşumlar, ne olmalı? ‘’Ne eksik?’’ ve ‘’Ne olmalı?’’ gibi başlıklar belirlersen ne dersin?

Korkmaz: Bence bu yeni siyasal oluşumlar Türkiye’nin en temel sorunlarına cevap vermeli. Bugün Türkiye’de en temel sorunların başında ekonomik sorunlar geliyor. Gittikçe kangrenleşen ve insanların gündelik hayatta her gün hissettiği sorunlar. Bunlarla ilgili çok yapısal ve acil çözüm önerileri sunabilmeli, ikna edici olabilmeliler. İkincisi ise temel hak ve özgürlükler konusu. Bugün Türkiye’de artık gittikçe genişleyen katmanlarda insanlara ulaşan, temel hak ve özgürlüklerin baskı altına alınması. Türkiye’nin acil bir şekilde refaha ve özgürlüğe ihtiyacı var. Bunlara temel bir çözüm önerileri getirmeleri gerekiyor. Benim üçüncü olarak ekleyebileceğim başlık ise, gençlere hitap edebilen bir politika gerekiyor. Spektrumun sağında ve solunda bulunan bütün siyasal partilere baktığımızda, Türkiye’nin gençlerini, özellikle ilk kez oy kullanacak yeni kuşağı, ‘’Z kuşağını’’ mobilize edebilecek bir siyasal akım, bir söylem göremiyoruz. Ali Babacan’ın Karargazetesine verdiği röportajda,özellikle gençlere yönelik bir başlık olduğunu görmüştüm. Ama bu konuda o seçmeni mobilize edecek çok daha ikna edici söylemler olması gerektiğini düşünüyorum. Ve bence, Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından biri olan kadınların siyasete katılımı konusunda da yeni şeyler söyleyebilmeli ve yapabilmeliler. Sadece söylemde kalmamalı. Kadınları ve gençleri mobilize edecek, siyasette gerçekten onların temsilini sağlayabilecek yeni hareketleri görmek gerekiyor. 

Telek: Teşekkürler Seren. Şimdi stüdyoya dönüyorum. Aynı soruyu Kemal Can’a sormak istiyorum. Sizce yeni siyasal arayışlarda ne olmalı? Eğer yeni siyasal figürler bugün ortaya çıkarsa, bütün bu siyasal sahneyi nasıl şekillendirir? Esas sormak istediğim soru bu. 

Can: İki türlü okuma mümkün. Şu anda siyasette görünen hareketlenme, bazen ilişkili tarafları olsa da, aslında iki ayrı noktadan işliyor. Birincisi, referandumdan başlayarak, özellikle son 2 seçimle iyice belirginleşmiş bir aritmetik değişim riski üzerine oluşan imkânlar ve ihtimaller üzerine kurulan daha taktik seviyede bir hareketlilik var. Bunu çok canlı bir biçimde görüyoruz. Dolayısıyla biraz yüzeyde ve daha taktik düzeyde cereyan eden bir şey. Ama biraz daha derinde olan başka bir şey var ve aslında o hareketlilik bununla da ilişkileniyor. Ciddi bir temsil krizi ve biraz önce Seren’in de söylediği gibi, yapısal bir takım sorunları konuşamazlıktan gelen, dolayısıyla bunun bütün muhatapları açısından da, hem temsili, hem sahip arayan, henüz cisimlenmemiş bir politik baskının -buna boşluk ya da temsil krizi de denebilir- işleyen başka bir yapısal zemin var. Zaman zaman bu ikisi arasında bazı örtüşmeler var. Bazı girişimleri birbiriyle ilişkilendirip ya da daha taktik adımları bu yapısal sorunun sanki bir parçasıymış gibi, onun bir çözüm formülüymüş gibi yansıtma arayışları var. Ama bunlar hâlâ tam üst üste örtüşmüş değil. Bence yeni arayışlar için en temel mesele, kendilerini bu taktik alandan biraz daha dışarıya alıp, daha oturaklı bir temsil meselesi ve yapısal sorunlarla ilişkilenen bir perspektifle kendilerini ifade etmeye başlamalarıyla şekillenecek. Henüz o aşamaya gelmedi. Çünkü şöyle bir zorluk var: O taktik ihtiyaçlarla oluşan hareketlilik netleşmekten uzak durmayı gerektiriyor. Çünkü değişik pozisyonlar için hazır olmanız ya da bazı pozisyonları kendinize kapalı tutmamanız için daha flu bir alanda durmanız gerekiyor. Bugün pek çok parti, -yeni kurulanlar, mevcutlar- hepsi pek çok konuda daha belirsiz alanda pozisyonlarla yürümeye çalışıyorlar. 

Ama diğer taraf, yeni bir siyasi dinamizmi sahiden üretecek alan, tam tersi, yapısal sorunlara ilişkin net, ikna edici ve hangi kesimleri hangi konuda ikna ederek yürümeye niyetli olduğunu açık eden pozisyonları ve programları gerektiriyor. Bu çelişki şu anda siyasi belirsizliğin en temel çelişkisi. Bu temel meselelerin çeşitliliği biraz daha kurulabilir ama Kürt meselesi, ekonomi meselesi ve bu ikisiyle bağlantılı, dış politikagibi çok temel birkaç mesele var. Bunların hepsiyle ilgili ama bunların hepsini konuşmayı başlatacak asıl olarak siyasi alanın yeniden açılması yani özgürlük meselesi var. Şimdi çok konuşulan şey: ‘’Milletin önceliklerinde haklar, özgürlükler yok. İnsanlar ekmek derdinde.’’ Doğru, evet öncelik sıralamasında bunlar yok. Ama o ekmek meselesini bir kalıcı, bir yeni programla konuşabilmeye başlamak için bir özgürlük alanına ihtiyaç var. ‘’Kimler konuşacak?’’ zeminin yeniden kurulmasına ihtiyaç var. 

Telek: Bu da ifade özgürlüğü meselesi. 

Can: Dolayısıyla bu çok belirleyici bir şey. Medyadan, ifade özgürlüğüne, yasal kısıtların kaldırılmasından sistem tartışmalarına kadar, kendi başına gündem olamayan ama bütün gündemleri yatay ve dikey olarak kesen bir zemin var. Dolaysıyla, öncelikli olarak, bütün yeni oluşumların öncelikli olarak, bu siyasi alanı yeniden açma programını herkesi ikna edecek ve birlikte hareket etmeyi mümkün kılacak biçimde ortaya koymaları lazım. Birinci öncelik bu.

İkincisi, bu yapısal temsil krizini ve 17 yıllık AK Parti iktidarında bir sürü nedenle bir sürü olumsuzluktan bahsedilebilir ama en temel olumsuzluk, sürekli gündeme ürettiği başlıklar dolayısıyla, Türkiye’yi ana meselelerini konuşamaz haline getirmiş olması. Bu hegemonik iktidar sürecinin yarattığı en önemli meselelerden biri iktidarda olması değil, iktidarı kullanma biçimi ile yarattığı daralma. Dolayısıyla yeni olma iddiasındaki her türlü girişimin, bunu değiştirecek acil program konusunda çok atak olması gerekiyor. Bu öncelikler sırasıyla baktığımda, birincisi, zemini yeniden açan, siyasi alanı tekrar işler haline getiren acil program, ikincisi, temel meselelerle ilgili kendileri için de risk oluşturabilecek netliklerden kaçınmayan bir politik cesaret, üçüncüsü de, hem genel seçmen topluluğunu, hem diğer aktörleri birlikte davranmaya ikna edebilir sonuç alıcı formüller halinde çizebilmesi lazım. Bu öncelik sırasıyla söyleyebilirim. Yeni olma iddiasında ve sonuç almayı bekleyecek girişimler için bunlar kaçınılmazdır.

Telek: Osman Sert’e dönmek istiyorum. Aynı sorular sizin için de geçerli. Ama ek olarak, ana sorum şu olacak: Şu anki siyasal konjonktürü düşündüğümüzde, yeni siyasal oluşumlara ihtiyaç var mı? Varsa, neden? Bir ikinci sorum da şu belki onunla beraber açıklamayı tercih edersiniz: Geldikleri yer itibariyle de ele alacak olursak, Babacan, Davutoğlu ve Gül’ün siyasal oluşumlarını düşündüğümüzde, eğer siyasallaşırlarsa AK Parti’nin şu anki konumundan farklı ne söylerler? İlk sorudan başlayabilirsiniz. 

Sert: Bence, evet. Yeni siyasal oluşumlara ihtiyaç var. Siyaseten toplumda bir tıkanıklık olduğu ortada. Her ne kadar ittifak siyaseti sebebiyle taktiksel bir araya gelmelerle yeni bir çözüm süreci varmış gibi gözükse de, aslında yeni bir siyasi söyleme ihtiyaç var. Bunu kamuoyu araştırmalarında da, sokakta da, insanlarla bir araya geldiğinizde de görüyorsunuz. 18 yıllık AK Parti iktidarının getirdiği yorgunluk da var. AK Parti’nin, artık Türkiye’nin sorunların çözüm üretemeyen, siyaset üretmek yerine, taktiksel adımlarla iktidarda kalmaya çalışmasının getirdiği bir yorgunluk da var. Ben bunun pozitif tarafını da görmek istiyorum:15 Temmuz, Türkiye’de siyasetin alanını daraltan çok ağır bit travmaydı. Bu darbe girişimi nedeniyle siyasette ciddi bir daralma yaşandı. Çünkü normal koşulların dışına çıktı Türkiye. Fakat buna rağmen, insanlar siyasetten umutlarını kesmediler. Önce, 31 Mart seçimleriyle yerel seçimde yeniden bir çözüm, bir dönüşüm olacaksa bunun siyaset yoluyla olması gerektiğini sandıkta ortaya koydular. 23 Haziran’da bu çok daha net bir şekilde ortaya çıktı. Ekrem İmamoğlu’nun varlığı ve CHP’nin yürüttüğü süreç de, siyaseten o alanı genişletmeye, daha geniş bir konsensüse ulaşma çabasıydı. 

Onun dışında, sağ cenahta da, Ahmet Davutoğlu’nun çıkışı ve arkasından gelen süreç, Abdullah Gül’ün önderlik ettiği ve Ali Babacan’ın göründüğü hareketle de, o cenahta da siyaseten bir çözüm arama çabası var. Bunlar bir vesayet odağından değil, sandıktan, seçimden, siyasi organizmalardan bir çözüm bekleme umudun göstergeleri. Dolayısıyla, bütün yaşanan bu problemlere rağmen, bunları Türk demokrasisi açısından olumlu gelişmeler olarak değerlendiriyorum. 

Biraz önce sorduğunuz soruyu araya alayım, onunla birlikte ‘’Farklı ne söyleyebilirler, öncelikleri ne olmalı?’’ sorusunu da cevaplayayım. Öncelik hukuk olmalı, bu kesin. Hukuk olmadığı takdirde, hukuki sistem yerine oturmadığı takdirde, ifade özgürlüğü, insan hakları, kültürel haklar, mülkiyet hakkı garantiye alınmadığı sürece, ekonomiyi ve sistemi düzeltmeniz mümkün değil. Bazen ‘’Başkanlık Sistemi mi, Parlamenter Sistem mi?’’ tartışmaları devreye giriyor. Bunları biraz işin görünürdeki bölümleri olarak düşünüyorum. İlkeleri doğru koymazsanız, iki sistem de Türkiye’yi doğru bir yere götüremez. Hastalıklı bir parlamenter sistemin de bizi demokratik anlamda ne kadar sıkıntılara soktuğunu daha önce gördük. Mevcut Başkanlık Sistemi’nin demokratik anlamda çok büyük defoları olduğu, bir vaka olarak duruyor.

Bir de, bu tartışma esnasında gördüğüm, ‘’Yeni siyasi oluşumlar’’ dediğimizde, hayali bir şeyden bahsetmiyoruz ne mutlu ki. İyi kötü bir şeyler oluşuyor. Ve bunların ne olduğunu da iyi kötü biliyoruz. Dolaysıyla, böyle toptancı bir yaklaşıma gitmek çok doğru değil çünkü herkesin farklı bir duruşu var. Kendilerince değişik bir şey belirlemeye çalışıyorlar. Kemal Bey’in söylediği belirsizlik bir süre normal. Çünkü bir oluşum sürecindeler. Ama biraz ayırım yapmaya katlığınızda Davutoğlu hareketinin daha net olduğunu görüyorsunuz.  22 Nisan’da manifestoyu ortaya koydular, neyi yanlış gördüklerini söylediler. Onun içerisinde, KHK’lılara varana kadar pek beklenmeyen çıkışlar vardı. Daha sonra istifa sürecinde de gördük. Yanındaki isimler belli. Pozisyonu biraz daha net. Ama daha netleşmeye muhtaç. Çünkü oluşum sürecinde olan bir hareketten bahsediyoruz. 

Abdullah Gül önderliğinde devam eden Babacan hareketinde ise bu netleşme biraz daha vakit alacak, onu anlıyoruz. Fakat bu vakit alma, insanların zihnindeki soru işaretlerini de büyütüyor. Biraz önce altı çizildiği gibi, Türkiye’de toplumun siyasetten umudunu kesmemesi için siyasetçilerin de cesaretini bir an önce çok net bir şekilde ortaya koymaları gerekiyor. Ben bu konuda mesafe alabileceğimizi düşünüyorum. 

Gerek Davutoğlu, gerek Babacan hareketleri, Abdullah Gül, AK Parti’nin içindelerdi. Peki, neleri farklı söyleyecekler, bu, önemli bir soru işareti. 18 yılı biri bütün olarak görüp, AK Parti için, toptan iyidir ya da toptan kötüdür demek de yanlış. AK Parti’nin, son 5 yıldan farklı olması gerektiği kesin. Ama ilk başta ortaya konan tüzük, ilk başta ortaya konan ilkelerle, AK Parti Türkiye’de alanını taktiksel ve merkez sağ adımlarıyla değil, siyasetle genişletmişti. Bunların bir tanesi, hizmet siyasetiydi. Bir diğeri çözüm süreciydi. Birçoğumuzun ümit bağladığı bir süreçti, olmadı. Niye olmadı, o ayrı ve uzun bir tartışma konusu. Bir başkası, ekonomik kalkınmaydı. Bunlar bittikten sonra, bunları yapamaz hale geldikten sonra, kendi içindeki açmazlar sebebiyle ve son 4-5 sene içerisinde, özellikle 15 Temmuz’un da itelemesiyle, ‘’Tek adam’’ etrafında örgütlenen bir yapıya dönüştü. Dolayısıyla bu yeni oluşumların, son 5 sene ile hiçbir bağlantılarının olmayacağı belli. Ayrışmalarının sebebi de zaten -özellikle son 4-5 yıl için söylüyorum- ortak bir paydaları olmamasıdır. 

Fakatşu bir vaka. Şimdi yeniden Sayın Babacan ve Sayın Davutoğlu ile yeni siyasi oluşumlar ortaya çıkıyor. Türkiye 2002’nin Türkiye’si değil. 2002’nin söylemleriyle, 2002’nin öncelikleri ve hedefleriyle yola çıkmak doğru değil, bir şey de getirmeyecek. Dolayısıyla her ikisi için de geçerli olan şey, 2019’un Türkiye’sinde, 2019’un parametreleri ile 2019’un öncelikleri ve söylemleriyle ve özellikle son 18 yıldan çıkarılan derslerle hareket etmeleri gerekiyor. Çünkü ortada yanlış giden şeyler var. Bunda da herkesin kendi oranında katkısı var. Engellemeye çalıştılar, çalışmadılar onlar ayrı mesele. Dolayısıyla bunlardan alınan derslerle yeni bir söylem üretmek gerekiyor. Bunun kesinlikle eskisine göre çok daha çoğulcu, herkesin hassasiyetlerine ve acılarına çok daha duyarlı, bu son dönemde yaşananların, damıtılmış hülâsasıyla yola çıkılması gerekiyor. Bu bir vaka.

Telek: Peki. Böylece 1. turu bitirmiş oluyoruz. 2. turda ittifakların bugününü konuşacağız. Biliyorsunuz son günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem Beştepe’de, hem de yaptığı çeşitli görüşmeleri –hem Temel Karamollaoğlu ile görüşmesi, hem İYİ Parti ile de bir takım yakınlaşmalar olduğunun kulis bilgisi geliyor Ankara’dan- sorarak başlamak istiyorum. Kemal Can’dan başlayayım. 

Bu hafta İYİ Parti’nin açıklamaları oldu. Az önce saydığım gelişmeler de ortada. Bütün bunlar, Cumhurbaşkanının Millet İttifakı’na yönelik bir ‘’Böl, yönet, yanına çek’’ stratejisi olabilir mi? Bu, daha küçük bir soru ama esas olarak şunu sormak istiyorum. Milet İttifakı’nda bir çatlak olabilir mi? İttifakta konumlanmayan HDP’nin durumu da var. Bütün bu ittifaklar ilkesel mi konjonktürel mi, esas sormak istediğim şey bu. Çünkü konjonktürel olursa belki çatlama ihtimali de var. 

Can: Soruya iktidar ve Erdoğan tarafından başlayarak cevap vermeye çalışayım. Erdoğan, ittifakı genişletme seçeneklerini imkân olarak elinde tutmayı her zaman ister. İttifak seçeneklerini ve ittifak değiştirme ihtimallerini elinde tutmayı seven ve bunu da kolayca yapabilen bir siyasetçi. Çok sayıda ittifak kurup, ittifak bozabilen biri. Bu ‘’Oyun kurma’’ yeteneğinin devam ettiğinin bilinmesinden ya da böyle düşünülmesinden memnun olur. Dolayısıyla bundan çekineceği, sakınacağı bir şey yok. Böyle bir hareketliliğe bir tür onay verdiği hatta teşvik ettiği söylenebilir. 

Diğer cepheye baktığınızda şöyle bir şey var. 50 +1’i zorunlu hale getiren yeni sistemin yarattığı siyasi aritmetik, bir tür, koalisyonları seçimlerin öncesine taşıyan ve ilkesel birlikleri değil, taktik birlikleri teşvik eden bir zemin yarattı. Ama özellikle son yerel seçimde, -daha önceki seçimde de kısmen bunun işaretlerini görmüştük- iktidar aleyhine işlemeye başlayabileceği bir zemin oluştu. Şu anda, sadece %10’lar seviyesinde oy oranlarına sahip partilerindeğil, çok küçük oy parçalarına sahip partilerin bile, bu ittifaklar düzeni içerisinde, bu aritmetikte çok etkili olabileceği bir zemin yaratıldı. Bu zeminin her iki tarafında bulunan aktörler, bu zeminde kendilerinin belirleyici rolünün altını çizmeye dönük bir faaliyet içindeler. Ben İYİ Parti’deki hareketliliği, bir ittifak değişikliği hazırlığından çok, mevcut aritmetikte kendi pozisyonlarının öneminin altını çizmek için taktik bir hareket olarak görüyorum. O kulis bilgilerinin bir kısmını ben de duydum. Evet, böyle temaslar hem İYİ Parti’de hem AK Parti içerisinde mevcut. İYİ Parti’nin tamamını ya da bir kısmını da ‘’Cumhur İttifakı’na dâhil edebilecek, ya da senin söylediğin gibi ‘’Millet İttifakı’nı çatlatacak girişimler için çabalayanlar yok mudur? Bu tür temaslar vardır. Belki Yavuz Ağıralioğlu bunlardan biri olduğu için bu sözcülükte bu tarafa ağırlık veriyordur. Ama ben yine de, meselenin bir politik atak, politik pozisyon değişikliğinden çok, pozisyonun altını çizen bir tavır olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum.

Telek: Kendi pozisyonunu netleştiriyor yani.

Can: Zaten İYİ Parti ve Saadet Partisi arasındaki‘’Anahtar- maymuncuk’’ polemiği çıktı. Bu polemiği yaratan ‘’Anahtar’’ pozisyonu, bir tür altını çizerek, geçici olarak şu anda önemli bir siyasi aktör olma nosyonunu başka bir şeyle sağlayamadığı için… Çünkü İYİ Parti şöyle bir riskle karşı karşıya: İki seçimde de, iktidar bloğu açısından tehdit oluşturabilen ve onun yenilgisinde pay sahibi olan bir siyasi aktör olmayı becerdi. Siyasi varlığını devam ettirebilecek bir zemin de kurdu. Ama ne seçmeni ne de kadroları için heyecan yaratacak bir siyasi gelecek üretebilmiş değil henüz. O zaman ne yapacaksınız? Bir parti ya ideolojik öncelikleri dolayısıyla ki o zaman aldığınız oyun bir önemi olmayabilir. Çok küçük bir oyla, çok yüksek bir motivasyon ve heyecan üretebilirsiniz. Ya iddianızla bir heyecan ve süreklilik sağlayabilirsiniz. Ya da o konjonktürün size sağladığı olanaklarla bir alan açmaya çalışırsınız. Şu anda İYİ Parti’nin önünde diğer olanaklar yok. Yani, ideolojik bir netleşmeyle bir patronaj üretmek. Mesela, MHP’den milliyetçilik bayrağını almak. Ya da iddia ettiği gibi merkez sağın toparlayıcı partisi olmak gibi bir netleşmenin olamayacağı görüldü. Üstelik yeni parti girişimleri bu konudaki riskleri büyütüp rakiplerini de artırıyor. Tamamen Millet İttifakı’na geçip hatta bayağı cesur adımlar atıp, HDP ile de mesafesini azaltarak, CHP ile birlikte bir demokrasi zemini yaratacak bir netliği ya da böyle bir iddianın parçası olmayı da yapamıyor şu anda. Kadrolarını ve tabanını güçlü bir iktidar alternatifi olarak mobilize edemiyor. O zaman geriye elinde bir tek, konjonktürel imkânların yarattığı o anahtar pozisyonunu belirginleştirmek ve onun üzerinegeçici bir siyaset üretmek kalıyor. Ben şu anda Cumhur İttifakı ile İYİ PARTİ ve Millet İttifakı ile İYİ Parti arasındaki hareketliliği biraz böyle görüyorum. Tıpkı kuruluşunda olduğu gibi şu anda İYİ Parti kendi kontrol etmediği bir sürüklenme içerisinde geçici pozisyonlarla durumu idare etmeye çalışıyor. Bu da kafalarda soru işaretleri yaratan bu açıklamaların yaşanacağı zemini mümkün kılıyor. Ama şu anda, iddia olunduğu gibi, İYİ Parti’nin dâhil olacağı bir ittifak değişikliğinin, ne aritmetik olarak ne siyasi olarak çok gerçekçi olduğu kanaatinde değilim.

Telek: Peki. Osman Sert’e dönmek istiyorum. Yine benzer bir soru: Millet ve Cumhur İttifakları ya da oluşabilecek ittifaklar, ilkesel bir çerçeve içinde mi gerçekleşiyor yoksa tamamen konjonktürel planlar dahilinde mi? İkinci soru olarak da şunu sormak istiyorum:  Bu ittifakları bir arada tutan şey nedir?

Sert: Bir kere, 50 +1 dediğiniz zaman, ilkesel bir birlikteliği imkânsıza yakın bir hale getiriyorsunuz. 50 +1 sahici anlamda siyasetin alanını daraltan bir şey. Örnek vermek istiyorum. En yakıcı sorunlardan bir tanesi. Kürt siyaseti, Kürt sorunuyla ilgili çok somut bir tavır aldığınız an itibariyle yüzde 50’nin altına çekiyorsunuz kendinizi. Çünkü toplum kutuplaşmış, çok fazla dağılmış bir vaziyette ve kendinizi sınırlıyorsunuz. Ya da herhangi bir konuda çok net bir siyaset üretmeye katlığınız an itibariyle, 50+1’i kaybetme riskini artırıyorsunuz. Dolayısıyla 50+1 aritmetiği bizatihi siyasetin alanını daraltan bir şey. Az önce Kemal Can da söyledi, seçimden önce mecburi taktiksel koalisyonları mecbur kılan bir sistem. Bu, 16 Nisan Referandumu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan için bir avantajdı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bir nebze avantajdı. Ama yerel seçimlerde bunun bir dezavantaja dönüştüğünü gördük. Şu an özellikle Millet İttifakı’nın konjonktürel bir ittifak olduğunu görmek zorundayız. Çünkü partilere baktığınız zaman, çok önemli siyasi mevzularda ortaklaşmaları kolay olmayan farklı siyasi partiler bir araya geliyor. Ben şöyle bir ayrım yapmak istiyorum: Cumhur İttifakı daha istikrarlı fakat zayıf, Millet İttifakı daha güçlü ama istikrarsız. Çünkü arasındaki bağlar çok güçlü değil. İYİ Parti’nin, HDP ile arasında yaşadığı gerilimler, CHP’nin, İYİ Parti ve HDP arasındaki dengeyi ne kadar bulabileceğine dair önümüzdeki dönemde göreceklerimiz, CHP’nin genelde bugüne kadar ‘’Hiziplerin Partisi’’ olduğunu düşündüğümüzde, şimdi bir orta yolu bulma partisine ne kadar evrileceği, yeni bir siyaset dilini ne kadar üretebileceği, bunu kendi tabanına ne kadar anlatabileceği kolay bir şey değil. Cumhur İttifakı’nda iktidarda olmanın getirdiği bir avantaj var. Burada ilkesele şöyle bir dönüş var. AK Parti’nin de MHP’lileşmesinin getirdiği bir ilkelerde bütünleşmeyi görmek daha kolay. Özellikle dış politika konusunda, Kürt meselesi konusunda, terörle mücadele konularında tabanların birbirlerine daha benzeştiğini söyleyebiliriz. Ama orada da siyaset üretme problemiyle karşı karşıya kalıyoruz. Ben burada şunun altını çizmek istiyorum: İYİ Parti bir şeyleri yönetmeye çalışıyor. Yavuz Ağıralioğlu söylemleriyle İYİ Parti’yi bir yerde tutmaya çalışıyor. ‘’Cumhurbaşkanı Erdoğan İYİ Parti ile ittifak yapabilir mi?’’ ‘’MHP nereye gider?’’ soruları hepimizin aklındaki sorular. Ama burada siyasilerin ve liderlerin vereceği kararların, taban tarafından her zaman onaylanacağı anlamına gelmiyor. Yukarıda siz her türlü ittifakı yapabilirsiniz ama taban bambaşka bir yere gidebilir. Biz bunun en net örneklerden birisini 31 Mayıs ve 23 Haziran yerel seçimlerinde gördük. Özellikle de HDP kitlesinde Öcalan’ın mektubu okundu ve HDP kitlesi bunu bir mesaj olarak algılamadı. Tam tersine hareket etti. Dolayısıyla, bugün İYİ Parti seçmeninin, İYİ Parti yönetiminin cebinde olduğu kanaatinde değilim. Çünkü nispeten konjonktürel gerekçelerle ortaya çıkmış olan bir parti; ideolojik, siyasi, ilkesel birlikteliğin birbirine çok güçlü bir şekilde bağlamadığı bir tabandan bahsediyoruz. Temel önceliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında olmak ve muhalefet olmaktan geliyor.  İYİ Parti ‘’Ben bugün bununla değil, şunla ittifak yapıyorum’’ dediği zaman, o tabanın aynı şekilde hareket edeceğini öngörmek çok sağlıklı değil bence. O yüzden siyasetçilerin, genel başkanların, hesaplarını yaparken toplumun dinamiklerini göz ardı ettikleri takdirde, kendi partilerine ciddi maliyeti olması ihtimali var. Cumhur İttifakı’nın problemi, bugün tek başına MHP ile ya da tek başına İYİ Parti ile 50 +1’i elde edemediği takdirde ne yapacağı. Belki bir sonraki turda yeni oluşumların ne yapacağını konuşuruz. Bence asıl, önümüzdeki dönem belirleyici unsurlardan bir tanesi yeni oluşumların tavrı olacak. 

Telek: Peki Seren Korkmaz’a dönmek istiyorum. Seren sen aynı zamanda CHP’de siyaset yürütmeye çalışıyorsun. Bununla ve ittjjjjjjifaklarla ilgili gözlemlerini sana soracağım. Bu turun temel sorusunu sana da yöneltiyorum. Osman Bey de, Kemal Can da bugünkü ittifakların ilkesel çerçeveden ziyade, taktiksel olduğunu söylediler. Sence böyle mi? Bu birinci sorum. İkinci sorum da, senin gözlemlerine göre CHP içinde, özellikle örgütte CHP’ye oy verenler arasında ittifaklara özellikle Millet İttifakı’na ve HDP’ye nasıl bakılıyor? Ne dersin?

Korkmaz: Hem Kemal Bey, hem Osman Bey ifade etti, ‘’Biraz daha ilkesel mi konjonktürel mi sorusu, bana kalırsa 2+2=4 gibi. İttifaklar, tüm bu yapısal sistem değişikliğinden dolayı oluşan 50 +1’in bize getirdiği zorunlu bir siyasal hareket oldu son dönemlerde. Bir siyasal bilimci olarak ben de ittifaklarda çok ilkesel birliktelikler beklemiyorum. Bunun sebebi ise, Osman Bey’in de belirttiği gibi, ittifakı yapan partiler arasında ciddi bir köprü olması. Özellikle Millet İttifakı’nda, İYİ Parti, Saadet Partisi, HDP ve CHP’ye bakarsak, bunların her biri, her ne kadar ortaklıkları da olsa, siyasal söylemleri ve eylemleriyle birbirinden çok ayrışan partiler aslında. Dolayısıyla, ortaklıkları, demokratikleşme gibi, parlamenter sisteme geri dönmek gibi Türkiye’nin çok temel sorunlar üzerinden oluşabiliyor. Haliyle ben de bu ittifaklara konjonktürel bakıyorum. Osman Bey ve Kemal Bey’in söyleyeceklerine çok da ekleyecek bir şey yok. Çünkü bütün gördüğümüz ve yaşadığımız süreç bu. İYİ Parti’nin de konumunu da yine aynı şekilde, tamamen taktiksel buluyorum. Çünkü onlar da bu ittifaklar içerisinde bir şekilde konum almak zorundalar. 

CHP’ye gelince: CHP, Millet İttifakı’nın en büyük partisi. Zaten ittifak sisteminden en çok yaralanan partiler de büyük partiler. Yerel yönetimlerde İYİ Parti’nin ve ittifak dışında HDP’nin desteğiyle, özellikle İstanbul, Mersin, Adana gibi bazı büyükşehirlerde CHP adaylarının kazanmış olması, CHP’yi daha güçlü bir konuma getirdi. Hikâyenin en başına dönersek, İYİ Parti’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girebilmesi için aday göstermesi, aynı zamanda ittifak konusunda öncül adımları CHP’nin atması. Haliyle, her ne kadar hizipler olsa da,CHP seçmeni şikâyet etse de, parti politikasına sadıktır, çok daha taktiksel hamleleri yoksa gider partisine oy verir. 

Daha bilimsel bir yerden konuşacak olursam, bizim İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü olarak, 24 Haziran genel seçimleri ve 31 Mart yerel seçimleri arasında yürüttüğümüz ‘’Türkiye’de Kutuplaşma’’ araştırmasında Millet İttifakı seçmeninin ittifaklara bakışını ölçmeye çalışmıştık. Yerel seçimlerden önce daha farklı sonuçlar vermesi normal ama orada edindiğimiz izlenim şuydu: CHP’li seçmenler de dahil olmak üzere Millet İttifakı seçmeni, ittifaklara olumlu ve olumsuz, farklı noktalardan bakabiliyor. Olumsuz baktığı noktalar daha çok, 24 Haziran seçiminin getirdiği başarısızlık. Yani ‘’İttifak kurduk da ne oldu? Bir şey kazanamadık’’ düşüncesi. Az evvel ilk turda bahsettiğim, seçim kaybetmenin getirdiği demoralize olma, başarısızlık durumu. ‘’Seçime girdik, ittifak yaptık, yine bir sonuç alamadık.’’ Bu olumsuz konuyla ilgili kişisel gözlemim de 31 Mart öncesinde tam olarak buna dayanıyordu. CHP’nin daha solunda yer alan seçmenler ‘’İYİ Parti ile ittifak yaptık, ilkelerimizi çiğnedik ama ne kazandık?’’ sorusunu sorabiliyorlardı. Fakat bir taraftan da olumlu görüşler vardı. Bunlar daha çok ‘’Evet, bizim tüm sistemdeki değişikliklerle beraber iktidarın karşısında durabilmemizin, iktidarı yenebilmemizin, bütün devlet aygıtlarını elinde tutan iktidarla baş edebilmemizin tek yolu, bütün muhalefet güçleri olarak bir araya gelmemiz. Bundan başka şansımız yok’’ gibi bir hikâyeydi. 

Fakat 31 Mart seçimlerinden sonra -biz henüz yeni bir araştırma yapmadık ama- benim gözlemim, bütün bu ‘’Kazanabiliriz, başarabiliriz’’ duygusuyla beraber, hem iktidara karşı moral üstünlüğünün kazanılması, hem de her şeye rağmen seçmenin, artık ilkesel ittifaklar yapılmasından ziyade, taktiksel ittifakların getirdiği kazanımları görmüş olması. Aslında İYİ Parti seçmeni için de bu bir ferahlamaydı. Çünkü ittifakın bütün bileşenlerinin -HDP’lilerin de- ifade ettikleri şey ‘’Bizim yerel seçimlerde iktidarın elinden belediyeleri almamız ve bu şekilde bir ferahlama alanı yaratmamız, bir dönüşüm yaratmamız’’ hikâyesiydi. Bütün bunlar seçmende ‘’Demek ki başarabiliyormuşuz’’ algısı yarattı. O yüzden ittifaklardan çok şikâyetçi olduklarını düşünmüyorum. 

Daha mikro düzeyde yaptığım gözlemlerde ise, CHP seçmeninin İYİ Parti ile yaptığı ittifaktan çok rahatsız olduklarını gözlemlemedim. Çünkü özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da İYİ Parti seçmeni biraz daha seküler ama muhafazakâr olmayan eski DYP, ANAP partilerine oy vermiş kişiler. Kıyılara baktığımızda daha seküler milliyetçiler. Haliyle CHP seçmenine çok uzak olmayan adaylar çıkarabildiler seçim sürecinde. Buradaki çatışma, biraz da HDP’nin hikâyenin içine girmesiyle ilişkili. Yine yaptığımız o araştırmada, CHP seçmeninin bir kısmı, HDP ile açıktan ittifak yapılmamasını doğru bulduklarını ifade etmişlerdi. Çünkü böyle açıktan yapılan bir ittifak nedeniyle, hükümetin HDP’yi terörize edip olumsuz bir şekilde kullanacağını düşünüyorlardı. Biraz evvel belirttiğim gibi, CHP çok homojen bir parti değil. Daha heterojen bir parti ve farklı görüşler var partinin içerisinde. CHP’nin içerisinde daha sola yakın bir grup ise HDP ile işbirliğini çok daha olumlu buluyor. Ama lider seviyesindeki bazı hareketlerin, CHP seçmeninde çok farklı dönüşümleri algılar yarattığını düşünüyorum. İmamoğlu, hem CHP seçmeninde, hem genel olarak muhalefet seçmeninde çok önemli bir figür olarak ortaya çıktı. İmamoğlu’nun Diyarbakır ziyareti, Canan Kaftancıoğlu’nun parti içerisinde farklı bir figür olarak ortaya çıkması ve özellikle Kürt meselesi konusunda daha ılımlı bir yaklaşım sergilemeleri, CHP seçmeninin, -mesafeli olanların bile- önümüzdeki dönemlerde olası bir HDP ittifakına daha yaklaşabileceğinin göstergesi. Böyle bir farklılıktan bahsedebilirim. Dediğim gibi, CHP’nin bölgesel farklılıkları var. Her bölgede, oy veren kitlesinin yaklaşımları daha farklı oluyor. O yüzden, ittifaklar konusunda çok çeşitli görüşler olmakla birlikte, lider kadrosunun yönlendirmesiyle beraber, tabanın daha kolay mobilize olabileceğini düşünüyorum. 

Telek: Teşekkürler Seren Korkmaz. Böylece son tura geçmiş oluyoruz. Bu turda da ittifakların geleceğini ve ilk turda konuştuğumuz yeni siyasal arayışlarla beraber, konuklarıma bunu değerlendiren sorular yönelteceğim. Osman Bey’le başlayayım. Yeni siyasal oluşumlar ittifakların geleceğini nasıl şekillendirir? Bu ittifakların ilkesel birliktelikler olmadığını, konjonktürel olduğunu konuştuk, herhalde hepimiz bu konuda hemfikiriz.  Ne dersiniz?

Sert: Yeni oluşumlar, ittifakların yapısını ciddi anlamda etkileyecek. Çünkü yeni sistem bir taraftan bütün gücü bir tek kişiye veriyor, bir taraftan da 50 +1 aritmetiği sebebiyle, %1, %2, %3’ü anlamlı, gücüyle her zaman çok mütekabil olmayan bir ağırlık veriyor. Hem Sayın Davutoğlu’nun, hem Sayın Babacan’ın, muhtemel kurması beklenen partilerle ilgili çok sayıda kamuoyu araştırması yayınlanıyor. Açıkçası ben bu araştırmalara temkinli bakılması gerektiği kanaatindeyim. Şu anda bu araştırmalar şunu söylüyor: ‘’Toplumda yeni kurulacak parti ya da partilerin bir karşılığı var.’’ Düşünün, Sayın Temel Karamollaoğlu, kendi üslubunun da katkısıyla, Türk siyasetinde yeni bazı hareketlenmelere sebep oldu. Fakat Saadet Partisi’nin oy oranına baktığınız zaman, hiç de öyle Türkiye’de iktidarı belirleyebilecek olan bir parti formunda değil. Düşük bir oranda geçiyor. Yeni siyasi partilerin oy oranının bunun çok daha ötesinde olduğu görülüyor. Üstelik bu oy potansiyeli, Saadet Partisi gibi kemikleşmiş, zaten hep orada duran değil de, diğer adaylardan, özellikle iktidarda olan partilerden alınacak adaylardan olacağını düşündüğünüzde, mevcut ittifakları, mevcut iktidar yapılarını etkilememesi mümkün değil. Dolayısıyla yeni oluşumlar öyle ya da böyle, bir ittifakta herkesin yeniden kartlarını karmasını gerektirecek. 

Ben, yeni oluşumların ittifak algılayışlarıyla ilgili biraz farklılıklar görüyorum. Daha çok Sayın Davutoğlu ve Abdullah Gül önderliğindeki Babacan hareketinden bahsediyorum. Sayın Davutoğlu ve arkadaşlarının biraz da AK Parti içerisinde kalmalarının getirdiği bir şeyle, AK Parti’deki tıkanmayı, çözümsüzlüğü, seslerini duyuramamayı ve siyasetin o kanalındaki boşluğu görerek, önce buna alternatif bir siyaset ve buna göre bir söylem üretmeye çalıştıklarını, -tabii ki yeniden umut olmak istiyorlar- bunun sonrasında oluşacak gücün, merkezin, aktörün, ittifak haritasında nereye oturacağını öncelediklerini düşünüyorum. Yani önce siyaseten bir formasyona girmek ve bunun ittifakta neye tekabül ettiğini görmek. Abdullah Gül önderliğindeki Babacan hareketinde ise, daha çok, öncelikle ittifakta nereye oturduğuna karar vermek, -burada daha ziyade CHP-İYİ Parti çizgisini anlıyorum- buna göre de siyasetlerini şekillendirmek. Tabii bu siyah-beyaz değil. İkisi de rol oynuyor mutlaka. Hiç kimse bugün ittifak siyasetini göz ardı ederek siyaset üretemez. Söyleminizi üreterek de ittifak siyasetini düşünemezsiniz. İkisinin arasında böyle bir nüans olduğunun farkındayım. Davutoğlu ve arkadaşlarının, daha çok, söyleme, siyasete ve siyasi tıkanmışlığa bir çözüm üretmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Nitekim İYİ Parti Genel Başkanı ‘’Onlar üzerinden muhafazakârlara açılırız’’ dediğinde Sayın Davutoğlu tepki gösterdi ve’’Biz kimseye eklemlenmek için yola çıkmıyoruz’’ diyerek bir pozisyon ortaya koymaya çalıştı. Dolayısıyla bunlar mutlaka bir rol oynayacaklar.

En başta söylediğiniz ‘’Bir üçüncü yol mümkün mü?’’ sorunuza gelirsem: Evet, mümkün. İkili bir yapı vardı. Şu anda en azından Cumhur İttifakı’nı, tek başına çoğunluğu alması da zayıf görüldüğünde, Millet İttifakı da eğer aralarındaki bu gevşek koalisyonu sürdüremeyecek olursa, -İYİ Parti’nin rolü burada önemli- üçüncü bir ittifak daha ortaya çıkabilir mi? Ben bunu düşük bir ihtimal olarak görmüyorum. 

Önümüzdeki dönem, ittifakların geleceğini, özellikle Millet İttifakı’nın geleceğini belirleyecek olanların başında belediyelerdeki başarı geliyor. Burada Ankara biraz daha iyi gidiyor. İstanbul doğal olarak daha çok tartışma konusu oluyor. Fakat daha da önemlisi, siyaseten yeni bir vizyon üretebilecekler mi? Ben bu konuda çok fazla umutlu değilim açıkçası. Çünkü Erdoğan da yılların verdiği tecrübeyle, Millet İttifakı’nın arasındaki yarıkları açmayı biliyor; HDP’de 3 belediye başkanının görevden alınıp yerlerine kayyum atanması, Canan Kaftancıoğlu’nun yargılanması. Bunlar partiler arasındaki ayrışmaları tetikleyecek olan adımlar. Dolayısıyla orada bu birlikteliği uzun süreli olarak tutmak ne kadar kolay onu çok bilemiyorum. Ama belki de İYİ Parti’nin yapmak istediği, bu süreci yönetmek, nihai pozisyonu virajı dönerken alabilmek. Bunu da önümüzdeki dönemde göreceğiz. 

Telek: Teşekkürler. Seren aynı soru senin için de geçerli. Yeni siyasal arayışlar ya da partiler ittifakların geleceğini nasıl şekillendirir? Olası üçüncü ya da dördüncü ittifaklar bu konjonktürde mümkün mü?

Korkmaz: Tüm hikâyeye baktığımızda, siyaset sahnesinde ortada kurulmuş bir masa vardı ve herkes pozisyonlarını almıştı. Masaya oturacak 2 ya da daha fazla yeni kişiden bahsediyoruz. Masanın kuruluşu beğenilmeyip masa dağıtılabilir. Çünkü siyasi bir oyun. Ya da tamamen yeni pozisyonlar alınabilir. Babacan ve Davutoğlu’nun parti söylemleri ortaya çıktığından itibaren benim de düşündüğüm şey, siyasette 3 kutuplu bir alan oluşuyor. Stratejik ittifaklardan bahsetmiyorum. Bir tarafta Davutoğlu, Babacan, İYİ Parti ve belki Saadet Partisi’nin, Millet İttifakı’na dışarıdan destek veren Demokrat Parti’nin eklenebileceği bir kutup, diğer tarafta ise CHP ve HDP’nin yakınlaşmasıyla oluşacak başka bir kutup olabilir. Ve yine AKP-MHP, belki başka küçük desteklerle beraber, Cumhur İttifakı’nı sabit koruyabilir. Dolayısıyla, yeni oluşacak her parti, bu yeni sahnede, yeni bir figür demek ve sistemin ne şekilde şekilleneceğine katkıda bulunacak. Az evvel Kemal Can da ifade etti, yeni sistemde farklı bir yapı var, o da, çok küçük partilerin dahi sisteme etki edebilecek bir etkisinin olması. Çünkü %1’lik, %2’lik oy farkları bile sonucu tamamen değiştirebiliyor. Partilerin ittifaklardaki pazarlık payları, partilerin küçük veya büyük oy desteğine bağlı olmaksızın etkide bulunabiliyor. Bence, seçim sistemi bu şekilde devam ettikçe Türkiye’de hem iktidar hem muhalefet ittifaka muhtaç. İttifakların geleceğini şekillendirecek şey ise partilerin konumları olacak. Biraz daha merkez sağda oluşacak bir blok, AK Parti’nin karşısında daha seküler milliyetçiler ve belki AK Parti’den kopan bir kısım muhafazakâr milliyetçileri bir araya getirebilecek. Diğer tarafta ise, daha solu bloklayabilecek bir CHP-HDP yakınlaşması ve karşısında yine muhafazakâr milliyetçiliğe dayalı AKP-MHP ittifakının üçlü bir yapı olarak önümüzdeki süreçte siyaset arenasında yer alacağını düşünüyorum. 

Telek: Peki. Kemal Can, aynı soruyla devam edelim. Bizi nasıl bir ittifak geleceği bekliyor?

Can: Seren Hanım da, Osman Bey de söylediler; bu aritmetiğin zorladığı bir şey var. Hem bütün siyasi aktörler için, hem de buna bakarak analiz yapacak herkes için dikkate alınması gereken bir takım zorunluluklar var. Çünkü ilk olası seçim, çok olağanüstü bir şey olmadığı takdirde, -erken ya da geç- cumhurbaşkanlığı seçimi ve milletvekilliği seçimi biçiminde gelecek. Dolayısıyla, erken ya da geç gelecek bu ilk eşiğe göre bir pozisyon oluşturmaya çalışılıyor. Ama biraz daha üste çıkıp bakıldığında, ben şunu görüyorum: Evet, anayasa değişikliği yapıldı, şu oldu, bu oldu, bunun yarattığı bir aritmetik zorunluluk ve bir yeni siyasi denge var. Fakat hem Türkiye’nin siyasi macerası, hem mevcut aktörlerin temsil kabiliyetleri açısından baktığımda, bu sürdürülebilir bir şey değil. İktidar bloku dâhil -belki MHP’yi buradan ayrı tutabiliriz- kimsenin de bu ittifaklar sisteminden kendi başına büyük bir avantaj sağlamadığını görüyoruz. En zararlı çıkanlardan, hayatının en çok zorlaştıranlardan biri de Erdoğan’ın kendisi aslında. Zaten iktidar blokunda ittifakın ateşli savunucusu da Devlet Bahçeli. Hatta şöyle düşünelim: Yerel seçime bütün partiler ittifaksız girseydi, AK Parti’nin bu kadar çok şehirde yenilgisinden bahsediyor olabilir miydik? İstanbul’u, Adana’yı, Mersin’i, Antalya’yı kaybeder miydi tartışmalı. Yine 50+1’in zorunluluğuyla ittifakı genişletme, İYİ Parti’yi de dahil etme gibi bir opsiyon yerine, herkesin kendi başına girdiği, ittifakların olmadığı bir düzende, AKP ve MHP koalisyonu şu andaki gücünden daha zayıf bir parlamento gücü sağlar mıydı? Hayır.

Geçelim bu tarafa. İttifaklar olmasaydı, yeni kurulmuş bir parti olarak İYİ Parti… Çünkü biraz önce Osman Bey’in de söylediği gibi, seçimden önce koalisyon demek, bir şeylerden vaz geçerek, kendinizden eksilterek yarışa çıkmak demek. Yarış bittikten sonra bütün kozlarınızı kullanıp, bütün çizgilerinizi net bir şekilde ortaya koyup bunun desteğini sağladıktan sonra bir masaya oturup, kurulan masada bir pazarlığın parçası olarak pozisyon almak başka bir şey. Daha bunun öncesinde, temel iddialarınızın birçoğundan vaz geçerek yarışa çıkmak bambaşka bir şey. Dolayısıyla bütün politik aktörler için ittifaklı bir mecburiyet, aslında sürekli kendisinden yiyen, kendisinden eksilten bir şey. Kaçınılmaz olarak böyle davranmak zorundasın. CHP, HDP ile yokmuş gibi bir ittifak içinde olmak zorunda. İYİ Parti ile iyi geçinmek zorunda. İYİ Parti, bir şeye itiraz etmekte ama bunun için masayı devirmemek zorunda. İttifaklar her aktör için, kendisinden yiyen bir süreç başlatıyor. Dolayısıyla, bu memleket için ve hemen bütün aktörler için galiba en hayırlısı, ittifaklara göre kurulacak şeyi bir an önce halledip, ittifakları, bu garabeti ortadan kaldırmak üzere kurgulamak olacak. Aslında Meral Akşener de son konuşmasında biraz ona yakın konuştu. Neredeyse, ‘’Cumhur İttifakı ile birlikte davranabiliriz, bu sistemi değiştirmeye varsanız onu bile destekleriz’’ demeye getirdi. Bu çok önemli bir perspektif bence. Çünkü bu ne kadar geciktirilirse, bir seçim daha ileriye atılırsa, Türkiye büyük hasar alacak. Tekrar ittifaklı bir düzenle bir seçim daha gitmeye kalkması ve asıl olarak, önüne gelecek ilk seçimi bu sistemin, bu siyasi rejimin tamamen değişmesi üzerine kurgulanmış bir ittifak zemininde biçimlenmesi lazım. Ben de kısmen Seren Hanım’a katılıyorum; üçlü bir seçenek küçük değil. Bunu mümkün kılan aritmetik de 2 turlu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2 turlu olması. 2 turlu bir seçim, bahsettiği türden bir bloklaşmanın 3 adayının ortaya çıktığı,  yani HDP-CHP’yi bir blok olarak düşünebiliriz. Yeni girişimler ve İYİ Parti’yi bir blok olarak düşünebiliriz. MHP- AKP’yi de ayrı bir blok olarak düşünebiliriz. İlk turda, hiçbirinin kendi adayını seçtiremediği ama diğer 2 seçeneğin 2.turda işbirliği ile sonuç alabildiği bir tablo ortaya çıkabilir. Dolayısıyla bu aritmetik, Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2 turlu olması dolayısıyla ikili ittifaklar düzeni dışında bir formülü mümkün kılıyor. Hatta Erdoğan’ın, ‘’Nereden çıkarttınız bu 2 turlu meselesini’’ dediğini biliyoruz. Referandum sırasında ‘’bu 2 turlu olmasaydı, 50 +1 tuzağına düşmeseydik hayat kolay olurdu. Ama artık öyle değil. Dolayısıyla 2 turlu seçim, bu tür seçenekleri mümkün kılıyor. Diyelim ki, Ekrem İmamoğlu, CHP’nin, HDP’nin de aday çıkartmayarak desteklediği, -hatta çıkartıyorsa da fark etmez, kendi adayını çıkarttığı- bir tarafta Gül’ün, bir tarafta da Erdoğan’ın aday olduğu ve Erdoğan’ın ilk turda 50 +1’i alamadığı bir tabloyu düşünelim. Bu bambaşka bir resim çıkartabilir. Artık mecburen 2 blok var ve bu 2 blok bu aritmetikte bir zorunluluk değil. Dolayısıyla, burada kurulacak perspektif, seçimi kimin kazanacağı değil, seçimin ne için kazanılacağı üzerine olacak. Bence muhalefetin zorlayacağı alan bu olmalı. Kimin kazanacağı üzerine kurulacak seçimde seçenek çok ama kazanılacak olanın ne olduğu… Belki muhalefetin, o kurulacak olan bloklardan daha büyük ittifakı kurabilecek olan şey, -bu ittifaklar düzeninden hepsinin tek tek zarar gördüğü düşünülürse- öncelikle bunu koyarak, bu konuda daha geniş bir ittifak, AKP ile MHP’yi, üstelik bütün seçmenleriyle olmayan bir küçük azınlık durumuna düşürebilir. Bugün, bütün araştırmalarda çıkan sonuca göre Başkanlık Sistemi’ne destek %40’ın altında. İlk seçimi, referandumun rövanşına çevirebilen bir siyasi perspektif, çok önemli bir siyasi alan açılışı yaratabilir diye düşünüyorum. 

Telek: Peki. Ben hem stüdyodaki konuklarım Kemal Can ve Osman Sert’e, hem de Skype hattındaki Seren Selvin Korkmaz’a yayınımıza katıldıkları için çok teşekkür ediyorum. Evet sevgili Medyascopetv izleyicileri, Medyascope Açık Oturumu’nun 210. bölümünün sonuna geldik. Bizi izlemeye devam edin. İyi geceler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.