Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: Deprem, devlet, millet

Pazartesi günü Kahramanmaraş Pazarcık’ta 7.7 ve yine Maraş’a bağlı Elbistan’da meydana gelen 7.6’lık depremler sonrasında kelimenin tam anlamıyla yüreğimiz yandı. Son gelen bilgilere göre 7500’ün üzerinde bina yıkıldı. 20 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetti. 80 bine yakın yaralı vatandaşımız var. Halen arama kurtarma faaliyetleri sürüyor ve beş günden fazla zaman geçmesine rağmen mucize haberleri gelmeye devam ediyor. Enkaz altında direnen insanlarımızın kurtuluş görüntülerine şahit oluyoruz.

Bir yandan da hem sosyal hem de geleneksel medyada depremin ne kadar derin ve güçlü olduğunu gösteren sayısız görüntü, açıklama, bilgi önümüze düşüyor. Yaşadığımız büyük bir felaketti. L’orient-Le Jour gazetesinde gördüğüm bir haber bu depremin Levant bölgesinde – Doğu Akdeniz– 1200’lerden bu yana en büyük deprem olduğuna işaret ediyordu.

Dahası insanlık tarihinde bu büyüklükte depremlerin art arda yaşanması ne yazık ki pek rastlanır türden değil. İkinci deprem olur olmaz aklıma 1960 yılında Şili’de meydana gelen Valdivia depremi geldi. Bölge sürekli sallanmış ve ilk deprem 15 dakika devam etmişti. Richter ölçeğiyle 9.5 olarak ölçülen bu deprem kaydedilen en büyük deprem olmuştu. Ancak ardından büyük depremler yine devam etmişti.

Devasa şiddetli Maraş depremleri de yaklaşık 15 milyon insanımızın yaşadığı bölgeyi tamamıyla etkiledi. Ancak etkilenenler açısından bu sayıya çarpan etkisiyle bakmak gerekiyor çünkü neredeyse herkesin bir tanıdığı ve bir akrabası bu bölgede yaşıyor. Bu açıdan bir bütün olarak ulusun tamamı etkilenmiştir. Ayrıca şunu da eklemem gerekiyor. Bu deprem sadece bizi değil Suriye’yi de çok kötü etkiledi. Ve ne yazıkki binlerce ölüme neden olmasına rağmen Suriye’yi ne biz ne dünya yeterince konuşmadı, yardımcı olmadı. TikTok’ta hızlıca yayılan bir videoda Suriyeli genç bir kız gözyaşlarına hakim olamıyor ve “we are fucking humans” (Biz de insanız) diyor. Orada da büyük etkisi var çünkü tabiatın insanlığın yarattığı sınır, millet, devlet gibi kavramları dinlememek gibi bir özelliği var.

Ne kadar yapay ne kadar küçük olduğumuzu hatırlatıyor tabiat bize. Evrenin tarihinde toz zerresi kadarız ama kendimizi evrenin bile üstünde görüyoruz. Hatta bu deprem gösterdi ki kendini Allah yerine koyanlar da var. Uzun bir yazı olacak. O yüzden bir nefes alın, içeri gidin sigaranızı yakın, kahvenizi için rahatlayın ve sonra devam edelim.

Çünkü söyleyeceklerim var.

Bir haftadır kafamın içerisinde dönen, beni uyutmayan, öfkelendiren, utandıran, ağlatan bazen umutlarımı yeşerten bir düşünceyi paylaşmak istiyorum: Millet iktidara rağmen ayakta duruyor. Çok merak ediyorum. Bu hissin toplumda giderek yayıldığı görülmüyor mu? Devlet ve millet arasındaki ilişkinin nasıl bir temele oturduğu görülemiyor mu? Devlet bir kurumlar bütünüdür ama ona gücünü veren bir ilişkiler ağı vardır. Buna rejim diyoruz. Bir de bu ağın gerisinde bazı motivasyonlar vardır. Hepsinden şüphe eder oldu insanlar.

Kurumlar 20 yıl içinde aşındırıldı ve bunun yerine tek adam sistemi yaratıldı. İlişkiler tamamıyla değiştirildi ve bu tek adamın kadrolarıyla yenilendi. Motivasyon ise kamu çıkarından ve ulusal çıkardan ziyade bir zümrenin, bir partinin çıkarına göre konumlandı. Daha fazla servet, daha fazla güç ve daha fazla ayrıcalık isteği ve hırsı bu yeni sistem ve ilişkiler ağının motivasyonu oldu. Ayrıca kriz çıktığında müdahale edemeyen hantal bir yapı oluştu.

Bu durum kurumsuzluğa iterken sosyal planda yozlaşma ve değersizlik getirdi. Normal zamanlarda makyajlanabilen bu motivasyon ve ilişkiler ağı kriz ve felaket anlarında açığa çıkar oldu.

Pandemi, ekonomik kriz ve son olarak deprem sıvayla kapattıkları çatlakların ne kadar derin olduğunu gösterdi. 1999’da ölüsünü bile sayamayan bir devlet ve iktidar vardı. Bu toplum onu değiştirdi. 23 yılda geldiğimiz noktada ölülerini sayabilen ama ölümleri engellemek için bugüne kadar gereğini yerine getirememiş, bir rant çarkı yaratmış, kamusal faydayı azaltmış, ağzını açtığında öfkeyle tehdit eden bir iktidar var. Osmanlı zamanında yaşasak buna dirlik bozuldu derler. Dirliğin kökeninde milletin huzuru ve onayı vardır.

Fakat buna rağmen millet birliğini sağladı. Etrafımda gördüğüm herkes işin bir ucundan tutmak için çabalıyor. Dayanışma ruhu çok güçlü. Bölgeye yollanan yardımlar, toplumun iktidardan daha hızlı organize olması ve ona da hızlı ve kati olması için çağrı yapmasına şahit olduk.

Büyük bir gecikme oldu. İlk 48 saat çok değerliydi. Müdahalede gecikildi. Bölgedeki herkes ilk 48 saat enkazın altından çok ses geldiğini söylüyor ama iktidar toplumdan daha yavaş hareket etti. Toplumun “çabuk ol, neden olmuyorsun” çağrısına ise tehditle karşılık verdi. Depremzede bu tepkisini koyarken onun yüzüne bile bakılmayarak cevap verildi. Bu gücün milletten geldiği unutuldu herhalde. Egemenlik kayıtsız şartsız kimsenin değildir. Belli ki birileri bunun kayıtsız şartsız kendilerinin olduğunu düşünüyor, yanılıyorlar.

Erdoğan’ın kaşlarını çattığı ve her şeyin deftere yazıldığını ifade ettiği videoyu saymıyorum bile. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un bir depremzedenin çığlıkları karşısında “tamam tamam” yollu çıkışı ve arkasını dönmesi bir başka sorun.

Eski AKP Kahramanmaraş Milletvekili Nursel Kocabaş Reyhanlıoğlu, bölgeye yardım için gelen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bağırıyor. İngiliz uşağı diyor. O sırada İngilizler dahil Batıdan gelen ekipler canlarımızı kurtarmak için terlerini döküyorlar, gece gündüz soğuk demeden. Kendi canlarını riske atarak.

Bitmek bilmez ve yıkıcı bir milliyetçilikle toplumumuzu zehirleyenleri de görüyoruz. Ancak depremle beraber bir kez daha anladık ki toplumlar kardeştir. Yunan, İsrail, Rus, Fransız, Azeri ve sayısız ülkenin kurtarma ekipleri vatandaşlarımızı çıkarmak için halen didiniyorlar. Kendi hayatlarını riske atıyorlar. Eğer zihinsel devrim yapmazsak bugün deprem yarın başka bir afetle ölmeye ve unutulmaya devam edeceğiz.

Şunu da eklemek istiyorum: Devlet çok yüzlü bir şahsiyettir. Ve ben bütün bu şahsiyet içerisinde bir kırılma olduğunu düşünüyorum, içimizdeki kırılmayı yansıtıyor. Yeni bir yüz eklenmeli bu şahsiyete ve o toplumu temsil etmeli. Öyle bir andayız.

Bir başka unsur: Haysiyet, onur. Bu ülkeyi kısa yoldan para kazanmak isteyenler, eğitime ve kaliteye önem vermeyenler değil haysiyete önem verenler yönetmeli. Bilimsel bakış ve değerler ülkenin yönetiminde bütün kimliksel değerlerin önünde yer almalı.

Sel, yangın ve deprem riski çok olan bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) bütçesi AFAD’ın bütçesinin altı-yedi katıysa orada bir sorun vardır. Depreme hızlıca müdahale edilmesi gerekirken, bunun yerine ilk konuştuğumuz DİB’in sela kararıysa, orada bir sorun vardır. Bu sorun İslam’dan kaynaklı bir sorun değil bir yönetim/yönetici sorunudur. Sorunu İslam düşmanlığı alanına çekmek meselenin yönetim krizi doğasını gizlemek için ortaya atılmıştır. Dahası, yiten canlarımızı dini kurallara göre defnedebilmek için bile önce onları enkazın altından öyle ya da böyle çıkarmak gerekirdi. Kimsenin sela ile bir sorunu yok. Mesele sürecin yönetimi. Yoksa herkes kaybını gereğince defnetmek ister. Sela da onun bir parçasıdır.

Şehirler üç kuruşluk bilgisi ve çokça para hırsıyla tutuşan müteahhitlere teslim edilmiş, hiçbir bilimsel kaide ve bilim insanı dinlenmemiş ve kapı dışarı edilmişse, hedef gösterilmişse, aşağılanmış ve toplumda da aşağılanması sağlanmışsa büyük bir sorun vardır. Bunların neticesinde sanki gerekli her şey yapılmış ama buna rağmen söz konusu hazin sona ulaşılmış gibi davranılıyorsa, bunlar kader planıdır deniyorsa o ülkede çok kuvvetli bir iktidar ve yönetim sorunu vardır. Doğası gereği de siyasaldır.

Bunun etrafında gerçekleşen kutuplaşma evet böylesi bir anda bile yaşanan kutuplaşma birliğimize de zarar veriyor. Bu mu istediğimiz? O yüzden haysiyet, laiklik, özgürlük ve bilim hepimiz için çok önemli. Yeniden bunları şiar edinmeliyiz. Aksi halde devlet aşınır. Bu yüzden devletin yeni bir ele ve yüze ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Çünkü milletimiz enkazın altında kaldı. 10 ilimiz değil. 20 bin insanımız değil. 85 milyon o enkazın altında kaldı. Kimimiz yaşayacak kimimiz ölecek, kimimizse her şeyi yeniden kuracağız. Kimse “siyaset yapılmasın” mavalı okumasın. O bir örtüdür ve yapılan ahlaksızlıkları örtmeye yarar.

Kayıplarımız için bütün ülkemize başsağlığı dilerim. Onlar için yapabileceğimiz en iyi şey onların yakınları ve bütün bir toplum için daha iyi bir ülkenin inşasıdır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.