Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: Kılıçdaroğlu hakkındaki iddialar ve “parti oligarşisi”nin çıkarları

Son günlerde birçok yazar, yorumcu, gazeteci tarafından seslendirilen, onları izleyenlerin de kulak kabarttığı bir soruya ve onun olası cevaplarına bakmamız gerekiyor. Muhalefetin en üst kesiminde müthiş bir hesaplaşma ihtimali baş göstermiş durumda. CHP’de parti yönetimi bunun önünü almaya ve üstünü örtmeye çalışıyor ama iddialar yenilir yutulur cinsten değil. O yüzden kesin bir cevap beklemeyin ama ortada siyasetin medyanın son yıllarına damgasını vurmuş isimlerin tanıklıkları ve anlatıları çerçevesinde belirmiş bir soru var: Kılıçdaroğlu bir proje mi? Siyasal bir değişim ihtimali zaten hiç yok muydu? 

Levent Gültekin’in Medyascope’ta Ruşen Çakır’a konuk olduğu programda Kılıçdaroğlu ile yaptığı bir görüşmeyi ve bu görüşmede Kılıçdaroğlu’nun söylediği iddia edilen “Benim kendi adaylığımı engelleme gibi bir şansım yok” sözleri ve dahası Gültekin’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığını CHP içinde ve dışında derin bir yapının organize ettiği iddiası büyük ses getirdi. 

İlginç olan şu ki, Gültekin bu iddiayı seçim sonrasında dillendirmeye başlamadı, çok uzun zaman önce, 2022 yılının başlarından bu yana Türkiye’de bir yapının siyaseti şekillendirdiğini, bu yapının Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir dönem daha devam etmek istediğini ve bunun için de Kılıçdaroğlu’nun adaylığını hazırladığını söylüyordu. İmamoğlu’nun adaylığının hakkında açılan davayla; Yavaş’ın adaylığının da HDP’den yapılan açıklamalarla engellendiği ve Kılıçdaroğlu’nun önünün temizlendiği iddiası da bununla birlikte geliyor. Tabi bunlara paralel olarak, özellikle İYİ Partililer tarafından seslendirilen Altılı Masa’nın bir adaylık dayatma mekanizması olduğu iddiası da dile getirilebilir. 

Gültekin’in 2022 yılı ilkbaharında çıkan kitabı Kasırga bu sorgulamaları ve iddiaları etraflıca inceliyordu. Gültekin’e göre, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı durumunda muhalefetin kazanma şansı yoktu. 

Son olarak Fatih Altaylı da kendi YouTube kanalında yaptığı açıklamada birkaç yıl önce CHP’de de görev yapmış bir büyükelçi ile konuşmasını paylaştı ve elçinin kendisine “Kılıçdaroğlu’nun bir proje olduğunu, kendi aklıyla hareket etmediğini ve hareket ettirildiğini” söylediğini aktardı. Altaylı 14 Temmuz Cuma günü yayınlanan videosunda ise bu iddiaların normalde her şeyi alt üst edeceğini söylüyor. Fakat gelin görün ki CHP’nin etkili isimlerinden merhum Şahin Mengü’nün deyimiyle muhalefette “yaprak kıpıldamıyor”. Bu ise insanı doğal olarak rasyonel ve irrasyonel nedenler aramaya itiyor. Siyasetin Makyavelist doğası mı yaşadıklarımız? Yani kişisel hırslar, çıkarlar ve beceriksizlikler? Hepsi bu mu? Yoksa Türkiye’nin kaderiyle ilgili yapılan hesaplar ve bu hesaplar neticesinde bir araya gelmiş bir ilişkiler ağı mı var? 

Bu iddialar yenilir yutulur cinsten değil. Eğer bu iddialar doğruysa, cumhuriyet tarihinin en büyük aldatmacalarından biriyle karşı karşıyayızdır. İddialar kanıtlanabilir mi? Bu tür iddialar kanıt beklemez, büyük bir anlatı içerisine oturtulmayı bekler. Ve ancak hakiki bir yüzleşme ile ortaya çıkabilir. 

Bu yazıda bu soruları akılda tutarak muhalefette ve CHP’deki bazı sorunlara işaret etmek istiyorum. 

Seçim kaybedildi. Seçim mağlubiyeti muhalif ittifakı darmadağın etti. Mağlubiyet, çok kuvvetli bir hayal kırıklığı yarattı. Mağlubiyet, kuvvetli bir yabancılaşmaya ve siyasi nihilizme neden oldu. Mağlubiyet, AKP iktidarının uzun yıllardır deneyip de başaramadığı bir pasif kabullenişe yol açtı. Muhalefet partilerine gönül veren oy verenler ile bu partilerin örgütlerinde yılgınlığa yol açtı. 

Sel, yangın, deprem, pandemi gibi afet ve salgınların en ağırını yaşamış, çok ciddi bir yoksullaşma ve güvencesizliğin görüldüğü bir ülkede muhalefet kazanamadı. İktidar bir kez daha kazandı. Erdoğan çok rahat bir galibiyet elde etti ve çok kuvvetli ve haklı olarak artık kendinden çok emin çünkü bu büyük bir güvenoyuydu. Özer Sencar’ın deyimiyle Erdoğan bir kampanya canavarı ve bu işi çok iyi biliyor, bu matematiğe çok hâkim. Şimdi NATO, ABD ve AB nezdinde küresel kamuoyu dahil herkesi şaşırtan adımlar atıyor. Bu bir önsezi ama Erdoğan bana kalırsa yeni bir iktidar konfigürasyonu kuruyor ve bu doğrultuda dış politikayı kullanacak, yeni gelişmeler olacağını düşünebiliriz. Başka bir yazının konusudur. 

Bu sırada muhalefet hiç olmadığı kadar dağılmış ve atomize olmuş durumda. Bu ahval ve şerait altında Kemal Kılıçdaroğlu CHP’deki koltuğunu korumaya çalışıyor belliki. Yerel seçimlere partinin daha güçlü girmesi gibi anlaşılmaz bir bahane ileri sürülüyor. Yerel seçim dinamikleri her zaman için farklıdır ama bu tabloda iktidar büyük kentleri kolaylıkla geri kazanacaktır. O yüzden tam şu anda bir siyasal değişim ve dönüşüm muhalefetin tamamı için gerekmekte. Olabilir mi? Hayata şans tanımam diyemezsiniz ama Makyavelist dünyanın da demir yasaları vardır. Bu ilişkiler ağı ve mevcut parti içi siyasal rejimler altında değişim imkansız. 

Siyasette bir Gorbaçov tipolojisi vardır. Kapitalizme karşı galip gelmek için göreve getirilmiş Gorbaçov, tersine kapitalizme kazandırmış ve sosyalizmi yani kendi davasının kurumsallığını ortadan kaldırmıştır. Son ana kadar devam etti Gorbaçov, adeta bir görev almış gibiydi. Rakibe kazandırmanın, kendi davasına kaybettirmenin – kaybetmenin değil – adıdır Gorbaçovluk. CHP’nin egemenlerinde Gorbaçov’un yansımalarını gördüğüm için bunu eklemek istedim. 

Birçok sorun var, hepsi iç içe. Bazıları:

Kılıçdaroğlu “Sandıklara sahip çıkacağız, bir buçuk yıldır bunun için çalışıyoruz” dedi. On binlerce sandıkta durumun böyle olmadığı anlaşıldı. Anadolu Ajansı’na (AA) alternatif olma iddiaları ise hüsranla sonuçlandı. “Devlet kaynaklarına sahip böyle bir rakiple mücadele ediyoruz, o yüzden kaybediliyoruz” denildi. Seçime girmeden önce bu bilinmiyor muydu? Neden layıkıyla hareket edilmedi?

Birinci tur akşamında “Kılıçdaroğlu bizim sonuçlarımıza göre önde yalanı” söylendi. Olmadığı halde. Bunu hadi muhalif seçmeni geçtim – kimse onu ciddiye almıyor kendi yöneticileri bile – iktidar seçmenine nasıl açıklayacaksınız? Bunlar yalancı dediklerinde hayır değiller mi diyeceğiz? Öyle dersek biz yalancı olmayacak mıyız? Hakiki bir hesaplaşma yapılmadı. Kim neyden sorumlu ve suçlu ortaya çıkmadı. Kılıçdaroğlu o gece bir kez dahi çıkıp açıklama yapmadı. Muharrem İnce’yi açıklama yapmamakla eleştiren ve onu itibarsızlaştıranlar aynı sona maruz kaldı. Tarihin garip bir cilvesi. 

Parti örgütlerinin Türkiye sathında yeterince çalışmadığı ile ilgili sayısız gözlem ve iddia var. Neden? Bu önemsiz bir seçim miydi? 1 milyon 369 bin CHP üyesi var. Neden bunlar harekete geçirilmedi? Küçümsenen AKP, Anadolu’da ve yoksul mahallelerde kapıları çaldı, köylü denilen halkla temas kurdu. CHP’nin aktif üye sayısı kaç? Bunların belediyelerle, belediye iştirakleriyle nasıl bir bağı var? 

Akçeli işlerin muhalif ayağını araştıran gazeteciler eminim vardır, vatandaş olarak böyle bir durum varsa duymayı çok isterim. 

Buna mukabil, milyonlarca muhalif 1300’e yakın delegenin ağzına bakıyor. Kim bu delegeler? Örgüt ve üyeler neden harekete geçirilmiyor ya da geçirilmedi? Erdoğan kazandığı halde neden halen görevde kalmada ısrar ediliyor? Seçim başarısızlığı sonrasında bir liderin ve yönetiminin istifa etmesi gerekir. Yetmez, bunun dayandığı parti içi siyasal rejimin -yani partiye yön veren ilişkilerin de- sorgulanması ve gitmesi gerekir.

Bir parti oligarşisi olduğu hissediliyor. Parti oligarkları karar veriyor, yönlendiriyor ve 40 milyon muhalifin kaderine karar veriyor. Bu demokratik mi? Otoriter denilen, Kılıçdaroğlu tarafından “diktatör bozuntusu” olarak adlandırılan Erdoğan’ın parti mekanizmalarını, üyeleri ve örgütü çalıştırdığı ortada, dahası onları ve taleplerini dikkate aldığı. 

Cezayirli gençlerin ülkenin lideri Buteflika’nın gitmesi sonrası sokaktaki haykırışlarını uyarlayarak söyleyeyim: Kılıçdaroğlu’nun gitmesi yetmez, partideki rejim de yıkılmalı. Mümkün mü? Ona da CHP örgütüne yıllarını vermiş bir genç CHP’linin ağzından yanıt vereyim: “Bizde öfkelenecek hal bile bırakmadılar!” 

Bu kadar yılgın bir örgütün ve ekibin üstüne gidiyorlar halen, sakın konuşmayın diye. Bu, yanında yöresinde terör saldırısı olmuş insanlara daha sonra gelen polis ekipleri tarafından biber gazı sıkılmasına benziyor. Daha çok yazılır, daha çok söylenir, daha çok tartışılır. Şimdilik bu kadar. 

Bu ara bir yazı kaleme alasım hiç yoktu ama Ruşen ağabey aradı ve “Yazmaya devam et” dedi. O’nu kıramazdım, bu vesileyle Medyascope okurlarına selamlarımı iletmek isterim. Ne yapacaksak bizler işimizi iyi yaparak yapacağız, dürüst olacağız. Bu ülkenin hepimize ihtiyacı var, bizim de ona ihtiyacımız var. 

Son not: Twitter’ın büyük bir kutuplaşma aracı olduğu, ruhlarımızı ve akıllarımızı hırsla erittiğini düşünüyorum. O yüzden artık orada yokum, e-mailime uzun uzun yazabilirsiniz. Hakiki tartışmalar sınırlı ve kutuplaştırıcı değildir. Değersizleşmekten kaçınmamız gerekiyor, bir de ortalama ve vasat olmaktan. Ortalama olmak bize kaybettirdi, siyaset yapmak ortalamanın üstüne çıkmayı gerektiriyor. Yapamazsak mı, canınızı sıkmayın üç kuruşluk siyaset bu. Siz daha önemlisiniz. Öyle ya da böyle, bu ülke hepimizin ülkesi. Kutuplaştırmadan yaşarsak, bunu başarabilirsek ülkemize, kendimize, gelecek nesillere tarifsiz bir katkımız olacak. 

İletişim: alphan.telek@gmail.com

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.